Savcı Doğan Öz, 24 Mart 1978'de katledildi 24 Mart 2011 Işıl Öz
“Ölmeyeceksin... Ölünce bu işin devamı yok...”
O, yalnız insanları sevdi.
Yalnız toplumun mutlu olmasını istedi.
Yalnız kendisinden verdi…
Bugün Ankara Cumhuriyet Savcı yardımcısı Doğan Öz'ün öldürülüşünün 33. yıldönümü...
Gerçek failler hâlâ yargılanabilir!!!
24 Mart 2011
Işıl Öz
Savcı Doğan Öz, 24 Mart 1978'de katledildi.
Tam da Kontrgerilla hakkında dava açmaya hazırlandığı sırada. Uğur Mumcu, Öz'ün öldürülmesiyle ilgili şöyle demişti:
“Doğan Öz, 1980 öncesinde 'cinayetleri nasıl durdururuz'
diye düşünen bir vatanperverdi.
O yıllarda Doğan Öz'ün kontrgerilla ile ilgili bir araştırması olduğunu, görüştüğü, soruşturduğu kişilerden duymuştuk.
Bu konuda çalıştığını ve bir dava açma hazırlığında olduğunu biliyordum.”
Öz, aslında bu hazırlığını bir rapor halinde dönemin Başbakanı Ecevit'e de sunmuştu:
“Amaç,
“şiddet ve anarşi eylemlerini yok”
etmek ve en doğal insan haklarını yaşanan bir gerçek durumuna getirerek toplumda can ve mal güvenliğini sağlamak, düşünce ve inanç özgürlüğünü korumak, demokrasiye bütün gerekleriyle işlerlik kazandırmaktır.
Ancak, yapılan aralıksız araştırmalarımız ve çalışmalarımız, yeni hükümet döneminde de sürüp giden, ilk bakışta can ve mal güvenliğini tehdit eder gibi görünen şiddet olayları
“anarşik eylemler”
olarak nitelenecek kadar basit değildir.
Gerçekten de bütün olup biten şudur:
Ülkemizde tek seçenek olarak
“Ecevit hükümeti ve onun, demokrasiye bütün gerekleriyle işlerlik kazandıracağına olan umutları”
kitlelerde Türkiye halkında yok etmek ve onun yerine faşist düzeni gündeme getirmek ve bütün unsurlarıyla yürürlüğe koymaktır.
Böylece ABD ve çok uluslu ortaklıklar Ortadoğu sorununu büyük ölçüde çözmek amacını gütmektedirler.
Bize göre, bu sonuca ulaşmada CIA, AID, İran ve İsrail gizli haber alma örgütleri,
kontr-gerilla gibi gizli örgütler yönlendirmekte olup bu örgütler, I. ve II. MC ile
devlet aygıtını geniş ölçüde kendi amaçlarına uygun biçimde dönüştürerek
demokrasi düşmanı akımları iktidar etmeyi öngörmüşlerdir.
Geniş halk kitlelerine girmeyi de AP’nin şemsiyesi altında MHP ve onun yan
örgütleri olan Ülkü Ocakları, Ülkü-Bir Ülkücü Teknik Elemanlar, İşçi Sendikaları
(MİSK) bazı işveren kuruluşları ve esnaf dernekleriyle gerçekleştirme çalışmaları
içinde görünmektedirler.
Örneğin, bir orta öğretim kurumu (Atatürk Lisesi gibi),
yüksek öğretim kurumu
(Gazi Eğitim Enstitüsü, Ticaret Turizm Yüksek Öğretmen Okulu, Yüksek Öğretmen Okulu, Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulu ve bazı fakülteler gibi),
Yurtlar (Site Öğrenci Yurdu ile İl Yurtları gibi), İşyerleri
(Devlet İstatistik Enstitüsü gibi) kuruluşlarda, gizli örgütlerce yönlendirilenler
OBA-OCAK-SANCAK gibi hiyerarşik örgüt yapısıyla çavuştan başlayarak
albaylığa kadar rütbeli kişiler çeşitli ideolojik eğitim koşullandırılmalarıyla
sistemli, köklü ve yaygın biçimde etkinlik göstermektedirler.
Legal yan kuruluşlarda başarılı görülenler illegal çalışmalara yönelmektedirler.
Bunlar bu işi aynı zamanda 10 bin TL.’den başlayarak ayda 30-40 bin TL.’sına kadar varan aylık ücretler de almaktadırlar.
