Azsonra Birazdan Şimdi Biz Türkiye'yiz. MarmaraYenikapı Ahsarla #etiket

4 Şubat 2011 Cuma

huseyin obama fişi çekti 05 02 2011 cumartesi Erdoğan’ı örnek alıyoruz Müslüman Kardeşler’in kurucusu Hasan El Benna’nın torunu Tarık Ramazan LE POiNT





Erdoğan’ı örnek alıyoruz Müslüman Kardeşler’in kurucusu Hasan El Benna’nın torunu Tarık Ramazan LE POiNT istanbul  05 02 2011 cumartesi

Müslüman Kardeşler’in kurucusu Hasan El Benna’nın torunu Tarık Ramazan, entelektüel kişiliğiyle öne çıkan ve özellikle Avrupa’daki Müslümanlar arasında büyük bir etkiye sahip bir İslam bilimcisi

Müslüman Kardeşler’in kurucusu Hasan El Benna’nın torunu Tarık Ramazan, entelektüel kişiliğiyle öne çıkan ve özellikle Avrupa’daki Müslümanlar arasında büyük bir etkiye sahip bir İslam bilimcisi.

Oxford üniversitesinde profesör olan, Blair hükümetinde danışman olarak görev alan Ramazan, Fransız Le Point dergisine konuştu.

Müslüman Kardeşler’de son yıllarda tıpkı

Milli Görüş örneğinde olduğu gibi ciddi kırılmaların yaşandığı bir evrim geçirdiğini söyleyen Ramazan bu değişimi şöyle özetliyor:

 “Benimsenen yeni duruş, kökünü inkar

etmeden laikliği ve demokrasiyi kabul etmek üzerine kurulu.

Çoğul bir örgütten bahsediyoruz.

Bugün eski tüfekler hala hareketin başında, ama kırklı yaşlarındaki genç

entelektüeller Recep Tayyip Erdoğan’a benzer bir yaklaşıma sahip.

Elbette şeriatın günlük yaşamda uygulanması ile ilgili tartışmalar var ama Müslüman ülkelerin geleceği

zaten bu tür hareketlerin de topluma yön veren tartışmaların içine dahil olmasından geçiyor.”







Olaylar Türkiye’nin önemini gösterdi  AA istanbul  04  02 2011 AB Komisyonu Genişleme Genel Müdür Yardımcısı Stefano Sannino

AB Komisyonu Genişleme Genel Müdür Yardımcısı Stefano Sannino, Tunus ve Mısır’da yaşanan olayların AB’ye Türkiye’nin önemini tekrar gösterdiğini söyledi.

AB Komisyonu Genişleme Genel Müdür Yardımcısı Stefano Sannino, Tunus ve Mısır’da yaşanan olayların AB’ye Türkiye’nin önemini tekrar gösterdiğini söyledi. Avrupa’nın Dostları adlı düşünce kuruluşunun Brüksel’de düzenlediği “Avrupa’nın enerji arzını teminat altına almak: Kilit oyuncular olarak Türkiye ve Hazar bölgesindeki ülkeler” konulu panelde konuşan Sannino, eksen kayması yorumlarıyla ilgili olarak, “Türkiye’nin Doğu ya da Batı tercihi yapma ihtiyacı içinde olduğunu düşünmüyoruz. Türkiye ve AB birbirine karşılıklı bağımlılık içindedir” dedi. Mısır ve Tunus’taki olayların Türkiye’yi öne çıkardığını belirten Stefano Sanino “Akdeniz’in güneyinde yaşananlar Türkiye ile istikrarlı ilişki geliştirmemizin önemini ortaya koyuyor” diye konuştu.

Tunus: 2.Cumhuriyet'e doğru 04 02 2011 cuma  Herşey, Huseyin Obama' nın Haziran 2009 Kahire Üniversitesi konuşmasındaki temennilerine uyumlu seyir ediyor


Arap dünyası güçlü bir özgürlük kasırgasıyla savruluyor.

 Uzun yıllar sessizliğe mahkûm arap ülkeleri halkları özgürlüklerine sahip çıkmaya kararlı gözükmekteler.

 Herşey, Huseyin Obama' nın Haziran 2009 Kahire Üniversitesi konuşmasındaki temennilerine uyumlu seyir ediyor:(...)

