Cumhurbaşkanı
Erdoğan, "Osmanlıcanın öğrenilmesini, öğretilmesini istemeyenler var.
Bu çok büyük bir tehlike. İsteseler de istemeseler de Osmanlıca da
öğrenilecek ve öğretilecek" dedi.
Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğan, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından Bilkent
Otelde düzenlenen 5. Din Şurası'na katılarak bir konuşma yaptı.
Türkiye'nin pek
çok güncel meselesinde olduğu gibi, bölgede ve dünyada dinin ve dine
müteallik meselelerin tartışmaların odağında yer aldığı bir süreçten
geçildiğini aktaran Erdoğan, Batı'da kiliseyle devlet arasında ya da
kiliseyle bilim arasında asırlar boyunca devam eden tartışmaların, dinin
kamusal alandan silinmesi, dinin bireyin özel hayatına hapsedilme
mücadelesine dönüştüğünü aktardı.
Batı'da asırlardır devam eden
bu mücadelede kimin ne kadar başarı sağladığının bugün bile tartışma
konusu olduğunu belirten Erdoğan, şunları söyledi:
"Sizler de çok
iyi biliyorsunuz ki Batı'da Hristiyanlığın bıraktığı boşluk,
modernleşme gibi, kapitalizm gibi, para, teknoloji, moda hatta bilim
gibi önemli bir çoğunluk tarafından din kabul edilen olgularla
doldurulmak istendi.
Başta Türkiye olmak üzere bazı İslam
ülkeleri, Batılılaşma süreçleri içinde birçok şeyi taklit ettikleri gibi
ne yazık ki kilise ile devlet, kilise ve bilim arasındaki tartışmaları
da taklit ettiler. Batı'da Hristiyanlıktan oluşan boşluğa örneğin
yurttaşlık dini ikame edilirken Türkiye gibi Müslümanların çoğunlukta
olduğu ülkelerde de benzer bazı denemelere girişildi. Hristiyanlık
tartışmalarında din bir afyon olarak tanımlanırken, aynı tavır ülkemize
ya da başka İslam ülkelerine bir taklit olarak yerleştirilmek, ikame
edilmek istendi.
Son 200 yıldır Türkiye topraklarında yaşanan
tartışmaların önemli bir çoğunluğunun merkezinde aleni ya da gizli
şekilde din vardır. Dine müteallik meseleler, siyasetten sosyolojiye,
idareden iktisada, eğitimden sanata kadar hemen her alanda gizli ya da
açık özne olmuştur. Batılılaşmanın bir taklit şeklinde, bir sorgusuz
sualsiz kabul şeklinde ilerlediği son 200 yıllık süreçte Türkiye'nin de
Batı'daki tartışmaları yaşaması istenmiş, ancak çok bariz bir doku
uyuşmazlığı ortaya çıkmıştır."
Erdoğan, Batı'da yaşanan
tartışmaların yaşanmadığı ve tabii bir doku uyuşmazlığı ortaya çıktığı
için Türkiye'nin 200 yıldır devam eden tartışmalara,
anlaşmazlıklara bunun yol açtığı baskı ve zulümlere, ayrışmalara zemin
olduğunu belirtti.
İslamofobi sürekli körüklendi
İmam
Hatip okulunda okumuş, fırsat buldukça da dine ait teorik meseleleri
takip etmiş biri olsa da elbette böyle önemli bir konuda, böyle derin
bir mevzuda değerli hocalar karşısında teorilerden bahsetmeyeceğini dile
getiren Erdoğan, "Yaklaşık 40 yıldır siyasetle iştigal eden bir
kardeşiniz olarak, bugün de Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı
sıfatıyla benim asıl ilgi alanım pek tabii biçimde meselenin pratik
boyutlarıdır. Şahsen bu alanda bir başka vazifem daha olduğunu
düşünüyorum. Cumhurbaşkanı olarak, bu ülkede dine ait tüm meselelerin,
tüm konuların artık özgürce ve özgüvenle ele alınabilmesi için ilgili
tüm kesimleri cesaretlendirmekle mükellef olduğum inancı içindeyim" diye
konuştu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, şöyle devam etti:
"Tanzimat'tan
bugüne, yani yaklaşık son 200 yıldır bu ülkede bazı meseleler özgürce,
özgüvenle ve cesaretle ele alınamamıştır. Türkiye'nin hemen her
meselesinde bir şekilde özne olan, bir şekilde odak noktasında bulunan
din konusu, objektif, tarafsız, korkulardan ve mahalle baskısından uzak
şekilde gündeme taşınamamıştır. Bırakınız dine ait meseleleri özgürce
tartışabilmeyi din ve dindarlar, yaklaşık 200 yıl boyunca her türlü
eleştiriye, tahkire, horlamaya sistematik şekilde maruz kalmıştır.
