Azsonra Birazdan Şimdi Biz Türkiye'yiz. MarmaraYenikapı Ahsarla #etiket

14 Şubat 2011 Pazartesi

leyla ile mecnun dizisi komedisini abartmadan sunuyor 14 02 2011



PAZARTESİ KONUŞMALARI 14.02.2011
Neşe Düzel
Berat Özipek: ‘Tabanı değil, AK Parti korkuyor’


“AKP’nin tabanının gerisinde.
Tabanını tanımıyor.
 Kendi milliyetçi, devletçi, refleksiyle konuşuyor.
Kürt meselesinde kendi bölünme korkularını çıkarıyor.”

“AK Parti, içki, heykel gibi konuları, seçim öncesinde toplumun muhafazakârlığıyla oynamak için getiriyorsa, yanılıyor.
Bu kitle içkinin alenileşmesini istemez ama içer de.”

“Muhafazakârlar da endişeli. Anadolu sermayesi 28 Şubat’ta öyle saldırı ve haraçlarla! Karşılaştı ki...
Mallarına, devletin el koymasından hâlâ korkuyor ve bir ayağını dünyada tutuyor.”

***

NEDEN BERAT ÖZİPEK
AKP, büyük sorunların çözümüyle karşılaştığında aniden durdu ve gerilemeye başladı. Sayıştay ve ombudsmanlık yasasıyla askerî vesayete selam çakarken, asıl sorunları bir kenara bırakıp gündeme de heykel, dizi, içki gibi anlamsız tartışmalar soktu. Üstelik bütün bunları seçimlere sayılı aylar kala yaptı. Bu tartışmaları da “muhafazakârların” istediği gibi bir hava yarattı. Peki, kim bu muhafazakârlar? Gerçekten böyle tartışmalar ve gerginlikler mi istiyorlar? AKP’yi bu nedenlerle mi seçiyorlar? Muhafazakâr kesimlerin asıl talepleri ne? AKP’den ne bekliyorlar? Nasıl bir Türkiye’de yaşamak istiyorlar? Kürt sorununa, askeri vesayete nasıl bakıyorlar? Milliyetçiliğe mi yoksa demokrasiye ve özgürlüklere mi oy veriyorlar? Anadolu’nun muhafazakârları ne yönde değişiyorlar? Çok geniş bir kesimi temsil eden muhafazakârların İslamcılardan farkı ne? AKP, kendi tabanını oluşturan muhafazakârları gerçekten tanıyor mu? Yoksa AKP, kendi “hastalıklarını” muhafazakârlara mı yansıtıyor? Bütün bunları muhafazakârlık üzerine çalışan ve yakında Timaş’tan “Muhafazakârlık” kitabı yenilenerek çıkacak olan Doç. Dr. Berat Özipek’e sorduk. Sekiz yıl Tokat Gazi Osmanpaşa Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yaptıktan sonra İstanbul Ticaret Üniversitesi’ne geçen siyaset bilimci Doç. Berat Özipek, Liberal Düşünce Topluluğu’nun kurucuları arasında yer alıyor ve Anadolu’yu yakından takip ediyor. Özipek, ağırlıklı olarak muhafazakârlık, insan hakları, hukuk devleti, ifade özgürlülüğü, din ve vicdan özgürlüğü konuları üzerinde çalışıyor.

http://kutuphane.akparti.org.tr

Yeni anayasa nasıl yapılmalı  OSMAN CAN  MEHMET UçUM istanbul  08 01 2011 cumartesi

Anayasa hukukçuları Osman Can ve Mehmet Uçum, 2011 seçimlerinin ardından gündeme gelmesi beklenen yeni anayasa için izlenmesi gereken yolu Taraf’a yazdılar:
80 Anayasası’yla bütün organik bağlar koparılmalı


Yeni anayasa sürecine girilirken, bu anayasanın yapımıyla ilgili önemli sorular gündeme geliyor. Bunlardan biri yeni anayasa yapmak için yetkinin kimden veya hangi kuraldan alınacağı sorusudur. İkinci soru ise anayasanın TBMM’de yazılmasının ve kabulünün yöntemi nasıl belirlenecek, örneğin bu yeni Anayasa yürürlükteki Anayasanın kurallarına göre mi yapılacak? Bu sorulara verilecek yanlış cevapların yıkıcı sonuçları olabilir.

Demokratik bir anayasacılıkta kurucu irade, toplumun demokratik ve katılımcı yöntemlerle billurlaşmış, barış içinde bir arada yaşamayı hedefleyen iradesidir. Bu irade toplumun demokratik temsilcileriyle bir anayasa metnine dönüştürülür. Yani bir asistanlık hizmeti verilir. Ardından ortaya çıkan metin, yeniden toplumun onayına sunulur. Bu irade kendi yarattığı tüm kurumları bağlar, ancak toplumun ve sonraki kuşakların kurucu iradesini hiçbir surette bağlamaz. Yaşayan toplum gerekli gördüğü her durumda harekete geçerek yeni bir anayasa üretebilir. Bunu engelleyecek hiç bir kurumsal irade olamaz. Çünkü toplum iradesiyle çatışan kurumsal iradeler zaten meşruiyetini kaybetmiş iradelerdir.

Türkiye’de yüz yıllık baskıcı ve tasarımcı bir devlet anlayışına dayanan politik karar tercihinin hazırlanan tüm anayasa metinlerinde yansıma bulduğunu, anayasaların her defasında yeniden yazılmış olmasına rağmen, derinde yatan temel siyasal kararın, buna derin anayasa diyelim, hiç değişmediğini, 1924, 1961 ve 1982 anayasalarında rahatlıkla görebiliyoruz. Hiçbir anayasa metninde devletin bürokratik iktidar haritası değişmedi, yalnızca tahkim edildi. Bunun özgürlük ve katılım sorunlarını üreten ve demokrasiyi engelleyen ana dinamik olduğu görülmedi. Bunu görmeyenlerin başında anayasa hukukçuları gelmektedir. İkinci kanıtı ise Anayasa Mahkemesi bize sunuyor. Anayasa Mahkemesi’nin 1970’li yıllardan başlayarak, anayasa değişikliklerini anayasa metninde yazan açık yasaklayıcı hükümlere rağmen, sözü edilen temel politik karara uygunluğa tabi tutarak iptal etmesi ve bu pratiği Türkiye’de 2008 ve 2010 yıllarında sürdürmesi, derin anayasa ile anayasa metninin birbirinden farklı olduğunu açıkça gösteriyor. Bu yaklaşım mahkemenin diğer içtihatlarının, hatta Yargıtay ve Danıştay içtihatlarının ortak paydasıdır. Dolayısıyla Türkiye’deki anayasalar siyasal birliğin biçimi ve tarzı hakkındaki temel kararın ne olduğunu belirleyen sonsuza kadar geçerlilik iddiasındaki bu tarihsel kurucu iradenin her dönemdeki farklı görünüm biçimlerinden başka bir şey değildir.

Derin anayasa ile anayasa metni arasındaki bu ayrımın, Nasyonal Sosyalistlerin Başhukukçusu Carl Schmitt’in öngörüsü ve arzusuyla birebir örtüşüyor olması, herhalde övünülecek bir durum değildir.

Demokrasi, derin anayasa ile anayasa metni ayrımının bulunmadığı, temel siyasi kararın toplum tarafından verildiği, bunun anayasa metninde yazılı olduğu, tüm kurumların yalnızca bu anayasa metninden hukuksal meşruiyet aldıkları, toplumun ise bu metni gerekli gördüğü her durumda yenisiyle ikame etme yetkisine sahip olduğu bir siyasal kültürün adıdır. Anayasa bir toplumda söylenmiş ve söylenebilecek son söz değildir. Kuruculuk yetkisi yalnız ve yalnız toplumdadır, bunu kullanmak için kurumsal iradeleri umursamak zorunda değildir. Toplumun önceki kurucu iradeyle bağlı olması yalnızca kendini inkâr, köleliğe razı olması anlamına gelir. Önceki derin anayasayı üreten kurucu iradenin son iki anayasada darbe veya darbe koalisyonu iradesi olarak tecelli ettiğini göz önünde bulundurduğumuzda, mevcut anayasanın referanslarına ve öngördüğü usule uyma taleplerinin ne anlama geldiğini minimum demokrasi kaygısı taşıyanlara hatırlatmak herhalde yeterli olur.