Bunun için mali kaynaklar:
a. Okul ve yurtlardaki öğrencilerden alınan ayda 50 TL.’lik ödentilerle bağışlar,
b. Mahalle esnafından ve küçük zanaatkarlardan alınan bağış ve ödentiler,
c. İşe yerleştirilenlerden alınan rüşvetler ya da maaşın belli bir miktarı,
d. Mahalle arasından evlerden toplanan bağışlar,
e. Devlet ihalelerinden alınan yüzdeler,
f. Silah, afyon kaçakçılığı ile beyaz kadın ticaretinden vurulan vurgunlar,
g. Bazı iş çevrelerinden alınan bağışlar,
h. CIA, AID ve SAVAK gibi kuruluşlardan yapılan desteklemeler.
Şunu öncelikle bilmekte yarar var: Bütün bu çalışmalar içinde askeri ve sivil güvenlik güçleri vardır.
Kontr-gerilla, Genel Kurmay Harp Dairesi’ne bağlıdır. Kontr-gerilla, il ve ilçelerde seferberlik işlemini yürüten kurum olarak askerlik şubelerince yönetilmektedir.
Bu konuda en çok, aşamalı eğitimden geçen astsubaylar kullanılmaktadır.
Sivil güvenlik içinde de MİT elemanları ve I. Şb. görevlileri kullanılmaktadır. Her iki kesim de, Gerillaya karşı eğitim
( o inanç vardır ki, goşist sol hareketleri de bunlar yönlendirmekte ve sonra da bunlara karşı savaşım vererek tabanı kazanmakta ve demokrasiye karşı olan eğilimleri geliştirip örgütlemektedirler.)
İdeolojik eğitim, Halk içinde gelişme ve halktan kadrolar oluşturma eğitimi.
Bütün bu çalışmalar, siyasal planda MHP ve onun kadrolarınca yönetilmektedir.
Bu konuda bir örnek son 11 Aralık 1977 yerel seçimleridir.
Gerçekten de yerel seçimlerde motorize güçlerce hareketli bir grup oluşturma ve kırsal kesimde yerel yönetimlerde kazanılan mevzilerle şimdiden iktidar olmanın gerekleri, iklimi ve ortamı yaratılmaktadır.
Bu genel çerçevede cinayetleri, şiddet ve anarşik eylem nitelendirmelerini daha iyi anlamak olasıdır.
Konuya bu kapsamda yaklaşılmadıkça, öncelikle can ve mal güvenliğini
sağlamak, şiddet ve anarşi eylemlerini kaynağında kurutmak olanak dışı olduğu
gibi demokrasiyi tek seçenek olmaktan çıkartarak bütün kurumlarıyla faşizmi
kökleştirmek de gündeme gelecektir.
Gerçekten de şiddete karşı halkı örgütleme, kitleler içinde şiddeti
yoğunlaştırmama ile olanaklıdır. Bazı goşist sol akımlar gerçek hedefmiş gibi
gösterilerek, hedef saptırılarak sıkıyönetimi çağırma, seçimle, olmazsa darbeyle
iktidar olma demokratik yaşama biçimini yok ederek halkı sömürme seçeneği tek seçenek durumuna getirilme çalışmasıdır yapılan.
Durum bütün açıklığı ve acılığıyla ve saygıyla sunulur.”
Öz, bu raporu yazdıktan 2 ay sonra sözünü ettiği örgütlerce öldürüldü.
Mumcu, yakın dostunun akıbeti sorulduğunda şöyle diyordu:
“Öz'ü vurmaktan yargılanan sanığın avukatı, ısrarla Başbakanlığa, Genelkurmay Başkanlığı'na başvurdu.
Bence mahkeme burada derinleştirilmeliydi.
Fakat hiç üzerinde durulmadı. Bir yerde duvarlar örüldü.
Türk basını ne kadar yetenekli gazeteci varsa, görevlendirmeliydi, araştırmalıydı.
Maalesef kimse ilgilenmedi...
Ölmeyeceksin...
Ölünce bu işin devamı yok... Kimse o kapıları aşamadı...”