Filmlerde,
romanlarda, hikayelerde, karikatürlerde, bilim ve fikir dünyasında
dindarlık ile cehalet hep eş tutulmuştur. Din ve dindarlık yoksulluğun
nedeni olarak gösterilmiştir. Din ve dindarlık, yobazlığın, tutuculuğun,
gericiliğin, baskının nedeni olarak lanse edilmiştir. Gerek Türkiye'de
gerek tüm İslam coğrafyasında din hep terakkiye mani olarak
anlatılmıştır. İslamofobi dediğimiz faşizmle eşdeğer olan hastalık,
sadece Batı'dan Doğu'ya yönelen bir sorun değildir. Türkiye'de ve İslam
coğrafyasında bizzat içeride, idareciler, siyasetçiler, bilim insanları,
düşünürler ve medya yoluyla İslamofobi sürekli körüklenmiştir.
İslamofobiklere göre, İslam dünyasının geri kalmasının sebebi dindir.
Bunlara göre İslam coğrafyasının kanla, gözyaşıyla, terörle anılmasının
sebebi de budur. Bilimde ve teknolojide geride kalmanın sebebi işte bu
islamofobiklere göre dindir. Öyle bir taarruz yapılmış, öyle sistemli
bir saldırı gerçekleşmiştir ki İslam dünyası, özellikle de İslam
dünyasının münevverleri kendilerini savunmaktan, defansta
kalmaktan ofansif bir hareketin içine girmemiştir, girememiştir. Asıl
meselelere yönelmeye fırsat bulmamışlardır."
İlk emir ilim
Erdoğan,
"Bakınız, vahiy çok ortada, açık. İlmi, akletmeyi emrederken yıllardır,
on yıllardır bizim ülkemizde bazı zihniyet mensupları hep akıl ve
bilimden başka bir şey tanımamışlardır" dedi.
Bu zihniyet
mensuplarının dine ve vahiye ciddi bir saldırıda bulunduklarını dile
getiren Erdoğan, "Biz öyle bir dinin mensubuyuz ki ilk emir ilim. Oku
diye emreden bir dinin mensubuyken, adeta sanki ilmi reddeden bir din
varmış gibi sunulmaya çalışılmıştır. Öbür tarafta sanki aklı inkar eden
bir din varmış gibi sunulmaya gayret edilmiştir. Halbuki bizim mukaddes
kitabımız Kuranı Kerim'de birçok yerde sürekli olarak, akletmek
emredilmiştir. 'Akletmez misiniz?' Sürekli bu bize uyarı şeklinde hep
hatırlatılmıştır" diye konuştu.
Erdoğan, böyle bir dinin
mensuplarının, vahyin bir kenara konulup aklın ve bilimin tek çıkış
yoluymuş gibi gösterilmesinin manidar olduğunu bildirdi.
Erdoğan, bu
ülkede, bu topraklarda kimi zaman Kuran'ın okunmasının, kimi zaman
öğretilmesinin, hatta bir dönem ezanın aslıyla okunmasının
yasaklandığını ifade etti. Başörtüsünün, din eğitiminin yasaklandığını,
camilerin kapatıldığını, kimi camilerin ahır olarak kullanıldığını
anlatan Erdoğan, yasakların ötesinde sakal bırakanların, başörtüsü
takanların, aslıyla selam verenlerin, namaz kılanların mütemadiyen
horlandığını, tahkir edildiğini, bazı imkanlardan da mahrum
bırakıldıklarını kaydetti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, şöyle devam etti:
"Din
ve dindarlar söz konusu olduğunda her türlü tasarruf yapılabilmiştir.
