Azsonra Birazdan Şimdi Biz Türkiye'yiz. MarmaraYenikapı Ahsarla #etiket

15 Şubat 2011 Salı

felsefenin anayurdunda alain de botton'la irşad olmaya kalkışmak 2011 Orta Doğu 'da saatleri ayarlama zaman



http://kutuphane.akparti.org.tr

Orta Doğu 'da saatleri ayarlama zamanı 12 02 2011 cumartesi

Tarihin hızlandığı anlar vardır, Fransız Devrimi, Paris Komünü, Rus Devrimi gibi;

Arap dünyası, yüksek sesle konuşmaya başladı ve sömürgelikten çıkışlarında başlarına örülen ulusal birlik iktidarlarının, esasında diktatörlüklerden başka birşey olmadığını

sokaklara dökülerek haykırdılar;

ve birer birer diktatörlerini ve kokuşmuş kleptokratik rejimlerini kapı dışarı etmeye başladılar;

Ben Ali, dün Mübarek, yarın kimbilir kim ?

Obama ilkbaharı umut kutusunu, sonra da internet devriminin billurlaşmış biçimi WikiLeaks ve ifşaatları, herkesin gözlerini açtı, vücutların sesli biçimde konuşmasına yeni

 olanaklar sağladı.





Arap kamu oyu Batıyı kendi tezatları ile karşı karşıya bıraktı. Anti demokratik, otoriter ve yolsuzluklara batmış arap iktidarlarının popüler ayaklanmalarla reddi, Ben Ali ve Mübarek gibi diktatörlerinin istifaya zorlanıp memleketlerini terke mecbur edilmeleri, ( Tunus ve Misir' dan sonra sıra Fas, Cezayir, Libya, Ürdün ve Yemen olabilir mi ? ) ABD' den Avrupa' ya, Batı ülkeleri ve kamu oyları tarafından müdaafa edilen demokratik değerlerle rezonansa girmektedir. Fakat Batı' nın şimdiye kadar izlediği politikalarla hiçbir zaman Arap kamu oyunu ciddiye almadığını biliyoruz; bu ülkelerde hiç de popüler olmayan Batı, bu denli popüler ayaklanmalarla nasıl kader birliği yapabilecek ?

Batı, Orta Doğu' da, uzun zamandır, başlıca hedefi petrol kaynaklarına ulaşma, İsrail' in güvenliği ve islamcı köktenciliğin etkisiz hale getirilmesi olan son derece geleneksel bir diplomasi uygulamaktadır. Bu real diplomasi ittifaklar kurarak, ordular yollayarak, istila ederek, ambargolar koyarak, ve bazen de ''barış süreci'' şemsiyesi altında uzun zamandır devam ediyor. Arap rejimleri ise bu bağlamda iktidar tabanlarını devamlı pekiştirmeyi bildiler; ya ABD çizgisinde durarak, ya muhalefet göstererek. Her halükarda, bu rejimler, petrol ve turizm gelirlerinin üzerinde istedikleri gibi idare etmeye ve Batı anlamında hükümet olma kaidelerine sırtlarını çevirebildiler. Bu ise Batı' yı hiçbir zaman rahatsız etmedi.

Batı' nın, insan hakları ve reformlar doğrultusundaki girişimleri, yerlerini çoğu zaman oportünist kaygılara bıraktılar. Bu yüzden geriye dönüp baktığımızda, Batı' nın demokrasi defterinde son derece negatif bir yekün görmekteyiz; gelişme gecikmeleri, statu quo, küçük düşürmeler ve kanlı baskılar... Bu kısır döngü tabii ki köktenci islamcılığı devamlı besledi ve muhafazakarlara haklı olma imkanı verdi. Batı, bir bakıma sorumlu olduğu bu popüler düşmanlığı görmezden gelmekle kalmadı, yolsuzluğu adet edinen otoriter rejimlerin gerisine saklandı durdu da.

