Michel Foucault İslam muazzam bir barut fıçısı Michel Foucault 13 Şubat 1979
Michel Foucault: 'İslam: muazzam bir barut fıçısı'
Michel Foucault 13 Şubat 1979
İran Devrimine olan hayranlığı ve dini lideri Khomeyni' nin arkasında bütünleşmiş bir halk tasviri yüzünden M. Foucault eleştirilmiştir.
İktidar olgusu ve söyleminin kökenlerini sorgulayan bir filozof, kütüphanesini terk edip gerçek bir olguyu tetkik için kendini İran sokağına attığında iki şeyden endişe duyulabilir:
olgunun özgüllüğünü unutup kendi tezlerine bir kanıt arıyor olması, veya olgunun saf bir hayranı olmaktan başka birşey yapmaması.
halbuki, Foucault'nun İran Devrimi ile ilgili yazdığı gazete yazılarından, bu endişelerin yerinde olmadığı anlaşılır.
O, devrimle değil ayaklanmayla ilgilenmektedir...
Devrimi takiben beliren yeni düzenin değil, sadece ayaklanmanın, iktidarın bütünüyle reddinin hayranı ve gözlemcisidir.
Foucault saf bir aydın değildir. İlgilendiği, kurulu kokuşmuş düzenin reddi olgusudur.
İkinciGrup, Arap dünyasındaki ilkbaharın bize düşündürdüklerine katkı olması amacıyla , Michel Foucault' nun 1978 ile 1979 yıllarında İran' la ilgili bir seri yazısını yayınlayacak.
Bu yazilar türkçeye ilk defa çevrilmiş olacaklar...
M. Foucault Iran' a, devrim öncesinde ve devrim sonrasında birkaç seyahat yapmış, Corriere della Serra, Le Monde ve Le Nouvel Observateur gazetelerine yazılar vermıştir.
Yayınladığımız bu ilk yazı, Foucault' nun konuyla ilgili ilk yazısı değil;
Devrimden hemen sonra yazılmış ve Corriere della Serra'da yayınlanmıştır.
İslam, bir barut fıçısı / Michel Foucault / 13 Şubat 1979 / Corriere della Serra
11 Şubat 1979: İran Devrimi.
Bu cümleyi yarının gazetelerinde ve geleceğin tarih kitaplarında okur gibiyim. İran' ı altüst eden, 12 ay süren olağanüstü olaylar serisinden tanınmış bir sima belirmektedir. Bu, aynı zamanda uzun bir bayram ve yas serisidir de; milyonlarca insanın ''allah allah !'' nidaları, mezarlıklarda mollaların devrimci söylev ve duaları, kasetler dolusu vaizler, ve Paris banliyölerinden birinde her gün kibleye doğru diz çöken yaşlı bir adam: bütün bunlara devrim demek güçtü.
Fakat bugün kendimizi daha alışılmış bir dünya içerisinde hissedebiliyoruz: barikatlar, çalınan silahlar ve alelacele toplanan bir bakanlar kurulundan hemen sonra, halk , bakanlıkların camını bacasını kırmadan istifa eden bakanlar...
Tarih, sayfanın altına devrimi tasdikleyen kırmızı damgasını basıyordu. Din, perdeyi yırtarak önemli bir rol oynuyordu; mollalar siyahlı beyazlı cübbelerini sallaya sallaya dört bir yana serpiliyorlar; sahne değişiyor; esas oyun şimdi başlıyor; sınıf mücadelesi, halk kitlelerini örgütleyen partinin silahlı avangardları...
Bu gördüklerimizden emin miyiz ?
Geçen yaz, Şah' ın siyasi ölümünün farkına varabilmek için peygamber olmak gerekmiyordu. Dinin bir uzlaşma biçimi değil, gerçek bir güç olduğunu saptamak için ise kahin olmak gerekmiyordu; öyle bir güç ki, tüm bir halkı, sadece Şah ve polisine karşı değil, rejimin bütününe, tüm bir yaşam tarzına, tüm dünyaya karşı ayağa kaldırıyordu. Fakat bugün dini hareket stratejisinin ne olduğu açık bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Uzun gösteriler, bazen kanlı olmakla beraber, mütemadiyen tekrarlanan, Şah' ın meşruluğunu ve siyasi sınıfın temsil edebilirliğini yok eden adli ve siyasi eylemlerdi. Milli Cephe nihayet boyun eğdi; Bahtiyar direnmeye çalıştı; Şah'tan, geri dönmeme vadiyle yurdu terk etmesini elde ederek, hak ettiğine inandığı meşruluğa kavuşmayı kurguladı. Ama tüm çabaları sonuçsuz kaldı.