Yargılama Süreci
Sanık İbrahim Çiftçi
Ankara Savcılığınca 26.12.1978'de 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde
'Tasarlayarak adam öldürmek'ten (TCY. 457/4) açılmış, ancak sıkıyönetimin ilanı üzerine mahkeme tarafından 'görevsizlik kararı'yla sıkıyönetim mahkemesine gönderilen bir davadan bahsedeceğim size…
Bu dava, toplumumuzun en seçkin aydınlarından birinin eşsiz bir adalet adamının, devletin savcısının, güpegündüz, cadde ortasında katledildiği bir cinayetin davası...
Ankara Sıkıyönetim 1 Nolu Askeri Mahkemesi ilk kez 03.08.1979'da 'oybirliği ile sanık İbrahim Çiftçi'nin idamına karar vermiş.
Ankara Askeri Yargıtay 1. Dairesi bu kararı 'noksan soruşturma'dan bozmuş.
Yerel Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi oybirliği ile kararında direnmiş ve bunun üzerine As. Yargıtay, Daireler Kurulu oyçokluğu ile 1. Daire kararını yerinde bularak hükmü tekrar bozmuş.
Mahkeme eksikleri gidermiş, yeniden oybirliği ile idam kararı vermiş.
Askeri Yargıtay, 1. Dairesi, 3. kez gene 'noksan soruşturma' nedeniyle bozmuş.
Askeri Yargıtay Başsavcılığı ise, bu karara 'bozmada yasal isabet bulunmadığı' gerekçesiyle itiraz etmiş.
Askeri Yargıtay Daireler Kururu, yine Daireyi haklı bulmuş ve oyçokluğuğu ile hükmü tekrar bozmuş.
Yerel SıkıyönetimMahkemesi, noksanları tamamladıktan, keşif yaptıktan ve suça katılan Hüseyin Kocabaş hakkındaki dosyayı da getirtip birleştirdikten sonra yeniden ve 4. kez İbrahim Çiftçi hakkında oybirliği ile idam ve Hüseyin Kocabaş hakkında 12 yıl ağır hapis cezası vermiş.
Bu kez As. Y. 1. Dairesi, 1'e karşı 4 oyçokluğu ile kararı onamış.
Ancak o güne dek sürekli idam isteminde bulunan Başsavcılık, 1. Dairenin onama kararına karşı Daireler Kuruluna itiraz etmiş.
Başsavcılığın itirazı keşfin, bütün tanıkların aynı günde olay yerinde bulundurularak yapılması gerekirken, peyderpey yapılmasını usüle aykırı görmesi gerekçesine dayandığı ve Daireler Kurulu da bunu
'Esasa müessir'
bulmayıp istemi reddettiği halde, itirazın dışına çıkıp, davanın esası hakkında hüküm kurmuş: 'Hükmün bozulmasına ve İbrahim Çiftçi’nin tahliyesine karar verilmiştir'
Bu karara, Daireler Kurulu Başkanı ve 6 üye karşı oy kullanmış ve 'Sanık İbrahim Çiftçi’nin Doğan Öz’ü taamüden öldürdüğünün mevcut delillerle sübuta erdiği' kanısında olduklarını belirtmişler.
Ancak bir oy farkla da olsa, Daireler Kurulu'nun oyçokluğu ile aldığı bu karar üzerine Çiftçi tahliye edilmiş.
Yerel Askeri Mahkemenin buna direnmesi gerektiği, kararın haksız ve hukuka aykırı olduğu yolundaki ısrarlı itirazlara ve Yargıtay’a bu konudaki açık ve kesin içtihatlara karşın, yerel mahkeme bozmaya uymuş ve son hükmünde şöyle demiş:
“Sanık İbrahim Çiftçi'nin Doğan Öz'ü taammüden öldürdüğü mahkememizce sabit
görülmüş, ancak, As. Yargıtay Daireler Kurulu kararları mahkememizi bağlayıcı
nitelikte bulunduğundan sanık İbrahim Çiftçi hakkındaki 7/8 ' lik oyçokluğuna
dayanan bozma ilamına uyularak SIRF BU HUKUKİ ZORUNLULUK NEDENİYLE
sanık İbrahim Çiftçi'nin beraatine...”
Bu davada 18 tanık dinlenmiş. Ama bir tanesi olağanüstü önemde:
Tanık Hayati Doğan. Sanık Çiftçi, 5 kişi arasında karıştırılıp koridorda yürütülerek tanık Hayati'ye gösterildiğinde tanık önce sararmış, sendelemiş ve şöyle demiş:
“Buydu, buydu, Savcıyı vuran buydu...”