Türkiye’nin bugün tartıştığı yeni anayasa, aynı zamanda yeni kuruculuk olmayacaksa herhangi bir anlam ifade etmeyecektir. Yüz yıllık temel siyasal karar yerine toplumsal irade esas alınmayacaksa, yeni anayasa için uğraşmaya gerek yoktur. Çünkü yapılacak olan 1961 veya 1982’deki gibi göstermelik bir temsiliyet ve halkoylamasından öteye gidemeyecek; hem Türkiye’nin ilk sivil anayasasının yapıldığı müjdelenecek, hem bunun halkın onayıyla gerçekleştiği ifade edilecek, hem de yüz yıllık temel siyasal karar olan derin anayasaya dokunulmayacak. Hiç kimsenin toplumu bu tür bir anlamsızlığa ikna etmesi mümkün değildir.

Toplum darbecilerden ve darbe koalisyonundan daha fazla anayasa yapma hakkına ve gücüne sahip olduğunu artık görüyor. Bunu tüm kurumların, siyasi aktörlerin ve “okumuş”ların görmesinde yarar vardır.

Tüm farklılıklarıyla birlikte demokraside karar kılan ve yeni anayasa yapımına odaklanan Türkiye’de demokratik kuruculuk için, kurucu meclis toplanabilir, ki bu ideali yansıtır. Ancak yeni anayasa sözüyle seçime girmiş partilerden müteşekkil TBMM de kurucu olabilir.

TBMM’de birçok fonksiyon vardır. Bunlardan kanun çıkarma ve mevcut anayasada değişiklik yapma fonksiyonları “kurumsal” yani “mevcut anayasa tarafından tanımlanmış” hukuksal fonksiyonlardır. Ancak TBMM’de hukuksallığın ötesine taşan bir fonksiyon vardır. Bu fonksiyon sosyolojiktir. TBMM toplumun kullandığı oylarla temsil yetkisini verdiği ve bunun sosyolojik-ampirik olarak saptandığı tek merciidir. Yani toplumun temsil edildiği mekân olduğunu saptayabilmek için, hukuksal bir kurala bakmak gerekli değildir. TBMM bu özelliğiyle yeni anayasa yapma iradesini ortaya koyduğu anda, cari anayasal düzen normlarıyla bağlı değildir. Çünkü artık eski anayasal düzene göre “kurulu” bir organ değildir ve o düzenin verdiği yetkilerle harekete geçmemektedir.

Bu yüzden bir “Meclis kararı” ile sürecin başlatılması kuruculuk için ön şarttır. Ancak bu meclis kararı, kurucu bir iradenin başlangıcı olarak kaleme alınmalı, içtüzük ve anayasadan alınan bir yetkinin kullanılmadığını, aksine halkın saptanabilir ve kanıtlanabilir “kuruculuk” yetkisinden doğan özgün bir yetki kullanıldığını ifade etmelidir.

Bu karar, yeni anayasa‘nın hazırlanış, görüşülme, kabul edilme, referanduma sunulma ve onay koşullarını kendi belirlemelidir. Bir norma gönderme yapmamalı, o normun geçerlilik kaynağı olduğuna işaret etmemeli, yalnızca mecliste ortaya çıkan iradeyle anlam kazanmalıdır.

Bu karar asli bir kuruculuk yetkisinin kullanıldığının ilanıdır.

Meclis‘in yüzde 10 barajının ürettiği temsil açığını, en azından anayasa taslağının oluşturulması sürecinde meclis dışı partilere de temsil imkânı sunarak kapatması zorunluluğu da unutulmamalıdır.

Bu nedenle mevcut Anayasa’nın 175. Maddesi’ne ekleme yapmak suretiyle sürecin başlatılması anlayışından kesin bir ifadeyle uzak durulmalıdır. Bu, kuruculuk yetkisinin yürürlükteki Anayasa’dan alındığının ifadesi olacaktır. Bu durumda kuruculuğun 1980 darbecilerinde olduğu kabul edilmiş olacak, derin anayasa yeniden egemen olacaktır. Sonuç ise açıktır: Mevcut anayasanın verdiği yetki kullanılıyorsa, bu yetkinin mevcut anayasanın temel referanslarına aykırı kullanılmaması gerekecektir. Yani aslında 1982 Anayasası’nın kendini yeniden üretmesi sağlanmış olacaktır. Anayasa Mahkemesi’nin bu gerekçeyle devreye girmesi ise ayrı bir sorun oluşturacaktır. Mahkeme’nin 2010 değişikliklerinde dahi esasa girmekten çekinmediğinin hatırlatılmasında yarar vardır.

Unutulmamalıdır ki Türkiye toplumu, tüm siyasi partileriyle birlikte bir Anayasa yapma kararlılığı içinde. Yani kurucu bir karar verilmiş durumda. Bunu da 12 Eylül referandum sürecinde ve sonucunda (evet, hayır veya boykot tarzında) açık irade olarak ortaya koydu. Toplumun bu kararı vermesinin nedeni tüm siyasal ve toplumsal sorunların çözümüne olanak yaratacak yeni bir siyasal yapı ve aygıt isteğidir. Yani devleti yeniden yapılandırma iradesidir. Bu kurucu kararın nasıl bir anayasaya dönüşeceğini de anayasa yapım süreci belirleyecektir.

Bunun için Türkiye toplumunun yeni anayasayı asli kurucu iktidar olarak doğrudan yapması, yani siyasal anayasayı ortaya koyması, temsil eksikliğini giderecek bir yöntemle desteklenmesi kaydıyla 2011 Meclisi’nin yahut Anayasa Meclisi’nin bunu yasalaştırması, önceki anayasaların referans alınmaması, hukukçuların sadece normları formüle etme sürecinde rol oynaması (teknik asistanlık) sürecin özellikleri olarak öne çıkmalıdır.

Kırmızı çizgisiz anayasa yapılmalı  28 01 2011 cuma HELİN ALP DİYARBAKIR istanbul

Anayasa Çalışma Grubu ve Yeni Anayasa Platformu 2011 Meclisi’ne sunulmak üzere yaklaşık 10 milyon görüş toplamayı amaçlıyor.

Anayasa Çalışma Grubu ve Yeni Anayasa Platformu 2011 Meclisi’ne sunulmak üzere yaklaşık 10 milyon görüş toplamayı amaçlıyor.

 Anayasa Çalışma Grubu’ndan hukukçu Mehmet Uçum ve eski Anayasa Mahkemesi Raportörü Osman Can ile “yeni anayasayı” konuştuk.

Türkiye’deki siyasi partiler bir anayasa taslağı hazırlıyor. Ne düşünüyorsunuz?

Osman Can: Toplum sözleşmesi niteliğindeki bir anayasa, toplumun tüm farklılıklarının kurucu olduğu, altında imzasının bulunduğu bir anayasa olmalıdır.

 Hiçbir siyasi partinin bir taslakla ortaya çıkmasını önermiyoruz.

Siyasi partilerin ortaya koyacakları taslaklar da haliyle halkın değil, kaçınılmaz olarak bu iç politikaların ve kırmızı çizgilerin bir ürünü olur.

 Bu durumda yeni, demokratik ve sivil bir anayasadan değil, yalnızca darbe anayasasının revizyonundan söz edilebilir.

