Althusser'in mektupları Jean Birnbaum Le Monde 27 Mayıs 2011
Althusser'in mektupları Jean Birnbaum Le Monde 27 Mayıs 2011
Mektuplarında tamamiyle belirgin olan boşluk saplantısının, Althusser'in teorik eseriyle çok yakın ilişkisi vardır.
Bu yüzden Hélène'e Mektuplar ( Letres à Hélène ) bizi eski bir soruya tekrar götürüyor: her iki Althusser, yani teorisyen ve manyako-depresif olanı, hiçbir çelişki ve kopukluğa yer vermeden, aynı şahsiyet içerisinde bulunmuyor mu ?
Mektupları bitirdiğimizde, bu iki Althusser'i birleştirenin 'uçurum sarhoşluğu' olduğunu görüyoruz.
Başka bir deyişle, Althusser'in düşünce dünyasında, yeni bir ilişki kurmak için eski ilişkilerin koparılması şart;
Althusser için, yok etme, yegane yaratma eylemi, ve nihayet yegane sevgi kanıtı olarak belirmektedir .
Filizof Louis Althusser'in ( 1918-1990 ) karısı Hélène Rytmann'a yazdığı mektuplar yayınlandı. ( Lettres à Hélène ) Bu mektuplar II. Dünya savaşı sonrasında başlıyor.
Marksist filozof sosyolog Rytmann'a yeni rastlamıştı. Son mektuplar, karısını bir çılgınlık anında boğduğu 1980 yılında yazılmış. Bu mektupların her biri bir inci; XX.yüzyılın ikinci yarısının en önemli filozoflarından biri tarafindan yazılmış; ayrıca unutmayalım Althusser'in gerçek bir manyako- depresif olduğunu.
Bu mektuplar gerçek bir lirizm ve zalimlik içermektedirler. Gözlemlenen, yaratma ve yok etme arasındaki diyalektik ilişki mektuplara tüm edebi değerlerini vermektedir. Bir çift'in, varlığını sürdürebilmesi için bireylerin kendi kendilerini yok etmeleri gerektiği gerçeği çıkmaktadır Althusser'in kaleminden.
Filozof, çift'i siyasi partiye benzetmekte ve kırılganlığının altını çizmektedir.
Gençliğinde bağlı olduğu radikal katoliklikten bilimsel marksizme geçen Althusser çok erken yaşta ruhsal buhranlar geçirmeye başlamıştı. Fransız Komünist Partisinden bilinmeyen sebeplerle atılmış olan Rus asıllı karısı ise ruhsal olarak kendisinden aşağı kalır hali yoktu.
Althusser'in yakını diğer bir filozof Jean Guitton, Hélène Rytmann için ''mutlak bir mistik'' diyordu. Bu bakımdan, Althusser ile Rydmann arasındaki aşk, cinsellikten çok metinseldi. Aralarındaki mektuplar gerçekten kağıt üzerinde bir tatmini, yaşamlarını doldurmak için boşluk yaratma arzusunu dile getiriyorlardı.
''Canlı yoldaşım, seni kollarıma alıyorum'' diyor ilk mektup. Tabii ki, tüm mektupları, bilinen kanlı sonun ışığı altında okuma eyilimi doğal olarak kendini kabul ettirir. Son derece temkinlidir; sıra sıra büyüleyici ve mizah dolu bir üsluba sahip olan Althusser bazan felsefe ve politikadan bahseder. Fransız Komünist Partisi Genel Sekreterinden, partinin, Afganistanın Sovyetler tarafindan işgalini desteklemesinden söz açsa da, genellikle konu karısıyla olan ilişkilerdir. Yazmakta oldugu kitabın ilerleyip ilerlemediğini sorar; kitabına bir isim teklifinde bulunur. Pratik seyahat nasihatları verir.
Bilhassa mektupların çoğunluğu filozofun yaşamını temelinden sarsan ''iç fırtınalar'' la doludur: Althusser, psikyatrlarla olan ilişkilerini anlatır, konuşmalarının detaylarını verir, elektroşok ve anti-depresörlerden bahseder. Her mektupta, Normal Sup okulunun meşhur hocasının, mutlak bir alıklaşma ( ''gece iyi uyuyorum, fakat gündüz değil'' ) ile hezeyanlı bir faaliyet ( ''bisiklet, plaj, yüzme'' ) arasında gidip geldiğini görüyoruz; ''cinlerim'' dediği karanlık güçleri zapt edip edemediğini adım adım takib edebiliyoruz.