'düşüncelerinizi söyleme olanağı, yönetiminizle ilgili söz sahibi olma; hukukun üstünlüğüne güven duyma;

adaletin eşit uygulanması; şeffaf ve halkından çalmayan hükümet;

istediğin gibi yaşama özgürlüğü gibi. Bunlar yalnız Amerikan idealleri değil, insan haklarıdır ve bu yüzden bu hakları her yerde savunacağız (...)'



Batı diplomasilerinin ve bilhassa Fransa' nın Tunus rejimiyle ilişkileri islamcı gruplara karşı aldığı politik tavırla belirleniyordu.

Bu bakımdan iki komşu ülke olan Cezayir ve Tunus bazı farklılıklar gösterirler. XX. yüzyılın ortalarına kadar Fransa' nın sömürgesi olan bu iki ülke aynı şekilde gelişmediler.

Şiddet, karmaşa ve aşırı islami grupların belirgin varlığı ve yıllardır süren silahlı mücadeleleri ile Cezayir hala Fransa'ya büyük sorunlar çıkarırken, Tunus, barışcı çözümlemeler, ahenk, istikrar ve yasemin ülkesi olarak belirmektedir...!

 Ne gariptir ki bazı iltifat niteliğindeki sözler hakaret anlamına da gelebiliyor.

 Stereotiplere önem veriyor isek, Tunus, gayet istikrarlı bir Devlet, hatta hiçbir demokrasi dersine ihtiyacı olmayan bir ülke olarak beliriyordu. Bu intibanın ne denli yanlış ve yanıltıcı olduğu ortaya çıktı.

Fakat, Tunus siyasi sistemi nasıl oldu da bu denli sürekli bir biçimde saydamsızlığını sürdürebildi ?

 Sol olsun Sağ olsun, aynı hoşgörüyü gösterdiler.

Tunus' da demokrasiye gerçekten inananların tüm acılarına rağmen bu durum Burgiba' dan Ben Ali' ye kadar devam etti. Böyle bir diktatörlüğün Tunus' ta yerleşmesini sağlayan iki temel nokta bulunmaktadır.

Bu iki nokta, aynı zamanda, bağımsız Tunus' un ilk lideri Habib Burgiba' dan kalma bir mirastır.

Bu noktada, Türkiye Cumhuriyeti ve ilk lideri Mustafa Kemal' le mukayese mümkün müdür ? Bizce mümkündür.

Batı' nın ve bilhassa Fransa' nın gözünde Burgiba' nın öneminin kanıtı kadın' ın statüsü ile laiklik oldu. Gerçekten de Ben Ali, selefinin yolunda yürümesini bu iki nokta üzerinde çok iyi bildi; Tunus' ta kadınlarla ilgili mevzuat tüm diğer arap ülkelerine nazaran çok ilerde bir yer aldı.

İkinci nokta ise, islamcı akımların ve buna paralel olarak tüm siyasi muhalefetin sessizliğe mahkûm edilip, yasaklanıp, liderlerinin sürgün edilmeleri ile elde edildi. Bu iki nokta göz önünde bulundurulduğunda, 1950' lere kadar Türkiye Cumhuriyeti ile benzerlikler var mıdır ? Bizce vardır.

Evvela Burgiba' nın sonra da Ben Ali' nin bu sabit politikaları tüm yabancı diplomasilerin, Tunus kamu oyunun büyük bir bölümünün , özetle tüm gözlemcilerin ilgi ve beğenisini kazandı; bu ise herkesin, Tunus' un iç işlerinde gerçekten nelerin olup bittiği ile ilgili olarak ilgisizlik ve hatta körlüğe varan bir tutum benimsemesi ile sonuçlandı. Bu körlük uzun yıllar sürdü.

Kadın hakları ve laiklik Batı entellektüelleri için o denli önem arzediyordu ki, diğer yandan Ben Ali diktatörlük rejiminin tüm sapma ve suistimallerine göz yummayı bir adet haline getirdiler.

Analizimizin bu noktasına kadar Tunus'un Türkiye'ye ne denli yakınlık gösterdiği ortada değil mi ? Devam edelim.

Kadın hakları ve laiklik, Doğu ile Batı arasında önemli bir farklılaşmanın temel taşları olarak görüldüğünde veya islami toplumlarda dönüşümün imkansızlığı varsayıldığında, Tunus veya Türkiye gibi bir ülkenin bu konularda verdiği teminatlar, diğer her türlü alanda tamamen serbest olmalarına, bilhassa demokratik hak ve özgürlükler, ve basın özgürlüğü alanındaki bütün insafsız ihlallere herkesin göz yummasına sebep oluyordu. Türkiye' de, islami irticayı bastırma amacıyla Meclis' te oylanan 1925 Takrir-i Sükûn Kanunu böyle bir anti demokratik ihlalin kanıtı değil miydi ?