Anayasa sürecindeki çelişki devletle toplum arasında mı yaşanıyor o halde?

Mehmet Uçum: Türkiye’de son yüzyıllık dönemde temel çelişki devlet ile toplum arasındaki çelişkidir.

Devlet,

“Ne Mutlu Türküm”

diyerek kendini Türk hisseden bir çoğunluk üretmeye çalışmış.

Kürtleri, inananları, Alevileri, azınlıkları, kendini yaşam tarzlarıyla farklı hissedenleri göz ardı etmiş.

 Dolayısıyla, toplumla devlet arasındaki bu tersine ilişki çelişkiyi büyütmüş ve birçok çatışma alanı üretmiş.

Bu çatışma alanları toplumun sorunları olarak önümüzde dev gibi duruyor.

Size göre Türkiye’nin asıl ihtiyacı devlet yapısının değişmesi mi?

Mehmet Uçum: Bu devlet yapısı bitmiştir. Bütün kurumlarıyla devletin değişmesi gerekiyor.

 Bunun anlamı Türkiye’nin geleneksel bütün değerlerini, şimdiye kadar ürettiği değerleri ve kuralları, kurumları tasfiye etmek değil.

Baskıcı ve tasarlayıcı devlet anlayışına göre düşünmeyi sıfırlamak.

Mevcut anayasayı bir kenara koyarak, yeni bir toplum sözleşmesi yaratmak anlamına geliyor bu.

Osman Can: Yüz yıllık homojenleştirici, şoven devlet kültürünün üzerine kurulduğu anayasal düzenin Türkiye’de yeri yok artık.

Meclis’teki temsil eksikliği, yani seçim barajı çalışmaları nasıl etkiler?

Mehmet Uçum: Küçük bir yasa değişikliğiyle ortadan kaldırılabilmesine rağmen, sol, sağ veya koalisyon hiçbir iktidar bu düzenlemeye dokunmadı.

Seçime gittiğimiz bu dönemde yine ne iktidar, ne de muhalefet buna dokunmak istiyor.

Yeni anayasanın yapımı konusunda sorun yaratacağı çok açık.

Bunun için önerdiğiniz model ne?

Mehmet Uçum: Meclis, halktan aldığı anayasa yapım yetkisi çerçevesinde bir meclis kararı çıkarır.

Bu karar ile özel komisyon oluşturulur. Bu komisyon alt komisyonlar oluşturarak yeni anayasa esas ve modellerini belirler.

Bir toplumun anayasasında neyin değiştirilemez olacağına kim karar verir?

Osman Can: Bunu herhalde beş generale sormamak gerekir.

Toplumun kırmızı çizgisiz, tabusuz ve önkoşulsuz bir müzakere sürecinde üreteceği anayasada daha farklı, kurucu, birleştirici, barış tesis edici referanslar ve yapısal

modelleri tartışmak zorundayız.

Bu kırmızı çizgilerin kalkması ile yeni sorunlar, yeni karşıtlıklar ortaya çıkar mı?

Mehmet Uçum: Radikal milliyetçiliğin yerine demokrat milliyetçilik diyebileceğimiz bir anlayış hakim olmaya başladı.

İşte kural ve kurum alanında bu kırmızı çizgileri aşacak olan enstrüman da yeni anayasadır.

PAZARTESi KONUşMALARı 24 01 2011 pazartesi Neşe Düzel Ergun Özbudun: ‘Milliyetçilik AK Parti’ye kaybettirir de’

“Milliyetçi oylara fazla talip olursanız, belki kısa vadeli politikalarınız açısından bir getirisi olabilir ama... Böyle bir milliyetçi politikayla kaybedeceğiniz şeyler de var.”

“Umarım, alkol yönetmeliği yürürlüğe konmaz. Aşırı kısıtlamalar var. 24 yaş sınırı da nereden çıktı? Hukukumuzda 18 yaşını bitiren, cezasını tam görür, milyarlık sözleşmeler imzalayabilir.”

“Anayasa’nın başlangıcı, ‘Türklüğün milli, tarihî ve manevi değerleri’ gibi fikir ve sanat hürriyetini kısıtlayıcı kaypak ifadeler ile dolu. Bunlar, sivil anayasada yer alamaz.”

***

NEDEN ERGUN ÖZBUDUN
AK Parti, 2011 seçimlerinin “Türkiye’nin ilk sivil anayasasını hazırlayacak Meclis’in seçimi” olacağını çok önceden ilan etmesine rağmen, seçimlere beş ay kaldı, sivil demokratik anayasanın içeriğiyle ilgili AK Parti’den hiç ses yok. TÜSİAD’ından TESEV’ine, barolardan çeşitli meslek odalarına, sivil toplum kuruluşlarının hepsi şu sıralar harıl harıl kendi anayasa taslaklarını ana hatlarıyla hazırlarken, Başbakan Erdoğan, sadece “Anayasayı halk yapacak” demekle yetiniyor. Peki, halk kim? Siyasi Partiler halktan sayılmıyorlar mı? Sivil toplum örgütleri gibi, siyasi partiler de çeşitli halk kesimlerinin temsilcileri değiller mi? 2007 genel seçimlerinin kampanyasını “sivil anayasa” vaadiyle yürüten, 2011 seçimlerinin adını da “anayasa seçimi” koyan AKP, seçimlere beş ay kala “alkolü” konuşuyor da, niye acaba yeni anayasayı hiç konuşmuyor? Kamuoyu yoklamalarında oyu yüzde 50’lerde gezinen AKP, seçimi bu oy oranıyla kazandığı takdirde, iki buçuk partili Meclis’in üçte ikisini oluşturacak ve anayasayı tek başına değiştirme gücüne sahip olacak. AKP’nin, “Kürt sorunu, Kürtçe eğitim, vatandaşlık tanımı, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, Askerî İdare Mahkemesi ve Askerî Yargıtay, Siyasi Partiler Kanunu, YÖK, Diyanet, laiklik tanımı, çoğulculuk ve çokkültürlülük, anayasanın başlangıç bölümü” gibi temel konularda Anayasa’da ne gibi değişiklikler yapmayı düşündüğünü, Türkiye’de hayatı nasıl değiştireceğini ana hatlarıyla öğrenmek, halkın hakkı değil mi? Seçmen bunları bilmeden nasıl oy verecek? Son dönemde iyice milliyetçiliğe savrulan AKP, milliyetçi oyları kaybetmekten çekindiği için mi demokratik bir anayasadan hiç söz etmiyor? Peki, seçimden büyük bir zaferle çıkarsa, AKP tekrar demokrat olur mu? Milliyetçilikten vazgeçer mi? Sivil anayasayı sürekli gündemde tutmuş olan AKP aslında ne istiyor? Sivil anayasa istemiyor mu? Bu soruları ve kuşkuları, Türkiye’nin en önemli anayasa hukukçularından olan ve 2007 seçimlerinde AKP’ye sivil anayasa taslağı hazırlayan ekibin başkanlığını yapan Bilkent Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ergun Özbudun’la konuştuk.

***

NEŞE DÜZEL: Siz, 2007 seçimlerinden sonra AKP’nin isteği üzerine, sizin başkanlığınızda bir grup akademisyenle birlikte bir sivil anayasa taslağı hazırlamıştınız. Ne oldu o anayasa?
ERGUN ÖZBUDUR: O anayasa taslağı bir süre AK Parti yönetim kurullarında görüşüldü ve her seferinde de yakında bunun kamuoyuna açıklanacağı vaat edildi. Fakat sonra sessizce ortadan kalktı.