İkinci engel Amerikalılardı. Gerçekten güçlü gözüküyorlardı. Neticede, onlar da geri çekildiler. Bu, hem güçsüzleştiklerinden, hem de çok hesap yaptıklarından böyle oldu: çok içli dışlı olduğu, can çekişen bir iktidarı desteklemek yerine, Şili' vari bir iktidarın yerleşmesini, iç çatışmaların şiddetlenmesini ve sonra da müdahale etmeyi öngörüyorlardı. Aynı zamanda, bölge rejimlerinin tümüne endişe veren bu hareket, Orta Doğu'da bir anlaşmanın hızlanmasını sağlayabilirdi de.
Filistin ve İsrailliler bunun farkına çabuk vardılar: Filistinliler, Ayatullahi, Kutsal Toprakları düşman elinden kurtarmaya çağırırken, İsrailliler Amerikalılara, hiçbir taviz verilmemesini öğütlüyorlardı.
Ordu engeli ne durumdaydı; birçok farklı akımın mücadele verdiği açıktı. Fakat Şah iktidarda iken, muhalefet için bir avantaj teşkil eden Ordu' nun bu felç durumu, akımların kendilerini serbest hissetmeleri ve iktidar boşluğu sebebiyle istedikleri gibi davranmaya itebilirdi. Bunun için Ordu ile erkenden parçalanmasına seyirci kalmayıp, hemen ittifak kurulmalı idi. Fakat klaş beklenenden daha çabuk geldi. Provokasyon, kaza... fark etmiyor. Ordu' nun şahinleri olarak niteleyebilecegimiz bir grup, Ayatullah' la ittifak kuran bir bölümüne hücum ederek, Ayatullah ile halk arasında basit bir kol kola yürüyüşün de ötesinde, açıkca bir bileşime sebep oldu. Devrimci ayaklanmaların zirve noktasını oluşturan silah dağıtımına bile başladı. Bu silah dağıtımıdır ki İran' ı iç savaştan kurtardı ve herşeyi altüst etti. Genel Kurmay, bölüklerinin önemli bir kısmının, kontrolünden çıktığını gördü; cephanelerde milyonlarca İranlıyı silahlandırmaya yetecek kadar silah vardı. Bu yüzden, Ordu' nun, halkın ( belki uzun yıllar elinde bulundurabileceği ) bu silahlara el koymasından evvel muhalefetle anlaşması gerekliydi. Dini liderler ise, Ordu' nun bu tavrı karşısında, derhal silahların geri verilmesini emrettiler.
Bugün durum budur; hiçbirşey belli değil.
Devrim zaman zaman bazı sıradan hatlarını belli ediyor.
Fakat olaylar hala ilginç bir biçimde belirsizliklerini koruyorlar.
Din adamlarıyla ittifak kuran ordu parçalanmaktan kurtularak ağırlığını mutlaka yeniden hissettirecektir:
değişik akımlar mücadelelerine perde arkasında devam edecekler.
Yeni rejimin yeni ''muhafizları'' nın kim olacağını bu mücadele belirleyecek. Bu mücadeleden galip çıkan Ordu mensupları yeni rejimi koruyacak ve bekasını sağlayacaklardır. Diğer bir uçta, şüphe yok ki herkes silahları vermek istemeyecek. Şah' ı tahtından indiren harekette rolü pek küçümsenmeyecek olan marksist-leninistler, büyük bir ihtimalle kitlelerin birliğinden sınıf mücadelesine geçmenin zamanının geldiğine inanıyorlar. Ordu' yla ittifakı ve ayaklanmayı gerçekleştiren 'avangard'' olmadıkları için, kuşku dolu bir ortamda da olsa, karar alabilen ve bilhassa duruma açıklık kazandıran güç olmak isteyeceklerdir. Stratejileri, daha iyi bölmek için ''sollamak'' olarak da nitelenebilir.