Mektuplar boyunca bu cinlerin kavgayı kazandıkları ortaya çıkmaktadır. Bu açıdan, 1961 yılı önemli bir dönemeç oluşturmaktadır. Bu tarihten itibaren, belirtiler çoğalmakta, sentaks karmaşıklaşmakta, kelimeler krize girmektedirler. Haliyle, tamamen baş döndürücü bir yazı üslubu gelişir. Bazan hiçbir virgüle rastlamayız. Bazı mektuplarda, bugün cep telefonlarında yazılan mesajlarda kullanılana benzer bir imla ( imla yokluğu ) gözlemlenir. Dil'in bu bozulma sürecine paralel olarak, Althusser'in muhayilesinde karısının dönüşümlerini de fark ederiz; yavaş yavaş, Hélène, karısı olmaktan çıkar, sırdaşı, kızkardeşi veya yabancılaşmış yoldaşı olurverir. Öyle ki, karısına karşı gösterdiği şefkat giderek muğlaklaşmaktadır: tutkunun yazarı, giderek zulümün de yazarı olmaktadır.
Bu andan itibaren, Althusser metreslerinden bahsetmeye başlar; bununla beraber, Hélène'i de kaybetmek istemez, devamlı rehin olarak elinde tutmaya çalışır, devamlı beslediği şefkatten söz açar. ''35 yıl boyunca, çok büyük bir haksızlık ettiğini'' ve 'provokasyonlara son vereceğini'' iler sürerek ''bunu telafi edeceğı'' sözünü verir.
Halbuki ufukta gözüken, tamamen başka bir olgudur; ''boşluk sarhoşluğu'' dur; 16 Kasım 1980 tarihinde gerçekleştireceği cinayettir. On iki yıl evvel ''diğer yarım'' diye adlandırdığı Hélène'e şunu yazmaktadır: ''her sabah aynı şey: yarısı kesilmiş bir odada uyanır gibiyim ve bir parça eksik, boşluk.''
Diğer yandan bu boşluk saplantısının, Althusser'in teorik eseriyle çok yakın ilişkisi vardır. Bu teorik eserden esinlendiklerini söyleyen Fransa ve dışında birçok filozof var: Alain Badiou, Jacques Rancière, Pierre Macherey bunlardan birkaçı.
Fakat, bundan böyle bu eser gizemli ve paradoksal bir nitelik kazanmakta, her an dağılma tehlikesiyle karşı karşıya bulunmaktadır. Bu yüzden 'Hélène' e Mektuplar' ( Letres à Hélène ) bizi eski bir soruyu tekrar sormaya itmektedir: her iki Althusser, yani teorisyen ve deli olanı, hiçbir çelişki ve kopukluğa yer vermeden, aynı şahsiyet içerisinde bulunmuyor mu ?
Mektupları bitirdiğimizde, bu iki Althusser'i birleştirenin ''uçurum sarhoşluğu'' olduğunu görüyoruz. Başka bir değişle, Althusser'in düşünce dünyasında, yeni bir ittifak kurmak için eski ilişkilerin koparılması şart; yok etme, yegane yaratma eylemi, ve nihayet yegane sevgi kanıtı olarak belirmektedir.
Jean Birnbaum Le Monde 27 Mayıs 2011
Althusser'in marksizme katkısına giriş
Bizde, 1960 ve 70'li yıllarda, bilimsel sosyalizm mi, yoksa her toplumun özsel niteliklerini göz önünde bulunduran sosyalizm mi, diye tartışma konusu olan sorunsal, hiç kuşku yok ki Althusser'in marksist çalışmalarıyla bir hayli aydınlık kazanmıştı.
Althusser, hemfikir olunsun veya olunmasın, o dönem, önemli bir gerçeği Türk Sol' unun gözleri önüne seriyordu; neydi bu gerçek ?
Bizde her konu ve alanda olduğu gibi, toplumsal sorunlar ve sosyalizm söz konusu olduğunda, doğru dürüst bir teoriye sahip olmayışımızdı.