AKP neden vazgeçmişti o anayasadan?
Nedeni hiçbir zaman resmen açıklanmadı. Biz de sormadık. Netice itibarıyla bu partinin kararıdır. Ama tahminimi sorarsanız, bu anayasa taslağı, hem muhalefet partileri hem de merkez medya tarafından hak etmediği suçlamayla karşılandı. Bu anayasa, federalizmi getirdiği, şeriatçılığa yol açtığı, Atatürk’ü anayasadan kazıdığı gibi iler tutar yanı olmayan çok şiddetli bir saldırıya uğradı. Bu saldırılar, AK Parti’nin içinde bazı tereddütler yaratmış olabilir.

Sizin anayasa taslağınıza sadece dışarıdan mı muhalefet edildi? AK Parti içinden bir muhalefet olmadı mı?
Bence olmadı çünkü biz bu taslağı, AK Parti’nin aklınıza gelebilecek çok yüksek düzeyde yöneticileriyle yaptığımız Sapanca toplantısında görüştük. O toplantıda Cemil Çiçek, Mehmet Dengir Fırat, Ertuğrul Günay gibi bakanlar, parti genel başkan yardımcıları ve komisyon başkanları vardı. Anayasayla ilgili görüşlerimiz ortaktı. Yani o aşamada AK Parti, bu taslağı kabullenmiş görünüyordu.

Hazirandaki genel seçimlerin ana tartışma konularından birinin yeni anayasa olacağı bekleniyordu. Seçimlere beş ay kaldı ama hâlâ anayasa konuşulmuyor. Eğer seçimler anayasa taslakları ve tartışmaları üzerinden olacaksa, hazırlıkların şimdiden başlaması gerekmez mi?
Hazırlanmaları gerekir. Bir an evvel o görüşlerinin açıklanmasında büyük yarar var. Özellikle yeni anayasaya ihtiyaç duyulduğunu söyleyen siyasi partiler, anayasa projelerini ana hatlarıyla açıklamak zorundalar. Aksi takdirde çelişki olur. Üstelik sadece AK Parti değil, diğer bütün siyasi partiler de kendi anayasa projelerini ana hatları itibarıyla seçim kampanyası sırasında açıklamalılar. Böylece hem halk bu şekilde daha bilinçli oy kullanır hem de önümüzdeki Meclis’in anayasa yapma konusundaki meşruluğu daha da güçlenir. Seçmen olarak ben kimin ne tür bir anayasaya taraftar olduğunu bilmeliyim ki, oyumu daha bilinçli kullanabileyim.

Neden AKP nasıl bir anayasa istediği konusunda hiç konuşmuyor?
Kimse konuşmuyor. CHP de, MHP de konuşmuyor.

Vatandaşa yeni demokratik sivil anayasa vaadinde bulunan CHP veya MHP değil. Bu vaadi sürekli gündemde tutan ve 2011 seçimlerinin bir anayasa seçimi olacağını, Türkiye’nin ilk sivil anayasasını 2011 seçimlerinden sonra oluşacak olan Meclis’in yapacağını söyleyen AKP.
Doğrudur. Sorunuz haklı. Eğer bir sivil anayasa vaat ediyorsanız hiç değilse o anayasanın ana hatlarını, ana çizgilerini, ana felsefesini kamuoyuyla paylaşmanız gerekir. Seçim kampanyası ilerledikçe bunun olacağını ümit ediyorum. Ama şu âna kadar olmadı.

Diğer partiler de yeni anayasanın konuşulması konusunda AKP’yi hiç zorlamıyor. Kimse yeni bir anayasa istemiyor mu?
Sorarsanız herkes yeni bir anayasa istiyor ama... Ne tarz yeni bir anayasa? Nesiyle yeni olacak bir anayasa? Bu soruları sorduğunuzda çeşitli çevrelerden çeşitli fikirler çıkıyor ya da hiç fikir çıkmıyor. Dolaylısıyla önümüzdeki anayasa yapım süreci çok zor ve zahmetli olacak. Kürt sorunu, din ve vicdan hürriyeti sorunu, vesayet sorunu, çoğulculuğa saygı sorunu gibi temel konularda çok kolay uzlaşılmayacak. Ama bu konulara da dokunulmayacaksa yeni bir anayasa yapmanın hiçbir anlamı yok. Eğer bir anayasa çalışması başlatılacaksa, göstermelik üç-beş maddenin değiştirilmesiyle yetinemeyiz.

Bu seçim kampanyasında anayasayla ilgili hangi somut vaatler yer almalı?
Mesela en yakıcı meselelerden biri olan Kürt sorununda ne yapacaklar? Askerî vesayet konusunda ne yapacaklar? Yargıyı iki başlı hüviyetinden kurtaracaklar mı? Dünyada hiçbir demokratik ülkede örneği olmayan Askerî Yüksek İdare Mahkemesi’ni kaldıracaklar mı? Bizim taslağımızda bu vardı. Mesela Askerî Yargıtay’ı yüksek mahkeme hüviyetinden çıkaracaklar mı? Kürt sorunuyla da yakından ilgili olan vatandaşlık tanımında bir tutum alacaklar mı? Çok kritik bir konu bu. Mevcut Anayasa’daki vatandaşlık tanımı Kürtlerin önemli bölümünde alerji yaratıyor. Etnik çağrışımlar yaptırmayan bir anayasal vatandaşlık tanımı getirecekler mi?

Vatandaşlık tanımından Türk kelimesini çıkararak mı?
Evet. Madem bazı Kürt arkadaşlarımızda, mevcut vatandaşlık tanımı etnik çağrışımlar yapıyor, yeni anayasada bu tür etnik çağrışımlara meydan vermemek gerekir. Mesela yeni tanım, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı olabilir. Ayrıca 1982 Anayasası’nın başlangıç bölümü de fevkalade ideolojik ve özgürlükleri sınırlandırıcı. Bu başlangıç kısmına dokunulmadan sivil, demokratik bir anayasa yapılamaz. Bugünkü Anayasa’nın başlangıç bölümü, Türklüğün milli, tarihî ve manevi değerleri gibi fevkalade kaypak ifadelerle dolu. Bunlar sivil bir anayasada yer alacak hükümler değil.

AKP’nin önemli isimleri, Kanuni Sultan Süleyman’ı anlatan Muhteşem Yüzyıl isimli televizyon dizisine bile “Türklüğün milli, tarihi, manevi değerlerine hakaret ediyor” gerekçesiyle çok öfkelendiler. Sizce AKP anayasanın başlangıç kısmını değiştirir mi?
Bu beyanları ve RTÜK kararını hatalı buluyorum. “Türklüğün milli, tarihî, manevi değerleri” gibi ifadeleri elli çeşit yorumlamak mümkün. Bunu, siz başka türlü tanımlarsınız ben başka türlü tanımlarım. Bu tür ifadeler, fikir hürriyetini de, sanat hürriyetini de kısıtlayan bir nitelik alabilir. Üstelik her anayasanın mutlaka bir başlangıç bölümünün olması da şart değil. Dünyada birçok anayasada böyle bir bölüm yok. Ya da başlangıcı çok kısa ve özlü yazarsınız. Seçim kampanyası henüz başlamadı ama başlayınca, bütün siyasi partilerin anayasalarının ana hatlarını seçim sürecinde açıklamaları lazım. Biliyorsunuz, bugüne dek AK Parti’yi bugüne kadar büyük ölçüde desteklemiş olan liberal çevreler ve aydınlar şimdi AK Parti’yi demokratikleşme ve özgürlükler konusunda yeterince cesaretli, kararlı ve süratli olmamakla eleştiriyorlar.

Bu eleştirilere katılıyor musunuz?
Evet katılıyorum. Ama şu var, AK Parti’nin güçlüklerini de göz önünde tutuyorum. Türkiye’de maalesef iktidar probleminden çok, bir muhalefet problemi var. AK Parti’yi demokratikleşme yolunda daha kararlı ve süratli ilerlemeye sevk edecek, onu itecek bir muhalefet yok burada. Eğer ortalıkta hürriyetçi, liberal, demokratik fikirleri güçlü bir biçimde savunan bir muhalefet partisi olsaydı, AK Parti’nin işini çok kolaylaştırırdı.

