Azsonra Birazdan Şimdi Biz Türkiye'yiz. MarmaraYenikapı Ahsarla #etiket

3 Mayıs 2011 Salı

Nabi’ye notlar 1 21 04 2011 öyle demokrat ve özgürlükçü bir gerçek Marx da yok aslında

Halil Berktay Nabi’ye notlar 1 seri yazı OKUMA NOTLARI 21 04 2011

Nabi Yağcı’yla, siyasî değil ama teorik ve tarihsel konulardaki anlaşmazlıklarım bazen artış gösteriyor.
 Uzun süre pek bir şey olmuyor.
Derken, Nabi’nin yazılarında (tabii bana göre) bazı hatâlar beliriyor.
Ben asıl
“Türk Tarih Tezi çökerken”de (4 nisan) gördüğüm yanlışlara değinecektim.
 Fakat şimdi bunlara, bir anlayış sorunu da katılmışa benziyor.

16 Nisan 2011 (cumartesi) günkü “Sol’un zamanı geliyor mu ?”
yazısının girişini doğrusu çok şaşarak okudum :

“[HB] ...arada bir Marx’tan söz etmeme takılmış.

Gazete yazılarımda Marksizm gibi kapsamlı anlatım gerektiren konulara ve tartışmalara girmem pek, çünkü konunun hakkı verilemez.

 Başka yerlerde yazıyorum, konuşuyorum.

Onları okumuş olsaydı, anlıyorum ki, görüşlerime yine katılmayacaktı fakat en azından arada bir Marx’tan söz etmemin damarımın kabarmasıyla, yani inatla hiçbir ilgisinin olmadığını anlayabilirdi.”

Allah allah, dedim kendi kendime, sevgili Nabi, senin veya başka herhangi birinin Marx’a değinmesini yanlış bulacağımı nasıl düşünebilirsin ?

Benim, gazete yazılarında Marx ve Marksizm gibi konulara girmek zordur gibi bir varsayımım da yok, üstelik.

Bana göre her konu, makro-sorunları unsurlarına bölüp ayrıştırır, üslûp ve yaklaşımını doğru tutturur, açıklamalarını yeterince yoğunlaştırabilirsen, her yerde yazılıp tartışılabilir.

Nitekim Taraf çıkalı beri, ben sürekli
 (ve Nabi’ye kıyasla çok daha sık)
giriyorum, Marksizmin sorunlarına.
Kendim bu kadar Marx konuşurken, Nabi’nin Marx’tan söz etmemesini isteyebilir miyim ?

Ve ikincisi, benim gerçekte ne dediğim, nasıl olur da bu kadar yanlış anlaşılabilir, bu şekilde özetlenip aktarılabilir ?

Ben, tam da Nabi’nin
 “başka yerlerde”
 yazıp konuştuklarını

(bazı web sitelerine düştüğünde)

 okuduğum ve
“biz Marx’ı yanlış okuduk”
leitmotif’inin sürekli tekrarlandığını gördüğüm için,
 “Kimin Kürdü”nün (9 nisan) bir noktasında şöyle yazmıştım :

“...bazen Nabi’nin de bir ’gerçek Marksizm’ damarı tutuveriyor.

Marx’ı yanlış okuduk, diyor örneğin.

Yani (Althusser ve öğrencilerinin, Balibar ve Ranciere’lerin bir ara herkesi

inandırmaya çalıştığı gibi) ’doğru’ okusaydık bunlar olmayacak mıydı ?”

 Buraya nasıl geldiğimi de hatırlatayım :

BDP-DTK’nın

 “AKP kendi Kürdünü yaratmaya çalışıyor”

 söyleminin ardındaki, kısmen açık kısmen örtük

“tek gerçek Kürt vardır ve o da bizim Kürdümüzdür”

varsayımını eleştiriyordum.