XX. yüzyılda varılabilmiş nadir devrimci gelişmelerden birinin sorumlusu olarak bu hareketin alacağı önemli bir karar vardı; silahsız bir halk tümüyle ayağa kalkıyor ve elleriyle ''güçlü'' bir rejimi deviriyordu. Fakat tarihi önemi bilinen bir ''devrim modeli'' nden kaynaklanmamakla beraber, daha çok Orta Doğu siyasi verilerini, dolayısıyla dünyanın stratejik dengesini sarsan bir devrim olacaktı bu. Şimdiye değin gücünü belirleyen öznelliği, gelecekte yayılmasını sağlayabilecek stratejiyi temsil edebilir.
Gerçekten de ''islami'' bir hareket olarak tüm bölgeyi alevlendirip, istikrarsız rejimleri yıkabilir ve hatta güçlüleri bile tedirgin edebilir. İslam sadece bir din değil, aynı zamanda bir yaşam tarzı, tarihe ve medeniyete aidiyet olarak da belirmektedir; bu, yüz milyonlarca insan için muazzam bir barut fıçısı da olabilir.
Dünden beri, tüm islam devletleri, seküler gelenekleri olanlar bile, içerden devrime uğratılabilirler. Gerçekten de, ''Filistin halkının hakları'' nın Arap halklarını hiç de ayağa kaldırmadığını kabul etmek zorundayız. Böyle bir davanın marksist-leninist-maocu referanslardan daha güçlü, islami bir hareketten ilham alması halinde, olaylar nasıl gelişirdi acaba ?
Buna karşılık olarak, Khomeyni' nin ''dini'' hareketi, eğer Filistin' in kurtarılmasını bir hedef olarak teklif etse ne gibi bir güç kazanabilir?
Şeria nehri artık İran'dan uzak akmıyor.
Michel Foucault 13 Şubat 1979
Dits et écrits II (1976-1988) kitabından
çeviren Arsen Ceyhan
Michel Foucault 13 Şubat 1979
İran Devrimine olan hayranlığı ve dini lideri Khomeyni' nin arkasında bütünleşmiş bir halk tasviri yüzünden M. Foucault eleştirilmiştir.
İktidar olgusu ve söyleminin kökenlerini sorgulayan bir filozof, kütüphanesini terk edip gerçek bir olguyu tetkik için kendini İran sokağına attığında iki şeyden endişe duyulabilir:
olgunun özgüllüğünü unutup kendi tezlerine bir kanıt arıyor olması, veya olgunun saf bir hayranı olmaktan başka birşey yapmaması.
halbuki, Foucault'nun İran Devrimi ile ilgili yazdığı gazete yazılarından, bu endişelerin yerinde olmadığı anlaşılır.
O, devrimle değil ayaklanmayla ilgilenmektedir...
Devrimi takiben beliren yeni düzenin değil, sadece ayaklanmanın, iktidarın bütünüyle reddinin hayranı ve gözlemcisidir.
Foucault saf bir aydın değildir. İlgilendiği, kurulu kokuşmuş düzenin reddi olgusudur.
İkinciGrup, Arap dünyasındaki ilkbaharın bize düşündürdüklerine katkı olması amacıyla , Michel Foucault' nun 1978 ile 1979 yıllarında İran' la ilgili bir seri yazısını yayınlayacak.
Bu yazilar türkçeye ilk defa çevrilmiş olacaklar...
M. Foucault Iran' a, devrim öncesinde ve devrim sonrasında birkaç seyahat yapmış, Corriere della Serra, Le Monde ve Le Nouvel Observateur gazetelerine yazılar vermıştir.
Yayınladığımız bu ilk yazı, Foucault' nun konuyla ilgili ilk yazısı değil;
Devrimden hemen sonra yazılmış ve Corriere della Serra'da yayınlanmıştır.
İslam, bir barut fıçısı / Michel Foucault / 13 Şubat 1979 / Corriere della Serra
11 Şubat 1979: İran Devrimi.