Gerçekten kolaylaştırır mıydı? AK Parti karşısında ilerici bir muhalefet olmadığından ötürü mü yoksa kendi “milliyetçi” oy hesapları yüzünden mi demokratikleşmede frene basıyor ve sivil anayasayı konuşmuyor?
Eğer CHP, Kürt sorununda veya AB konusunda Türkiye’nin önünü açacak önerilerde bulunsaydı, AK Parti daha rahatlıkla hareket edebilirdi. Ama bugün yaşanan tabii ki iki taraflı bir oyun. Milliyetçi oylara fazla talip olursanız, belki kısa vadeli politikalarınız açısından bunun bir getirisi olabilir ama... Öte yandan böyle bir politikayla kaybedeceğiniz şeyler de var.

AKP milliyetçi politikayla ne kaybeder sizce?
Çok şey kaybeder... Liberal aydınların AK Parti’yi desteklemelerinin sebebi, bu partiyi değişimin, demokratikleşmenin bayraktarı olarak görmelerindendi. Milliyetçi oylara yönelmenin sonucunda eğer bu imaj zarar görürse, AK Parti açısından bu ciddi bir kayıptır. Parti liderleri, neyin kazanç neyin kayıp olduğunu, neyin neye değeceğini çok iyi düşünmeliler. MHP’yi baraj altında tutmak ve dolayısıyla iki veya iki buçuk partili bir parlamento yaratıp, bu parlamentoda üçte iki çoğunluğa sahip olmak kısa vadeli siyasi hesaplar bakımından düşünülecek bir yol olabilir ama...

Peki, AKP’nin seçimlerden sonra milliyetçi söylemden vazgeçip, değişimci olacağının ve demokratik bir anayasa yapacağının garantisi nedir? Milliyetçi söylemle oylarını arttıran AKP, Meclis’in üçte iki çoğunluğunu elde ettikten sonra milliyetçilikten neden vazgeçsin?
Bunun garantisi yok tabii. Siyasette hiçbir şeyin garantisi olamaz. Milliyetçilik kendisini daha uzun süre devam ettirebilir. Ama biliyorsunuz, siyasi partiler taktik sebeplerle gelip geçici rota ayarlamaları, değişiklikleri de yapabilirler. Seçimlerde güçlü bir çoğunluk elde ettikten sonra daha sivil ve demokratik söylemlere dönmesi de, bir ihtimaldir. Dönmemesi de bir ihtimaldir.

Başbakan Erdoğan, yeni anayasayla “Başkanlık Sistemi”ni getirmek istediği için, anayasayı seçimlerden önce tartışmak istemiyor olabilir mi peki?
Şu anda AK Parti’nin kesin bir anayasal pozisyon almamasının nedeni bence başkanlık sistemi düşünceleri değil. Kürt sorunu, vatandaşlık tanımı, kültürel farklılıklara saygı sorunu, laiklik tanımı başkanlık sistemi tartışmalarından çok daha önemli. Seçim kampanyası sırasında, bu yakıcı sorunlarla ilgili somut bir tutum alınması çok daha riskli. AK Parti, daha çok bu nedenlerle anayasayla ilgili açık bir beyanda bulunmuyor. Gerçi bu genel seçimle, 2012 veya 2014’te yapılacak cumhurbaşkanlığı seçim süreci arasında yakın bir ilişki var ama... Anayasa’nın başkanlık rejimi yönünde değiştirilmesi konusu gene de bu genel seçim sürecinde daha tali bir sorun. Çünkü başkanlık sistemi tartışması yüzünden, bu genel seçimde ne fazla oy kaybedilir ne de fazla oy kazanılır.

Yeni bir anayasa ne kadar zamanda hazırlanabilir?
Maddeleştirilmiş olarak değil de ana hatlarıyla bir anayasayı isterlerse birkaç haftada hazırlayabilirler. Mühim olan, temel siyasi tercihlerinin hangi yönde olduğudur. O yönü belirlediğiniz takdirde, anayasanın hukuki formülasyonunu yapmak çok zor değil. Dolayısıyla bütün partiler, temel sorunlar karşısındaki anayasa tercihlerinin ne olduğu konusunda daha açık olmalılar.

Barışı ve toplumsal huzuru sağlayabilmek için yeni anayasada hangi ölçülere önem verilmesi gerekiyor?
Herşeyden evvel kültürel farklılıklara saygı duymak ve kültürel çoğulculuğu kabul etmek gerekiyor. Cumhuriyet’in felsefesi, Türk milliyetçiliği etrafında “bir örnek vatandaş” yetiştirmek oldu. Türk milliyetçiliği etnik anlamda değil, kültürel anlamda tanımlandı ama... Etnik grupların, başta Kürtler olmak üzere, ifade ve kendini geliştirme imkânları çok sınırlandırıldı.

Kültürel milliyetçilik de etnik kökene dayanan bir milliyetçilik değil mi? Kültürel milliyetçilik de farklı kültürlere etnik bir kökenin kültürünü dayatmıyor mu? Bu ülkede binlerce insan kültürel milliyetçilik yüzünden ölmedi mi, acı çekmedi mi, mağdur olmadı mı? Kültürel milliyetçilik, denince milliyetçiliğin şiddeti, zorbalığı hafifliyor mu?
Bence de kültürel milliyetçilik hafif ve daha az vahim bir milliyetçilik değildir. Irk milliyetçiliği etnik kökene, hatta 1930’larda teşebbüs edildiği gibi kafatası ölçümlerine dayanan bir milliyetçiliktir ama kültürel milliyetçilik de toplumdaki alt kültürlerin varlığını inkâr etmektir, onları sindirmek ve asimile etmeye çalışmaktır. Bu da kabul edilemez. Türkiye bir örnek insanlardan oluşan bir toplum değil. Çeşitli alt kültürler var Türkiye Cumhuriyeti’ne sadakat temelinde anayasal vatandaşlık bağıyla bağlı olan insanlar, kendi kültürlerini muhafaza edebilirler, geliştirebilirler ve yayabilirler. Bunun kabulünü bütün siyasi partiler içlerine sindirirlerse işimiz çok kolaylaşır. Mesela...

Evet...
Benim önerim, okullarda Kürtçenin seçimlik ders olmasıdır. Bu ders, sadece Kürtçe grameri değil, Kürt toplum yapısını ve tarihini de kapsayabilir. Bir de ideolojik çağrışım yaptıran herşey anayasadan çıkarılmalıdır.

Yani, Anayasa’nın giriş bölümündeki Kemalizm ideolojisi çıkarılmalı...
Anayasa’nın başlangıç bölümü o ideolojik unsurlardan arındırılmalı. Bunu söylediğinizde Atatürk’ü inkâr suçlamasıyla karşılaşıyorsunuz. Asla böyle bir şey sözkonusu değil. Atatürk bu devletin kurucusudur.

Bir kişinin adı anayasada geçmeli mi?
Anayasada geçmesine hacet yok. Atatürkçülük bölücü bir unsur değil, birleştirici bir sembol olmalıdır. Ayrıca yeni anayasada, Genelkurmay Başkanlığı bütün Batılı demokratik ülkelerdeki gibi Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanmalı. Bir de tabii kanun düzeyinde yapılacaklar var. Mesela Silahlı Kuvvetler’e Türkiye Cumhuriyeti’ni koruma ve kollama görevini veren ve darbelerin gerekçesini oluşturan meşhur İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesi kaldırılmalı. Demokrasilerin en temel unsurlarından biri, seçilmiş organlarının iktidarıdır, yani seçilmişlerin gerçek anlamda “muktedir” olmalarıdır, Silahlı Kuvvetler’in sivil denetim ve gözetim altında bulunmalarıdır. Bu zihniyet de artık Türkiye’de yerleşmeli.