Bu eksikliği, her zamanki gibi taklit yoluyla telafi etmekteki ve uyur gezer yalanlara inanmaktaki kabiliyetimizin üzerine yoktu;
türk toplumunun XXI. yüzyılda, sorunsalları değişti, fakat maalesef aydınlarının taklite ve uyur gezerliği yatkınlıkları pek değişmedi.
Yapısalcılığın babası farz edilen dilbilimci Ferdinand Saussure' ün ( 1857-1913 ) başlangıçta yaptığı 'yapı' tanımı, yapının farklılık temelli niteliğini, yani kendisinden bağımsız olarak ögelerini tanımlamanın imkansızlığını öne çıkarıyordu.
Böylece toplumlar, diller, bir bütün olarak ele alındıklarında, kendilerini aşan ve onları belirleyen bir ilişkiler ağı içinde bulunurlar.
Claude Lévi-Strauss'un ( 1908-2009 ) ''asli yapılar'' mevhumu ise, herhangi bir kismi yapının dışında ve ondan bağımsız olarak tanımlanabilir tarih-aşırı sabitleri işin içine sokarak, bu ilkeyi açıktan ihlal etmişti.
Louis Althusser ( 1918-1990 ), işte bu tarih-aşırılığı ve toplumsal yapıların birliğine ve gelişimine yön veren her türlü ''orijinal öz'' ü reddedecekti.
Bu tür her özün reddi ayni zamanda homojen ve eşzamanlı bir tarihsel sürecin de reddidir. Bu birleştirici zaman yerine Althusser tarihte
( Fernand Braudel'in ( 1902-1985 )
işaret ettiği gibi ) çeşitli zamanlar gözlemlediğimizi ileri sürer.
Ve bu zaman çeşitliliği, bir yapı çeşitliliğine, genelde tanımlanamaz, ancak 'içlerindeki her basit kategoriye anlamını veren'' yapılara gönderme yapar. Her ''yapı'' kendi dışına gönderme yapan değil, tüm ögelerini farklılık temelli tanımlayan ve kendi iç zamanını sergileyen yapılaşmış bir birliktir.
İşte Althusser'in toplumsalı düşünürken, temel kuramsal kavram olarak yerleştirmek istediği bu yapı' dır.
Althusser'e göre, bu yapılaşmış birlik ''gerçek nesnenin gerçek parçası'' nın ya da tecrübe sorunsalının koyduğu ''özsel olmayan'' a karşıt ''özsel olan'' ın keşfi değil, ''kuramsal pratiğin'' yani gerçek bilimin ürünüdür.
Kuramsal pratik, üzerinde çalıştığı nesne veya toplum, ( yani ham madde ) ile tarihsel ilişkileri birleştirir.
Althusser' e göre, kuramsal pratik kendi ham maddesinden kopar ve katı bir akılcı işlemi tabi kılınırsa ancak ''gerçegi'' yeterince betimleyebilir.
Böylelikle Althusser ''ideolojik kurgular'' ın aldatmacalalari karşısında ''gerçek bilim'' olarak yeniden doğan bir nesnelciliği benimser.
Althusser bunu bir Marx ( 1818-1883 ) yorumu olarak sunar.
Ona göre farklılık temelli yapı kavramını öneren Marx' tır:
Marx bir yandan, sadece Idea' dan degil Ekonomiden de birbiri ardından gelen zamanlar türetme ilkesini korurken Hegel' in ( 1770-1831 ) diyalektiğinden köklü bir biçimde kopmuştur.
Althusser, ikinci döneminde Marx' ın Hegel' den tamamen koptuğunu düşünerek, genç ve olgun Marx ayrımını yapar.
Marx, olgunluk dönemi çalışmalarında ve özellikle Kapital' de, Althusser' in açıkça geliştirdiği yapı türünü örtük olarak kullanır.
Kapitalist veya her türlü üretim tarzı, üstyapı kadar, üretim ve ekonomiyi de bünyesine alan bir yapı olarak görülebilir.
Althusser, yapı tanımı ve radikal tarihselciliğe karşı oluşuna rağmen, Marx' ın ekonomiye ve özellikle üretime atfettiği belirleyici rolü ve ayrıca bu rolün tarih-aşırı sabitliğini muhafaza etmek ister.