Çiftçi, sonradan MHP Genel Başkanlığı'na aday oldu.
Avukatı Can Özbay ise Mehmet Ali Ağca'nın avukatlığını üstlendi.
Doğan Öz'ün emekli hâkim olan eşi Sezen Öz’ün 2004’te, İçişleri'nin
“Sırlar yasal korumada”
açıklaması sonrası, “devlet sırrı uğruna” yakınlarını kaybeden binlerce aile adına sorduğu soru hala yanıt bekliyor:
“Eşlerimizin, evlatlarımızın öldürülmesiyle korunmak istenen sır neydi?”
Kızı Bengi Heval Öz, bugün yargı sürecinin yeniden başlaması için Avukatları Fethiye Çetin ile savcılığa suç duyurusunda bulunacaklarını söyledi ve ekledi:
“Anayasa değişikliğinde geçici 15. maddenin kaldırılması ile bize tanınan yasal hakkımızı talep edeceğiz.
12 Eylül 1980 darbesinin hazırlık aşamasında katledilen babamın hukuk savaşında yitirilmesinin ardından gelen Cunta Yönetimi bir gün bitti.
Ama Cuntanın Anayasası bir türlü gidemedi.
Türkiye Cumhuriyeti’nin başına musallat olan bu Anayasa 31 yıldır bizce failleri hiç de belirsiz olmayan siyasi cinayetlerin derin bir soruşturma ve adil bir yargılama sistemi ile öne alınmasını imkansız kılıyordu.
Tıpkı babamın raporunda belirttiği gibi, devletin en derin köşelerine kadar sızıldığı gerçeği bizce gün gibi, gündüz gibi belli olan faillerin yargılanmasını, 'mahkum edilmesini' imkansız kılıyordu. Sonuçta hem yargılayan, hem de mahkum olamazlardı...
Bize tanınan yeni hukuki haklarımızı kullanmak ve dosyamızın yeniden açılmasını talebimizle yine yargı önüne gidiyoruz.
Yakınları siyasi cinayetlerde kurban giden bizler, asıl failler tüm bağlantılarıyla ortaya çıkarılmadıkça devleti sorumlu göreceğiz, umarız bu yara bir an önce onarılır.”
“Ölmeyeceksin... Ölünce bu işin devamı yok...”
O, yalnız insanları sevdi.
Yalnız toplumun mutlu olmasını istedi.
Yalnız kendisinden verdi…
Bugün Ankara Cumhuriyet Savcı yardımcısı Doğan Öz'ün öldürülüşünün 33. yıldönümü...
Gerçek failler hâlâ yargılanabilir!!!
24 Mart 2011
Işıl Öz
Savcı Doğan Öz, 24 Mart 1978'de katledildi.
Tam da Kontrgerilla hakkında dava açmaya hazırlandığı sırada. Uğur Mumcu, Öz'ün öldürülmesiyle ilgili şöyle demişti:
“Doğan Öz, 1980 öncesinde 'cinayetleri nasıl durdururuz'
diye düşünen bir vatanperverdi.
O yıllarda Doğan Öz'ün kontrgerilla ile ilgili bir araştırması olduğunu, görüştüğü, soruşturduğu kişilerden duymuştuk.
Bu konuda çalıştığını ve bir dava açma hazırlığında olduğunu biliyordum.”
Öz, aslında bu hazırlığını bir rapor halinde dönemin Başbakanı Ecevit'e de sunmuştu:
“Amaç,
“şiddet ve anarşi eylemlerini yok”
etmek ve en doğal insan haklarını yaşanan bir gerçek durumuna getirerek toplumda can ve mal güvenliğini sağlamak, düşünce ve inanç özgürlüğünü korumak, demokrasiye bütün gerekleriyle işlerlik kazandırmaktır.
Ancak, yapılan aralıksız araştırmalarımız ve çalışmalarımız, yeni hükümet döneminde de sürüp giden, ilk bakışta can ve mal güvenliğini tehdit eder gibi görünen şiddet olayları
“anarşik eylemler”
olarak nitelenecek kadar basit değildir.
Gerçekten de bütün olup biten şudur:
Ülkemizde tek seçenek olarak
“Ecevit hükümeti ve onun, demokrasiye bütün gerekleriyle işlerlik kazandıracağına olan umutları”
kitlelerde Türkiye halkında yok etmek ve onun yerine faşist düzeni gündeme getirmek ve bütün unsurlarıyla yürürlüğe koymaktır.