Anayasa konuşmalarında bunlara önem verilecek mi sizce?
Verilmeyecekse zaten boşuna uğraşmayalım. Seçilmiş organların son sözü söylemesi demek, bunların denetimsiz bir çoğunluk diktatoryasına dönüşmesi anlamına da gelmez. Bütün bunlar anayasayla düzenlenebilir. Elbette ki seçilmişler üzerinde yargı ve sivil toplum denetimi olacak. Ama bu yargı denetimi şu anki ölçülerde değil, Batılı ölçülerde olmalı! Mesela Danıştay’ın son türban kararı, yanlış ve ideolojik bir karardır. Ama ulusalcı ve laikçi çevreler, askerî ve yargısal vesayeti kendi varoluşları için bir teminat sayıyorlar. Bu vesayeti kaldıracak anayasa değişikliğine şiddetle karşı çıkıyorlar.

Avrupa Birliği konusunda hükümet frene basmış gözüküyor. Avrupa hedefinden uzaklaşmamız yeni anayasayı nasıl etkiler?
AB hedefi demokratikleşmenin tek itici unsuru değil. Avrupa ile ilişkiler duraklama noktasına gelmiş olsa da, sivil anayasa için bugün yeterli dinamikler var. Bu ülkede iç dinamikler dış dinamiklerin önüne geçti artık. Demokratik sivil anayasa talebi toplumun içinden geliyor.

Sorun sadece anayasa değil. 12 Eylül rejiminin bütün temel yasaları duruyor ve seçime giderken bu yasalar da gündeme gelmiyor. AKP bu yasaları değiştirmekten vaz mı geçti?
Anayasa değişikliği yapılırsa, başta Siyasi Partiler Kanunu olmak üzere bu temel yasalar zaten değişecek. Anayasa değiştiği takdirde bunlar aynı kalamaz. Evvela anayasayı yapalım ki, bu temel kanunları da bu anayasaya uygun şekilde değiştirelim. Bu Anayasa yürürlükte kaldıkça, o temel kanunlarda fazla bir mesafe alamazsınız.

Yeni anayasa, YÖK, Diyanet, Askerî Danıştay gibi demokrasi dışı müesseseleri ve düzenlemeleri temizleyecek mi yoksa sürdürecek mi?
Eğer bütün bunlarda ciddi değişiklikler yapmayacaksa yeni bir anayasaya lüzum yok. Biraz makyaj yapıp, pekâlâ mevcut Anayasa’yla idare ederiz. Herhalde amaç, sivil ve demokratik bir anayasa yapmak. Amaç, makyaj görmüş bir 1982 Anayasası değil. Sivil bir anayasa yapılırsa, Askerî Danıştay zaten kaldırılacak. Ayrıca anayasadaki siyasi parti yasaklarının kapsamı daraltılacak. Dolayısıyla Siyasi Partiler Kanunu sivil anayasayla uyumsuz hale gelecek. Mesela bugünkü YÖK mevzuatının temeli de bugünkü Anayasa’nın 130 ve 131. maddeleridir. O maddeleri farklı bir YÖK anlayışına göre değiştirdiğinizde, bugünkü YÖK mevzuatı yürürlükte kalamayacak. Mesela sadece YÖK değil, Diyanet de bu şekilde kalmamalı.

Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi sözkonusu olacak mı peki?
Olacak. Bu da kaçınılabilecek, savsaklanabilecek bir sorun değil. Hem Kürtlerin bu yönde ciddi talepleri var, hem de Türkiye’nin iyi idare edilmesinin icabı olarak bunu yapmak mecburiyetindeyiz. Aklı başında olan herkes, Türkiye’nin bu kadar merkeziyetçi bir sistemle yönetilmeyeceğini artık idrak etmiştir. Batı’nın en merkeziyetçi ülkesi Fransa’da bile bölge yönetimleri kuruldu. Yerel yönetimlerin yetkilerinin arttırılması Türkiye’nin mutlak bir ihtiyacıdır.

Sivil, demokratik bir anayasa, Başbakan’ın alkolle ilgili sözleriyle daha da endişeli hale gelen, kendilerine hayat tarzı dayatılacağından korkan insanlar için bir teminat olur mu
Anayasada, çoğulculuğa saygıyı ifade eden bölümler bir bakıma teminattır. Sivil, demokratik anayasa, bir hayat tarzı dayatmayı çok zor hale getirir. Umarım, alkolle ilgili yeni yönetmelik de bu haliyle yürürlüğe konmaz. Aşırı kısıtlayıcı hükümler içeriyor bu yönetmelik. Mesela 24 yaş sınırı nereden çıkıyor?

Nereden çıkıyor?
Dünya Sağlık Örgütü’nde 24 yaşa uzanan bir tanım olduğu söyleniyor ama... Bu metinleri ciddi olarak karşılaştırmak lazım! Çünkü bizim hukukumuzda 18 yaşını bitirmiş kişi tam hukuki ehliyeti haizdir, milyarlık sözleşmeler imzalayabilir. Tam cezai ehliyeti haizdir, hiçbir indirim olmadan cezasını görür. 18 yaşını bitirmiş kişi oy kullanır ve siyasi partilere üye olur. Şimdi alkolle ilgili 15-24 yaş arasında bir kategori ihdas edip, onların bulunması ihtimali olan yerlerde içki servisi yapılamayacak olması, son derece aşırı bir hükümdür. Bunlar hoş şeyler değil!..

neseduzel@gmail.com

Ergun Özbudun: ‘Milliyetçilik AK Parti’ye kaybettirir de’ - 24.01.2011
Hakan Erdem: ‘Osmanlı kâtibi afyon macunu yerdi’ - 17.01.2011
Emin Aktar: ‘Kürtler ilk kez Öcalan’ı tartışıyor’ - 27.12.2010
İştar Gözaydın: ‘Türkiye’de din yükselen bir olgu’ - 20.12.2010
İsmet Akça: ‘AKP orduyla mutlu evlilik istiyor’ - 13.12.2010
Temel İskit: ‘Türkiye’deki nükleer silah ispatlandı’ - 06.12.2010
Hasan Cemal: ‘TSK’nın terfi sicili çok açıdan lekeli’ - 04.12.2010
Ziya Şaylan: ‘İşsizlik, estetik yaptırtıyor’ - 22.11.2010
Murat Gökçen: ‘Üç öğün bitti, üç saatte bir yiyin’ - 15.11.2010
Balıkçı: ‘Taksim TAK’ın son eylemi’ - 10.11.2010
Balıkçı: ‘Apo’yla görüşenler tam yetkili’ - 09.11.2010
Balıkçı: Devlet Apo’ya ‘size ihtiyaç var’ dedi - 08.11.2010
Kemal Bülbül: ‘Aleviye bakışta AKP-CHP farkı yok’ - 01.11.2010
Osman Can: ‘Bizdeki laiklik Prusya laikliği’ - 19.10.2010
Osman Can: ‘Yargıçlar halkın gözüne bakamıyor’ - 18.10.2010
Suavi Aydın: ‘Askerin ‘tek tip’ talebi acizliktir’ - 12.10.2010
Suavi Aydın: ‘Oğlum tehlikede inancı büyüyor’ - 11.10.2010
Ali Bayramoğlu: ‘Cemaat şeffaflaşmalı, tartışılmalı’ - 04.10.2010
Bülent Nazlı: ‘Bu et çocuklar için ölümcül’ - 27.09.2010
Sezgin Tanrıkulu: ‘Ölmeselerdi özgürlerdi’ - 25.09.2010
Tarhan Erdem: ‘Ak Partisi’nin oyu yüzde 46-47’ - 20.09.2010
Tûba Çandar: ‘O, Anadolu Ermenilerinin sözcüsü’ - 15.09.2010
Tûba Çandar: ‘Veli Küçük Hrant’ı aradı’ - 14.09.2010
Adil Gür: ‘Seçmenini sandığa götüren kazanır’ - 06.09.2010
Salman Kaya: CHP’nin ‘Mustafa Muğlalı İş Hanı’ - 30.08.2010
SÜLEYMAN SEYFİ ÖĞÜN: "Hayır çıkarsa devlet sertleşecek" - 10.08.2010
Süleyman Seyfi Öğün: Büyük şans, Kürt-Türk gettosu yok - 09.08.2010
NEDEN KEMAL BURKAY: Kürdistan’ı İstanbul’da kurmayız - 03.08.2010
KEMAL BURKAY: "Apo, Saddam’ı ve Esad’ı taklit etti" - 02.08.2010
Hüseyin Yıldırım: ' Savaş kararını avukatı aldırdı' - 28.07.2010


