Azsonra Birazdan Şimdi Biz Türkiye'yiz. MarmaraYenikapı Ahsarla #etiket

11 Mart 2011 Cuma

Sosyal aptallık 12 03 2011 cumartesi Linç ederek var olabilen erkekler

YERiN Yedi KAT altı 12 03 2011 Ferhat Kentel Sosyal aptallık

Tek tek insanların aptal olup olmadıkları, hangi durumda aptal sıfatına layık oldukları hakkında ve bunun ne kadar ölçülüp ölçülemeyeceği konusunda bir fikrim yok.

 Herhalde birtakım testlerle falan bir şeyler ölçülüyordur.

Ya da

“Homer Simpson”

geninin etkisiz hale getirilmesiyle aptallığın ortadan kalkabileceğini iddia eden bilimsel çalışmalar da ciddiyet içeriyor olabilir.

Ama oldukça “göreli” olan, hatta insanın biyolojik özellikleriyle ilgisi çok şüpheli

olan, bireysel düzeyde “aptallık”tan ziyade sosyal grupların nasıl

aptallaşabildikleri ve bunun bireylerin üzerinde de etkili olduğunu düşünmek

bana daha anlamlı geliyor.

Yani tek tek insanların, beyinlerindeki ya da genel olarak biyolojilerindeki

kimyasal birtakım süreçlerden ötürü “aptal” olduklarını düşünmek yerine,

insanları, içinde yaşadıkları çevrelerin aptallaştırdıklarını düşünmek daha

“akıllıca” geliyor.

Yani insanlar aptal olmaz; sosyal gruplar ve toplumlar aptal olur, demek istiyorum.

Ve, hepimiz bir parça aptalız; pek akıllı olduğumuzu düşünürken özellikle...

Ve özellikle birbirimize benzer olanlarla birlikteyken; kendimizi doğrulayacak

birilerini bulduğumuz zaman;

başkalarından koptuğumuz, onlardan korktuğumuz

zaman...


Tarihte her dönemde, her türlü egemen yapının, devletin yaptığı da “uyum”,

“rıza”

 ya da

“biat”

 elde ederken, aslında

 “sosyal aptallık”

 halini tesis etmek ve

yeniden üretmekten başka bir şey değil.

Kendilerini akıllı sanan birileri bir süreliğine bütün insanları sosyal olarak aptallaştırabiliyorlar.

Çıkarlarını gizleyen

“yarı-bilgilerle”,

 fakat daha da önemlisi bu yarı-bilgileri

dayatabilecekleri kurumlara ve güce sahip oldukları için, örneğin tarihte olmuş

olan olayları olmamış gibi, olmamış olayları da olmuş gibi sunabiliyorlar.




Hatta sosyal aptallık öyle bir şey ki, bir şeyden hiç bahsedilmediği zaman, o olayın

“hiç olmamış”

 olduğuna bütün kalbinizle inanmanızı sağlıyor.

Ben bunun en çarpıcı örneğini bundan yirmi sene önce, yani

“kocaman adam”

olduğum zaman, yurtdışında, doktoramı yaparken, bir şok içinde yaşadım.

Türkiye’de yaşayan ve anadili Türkçeden başka bir dil olan azınlıklara karşı uygulanan

 “Vatandaş Türkçe konuş!”

politikalarını Paris’te, Türkiye’den göçmüş bir Beyaz Rus kadından duydum!

Doktora yapıyorum ya...

Hani bilim falan gibi bir şeylerle uğraşıyorum ya...

Tabii ki inanmadım!

Ben bilmiyorsam, yoktur yani!

Sosyal aptallık yani...

Sonra,

 “ne diyor bu kadın yahu!”

diyerek, daha ziyade onun gibilere
“sağlam”
bir cevap vermek gerekir diyerek, fazla bir çaba da harcamaya da gerek duymadan, bir iki satır okuduğumda, yüzümün kızardığını hatırlıyorum...

Sosyal aptallık; kimsenin bir şey söylemesine de gerek kalmadan, sırf inanılan genel geçer yarı-bilgilerle kendi kendine ehlileşmek, kendi kendine yasaklamak...