Böylece ABD ve çok uluslu ortaklıklar Ortadoğu sorununu büyük ölçüde çözmek amacını gütmektedirler.
Bize göre, bu sonuca ulaşmada CIA, AID, İran ve İsrail gizli haber alma örgütleri,
kontr-gerilla gibi gizli örgütler yönlendirmekte olup bu örgütler, I. ve II. MC ile
devlet aygıtını geniş ölçüde kendi amaçlarına uygun biçimde dönüştürerek
demokrasi düşmanı akımları iktidar etmeyi öngörmüşlerdir.
Geniş halk kitlelerine girmeyi de AP’nin şemsiyesi altında MHP ve onun yan
örgütleri olan Ülkü Ocakları, Ülkü-Bir Ülkücü Teknik Elemanlar, İşçi Sendikaları
(MİSK) bazı işveren kuruluşları ve esnaf dernekleriyle gerçekleştirme çalışmaları
içinde görünmektedirler.
Örneğin, bir orta öğretim kurumu (Atatürk Lisesi gibi),
yüksek öğretim kurumu
(Gazi Eğitim Enstitüsü, Ticaret Turizm Yüksek Öğretmen Okulu, Yüksek Öğretmen Okulu, Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulu ve bazı fakülteler gibi),
Yurtlar (Site Öğrenci Yurdu ile İl Yurtları gibi), İşyerleri
(Devlet İstatistik Enstitüsü gibi) kuruluşlarda, gizli örgütlerce yönlendirilenler
OBA-OCAK-SANCAK gibi hiyerarşik örgüt yapısıyla çavuştan başlayarak
albaylığa kadar rütbeli kişiler çeşitli ideolojik eğitim koşullandırılmalarıyla
sistemli, köklü ve yaygın biçimde etkinlik göstermektedirler.
Legal yan kuruluşlarda başarılı görülenler illegal çalışmalara yönelmektedirler.
Bunlar bu işi aynı zamanda 10 bin TL.’den başlayarak ayda 30-40 bin TL.’sına kadar varan aylık ücretler de almaktadırlar.
Bunun için mali kaynaklar:
a. Okul ve yurtlardaki öğrencilerden alınan ayda 50 TL.’lik ödentilerle bağışlar,
b. Mahalle esnafından ve küçük zanaatkarlardan alınan bağış ve ödentiler,
c. İşe yerleştirilenlerden alınan rüşvetler ya da maaşın belli bir miktarı,
d. Mahalle arasından evlerden toplanan bağışlar,
e. Devlet ihalelerinden alınan yüzdeler,
f. Silah, afyon kaçakçılığı ile beyaz kadın ticaretinden vurulan vurgunlar,
g. Bazı iş çevrelerinden alınan bağışlar,
h. CIA, AID ve SAVAK gibi kuruluşlardan yapılan desteklemeler.
Şunu öncelikle bilmekte yarar var: Bütün bu çalışmalar içinde askeri ve sivil güvenlik güçleri vardır.
Kontr-gerilla, Genel Kurmay Harp Dairesi’ne bağlıdır. Kontr-gerilla, il ve ilçelerde seferberlik işlemini yürüten kurum olarak askerlik şubelerince yönetilmektedir.
Bu konuda en çok, aşamalı eğitimden geçen astsubaylar kullanılmaktadır.
Sivil güvenlik içinde de MİT elemanları ve I. Şb. görevlileri kullanılmaktadır. Her iki kesim de, Gerillaya karşı eğitim
( o inanç vardır ki, goşist sol hareketleri de bunlar yönlendirmekte ve sonra da bunlara karşı savaşım vererek tabanı kazanmakta ve demokrasiye karşı olan eğilimleri geliştirip örgütlemektedirler.)
İdeolojik eğitim, Halk içinde gelişme ve halktan kadrolar oluşturma eğitimi.
Bütün bu çalışmalar, siyasal planda MHP ve onun kadrolarınca yönetilmektedir.
Bu konuda bir örnek son 11 Aralık 1977 yerel seçimleridir.
Gerçekten de yerel seçimlerde motorize güçlerce hareketli bir grup oluşturma ve kırsal kesimde yerel yönetimlerde kazanılan mevzilerle şimdiden iktidar olmanın gerekleri, iklimi ve ortamı yaratılmaktadır.