Bu cümleyi yarının gazetelerinde ve geleceğin tarih kitaplarında okur gibiyim. İran' ı altüst eden, 12 ay süren olağanüstü olaylar serisinden tanınmış bir sima belirmektedir. Bu, aynı zamanda uzun bir bayram ve yas serisidir de; milyonlarca insanın ''allah allah !'' nidaları, mezarlıklarda mollaların devrimci söylev ve duaları, kasetler dolusu vaizler, ve Paris banliyölerinden birinde her gün kibleye doğru diz çöken yaşlı bir adam: bütün bunlara devrim demek güçtü.
Fakat bugün kendimizi daha alışılmış bir dünya içerisinde hissedebiliyoruz: barikatlar, çalınan silahlar ve alelacele toplanan bir bakanlar kurulundan hemen sonra, halk , bakanlıkların camını bacasını kırmadan istifa eden bakanlar...
Tarih, sayfanın altına devrimi tasdikleyen kırmızı damgasını basıyordu. Din, perdeyi yırtarak önemli bir rol oynuyordu; mollalar siyahlı beyazlı cübbelerini sallaya sallaya dört bir yana serpiliyorlar; sahne değişiyor; esas oyun şimdi başlıyor; sınıf mücadelesi, halk kitlelerini örgütleyen partinin silahlı avangardları...
Bu gördüklerimizden emin miyiz ?
Geçen yaz, Şah' ın siyasi ölümünün farkına varabilmek için peygamber olmak gerekmiyordu. Dinin bir uzlaşma biçimi değil, gerçek bir güç olduğunu saptamak için ise kahin olmak gerekmiyordu; öyle bir güç ki, tüm bir halkı, sadece Şah ve polisine karşı değil, rejimin bütününe, tüm bir yaşam tarzına, tüm dünyaya karşı ayağa kaldırıyordu. Fakat bugün dini hareket stratejisinin ne olduğu açık bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Uzun gösteriler, bazen kanlı olmakla beraber, mütemadiyen tekrarlanan, Şah' ın meşruluğunu ve siyasi sınıfın temsil edebilirliğini yok eden adli ve siyasi eylemlerdi. Milli Cephe nihayet boyun eğdi; Bahtiyar direnmeye çalıştı; Şah'tan, geri dönmeme vadiyle yurdu terk etmesini elde ederek, hak ettiğine inandığı meşruluğa kavuşmayı kurguladı. Ama tüm çabaları sonuçsuz kaldı.
İkinci engel Amerikalılardı. Gerçekten güçlü gözüküyorlardı. Neticede, onlar da geri çekildiler. Bu, hem güçsüzleştiklerinden, hem de çok hesap yaptıklarından böyle oldu: çok içli dışlı olduğu, can çekişen bir iktidarı desteklemek yerine, Şili' vari bir iktidarın yerleşmesini, iç çatışmaların şiddetlenmesini ve sonra da müdahale etmeyi öngörüyorlardı. Aynı zamanda, bölge rejimlerinin tümüne endişe veren bu hareket, Orta Doğu'da bir anlaşmanın hızlanmasını sağlayabilirdi de.
Filistin ve İsrailliler bunun farkına çabuk vardılar: Filistinliler, Ayatullahi, Kutsal Toprakları düşman elinden kurtarmaya çağırırken, İsrailliler Amerikalılara, hiçbir taviz verilmemesini öğütlüyorlardı.