MHP'nin taslağı hazır 26 01 2011 çarşamba

MHP'nin anayasa taslağının bilgisayarda bir tuşa bastırılıp yazıcıdan çıkartılabilecek şekilde hazır olduğunu kaydeden mhp myk üyesi yozgat milletvekili
mehmet ekici "Türkiye anayasa yapma konusunda tüm dünya daha tecrübelidir.

dolasıyla bu işin altından rahatlıkla kalkabilir.

Anayasa taslağımız, steril bir ekibin görüş ve önerileri alınarak partimizin yetkililileri tarafından oluşturuldu.

ancak uzlaşma zeminin de  sağlıklı bir ortamda bu önemli konunun gündeme gelmesi gerekiyor.

seçim öncesi elbette bu konudaki görüş ve önerilerimizi kamuoyuyla paylaşırız fakat anayasa taslağımızı seçim önce ortaya çıkarmak niyetinde değiliz.

uygun tartışma ortamı çıktığında sunacağız." diye konuştu.  
 




Yeni Anayasa için metnimiz hazır AKParti Milletvekili ve Anayasa Komisyonu Başkanı Prof Burhan Kuzu LALE KEMAL ANKARA istanbul 26 01 2011 çarşamba

AKPart’li Kuzu, yeni anayasa için 2007’de hazırlanan 135 maddelik taslaklarının geçerli olduğunu söyledi

AKParti Milletvekili ve Anayasa Komisyonu Başkanı Prof. Burhan Kuzu, Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesi ile birlikte başkanlık sistemi ihtiyacının yüzde 50’sinin karşılanacağını ve bu yolda en büyük adımın atılmış olacağını belirterek, “Başkanlık sistemi için fiili bir durum ortaya çıkacak. Uzun vadede Türkiye başkanlık sistemine geçer” dedi. Türkiye’de sık sık koalisyon hükümetlerinin kurulmasıyla parlamenter sistemin virüs taşıyan bir modele dönüştüğünü savunan Kuzu, “Ayı 40 fıkra bilir, 40’ı da armut üzerine” sözünü hatırlattı ve “Benimki de o hesap, benim de demem başkanlık sisteminden kaçış yok” diye konuştu.

Dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın danışmanlığını yaptığı yıllardan bu yana istikrar için Türkiye’de başkanlık sisteminin oluşturulmasını savunduğunu anımsatan Kuzu, başkanlık sistemi üzerine 1997’de yayımlanan tezini de, Cumhurbaşanı’nı halkın seçeceği gerçeğinden hareketle güncelleme çalışmalarına başladığını söyledi. Haziran genel seçimlerine yaklaşık 4,5 ay kala, siyasi partilerin yeni bir demokratik anayasa yapma konusundaki vaatleri konusunda iktidardaki AKP’nin Anayasa Komisyonu Başkanı Kuzu’ya yönelttiğimiz sorular ve yanıtları şöyle:

Yeni bir Anayasa metni hazırlama çalışmanız var mı?

Parti olarak zaten çalışmamız oldu. 2007 seçimleri sonrası Prof. Ergun Özbudun ve ekibinin hazırladığı 135 maddelik yeni Anayasa metnimiz var. AK Parti’yi kapatma konusu o tarihlerde gündeme gelince anayasa çalışmalarına gölge düştü. Özel yeni bir çalışmamız yok. Sorun Anayasa metni değil, çok metin var. Önemli olan, parlamentoda tüm partiler arasında yeni bir anayasa yapılması konusunda uzlaşma çıkması. Meclis’te 15 yıllık bir Anayasa Uzlaşma Komisyonu var. Son 8 yılında, muhalefet bu komisyona üye göndermedi. Belki seçime yakın partiler, seçim beyannamelerinde, yeni Anayasa konusundaki taleplerini özetleyen bir ifade koyarlar. Ama parti olarak, ‘benim anayasam budur’ demiyoruz, sonuçta tüm partiler bu anayasayı birlikte hazırlayacaklar, herkes bir metinle gelecek. Şu anda TÜSİAD, temel ilkelerini belirleyeceği bir metin hazırlayacak. Türkiye Barolar Birliği’nin Anayasa çalışması var. Dolayısıyla, metinden ziyade yeni bir Anayasa konusunda uzlaşma olması lazım. Ama geçen yılki 12 Eylül referandumunda kapsamlı anayasa paketine halkın çoğunluğunun yani yüzde 58’inin ‘Evet’, yüzde 42’sinin de ‘Hayır’ oyu vermiş olmasından hareketle muhalefet belki uzlaşı yoluna gidebilir,

Başbakan birkaç ay önce başkanlık sisteminin kurulmasından yana tavrını yinelemiş ve bu konudaki hazırlıklar için sizi işaret etmişti. AK Parti olarak başkanlık sistemi üzerine mi yoğunlaşacaksınız?

Hayır, biz başkanlık sisteminin, dayatma şeklinde değil diğer partilerle uzlaşı ile oluşturulmasından yanayız. Ama ben, 1997’de kaleme aldığım Başkanlık Sistemi üzerine tezimi şimdi güncelleme çalışması başlattım. Artık Cumhurbaşkanı halk tarafından seçilecek. Tezimi, bu gelişme ışığında ve diğer bazı unsurlarıyla birlikte güncelleyeceğim. Başkanlık sistemi bu yılın tartışma konularından biri olabilir. Ben tezimi, parti adına güncellemiyorum. Benim gönlümden geçen hep başkanlık sistemi olmuştur. ‘Ayı 40 tane fıkra bilir, 40’ı da armut üzerine’ derler. Benim de demem böyle yani başkanlık sistemi kurulması. Hükümet adına başkanlık sistemi hazırlığım yok. Sayın Başbakan, ‘tam başkanlık sisteminden yanayım’ dedi ama bunu dayatma şeklinde söylemedi. Evvela kamuoyunda da pek bilinmeyen başkanlık sisteminin tartışılması gerekiyor.

Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesi ile başkanlık sisteminin önü açılmış mı olacak?

Artık Cumhurbaşkanını halkın seçtiği bir model ortaya çıkacak. İleride koalisyon ile gelecek düşük oy oranına sahip bir başbakan ile güçlükler çıkacaktır. Cumhurbaşkanı’nın halkın seçmesi başkanlığa geçiş yolunda önemli adımdır. Başkanlık sistemi yolunda artık fiili bir durum oluşacak. Türkiye’de parlamenter sistem, (koalisyonlar) sonucu istikrasızlık sağlayan, risk taşıyan, virüs taşıyan bir model. Başkanlık sistemini masaya yatırmak lazım. Koalisyon hükümetleri Türkiye’ye zaman kaybettirdi. Tarih tekerrürden ibaretse, bir de seçim barajının yüzde 5’e indirildiğini düşünün, seyredin gümbürtüyü. AK Parti 200 sene iktidarda kalacak değil. Cumhurbaşkanını halkın seçtiği bir model ile başkanlık sisteminin yüzde 50’sinin karşılanması yolunda en büyük adım atılmış olur. Uzun vadede Türkiye başkanlık sistemine geçer. Bunu zaman zaman parti olarak en güçlü olduğumuz zamanlarda da söylüyoruz.

