Azsonra Birazdan Şimdi Biz Türkiye'yiz. MarmaraYenikapı Ahsarla #etiket

19 Mart 2011 Cumartesi

Meclis’te 137 başörtülü milletvekili 13 03 2011 Meclis, millete meydan okunacak yer değildir

TARAF ÜNİVERSİTESİ 13.03.2011
Serdar Kaya
Meclis’te 137 başörtülü milletvekili

Kadınların Meclis’teki yetersiz temsilleri, yaklaşmakta olan seçimler nedeniyle bir süre önce yeniden gündeme geldi. Ancak bu talebi dile getirenler, Türkiye’nin kadın seçmenlerinin yarısından fazlasını oluşturan başörtülüleri başından beri büyük ölçüde görmezden gelmekteler.

Bu yok sayıcı tavır, daha önce de eleştirildi. Ancak bu kez durum biraz daha farklı. Zira kadın adayları destekleyenler, bu sefer sadece kadınların yetersiz temsili konusu ile yetinmeyip, aynı oranda temsil talebinde de bulundular. Temsilin, (doğrudan olmayan) demokrasilerin belki de en temel ilkesi olduğu düşünülecek olursa, bu hem meşru hem de makul bir talep. Ancak böyle bir talep, başörtülülerin milletvekili olmalarının önündeki engelleri yok saymayı daha da zor kılıyor. Çünkü herkesin ideale yakın oranlarda temsilini savunan, spesifik olarak da kadınlara yönelik ayrımcılıkları eleştiren bir yaklaşımın, diğer yandan kadınların çoğunu yok sayması, fazlasıyla sorunlu bir tavır.

Bu noktada, 275 kadın milletvekili talebinde bulunanlara sormak gerekiyor: “Bu 275 milletvekilinin 137’si başörtülü olmalı mı?”

Bu son derece basit bir soru. Ve şayet amaçlanan aynı oranda temsil ise, cevabı da gayet basit. Zaten tam da bu nedenle, bu soru Türkiye özelinde aynı zamanda bir samimiyet testi durumunda.

Değersizleştirme

İnsan, kendisi hakkında her daim olumlu bir kanaate sahip olma eğilimindedir. Bu nedenle, haksızlık ettiği durumlarda bile kabahati öncelikle kendisinde değil, karşısındakinde arar. Çoğu zaman da, karşısındaki kişinin kusurlu bir yönünü görmesi ve yaşanılan sorunu bu kusurla açıklaması zor olmaz.

Kimlikler sözkonusu olduğunda, bu durum daha da vahim bir hâl alır. Zira belli bir kimliğe atfedilen kimi olumsuz özellikler, o kimliği taşıyanların bir parça değersiz insanlar oldukları yönünde yaygın bir algı oluşturur ve o kimselerin maruz kaldıkları haksızlıkları gerekçelendirmeyi mümkün kılar. Neticede, o kimliği taşıyanların neyi hak edip etmediklerine tek taraflı olarak karar vermek pek de yadırganmayan bir alışkanlık haline gelir.

Örneğin, Amerikalı beyazlar, siyahları köleleştirmelerini, onların beyazlar kadar zeki olmayan farklı bir tür oldukları argümanıyla gerekçelendirmişlerdi –ki o algının izleri ABD’de halen belirgindir. Günümüzde, Uygurlardan Kürtlere, eşcinsellerden özürlülere dek pek çok azınlık, yaşadıkları ülkelerdeki yaygın algıların gerekçelendirdiği adaletsizliklerle yaşamak durumundadır. Bu gibi tavırların geçmişten bugüne hepsinde esas olan, yapılan bir haksızlığın müsebbibi olarak, haksızlık edeni değil, kendisine haksızlık edileni göstermektir. Aynı durum, kadınlara üstten bakan erkek-egemen algı için de geçerlidir. Zira kadınların ilk demokrasilerde vatandaştan bile sayılmamış olmalarının ya da 1900’lü yıllara kadar da seçme ve seçilme haklarından mahrum edilmelerinin sorumlusu kadınlar değil, onları nispeten daha niteliksiz bulan erkek-egemen algıdır.

Bugün Türkiye’de başörtülü kadınları yok sayanlar da, kendi tavırlarını mazur gösterme adına yine aynı doğrultuda argümanlara başvuruyorlar –ki bu pek de şaşırtıcı değil. Türkiye özelinde asıl şaşırtıcı olan, başörtülü kadınların spesifik olarak seçilme hakkını önemsizleştiren argümanların bizzat kadın hakları ve kadınların siyasi temsili adına mücadele veren kimi kadınlar tarafından bile dile getirilebiliyor olması.

Yüzleşme

Bir kez uyanmış bulunan insanları yeniden uykuya yatırmak çok zordur. Türkiye’nin bugün geldiği noktada, ayrımcılığı bahanelerle mazur gösterebilmek artık daha önce hiç olmadığı kadar zor. Bu o derece öyle ki, artık Türkiye’de ayrımcılıklar hakkında konuşurken meşru bir çerçevede de olsa “ama” bağlacını kullanmak dahi zorlaştı! Dolayısıyla, artık daha açık ve daha dikkatli konuşmak icap ediyor –ki bu da, daha samimi olmakla mümkün.

Bu konu özelinde, samimiyet turnusolü durumunda olan soru gayet açık: “275 kadın milletvekilinin 137’si başörtülü olmalı mı?”

Bu soruya net bir şekilde “Evet” diyebiliyor musunuz, yoksa kadim bahanelere mi başvuruyorsunuz –burada önemli olan sadece bu. Dahası, bu soruya “Evet” cevabı verseniz bile, bunu hiç kimseye yapılmış bir iyilik olarak göremeyeceğinizin farkında mısınız?

Bu soruyu kendinize sorun. Ve sonrasında kendinizi dinleyin. İçinizde sizi “Evet” cevabı vermekten alıkoyan, ya da “Evet” deseniz bile sizi için için rahatsız eden bir şeyler var mı, anlamaya çalışın. Zira belki de varlığını artık olgunlukla kabullenmeniz gereken bir sorununuz vardır.

Sonsöz

2 Mayıs 1999 tarihinde Merve Kavakçı’nın Meclis’te yemin etmesine müsaade etmeyenler, TBMM’nin “Atatürk’ün Meclisi” olduğunu iddia etmişlerdi. O gün yaşananları bugün aklıselimle değerlendiren milyonlarca insan, zaten asıl sorunun da bu olduğunu fark ediyor. Yani bugün yaşadıklarımız, aslında, Atatürk’ün Meclisi’nden, (Atatürkçülerin de sadece herkes kadar temsil edildiği) gerçek bir Millet Meclisi’ne geçme sancılarıdır.

Meclis, millete meydan okunacak yer değildir.

Ya Habibi Taala ASMAHAN Farid Al Atrash ın kız kardeşidir 26 yıl süren mutsuz hayatı 1944 yılında şüpheli bir ölümle sonuçlanmıştır.

Azsonra Birazdan Şimdi Biz Türkiye'yiz.