Kadın haklarını ve laikliği müdaafa edenlerin aynı zamanda demokrasi düşmanı olmalarını düşünmek imkansız oluyordu.

Kadın hakları sorununun yanı sıra eşcinsellik düşmanı tavırlarla ilgili olarak Tunus' un hiçbir zaman sorgulanmaması da gayet ilgi çekicidir; zira diğer arap toplumlarında, örneğin Mısır ve Fas' ta bu sorgulamalar yapılmaktadır.

 Bugün diktatörlük rejiminin Tunus' a kazandırmış olduğu bu hakları mütemadiyyen öne sürmek, demokratik bir geçişi arzulayan milyonlarca tunuslu demokrata hakaret değil midir ?

Ayrıca bir arap demokrasisini sadece islam karşıtı bir rejim olarak düşünebilen siyasi analiz tamamen geçerliliğini yitirmiş bir analizdir; zira Tunus sol parti liderleri ve sempatizanları kadar islamcılar da ömürlerini hapishanelerde, işkence odalarında ve sürgünlerde geçirdiler.

 Bu islamcılar, uluslararası insan hakları örgütleri tarafindan müdafa edildiler mi ?

Türkiye ile benzerlik hala geçerli mi ? Bizce geçerli.

Bu son yıllarda Tunus, nadiren Batı medyalarının manşetlerini işgal etti. Tunus, istikrarlı, huzurlu, şiddetin bulunmadığı yasemin ülkesiydi.

 Batı bir ikilem karşısında bulunuyordu: bir yandan ülkede hiçbir kökleşmeyi başaramayan, ezilen, hırpalanan bir avuç demokrat, diğer yandan giderek güçlenen ve bulaşıcı, fakat otoriter olduğu kadar istikrarlı bir rejim tarafindan dizginlenen, susturulan islami bir hareket.

Kısıtlı bir demokratik mücadele ile tırmanan ve bulaşıcı bir islam tehlikesi arasında hiçbir siyasi nüans mümkün değil miydi Batı için ?

 Halbuki Tunus devriminin ortaya serdigi olgu, geniş bir siyasi yelpazeyi yansıtan duyarlıkların aniden ortaya çıkması oldu.

Eski düzenden kopuşun derecesine varana kadar birçok soruna cevap arayan, politikacısından en basit sokak insanına kadar, değişik sesler çıkmaktadır Tunus sokağından. Bu yüzden bu değişik sesleri Tunus devriminin başarısızlığı olarak görmemek lazım.

Tunus genç, ve bilhassa siyasi tecrübesi olmayan bir toplum.

Bu toplumun gerçek bir demokratik sürece ihtiyacı var; ancak böyle bir süreçte, tüm duyarlıklar layık oldukları yeri alabilirler.

 Bu süreci aksatmaya kimsenin ne hakkı ne de gücü vardır; zira halk sokağa dökülmüş, eski düzenin foyasını ortaya çıkarmıştır.

 Bu geriye dönülmez bir yoldur.

Sömürgelikten kurtulup XX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bağımsızlıklarını kazanan Tunus gibi tüm arap ülkelerinin baş düşmanı, evvela sömürgeciye karşı, sonra da az gelişmişliğe karşı mücadelede oluşturdukları sözüm ona milli birlik olmuştur. Buna benzer bir milli birlik Türkiye Cumhuriyet' inin başlangıcında, Meclis' teki İkinci Grup' un tasfiyesi ile mümkün olmuştu.

Bu yüzden, son günlerde sıkca duyulan milli birlik hükümeti çağrıları, demokratik arzuları silip süpürüp, eski düzene geri dönüşün habercisi olabilir. Gerçek bir siyasi yapılanma, tüm siyasi çeşitlilik ve duyarlıkların temsil edilebilmesini gerekli kılar: legal, illegal partiler, muhalefet liderleri, sürgündeki politikacılar, aydınlar...

Bizce Tunus devrim tecrübesi, sadece arap dünyasına değil, tüm dünyaya yollanan bir özgürlük mesajıdır.

 Tunus' un genç muhalefetini küçümsemek, hükümet kurmak için tecrübesinin olmadığını söylemek halka hakarettir; bu aynı, genç bir üniversite diplomalisinin, tecrübesi yok diye iş dünyasından uzak tutulmasına benzer.