Bu genel çerçevede cinayetleri, şiddet ve anarşik eylem nitelendirmelerini daha iyi anlamak olasıdır.
Konuya bu kapsamda yaklaşılmadıkça, öncelikle can ve mal güvenliğini
sağlamak, şiddet ve anarşi eylemlerini kaynağında kurutmak olanak dışı olduğu
gibi demokrasiyi tek seçenek olmaktan çıkartarak bütün kurumlarıyla faşizmi
kökleştirmek de gündeme gelecektir.
Gerçekten de şiddete karşı halkı örgütleme, kitleler içinde şiddeti
yoğunlaştırmama ile olanaklıdır. Bazı goşist sol akımlar gerçek hedefmiş gibi
gösterilerek, hedef saptırılarak sıkıyönetimi çağırma, seçimle, olmazsa darbeyle
iktidar olma demokratik yaşama biçimini yok ederek halkı sömürme seçeneği tek seçenek durumuna getirilme çalışmasıdır yapılan.
Durum bütün açıklığı ve acılığıyla ve saygıyla sunulur.”
Öz, bu raporu yazdıktan 2 ay sonra sözünü ettiği örgütlerce öldürüldü.
Mumcu, yakın dostunun akıbeti sorulduğunda şöyle diyordu:
“Öz'ü vurmaktan yargılanan sanığın avukatı, ısrarla Başbakanlığa, Genelkurmay Başkanlığı'na başvurdu.
Bence mahkeme burada derinleştirilmeliydi.
Fakat hiç üzerinde durulmadı. Bir yerde duvarlar örüldü.
Türk basını ne kadar yetenekli gazeteci varsa, görevlendirmeliydi, araştırmalıydı.
Maalesef kimse ilgilenmedi...
Ölmeyeceksin...
Ölünce bu işin devamı yok... Kimse o kapıları aşamadı...”
Yargılama Süreci
Sanık İbrahim Çiftçi
Ankara Savcılığınca 26.12.1978'de 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde
'Tasarlayarak adam öldürmek'ten (TCY. 457/4) açılmış, ancak sıkıyönetimin ilanı üzerine mahkeme tarafından 'görevsizlik kararı'yla sıkıyönetim mahkemesine gönderilen bir davadan bahsedeceğim size…
Bu dava, toplumumuzun en seçkin aydınlarından birinin eşsiz bir adalet adamının, devletin savcısının, güpegündüz, cadde ortasında katledildiği bir cinayetin davası...
Ankara Sıkıyönetim 1 Nolu Askeri Mahkemesi ilk kez 03.08.1979'da 'oybirliği ile sanık İbrahim Çiftçi'nin idamına karar vermiş.
Ankara Askeri Yargıtay 1. Dairesi bu kararı 'noksan soruşturma'dan bozmuş.
Yerel Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi oybirliği ile kararında direnmiş ve bunun üzerine As. Yargıtay, Daireler Kurulu oyçokluğu ile 1. Daire kararını yerinde bularak hükmü tekrar bozmuş.
Mahkeme eksikleri gidermiş, yeniden oybirliği ile idam kararı vermiş.
Askeri Yargıtay, 1. Dairesi, 3. kez gene 'noksan soruşturma' nedeniyle bozmuş.
Askeri Yargıtay Başsavcılığı ise, bu karara 'bozmada yasal isabet bulunmadığı' gerekçesiyle itiraz etmiş.
Askeri Yargıtay Daireler Kururu, yine Daireyi haklı bulmuş ve oyçokluğuğu ile hükmü tekrar bozmuş.
Yerel SıkıyönetimMahkemesi, noksanları tamamladıktan, keşif yaptıktan ve suça katılan Hüseyin Kocabaş hakkındaki dosyayı da getirtip birleştirdikten sonra yeniden ve 4. kez İbrahim Çiftçi hakkında oybirliği ile idam ve Hüseyin Kocabaş hakkında 12 yıl ağır hapis cezası vermiş.
Bu kez As. Y. 1. Dairesi, 1'e karşı 4 oyçokluğu ile kararı onamış.
Ancak o güne dek sürekli idam isteminde bulunan Başsavcılık, 1. Dairenin onama kararına karşı Daireler Kuruluna itiraz etmiş.