Kuzey Afrika ve Orta Doğu mütemadiyen stratejik kaygılar etrafında yapılandı. Son yıllarda Batı diplomasisinin zayıfladığını gözlemledik. Obama yönetimi, örneğin, İran ve İsrail' in bölgedeki yeri ile ilgili sorulara cevap vermekten aciz gözüktü. Amerikalılar Irak' tan çekileceklerini söylüyorlar, fakat sonra ne var? Bilen yok. Ayrıca Israil-Lübnan-Suriye üçgenindeki silahlanma yarışı bölgeyi hiç de ihtiyacı olmayan bir şiddet tehlikesinin içine itmektedir. Bu kapsamda, ABD politikası, yönlendirme, yaptırım ve arabuluculuk kapasitesini kaybettiğinden, sadece tank, savaş uçağı, füze ve füze-savar muhasebesi yapmaktadır.

Buna rağmen 2004 Boston Demokrat Parti Kongresinde yaptığı ilk konuşmadan, 2008 Philadelphia söylevinden, 2009 Kahire Üniversitesi söylevine kadar dünyada Obama isminde aydın bir ABD başkanı var. Real politika gelenekleriyle kemikleşmiş Batı' nın diplomatik müesseseleri ne kadar kabul etmese de, Obama' nın son derece yeni ve yeni olduğu kadar da pragmatik söylemi tüm dünya kamu oyunda, kısa zamanda derin izler bıraktı. Bunun nedeni kuşkusuz dünya halklarının özgürlük ve demokrasiden duyduğu beklentilerde aranmalıdır.

Obama bu beklentileri, gençlik yıllarında kendi öz yaşamında tecrübe etmişti; bu yüzden dünyanın özgürlük ve demokrasi beklentilerine tercümanlık etmeyi hiçbir zorluk çekmeden üstlendi. Boston, Philadelphia ve Kahire söylevlerini dikatle okuduğumuzda, bugün sokaga inen halkların neden indiğini daha iyi anliyoruz.

Batı ülkelerinin Orta Doğu politikaları meşruluklarını yitirdikçe, sahneye yeni aktörler çıkmaya başladı; ABD' yi saf dışı bıraktığı intibaını veren, 2008 yılında, Israil' le Suriye arasında Türkiye aracılığı, Irak kör düğümünün geçen Kasım ayında Erbil' de çözümü için yapılan toplantı, 2010 yılında Suriye ve Sudi Arabistan' ın, Lübnan' da yaptıkları ortaklaşa diplomatik gayretler. Bu üç örnekte ABD'nin, en azından görünürde hiçbir katkısını görmüyoruz. Fakat bu noktada da Obama' nın politik damgasını görebiliriz; yalnız başına davranmamak, tüm iyi niyetleri pragmatizmle alınacak kararlara ortak etmek, müttefik ülkelerle gerçekten bir diyalog geliştirme...

Bununla beraber, tüm Arap ülkelerinde, satihi bir reformcu söylem belirmeye başladı. Fakat bu resmi söylem hiçbir zaman mütemadiyen artan ekonomik eşitsizlikleri ve ortaçağdan kalma siyasi gelenekleri gizleyemiyordu ( babadan oğula iktidar devirleri, yolsuz seçimler...) . Neticede ne Batı, ne Batı uşağı rejimler yeni bir yol göstermekten aciz olduklarını kanıtlamış bulunuyorlar.

Tunus ve Mısır halklarının, herhangi bir stratejik kaygı ötesinde, kendi kaderlerini tayin edebilmeleri kadar umut verici birşey olamaz. Ancak bu şekilde bu halklar, yeni bir ekonomik dağıtım ve politik katılımı gerçekleştirebilirler. Belki de Batı' nın, Arap ülkeleri ile ilgili politikaları belirsizleştikçe, bu halkların da tüm dünya halkları gibi özgürluk ve demokrasi arayışı içerisinde oldukları ortaya çıktı. Öyle ki, birçok Arap ülkesinde kokuşmuş, yolsuz ve hırsız iktidarların ABD tarafindan terk edildikleri hissi bile uyandı ( Tunus' da Ben Ali' nin ABD tarafindan terk edildiği söylentileri belirdi. ) Bizce bunda bir gerçek payı yok değil; Obama' nın bu ülkelerle ilgili ilk demeçlerine bakmak yeter; sarsılan Tunus ve Mısır iktidarlarına, vücutlarıyla ve yüksek sesle konuşan halklarını dinlemeyi salık veriyordu. Bu mesaj nihayet, Tunus' da Ben Ali, Mısır' da da Mübarek ve sağ kolu Süleyman' ın birer hırsız gibi sahneyi terk etmeleriyle sonuçlandı. Kimsenin bu durumdan yakınacağını zannetmiyoruz.