Tunus gençliğinin yüksek eğitimini bir yandan methedip, diğer yandan da hükümet olma kapasitesi olmadığını söylemek mümkün değildir. Devrimin başından bu yana, güvenlik amacıyla kurulan mahalle kurullarının ve birçok seviyede örgütlenme teşebbüslerinin kanıtladığı gibi, Tunus toplumu genç, fakat olgun ve kamu faydasının bilincinde bir toplum.

Kadın hakları ve anti- laik islamla mücadeleye gelince; meseleyi, otoriter bir şekilde sürdürmek yerine, en ılımlısından en aşırısına kadar tüm duyarlıkların demokratik sürece katılmasını sağlama seferberliğine girmek gerek.

 Bu bir ilerici demokrat vazifedir.

Milli birlik Tunus toplumunda etkinliğini yitirmiş bulunuyor; ne kadın hakları, ne islam korkusu, herhangi bir kabulü imkansız siyasi gelişmeye gerekçe olamaz.

Tunus devriminin kendi

'Serment de Jeu de Paume' unu ( Jeu de Paume yemini ) imzalaması beklenebilir.


Okuduğumuzu anlamıyoruz  Taraf istanbul  02 02 2011 çarşamba

PISA 2009 sınav sonuçlarına göre Türkiye sosyoekonomik statü farklarının eğitime en çok yansıdığı ülkelerden biri.

ERG: Bu duruma özel müdahale gerek

OECD tarafından 65 ülkeden 15 yaşındaki öğrencilerin katılımıyla gerçekleşen PISA 2009 sınavının sonuçlarına göre Türkiye, toplumsal dezavantajların öğrenci başarısı üzerinde en etkili olduğu üç OECD ülkesinden birisi. PISA sonuçlarına göre Türkiye’de 15 yaşındaki öğrencilerin yüzde 25’i okuduğunu anlayamıyor ve yüzde 42’si basit matematiksel problemleri çözemiyor. Diğer yandan sosyoekonomik statü açısından en alt çeyrekte bulunanlarla en üst çeyrekte bulunanlar arasındaki “başarı uçurumu”, Türkiye’de birçok ülkeye göre daha derin. Türkiye’de ayrıca farklı sosyoekonomik kökenlerden gelen öğrencilerin birarada eğitim aldığı ve eşit fırsatlara sahip olduğu “karışık okullar” azalıyor. Avantajlı öğrenciler avantajlı okullara, dezavantajlı öğrenciler dezavantajlı okullara gidiyor.

Aralık 2010’da açıklanmış olan PISA 2009 sonuçlarını eğitimde eşitlik açısından değerlendiren Eğitim Reforrmu Girişimi (ERG)’nin Yürütme Kurulu Üyesi Prof. Dr. Ziya Selçuk, “Eğitim sistemimiz, toplumsal eşitsizlikleri gidermek yerine derinleştiriyor. Okullararası kalite farkları ve rekabetçi sınav sistemi, eğitimde amaçlarla araçların yer değiştirmesine neden oluyor. Sosyoekonomik gruplar arasındaki başarı uçurumu, özel müdahaleleri zorunlu kılıyor”dedi.


Puan arttı ama...

OECD’nin üç yılda bir düzenlediği PISA testlerinin sonuncusu ile ilgili rapor geçen aralık ayında açıklandı. Rapora göre Türkiye okuma, matematik ve fen alanlarında yapılan testlerde 22-23 puanlık artışlar elde etti, ancak OECD ülkeleri arasındaki sıralamasında herhangi bir gelişme sağlayamadı. PISA sonuçlarını eğitimde eşitlik bakış açısıyla değerlendiren ERG şu tesbitleri yaptı: Puan artışları Türkiye’de temel yeterlik düzeyinin altında kalan öğrenci sayısının azalmasından kaynaklanıyor. 2006’da uygulamaya Türkiye’den katılan öğrencilerin yüzde 32’si okuma testinde, yüzde 52’si de matematik testinde temel yeterlik düzeyinin altında kalırken, bu oran 2009’da sırasıyla yüzde 25 ve yüzde 42’ye düştü. İlerlemeye rağmen Türkiye’de 15 yaşındaki öğrencilerin yüzde 25’inin okuduğunu anlayamaması ve yüzde 42’sinin basit matematiksel problemleri çözememesi düşündürücü.