Başsavcılığın itirazı keşfin, bütün tanıkların aynı günde olay yerinde bulundurularak yapılması gerekirken, peyderpey yapılmasını usüle aykırı görmesi gerekçesine dayandığı ve Daireler Kurulu da bunu
'Esasa müessir'
bulmayıp istemi reddettiği halde, itirazın dışına çıkıp, davanın esası hakkında hüküm kurmuş: 'Hükmün bozulmasına ve İbrahim Çiftçi’nin tahliyesine karar verilmiştir'
Bu karara, Daireler Kurulu Başkanı ve 6 üye karşı oy kullanmış ve 'Sanık İbrahim Çiftçi’nin Doğan Öz’ü taamüden öldürdüğünün mevcut delillerle sübuta erdiği' kanısında olduklarını belirtmişler.
Ancak bir oy farkla da olsa, Daireler Kurulu'nun oyçokluğu ile aldığı bu karar üzerine Çiftçi tahliye edilmiş.
Yerel Askeri Mahkemenin buna direnmesi gerektiği, kararın haksız ve hukuka aykırı olduğu yolundaki ısrarlı itirazlara ve Yargıtay’a bu konudaki açık ve kesin içtihatlara karşın, yerel mahkeme bozmaya uymuş ve son hükmünde şöyle demiş:
“Sanık İbrahim Çiftçi'nin Doğan Öz'ü taammüden öldürdüğü mahkememizce sabit
görülmüş, ancak, As. Yargıtay Daireler Kurulu kararları mahkememizi bağlayıcı
nitelikte bulunduğundan sanık İbrahim Çiftçi hakkındaki 7/8 ' lik oyçokluğuna
dayanan bozma ilamına uyularak SIRF BU HUKUKİ ZORUNLULUK NEDENİYLE
sanık İbrahim Çiftçi'nin beraatine...”
Bu davada 18 tanık dinlenmiş. Ama bir tanesi olağanüstü önemde:
Tanık Hayati Doğan. Sanık Çiftçi, 5 kişi arasında karıştırılıp koridorda yürütülerek tanık Hayati'ye gösterildiğinde tanık önce sararmış, sendelemiş ve şöyle demiş:
“Buydu, buydu, Savcıyı vuran buydu...”
Çiftçi, sonradan MHP Genel Başkanlığı'na aday oldu.
Avukatı Can Özbay ise Mehmet Ali Ağca'nın avukatlığını üstlendi.
Doğan Öz'ün emekli hâkim olan eşi Sezen Öz’ün 2004’te, İçişleri'nin
“Sırlar yasal korumada”
açıklaması sonrası, “devlet sırrı uğruna” yakınlarını kaybeden binlerce aile adına sorduğu soru hala yanıt bekliyor:
“Eşlerimizin, evlatlarımızın öldürülmesiyle korunmak istenen sır neydi?”
Kızı Bengi Heval Öz, bugün yargı sürecinin yeniden başlaması için Avukatları Fethiye Çetin ile savcılığa suç duyurusunda bulunacaklarını söyledi ve ekledi:
“Anayasa değişikliğinde geçici 15. maddenin kaldırılması ile bize tanınan yasal hakkımızı talep edeceğiz.
12 Eylül 1980 darbesinin hazırlık aşamasında katledilen babamın hukuk savaşında yitirilmesinin ardından gelen Cunta Yönetimi bir gün bitti.
Ama Cuntanın Anayasası bir türlü gidemedi.
Türkiye Cumhuriyeti’nin başına musallat olan bu Anayasa 31 yıldır bizce failleri hiç de belirsiz olmayan siyasi cinayetlerin derin bir soruşturma ve adil bir yargılama sistemi ile öne alınmasını imkansız kılıyordu.
Tıpkı babamın raporunda belirttiği gibi, devletin en derin köşelerine kadar sızıldığı gerçeği bizce gün gibi, gündüz gibi belli olan faillerin yargılanmasını, 'mahkum edilmesini' imkansız kılıyordu. Sonuçta hem yargılayan, hem de mahkum olamazlardı...
Bize tanınan yeni hukuki haklarımızı kullanmak ve dosyamızın yeniden açılmasını talebimizle yine yargı önüne gidiyoruz.
Yakınları siyasi cinayetlerde kurban giden bizler, asıl failler tüm bağlantılarıyla ortaya çıkarılmadıkça devleti sorumlu göreceğiz, umarız bu yara bir an önce onarılır.”