Ekonominin, farklılık temelinde tanımlanmış, tarihsel olarak ayrı yapısal bütünlerde ( üretim tarzında ) belirleyiciliğini koruduğunu göstermek için, Althusser, ekonomi kavramını verili birşeymiş gibi değil,
'her üretim tarzında kurulmak zorunda olan'' bir kavram olarak düşünür.
Ve hatta ekonomi, ancak,
''toplumsal yapının hangi kertesinin belirleyici olacağını gösterdiği anlamda'' belirleyici olabilir. Eğer ekonomi kategorisi gerçekten her yapısal bütün için kurulmak zorundaysa, a priori bir belirlenim iddia edilemez.
Lévi-Strauss' un birleştirici kategorisini ve her tür Hegelci özü reddedilirse, ekonominin tarih-aşırı belirleyiciliği ayakta kalamaz.
Althusser bu çelişkili ögeler arasında bir uzlaşma yaratma çabasındadır.
Buna uygun olarak, hiçbir üretim tarzı, a priori olarak belli bir tarih-aşırı değişmez ögeler varsayımı olmaksızın var olamaz.
Etienne Balibar 'ın ( 1942 ), Althusser' le ortaklaşa yazdıkları ''Kapital' i okumak'' da ( Lire le Capital ) bu yöndeki girişimi sonunda dönüp dolaşıp sabit ögelerden oluşan bir çeşit yapısalcı birleştiriciyle noktalanmıştır.
Böyle bir belirleyiciliği korumak için Althusser bir dizi terim gündeme getirir: hakim yapı, ana çelişki ve üst-belirlenim.
'Ana çelişki'' ( öz olarak iki uzlaşmaz sınıf arasındaki karşıtlıkta somut ifadesini bulan, üretici güçler ve üretim ilişkileri çelişkisi ), somut bir yapılaşmış bütün içerisinde ''ilke olarak hayat verdiği toplumsal formasyonların çeşitli başka düzeyleri ve kerteleri tarafından üst-belirlenmiştir'' ve böylece bir hakim yapı ortaya çıkarır. ''Üstyapı ve öteki koşullar özgün bir etkide bulunurken, ekonomi sadece son kertede belirleyicidir.' Althusser burada iki uzlaşmaz iddiayı, üstyapının özgün etkisi ile ekonominin belirleyiciliği iddialarını uzlaştırmaya çalışmaktadır. Fakat ekonomi 'üstyapı'' yı da içerisine alan bir bütünü belirler ve bu durumda ''göreli otonomi'' sadece bir yanılsamadır; hem belirlenim hem göreli otonominin aynı anda var olduğunu varsaymak mantıksal olarak kabul edilemez. Soyut kategorik tartışmalardan somutun incelenmesine, Tarih felsefesinden Tarih bilimine, yani felsefeden bilime geçiş, genç Marx ile olgun Marx arasına konulan ayrımın temelini oluşturur. Althusser'in belirlediği anlamda ''epistemolojik kopuş'' da bu noktayla ilişkilidir. Bu kopuşun sonrasında Marx, Althusser' e göre yeni bir kuramsal alandadır. Yani artık felsefi sorunsalın değil bilimsel sorunsalın içindedir. Althusser burada, genel olarak bir tür bilimlerin kuruluş sürecindeki mantığı Marx'a uygular gibidir.
Sonuç olarak, buna göre, bütün bilimlerin kuruluşunda olup bitenler, yani bilim öncesinden bilime geçiş, marksist bilimin kuruluşunda da sözkonusudur. Althusser' in marksizme temel katkısı da bu noktada bulunmaktadır.
Althusser, yapısalcı marksizmini temellendirirken kendi düşüncelerini ifade etmek için, ''marksizm kuramsal bir anti-hümanizmadır'' saptamasını da yapmış, ve felsefesinin sonraki gelişmeleri, bu bağlamda insan mevhumunun nasıl sorunsallaştığını da göstermiştir. Felsefede ben' in imkansızlığını açıkça göstermiş ve her bakımdan bireyin birey oluşunun dayanaklarının kendi dışındalığını da belirlemiştir.
Birey' in devamlı yeniden anlamlandırılması mutlak bir gerekliliktir.
htp://kutuphane.akparti.org.tr