Bu son dönüşümlerin en önemli ve uyarıcı yanlarından birisi, Arap dünyasının kavranmasında genellikle kullanılan kavramların geçerliliklerini kaybetmesidir ( islamcılık, terörizm, bağnazlık, yahudi düşmanlığı veyahut tam tersine ılımlılık. ) Tüm farklılıklara rağmen Arap toplumları aşağı yukarı aynı kültürel ve tarihi referansları, aynı gelişme gecikmesini, uzun yıllardır çilesini çektikleri diktatörlüklere karşı duydukları aynı bezginliği paylaşmaktadırlar.

Bu rejimlerin hiçbirisinin siyasi söylemi değişen dünyanın gerekliliklerine ayak uyduramamaktadır; buna karşın Arap halkları, somut olarak yaşamasalar da, giderek özgürlüğün ne olduğunu görmeye başladılar; sürekli haber kanalları, sosyal nitelikli televizyon serileri ve internet üzerinden ulaştıkları sosyal ağlar sayesinde halklar çok kısa bir zamanda büyük ilerlemeler kaydettiler. Bu rejimlerin tümü, stratejik petrol gelirleri ve turizm sayesinde körleşerek bu değer değişimlerini görmekten aciz hale geldiler. Bu iktidarlar, iç hoşnutsuzlukları sadece islami muhalefete atfederek Batı' ya güven vermeyi bildiler; bu güven stratejisini ekonomik yardıma bile dönüştürebildiler. Uzun yıllar sadece halklar değil, aynı zamanda iktidarlar da siyaset dışında kaldılar; bu da bunların giderek mafyavari bir kleptokrasiye dönüşmeleriyle son buldu. Aşağı yukarı tüm Arap dünyasında bu yolsuz rejimler kendi ulusal kaynak ve kurumlarını talan ettiler. Zenginlikler iktidardaki aileler ve yakın dost çemberinin elinde tekelleşti. Bu rejimlerin seçkinleri paraya ve iktidar kapılarına olan bağımlılıkları yüzünden toplumdan uzaklaştılar ve siyasi temellerini kaybettiler.

Bu bağlamda, arap rejimleri siyasi ve sosyal yapıyı o denli boşalttılar ki, meşruluğu tartışma götürmez talepler etrafinda bile, toplumun bazı kesimlerinin, temsil eksikliği yüzünden duyulmama tehlikesi vardır. Uzun yıllar boyunca, bu kadar aşağılanan, hakları yenen bir halkla nasıl bir ortak dil bulunabilir, nasıl aynı masaya oturulur ve tartışılabilir. Yönetenlerin inandırıcı olabilme şansı var mıdır ? Tunus' ta, Ben Ali, pılıyı pırtıyı toplayıp soluğu Arabistan'da almadan evvel, son derece geç gelen tavizler veriyordu; Mısır'da Mübarek, maaş artırmaları gibi, bazı popülist önlemler alırken, anarşi ve kaos tehdidiyle halkı sindirmeye çalıştı; buna rağmen vücutların sesli ayaklanmasına dayanamayarak iktidarı terk etmekten başka bir çözümü yoktu; çareyi toplayıp kaçmakta buldu. Bunlar tamamıyle, diktatörlük rejimlerine mahsus yöntemler olarak kalmaktadırlar ve başka bir çağa aittirler.