Ancak sosyal aptallık, sosyal mücadelelerle iyileşebilen bir hastalık.

Dayatılan yarı-bilgi karşısında, kuşkusuz gene hiçbir zaman mükemmel olmayan

alternatif bilgilerle, ulaştığımız başka insanlarla, egemenlerin tam olarak

saklamayı ya da yok etmeyi beceremedikleri ve karşımıza çıkan bilgi

kırıntılarıyla sosyal aptallığın sınırları zorlanıp, aşılabiliyor.

Bu yüzden örneğin zaman içinde, Kürtlerin varlığını zar zor da olsa “keşfedebildik”;

hâlâ inatla insanları aptal yerine koyarak
“akıllı”
olduklarını zanneden bekçilere rağmen, Ermenilerin 1915’te
 “büyük felakete”
maruz kaldıklarını öğrenebildik;

Dersim’i öğrendik;

 en kutsal görünen ve belki de bu kutsallık halesi nedeniyle en fazla sosyal aptallaştırma kapasitesine sahip kurumun içinde ne darbeler planlandığını öğrendik...


Sosyal aptallıktan çıkmak sadece tarihi yeniden okumakla sınırlı değil; geçerli sanılan beylik, militarist, ataerkil, ukala ve kibirli tavırlardan da çıkmak aslında...


Mesela Andy-Ar’ın araştırmasına göre, Bakanlar Kurulu’nun en çok sevilen

bakanları Ahmet Davutoğlu, Bülent Arınç ve Ertuğrul Günay...

 Bir şey ifade etmiyor mu?

 Diplomasi alanında yılların esiri olmuş zihniyeti aşıp,

Türkiye’yi Doğu’yla ve Batı’yla aynı anda düşünmemizin politikasını inşa eden

Davutoğlu, hükümetten vicdanın sesini yükselten Arınç...

Günay’a ilişkin ise gene Andy-Ar’ın araştırmasından bir not:

bir öncekine kıyasla şubat ayı araştırmasında Günay’ın beğenilme düzeyi yükselmiş.

Neden derseniz, hatırlayalım:

Başbakanın

 “ucube”

 bağlamında aldığı tavır karşısında ortamı yumuşatmaya

çalışırken, söylemiş olduğu sözlerin yalanlanmasına rağmen, almış olduğu

mütevazı tavırdan ötürü...

Yani kavgayı yatıştırmaya çalışan, kamuoyunda küçük düşürülme çabalarına

 rağmen, gene de kavgasız bir söyleme sahip çıkan bir büyük gönüllülükten ötürü...

Ve işte yok edilemeyen, ucuz polemiklere girilmeden de siyaset yapılabileceğine

 dair bilgi kırıntıları sayesinde sosyal olarak aptallığı aşıp, sosyal akıllılaşmanın

yollarını bulurken, tek tek insanların da aptal olamayacağını görüyoruz.

Ezberlere, kurusıkı atıp tutmalara itibar etmeyen bir toplumsal zamanda yaşıyoruz artık...



Diğer Ferhat Kentel Makaleleri:

   1. Sosyal aptallık - 12.03.2011
   2. Linç ederek var olabilen erkekler - 05.03.2011
   3. Ölüm tarlaları... - 26.02.2011
   4. Malatya’nın ekmeği - 19.02.2011
   5. İnsanlık onuru - 12.02.2011
   6. Küresel direniş – yerel utançlar - 05.02.2011
   7. Şimdiki zaman kutsal örtüyü yırtıyor - 29.01.2011
   8. Nefret nesnesi olarak ‘yetmez ama evetçi’ dil - 22.01.2011
   9. Dört yıla rağmen umut - 15.01.2011
  10. Efendilikten vazgeçmek - 08.01.2011
  11. Bu kadar gerilmeyin, sadece özgürlük istiyoruz... - 01.01.2011
  12. Maraş’tan ‘silikozis’e insan - 25.12.2010
  13. İnanmak - 18.12.2010
  14. İçiniz acımaz mı sizin - 11.12.2010
  15. WikiLeaks ya da zombi dilin sonu - 04.12.2010


Azsonra Birazdan Şimdi Biz Türkiye'yiz.