Kitaplarla, filmlerle, yazılarla, resim ve karikatürlerle özgürlük adı
altında en kutsal değerler tahkir edilebilmiştir. Bütün bunların
karşısında bırakınız dinin yaşanmasını; dinin konuşulmasına, dini
değerlerin muhafaza edilmesine, dine ve dindarlara yönelik saldırılara
karşı cevap verilmesine dahi müsaade edilmemiştir. Dindarların en tabii
haklarını savunan, yani normalleşmeyi savunan siyasetçiler, gerici, din
istismarcısı, bu yaftaya maruz bırakılmış, hatta sırf bu
mücadelelerinden dolayı darağacına, ipe çekilmişlerdir.
Şunu da
üzülerek ifade etmek durumundayım: Sahte hocaların, sahte dindarların
adeta toplumu zehirlemek için yaptıkları mücadele bu ülkede maalesef
desteklenmiştir. Hatta hatta teşvik edilmiştir. Resmi ideolojinin dar
kalıpları içinde kalan sözüm ona alimler teşvik edilmiş, sırtları da
sıvazlanmıştır. Vatanına ihanet şebekesi kuran, din adamı maskesi
altındaki şarlatanlar, ulusal ya da uluslararası teşviklere mazhar
olabilmiştir. Dini özünden, ruhundan koparmaya çalışan, dini sinsice
çarpıtmaya çalışanlar, dini bu noktada özel menfaatlere dönüştürmeye
çalışanlar, ekranlar yoluyla bu ülkede evet, imkanlarına imkan
katmışlardır.
Bütün bunların karşısında samimi şekilde, hasbi
şekilde Allah'tan korkarak, ilim erbabı olmanın sorumluluğunu idrak
ederek konuşanlar, yazanlar, mücadele edenler, en ağır baskılara, en
ağır zulümlere, evet, maruz bırakılmışlardır."
Eğer hedef yapılıyorsak...
Erdoğan,
siyasi hayatları boyunca, kendisinin ve yol arkadaşlarının ulusal ya da
uluslararası çok sayıda saldırı, hakaret ve operasyona maruz kaldığını,
ulusal ya da uluslararası ölçekte bu operasyonların hala devam ettiğini
belirterek, "Neden biliyor musunuz? Çünkü biz bu millete özgüven
aşılamanın mücadelesini verdik ve veriyoruz. Biz, bu millete cesaret
aşılamanın mücadelesini verdik ve veriyoruz. Sadece milletimize değil,
komşularımıza, bölgemize, tüm insanlığa özgüven aşılamanın, cesaret
aşılamanın, bazı soruları sorma yönünde teşvik etmenin mücadelesini
veriyoruz. Eğer hedef yapılıyorsak, boşuna yapılmıyoruz. 200 yıldır
sorulmayan, sorulamayan soruları sorduğumuz için içeride ve dışarıda
hedef yapılıyoruz" diye konuştu.
Yakın geçmişte "dindar
nesil" dediği, başörtüsü yasağını kaldırdıkları, eğitimde 4+4+4,
yani 444 modelini getirdikleri, Kuran-ı Kerim ve Siyer-i Nebi
derslerini seçmeli ders yaptıkları için çok ağır eleştirilere,
hakaretlere, hatta saldırılara maruz kaldıklarına dikkati çeken Erdoğan,
"Zorunlu din dersini tartışıyorsunuz da zorunlu fizik dersini neden
tartışmıyorsunuz?" dediği için içeride ve dışarıda saldırıya maruz
kaldığını söyledi.
Erdoğan, şunları kaydetti:
"(1. Dünya
Savaşı'nı konuşalım) dediğimiz için aynı şekilde saldırıya maruz kaldık.