Ordu engeli ne durumdaydı; birçok farklı akımın mücadele verdiği açıktı. Fakat Şah iktidarda iken, muhalefet için bir avantaj teşkil eden Ordu' nun bu felç durumu, akımların kendilerini serbest hissetmeleri ve iktidar boşluğu sebebiyle istedikleri gibi davranmaya itebilirdi. Bunun için Ordu ile erkenden parçalanmasına seyirci kalmayıp, hemen ittifak kurulmalı idi. Fakat klaş beklenenden daha çabuk geldi. Provokasyon, kaza... fark etmiyor. Ordu' nun şahinleri olarak niteleyebilecegimiz bir grup, Ayatullah' la ittifak kuran bir bölümüne hücum ederek, Ayatullah ile halk arasında basit bir kol kola yürüyüşün de ötesinde, açıkca bir bileşime sebep oldu. Devrimci ayaklanmaların zirve noktasını oluşturan silah dağıtımına bile başladı. Bu silah dağıtımıdır ki İran' ı iç savaştan kurtardı ve herşeyi altüst etti. Genel Kurmay, bölüklerinin önemli bir kısmının, kontrolünden çıktığını gördü; cephanelerde milyonlarca İranlıyı silahlandırmaya yetecek kadar silah vardı. Bu yüzden, Ordu' nun, halkın ( belki uzun yıllar elinde bulundurabileceği ) bu silahlara el koymasından evvel muhalefetle anlaşması gerekliydi. Dini liderler ise, Ordu' nun bu tavrı karşısında, derhal silahların geri verilmesini emrettiler.
Bugün durum budur; hiçbirşey belli değil.
Devrim zaman zaman bazı sıradan hatlarını belli ediyor.
Fakat olaylar hala ilginç bir biçimde belirsizliklerini koruyorlar.
Din adamlarıyla ittifak kuran ordu parçalanmaktan kurtularak ağırlığını mutlaka yeniden hissettirecektir:
değişik akımlar mücadelelerine perde arkasında devam edecekler.
Yeni rejimin yeni ''muhafizları'' nın kim olacağını bu mücadele belirleyecek. Bu mücadeleden galip çıkan Ordu mensupları yeni rejimi koruyacak ve bekasını sağlayacaklardır. Diğer bir uçta, şüphe yok ki herkes silahları vermek istemeyecek. Şah' ı tahtından indiren harekette rolü pek küçümsenmeyecek olan marksist-leninistler, büyük bir ihtimalle kitlelerin birliğinden sınıf mücadelesine geçmenin zamanının geldiğine inanıyorlar. Ordu' yla ittifakı ve ayaklanmayı gerçekleştiren 'avangard'' olmadıkları için, kuşku dolu bir ortamda da olsa, karar alabilen ve bilhassa duruma açıklık kazandıran güç olmak isteyeceklerdir. Stratejileri, daha iyi bölmek için ''sollamak'' olarak da nitelenebilir.
XX. yüzyılda varılabilmiş nadir devrimci gelişmelerden birinin sorumlusu olarak bu hareketin alacağı önemli bir karar vardı; silahsız bir halk tümüyle ayağa kalkıyor ve elleriyle ''güçlü'' bir rejimi deviriyordu. Fakat tarihi önemi bilinen bir ''devrim modeli'' nden kaynaklanmamakla beraber, daha çok Orta Doğu siyasi verilerini, dolayısıyla dünyanın stratejik dengesini sarsan bir devrim olacaktı bu. Şimdiye değin gücünü belirleyen öznelliği, gelecekte yayılmasını sağlayabilecek stratejiyi temsil edebilir.
Gerçekten de ''islami'' bir hareket olarak tüm bölgeyi alevlendirip, istikrarsız rejimleri yıkabilir ve hatta güçlüleri bile tedirgin edebilir. İslam sadece bir din değil, aynı zamanda bir yaşam tarzı, tarihe ve medeniyete aidiyet olarak da belirmektedir; bu, yüz milyonlarca insan için muazzam bir barut fıçısı da olabilir.
Dünden beri, tüm islam devletleri, seküler gelenekleri olanlar bile, içerden devrime uğratılabilirler. Gerçekten de, ''Filistin halkının hakları'' nın Arap halklarını hiç de ayağa kaldırmadığını kabul etmek zorundayız. Böyle bir davanın marksist-leninist-maocu referanslardan daha güçlü, islami bir hareketten ilham alması halinde, olaylar nasıl gelişirdi acaba ?
Buna karşılık olarak, Khomeyni' nin ''dini'' hareketi, eğer Filistin' in kurtarılmasını bir hedef olarak teklif etse ne gibi bir güç kazanabilir?
Şeria nehri artık İran'dan uzak akmıyor.
Michel Foucault 13 Şubat 1979
Dits et écrits II (1976-1988) kitabından
çeviren Arsen Ceyhan