Niye Başkanlık sistemi?

Halkın en az yüzde 51’i ve daha fazlasının desteğini almış bir Cumhurbaşkanı, Anayasa’nın vermiş olduğu yetkileri çok daha rahat kullanabilecek ve kamuoyunda da büyük kabul görecektir. Böyle bir Cumhurbaşkanı ile düşük oy oranı ile koalisyon hükümetlerinin başına gelecek Başbakan arasında sürtüşme daha da artacaktır. Cumhurbaşkanını halkın artık seçeceği göz önüne alındığında, Anayasa’da değişiklik yapılarak başkanlık sistemine geçilmesi gerekir. Türkiye’de koalisyon dönemlerini kapatmak ve iki başlılığa son vermek zorundayız.

KUM SAATi 25 01 2011 salı Ahmet Altan Bu ne? AKParti, referandumdaki vaatlerini seçim için tekrarlasa, referandumda evet diyen yüzde elli sekiz AKP’ye neden oy vermesin

Biliyor musunuz, bazen galiba deliriyorum diye düşünüyorum, bu ülke aklımı başımdan alıp beni bir meczuba çeviriyor.

AKP ile CHP’nin şike yaptıklarından şüpheleniyorum çünkü.

Tamam, bu şüphe delice ama bu iki partinin yaptıkları akıllıca mı?

Bir bakın yaptıklarına.

Mantıksal bir tutarlılığı var mı?

AKP, referandumda fevkalade “ilerici, demokrat ve barışçı” bir yaklaşımla kendi önerilerine ne kadar oy aldı?

Yüzde elli sekiz.

AKP’nin demokrat bir anayasa, 12 Eylül’ün kalıntılarını temizleme, Kürt sorununu çözme, adalet sistemini çağdaşlaştırma vaatleri büyük bir destek buldu.

Normalde, bu vaatlerle yüzde elli sekizi kendi çevresinde toplayabilmiş bir partinin, seçimlerdeki oylarını da buna yakın tutabilmek için aynı çizgisini sürdürmesi gerekmez mi?

AKP, referandumdaki vaatlerini seçim için tekrarlasa, referandumda “evet” diyen yüzde elli sekiz AKP’ye neden oy vermesin?

Denenmiş, yüzde elli sekiz taraftar toplamış bir politika var ortada.

Ve, AKP o politikayı terk ediyor.

Neden?

O yüzde elli sekizin en aşağı yüzde yirmilik bir bölümünü kendinden uzaklaştırıp, buna karşılık milliyetçi politikalarla MHP’den yüzde üç oy koparacakmış.

Bunun mantığını anlayabilen var mı?

Referandumdaki politikalarından vazgeçip ne yapıyor?

Seçimde hiçbir getirisi olmayacak, “heykel, dizi, içki” gibi tuhaflıkların peşine düşüyor.

Bu açıklamalar nasıl bir sonuç yaratıyor?

AKP’ye referandumda destek veren yüzde elli sekizin önemli bir kısmı AKP’den uzaklaşıyor.

Başka nasıl bir sonuç yaratıyor?

“Bu CHP’den bir şey olmaz, bunlar ülkeyi yönetemez” diyen birçok insan, “AKP bizim hayatımıza karışacak, aklını sekse, içkiye takıp şehirlerde hayatı bize zehir edecek” korkusuyla CHP’ye sığınmaya karar veriyor.

AKP, bu politikalarla, CHP’nin kaybetmekte olduğu oyların yeniden bu partiye dönmesi sağlıyor.

CHP’nin “kaçmaya hazırlanan” seçmenini korkutup, onları bu partiye doğru sürüyor.

Ana muhalefet partisi seçimde, kendi politikalarının yarattığı ümitle değil, AKP’nin yarattığı korkuyla oy alacak.

AKP, CHP’ye böyle bir iyilik yaparken, CHP ne yapıyor?

Ergenekon’a, Balyoz’a, darbeye sahip çıkan konuşmalara başlıyor.

Ne oluyor o zaman?

AKP’yi eleştirmeye hatta bu partiden uzaklaşmaya hazırlanan birçok insan, “tamam AKP tuhaflıklar yapıyor ama bu CHP oylarını arttırırsa, bir de iktidara gelirse yeniden askerî vesayeti kuracak, Ergenekoncuları serbest bırakacak, faili meçhuller, darbe hazırlıkları hortlayacak” korkusuna kapılıp yeniden AKP’nin yanına dönüyor ve eleştirilerini de azaltmayı düşünüyor.

Bu iki parti de, son açıklamalarıyla bir “ümit” yaratmak yerine “korku” yaratıyorlar.

Ortalık korkan seçmenlerle dolu.

“AKP içkiyi yasaklayacak” lafı AKP’ye bugün alacağından daha fazla oy sağlamaz ama CHP’ye ciddi oy sağlar, aynı şekilde Ergenekon’a sahip çıkmak CHP’ye bugün alacağından fazla oy sağlamaz ama AKP’ye oy sağlar.

Şimdi bana mantıklı bir biçimde bu iki partinin izlediği bu politikaların nedenlerini açıklayabilecek kimse var mı?

Oturup anlaşsalar ancak böyle bir politika izleyebilirler.

Kendilerine benzemeyenlerde ancak bu kadar korku ve dehşet yaratabilirler.

Bizim tam anlayamadığımız bir biçimde “şike” yaptıklarını düşünebilecek hale geldim doğrusu.

“Olur mu öyle şey, şike yaparlar mı” diye sual eden olursa...

Apo’nun dün bizim gazetede yayımlanan açıklamalarını okumalarını tavsiye ederim.

Generallerin gidip Apo’ya “savaşı hızlandırın” dediğini, Apo’ya şike teklif ettiklerini biri size söylese inanır mıydınız?

Ama söyleyen, bizzat bu öneriyi duyan Apo.

Karakol baskınlarında, o karakollardaki askerlerin nasıl korumasız ve desteksiz bırakıldığını da düşünün.

Savaşta bile şike yapılan bir ülkede politikacılar şike yapmaz mı?

Herhalde yapmazlar ama ben ciddi ciddi kuşkulanıyorum.

Biri bana, bu iki partinin politikalarının nedenlerini açıklasa da, bu yaşımda durduk yerde mahallenin meczubu durumuna düşmesem.

Var mı bunu açıklayacak bir yiğit?

Bu ne? - 25.01.2011
Zavallı CHP ve başka bir parti - 23.01.2011
Beyaz adam ve muhafazakârlar - 22.01.2011
Yaşayan cunta - 21.01.2011
2010’da darbe - 20.01.2011
Cinayet - 19.01.2011
Dava - 18.01.2011
Niye - 16.01.2011
Erdoğan ve kof kabadayılık - 15.01.2011
Altı ay - 14.01.2011
Böl ve yönet - 13.01.2011
Sarıkamış ve AKP - 12.01.2011
Ucube - 11.01.2011
Yasaklamak - 09.01.2011
Bir cumhuriyet batarken... - 08.01.2011
Şaşırdınız demek... - 07.01.2011
12 ve 10 - 06.01.2011
Sertlik ve zekâ - 05.01.2011
Bir parti - 04.01.2011
Sisif’in günlüğü - 02.01.2011
Dindar ile muhafazakâr - 01.01.2011
Küçük Prens - 31.12.2010
Sokaktaki kadın - 30.12.2010
Balyoz iddiaları - 29.12.2010
İnsanoğlunun rızası - 28.12.2010
Erkek kediler - 26.12.2010
Eczacı hanım - 25.12.2010
Talabani ve ümit - 24.12.2010
Başka bir sorun - 23.12.2010
İki dil - 22.12.2010
Azsonra Birazdan Şimdi Biz Türkiye'yiz.