Diğer arap rejimleri ise, devrimin kendi sınırlarına dayanmaması için dua etmektedirler ! Halbuki 2003' de Saddam Hüseyin' in düşmesi herkese ders olmalıydı; Irak rejiminin silinmesi Amerikalılar tarafindan sahnelendi, fakat unutmayalım ki birkaç bölük ordu ve fedayi dışında Irak halkı hiçbir direnç göstermedi; kanlı Saddam rejiminin ( Orta Doğu' nun en hoyrat rejimi de diyebiliriz ) ne denli sevildiği çok çabuk ortaya çıkmıştı ! Halkın bu tavrı, diğer arap rejimleri tarafından doğru algılanmadı. Irak rejimi içinden çürümüştü; iktidar oportünist kapıkullarıyla doluydu; Saddam' ın yakın koruyucuları bile rejimin çatırdadığını duyunca gemiyi terk ettiler ve halka karıştılar. Bugün, bazı raporlardan, Amerikan bölükleri Bağdat'a gelmeden rejimin çöktüğünü öğreniyoruz. Bağdat' ın düşmesi daha birçok ders çıkarmamıza yarayabilir. Diktatör Saddam' ın devasa heykelleri söküleli sekiz yıl geçti, fakat henüz politik geçiş tamamlanmış değil. İlk umutlar, başlangıçta, tüm bölgede heyecan yaratmıştı. Fakat terörizmin inanılmaz seviyelere varması, buna bağlı islami ideolojinin tüm Orta Doğu ve Kuzey Afrika' yı felce uğratmasına yetti. Görünürde, Arap halkları için iki seçenek kalıyordu: islami terörizm ve kaos veyahut otoriter rejimler ! İlk heyecanın yerini kaderci bir kabuğuna çekilme aldı; yolsuzluklar, düşünce ve basın özgürlüklerinin askıya alınması, işkence ve kaybolmalar aldı yürüdü.

Ben Ali ve Mübarek' in iktidarı boşaltmalarından sonra, Tunus ve Mısır'da çok önemli bir yol ayrımında bulunuyoruz. Neye yönelmek gerek ? Bu toplumların bu soruya çabuk cevap vermeleri gerekecek. Batı, şimdilik, demokratik değerleriyle menfaatlarini birbirleriyle bağdaştırmaya çalışmaktadır; henüz başardığı söylenemez. Hiç şüphe yok ki, Arap halklarının özlemleri, enerji arayışı, her halükarda Israil' e destek, islamcılıkla mücadele kaygılarıyla belirlenen Batı dış politikalarını anında alt üst edemiyecektir.

Tunus ve Mısır halklarına methiyeler dizen söylemler biraz miyoplar: eğer o çok cesaretli Tunus ve Mısır halkları, Batı' nın menfaatlerine aykırı düşen milliyetçi tavırlar alsalar, Amerikalılar ve Fransızlar ne derler ? Batı, zaten, eski reflekslerini kullanarak, islamcılarla laikleri, ılımlılarla fanatikleri karşı karşıya getirmeye başladı bile. Tutulan yol hiç de Batı' nın demokratik geleneklerine saygılı değil; tutulan yol kaygan ve sahte analizlerle dolu; güdülen amaç büyük bir ihtimalle eski istikrarın bulunması ve belirli bir statu quo ' ya varılmasıdır.

Bu risk, Müslüman Kardeşler tarikatını durdurabilecek ve Batı yanlısı bir dış politika güdebilecek, son derece güçlü ve bir hayli popüler bir Orduya sahip Mısır' da açıkca ortada gözükmektedir. Bir şey temenni edebilirsek, o da Batı' nın iyi niyet gösterilerini derhal rafa kaldırıp, Arap dünyasını yeni bir gerileme devrine sokacak politikalara baş vurmamasıdır. Arap dünyasının ileriye bakmaya ihtiyacı var. Mümkün olduğu kadar bu geçiş döneminde, çoğulcu ve demokratik modellere geçmeye yardımcı olunmalıdır.

İsrail-Filistin çatışması, İran sorunu, tüm Arap şehirlerini dolduran milyonlarca işsiz gencin daha iyi bir gelecek hayalleri, her an kanlı bir şiddete dönüşebilir. Artık Arap halkları konuşmaktadır; neden, konuşmaya bu kadar geç başladığının birçok nesnel sebebi var; arzularına cevap verme zamanı geldi. Bu toplumlara, Batı' nın verebileceği en büyük hizmet, 'statu quo' yerine, yeni ve daha demokratik kurumlar yaratabilmelerine, mütevazi bir şekilde yardımcı olmaktır.








 
Azsonra Birazdan Şimdi Biz Türkiye'yiz.