Bu bağlamda, bütün

“gerçek Türk, gerçek Kürt, gerçek işçi, gerçek Müslüman, gerçek Atatürk ve Atatürkçülük, gerçek Marx ve Marksizm”

söylemlerinin aynı derecede idealist ve tarih dışı olduğunu vurgulamış;

özel olarak Binnaz Toprak’ın kendi tercih ettiği Müslümanlığa “gerçek İslâm” demesindeki sübjektivizme dikkat çekmiş; ancak ondan sonra, Nabi’nin tavrında da benzer bir sakatlık gördüğümü belirtmiş; bunun,

“Kuran’ın doğru yorumu [=okunuşu]”

cihatçılığa imkân vermez tarzı
 “gerçek İslâm”cılıktan pek bir farkı olmadığının altını çizmiştim.

Şimdi sevgili Nabi, tekrar soruyorum;

 nasıl olur da bunları, senin Marx’tan söz etmene bir sataşma gibi anlayabilir ve gösterebilirsin ?

Benim neye karşı çıktığım çok açık değil mi ?

Komünizmin belirginleşen olumsuzlukları, derinleşen krizi ve nihayet çöküşü karşısında,

“neyi kurtarabiliriz”

arayışı onyıllardır mevcut.

Maalesef pek çok durumda bu arayış,

 “şu fikir ve pratikler net olarak yanlıştır, artık almıyor ve alıkoymuyor, bu fikir mirasını reddediyoruz;
buna karşılık şu fikirleri doğru buluyor, alıyor ve koruyoruz”

 netliği ve dürüstlüğü içinde yürütülmüyor.

 Bunun yerine hâlâ, her nasılsa “temiz” kaldığı varsayılan bir
“kurucu”nun manevî otoritesine sığınmak tercih ediliyor.

 Kimine göre Troçki’ye kadar her şey yolunda; kötülük Stalin’le başlıyor.

Kimine göre Lenin iyi (ve iyi bir sentez), ama sonra Stalin-Troçki kutuplaşması her şeyi çarpıtıyor.

Kimine göre sadece Marx iyi;
buna karşılık bizatihî Lenin ve Leninizm, Marksizmi raydan çıkarıyor.

Bu son stratejinin de

“hangi Marx”

ve

“Marx’ı nasıl okumalı”

 etrafında dönen alt-varyantları var.

1960’larda Louis Althusser ve öğrencileri
(Etienne Balibar, Jacques Ranciere, Roger Establet ve Pierre Macherey; bkz. Lire le Capital, 1965), Fransız Komünist Partisi’nin Stalinist dogmatizm ve kemikleşmesine karşı, bir “doğru okuma” hareketi yarattılar.

 Onlara göre, Marx’ın özü doğruydu; ne ki, bir yerden itibaren “yanlış okunmuş”
ve bu da çizgisel, ekonomik determinist bir ortodoksiye [= reel sosyalizm] yol açmıştı. Oysa “doğru okunmuş” olsaydı ve bugün bile doğru okunacak olsa, bu hatâlar giderilebilecek;
farklı ve çok daha iyi bir uluslararası komünist hareket kurmak mümkün olacak(tı).

Bence bu çeşitli açılardan çok yanlış ve tam bir hayal, ham bir hayal.

Bir kere, tekrar edeyim, sosyalizmin başarısızlığının
“Marx’ı yanlış okumak”tan kaynaklandığı kadar sakat bir idealizm az bulunur.

 İkincisi, bana göre Lenin pekâlâ iyi bir Marksistti, Stalin de iyi bir Leninist.
Çünkü üçüncüsü, öyle demokrat ve özgürlükçü bir
 “gerçek Marx”
da yok aslında.

Dördüncüsü, bu koşullarda, Marx’ta ne doğru, ne yanlış diye soracağımıza Marx’ın hangi okunuşu doğru, hangisi yanlış diye sormak, bizi hiçbir yere götüremeyecek bir entellektüel cesaretsizlik, yüzeysellik ve sığlığa saplanıp kalmak anlamına geliyor.

www.taraf.com.tr
Azsonra Birazdan Şimdi Biz Türkiye'yiz.