'Amerika kıtasını, Müslümanlar daha önce oraya ulaşmıştı' dediğimiz
için saldırıya maruz kaldık. Ardı ardına buna yönelik kitaplar piyasada
var. Şimdi bunların hepsi ortaya çıkmaya başladı. Kadınlar için 'eşit'
kavramının çeviri bir kavram olduğunu, asıl kavramın 'eşdeğer' olması
gerektiğini söylediğimiz için aynı şekilde yine saldırıya maruz kaldık.
En genel manada, önce Türkiye'de, ardından tüm mazlum ve mağdur
milletler nezdinde yoksulun, mağdurun, mazlumun, haksızlığa,
gadre uğramışın, garibin ve gurebanın, dindarın hakkını savunduğumuz
için, milletin iradesini, sandığı savunduğumuz için, milletin hür
iradesiyle vazife yüklendiğimiz için bizden rahatsız oluyor ve bizi
hedef yapıyorlar."
El Karadavi hakkındaki kırmızı bülten
Erdoğan,
Mısır'ın, Dünya Müslüman Alimler Birliği Başkanı Yusuf El Karadavi
hakkında kırmızı bülten çıkardığına işaret ederek, "Bakınız, darbeyle
işbaşına gelmiş bir zat, bir şahıs çıkıyor, Interpol'e talimat veriyor.
Interpol'e verdiği talimatla Müslüman Alimler Birliği Başkanı Yusuf El
Karadavi, kırmızı bültenle aranmak üzere adım atılıyor. Bu nasıl bir
iştir? İlim siyasetin emrinde olmaz, siyaset ilmin hizmetkarı olur. Fark
budur. İşler tersine dönmüş vaziyette. Bütün bu gelişmeler, dünyanın
maalesef iyiye değil, kötüye gittiğinin alametidir" diye konuştu.
Diyanet
İşleri Başkanlığının, Din İşleri Yüksek Kurulu'nun, 5. Din
Şurası'yla alınan kararların takipçisi olması ve bunu İslam dünyasıyla
paylaşmasını temenni ettiklerini bildiren ve bunun Türkiye'nin yapacağı
en önemli görevlerden biri olacağını söyleyen Erdoğan, "Çünkü İslam
dünyasında bir söylem birliği yok. Beklenen, aranan o dayanışma yok.
Bizim bunu başarmamız lazım. Türkiye, burada öncü bir rol
oynayabilir. Bu noktada ben Din Şuramızın değerli üyelerine inanıyorum,
güveniyorum, Diyanet İşleri Başkanlığımıza inanıyor ve güveniyorum. Bunu
bizim başarmamız lazım" dedi.
Sadece zekatını vermiş olsa...
Dünya
ekonomik sistemine bazı sağlam eleştiriler getirdikleri için
kendilerinden rahatsız olanlar bulunduğunu kaydeden Erdoğan, şöyle devam
etti:
"Niye biliyor musunuz? 'Petrolü, elması, altınları
çalıyorsunuz. Kendi şaşaalı medeniyetlerinizi sömürü üzerine inşa
ediyorsunuz' diye, yüksek sesle haykırdığımız için bizden rahatsız
oluyor ve hedef yapıyorlar. Geçenlerde Afrika'da bir açıklama oldu,
rahatsız oldular. Dediğim neydi, dediğim orada da yine bütün bu petrol,
elmas, altın bu konulara değindiğim için. Yine İslam ülkelerine hitaben,
dünyada şu anda, sondan yaklaşık 50 ülke içinde 27'sinin,
İSEDAK toplantısında İslam ülkesi olduğunu söylediğimizden dolayı
rahatsız olanlar var. Şu anda İslam dünyasının içerisinde petrol
ülkeleri sadece zekatını vermiş olsa bu ülkelere, bu ülkeler dünyadaki
zengin ülkeler arasında yerini alır. Fakat böyle bir dert var mı? Yok.
İçerideki taşeronlar, bu saldırılara tabii neden oluyor. Eminim ki
bilmiyorlar, ama dışarıdan, uluslararası medyadan bizim bu sözlerimizi,
bizim bu reformlarımızı eleştiri konusu yapanlar, neyi sorguladığımızı
biliyorlar. Artık nasıl doğru soruları sorduğumuzu görüyorlar ve çok
bilinçli şekilde de bize itiraz ediyorlar."