Üstün performans yok

Temel yeterlik düzeyinin altında kalan öğrenci sayısı azaldığı halde üstün performans gösteren öğrenci sayısının azlığı ve puan artışına rağmen artmıyor olması da dikkat çekici. PISA testlerinde en yüksek iki düzeyde puan alan öğrenciler “üstün performans gösteren öğrenciler” olarak tanımlanıyor ve bu öğrencilerin gelecekte yeni bilgi ve teknoloji üretimine katkıda bulunabileceği varsayılıyor. Ancak PISA 2009’a Türkiye’den katılan öğrencilerin okuma testinde yüzde 1,8’i, fen testinde ise yüzde 1,1’i üstün performans gösterebildi. OECD ülkelerinde ise öğrencilerin yüzde 8’i üstün performans gösteriyor. Bu durum, Türkiye’de eğitim sisteminin küresel rekabet gücüne katkısı ve çocukların potansiyellerini ortaya koyma kabiliyeti üzerine derin soru işaretleri oluşturuyor.

PISA testlerinden eğitimde eşitlik alanında elde edilen sonuçlar da çarpıcı: Sosyokonomik statü açısından kıyaslandığında en alt çeyrekte bulunan öğrenciler en üst çeyrekte bulunanlara göre ortalama 92 puan daha fazla alıyor. Oysa puan farkı, Finlandiya’da 61, Hırvatistan’da 73.


Başarıda statü farkı

Türkiye’de öğrenci başarısındaki farklılaşmanın yüzde 19’u doğrudan öğrenciler arasındaki sosyokonomik statü farklarıyla açıklanıyor. Bu, Macaristan ve Belçika’dan sonra OECD ülkeleri arasındaki en yüksek değer. Ayrıca bu değer 2006’da yüzde 13,1 iken 2009’da altı puan yükselmiş durumda. Bu çocuğun içinde bunduğu sosyokonomik koşulların okul başarısı üzerindeki belirleyiciliğinin son üç yılda arttığını gösteriyor.


Okullar ayrışıyor

PISA sonuçları, Türkiye’deki okulların sosyokonomik kökene göre ayrıştığını ortaya koyuyor. Sosyoekonomik statü açısından en alt çeyrekte bulunan öğrencilerin yüzde 64’ü dezavantajlı okullara giderken, yalnızca yüzde 7’si avantajlı okullara gidebiliyor. En üst çeyrekte bulunanlarınsa yüzde 64’ü avantajlı okullarda eğitim alıyor. Türkiye, karışık okulların sistem içindeki ağırlığının en az olduğu dört OECD ülkesinden biri. PISA sonuçlarında üst sıralarda yer alan Kanada’da dezavantajlı öğrencilerin yüzde 56’sı avantajlı öğrencilerin de yüzde 54’ü karışık okullara gidiyor. Oysa bu oranlar Türkiye’de yüzde 29 ve yüzde 27. Okulların sosyoekonomik kökenlere göre ayrışması, eğitimde eşitlik ilkesiyle doğrudan çelişiyor. MEB Talim ve Terbiye Kurulu Eski Başkanı ve ERG Yürütme Kurulu Üyesi Prof. Dr. Ziya Selçuk, sonuçlar ve değerlendirmelerle ilgili şunları söyledi: “Eğitim sistemimiz, toplumsal eşitsizlikleri gidermek yerine derinleştiriyor. Bu sorunun çözülebilmesi için eğitim sisteminin bir yandan eşitsizliği derinleştirici uygulamalardan arındırılması, diğer yandan da dezavantajlı koşullardan gelen çocuklara özel destek mekanizmaları sunulması gerekir.”


Popüler yatırım sonuç vermez

Prof. Dr. Selçuk, PISA sonuçlarının eğitim sisteminin durumunun teşhisi ve uzun erimli politikaların geliştirilmesi için kullanılması gerektiğini vurguladı: “Kimi zaman gündemin ilk sırasına yerleşen PISA uygulaması, bazı ülkelerde travmatik etkiler yaratabilmektedir. Bunun sonucunda birçok ülke, eğitim sistemlerinde popüler değişikliklere gidebilmektedir. Ancak, sınıf mevcutlarının azaltılması, öğretmen ücretlerinin yükseltilmesi, okulların eğitim teknolojileriyle donatılması gibi hiçbir popüler yatırımın sistemi iyileştirmeye yetmediği de görülmektedir.
Azsonra Birazdan Şimdi Biz Türkiye'yiz.