Kırmızı çizgiler Ahmet Altan KUM SAATi 16 062011 perşembe
www.taraf.com.tr
Bazı maçlar vardır, maçı kazanırsın ama sonuç “kupayı” almana yetmez.
Ezici bir galibiyete rağmen kupasız kalırsın.
AKP, büyük bir seçim zaferi kazandı.
Ama kupayı alamadı.
“Kupa”, anayasayı tek başına parlamentodan geçirip referanduma götürebilme gücüne sahip olmaktı.
Erdoğan da zaten hedefi böyle koymuş, hatta
“367 milletvekili kazanabilirse referanduma bile gitmeyeceğini”
söylemişti.
Dün Tarhan Erdem’in Neşe Düzel’e söylediği gibi maçta bir “taktik” hata yaptı.
Oylarını belli bir çizgiden daha öteye götüremeyeceğini düşünüp, ihtiyacı olan
milletvekillerini MHP’yi baraj altında bırakarak elde etmeyi planladı ve bütün
seçim stratejisini bunun üstüne kurdu.
Fevkalade milliyetçi bir söylem tutturdu, hiçbir koşulda oyları değişmeyecek BDP’li Kürtlerle BDP’den nefret eden Kürtlerin arasında bir bölgede, iki tarafa da uzak duran Kürtlerin kalbini kırarak onları kendisinden uzaklaştırdı.
Erdem’in tezine göre,
“MHP’yi baraj altına itme çabasını”
çok vurgulayarak
“aman AKP tek başına anayasa yapmasın”
telaşına kapılan özellikle Kemalist bir kesimin de MHP’ye oy vermesine neden oldu.
MHP barajın üstünde kaldı, AKP Güneydoğu’da yedi milletvekilliğini BDP’ye kaptırdı.
Hizmette rakipsiz olan, askerî vesayeti geriletmekte, demokrasiyi geliştirmekte büyük çabalar göstermiş bir partinin,
“referandum”
öncesindeki demokratik söylemini sürdürmesi halinde yüzde elliden de fazla alabileceğine inananlardanım ben.
Bu iki alanda da rakipsizdi AKP ve bu iki alanda da büyük destek gördüğü referandumda ortaya çıkmıştı.
Amerikalıların çok sevdiğim bir lafı vardır,
“kazanan oyunu değiştirme”
derler, Erdoğan
“kazanan oyunu”
değiştirdi, referandumda ona yüzde 58 getirmiş olan politikasını bırakıp başka bir taktik denedi, Kürt açılımı sırasında bizzat kendisinin halkın ruhundan silmeye çalıştığı milliyetçiliği patlattı, demokratlığını sorgulattı, otoriter bir görüntüye fazla abandı.
Sonunda maçı ezici bir galibiyetle aldı.
Ama çok istediği kupa gitti.
Şimdi yeni bir anayasa hazırlanacak ve AKP bunun için diğer partilere muhtaç.
AKP yöneticileri, muhalefet partilerine
“kendi anayasa hazırlıklarınızı yapıp ekimde gelin”
diyor ama bir de şart koşuyor,
“kırmızı çizgilerinizi, rezervlerinizi birlikte getirmeyin”.
Bunu söylüyor ama bunu söyleyebilecek durumda değil.
Zaten diğer partiler de hemen
“kırmızı çizgilerini”
açıkladılar.
CHP,
“ilk üç maddeye dokunulamaz”
diye başladı bile.
MHP ise
“özerkliğin”
lafına bile tahammül etmeyeceğini söylüyor.
BDP bloğu ise
“özerkliğin, Kürtlere statünün ve anadilde eğitimin”
kendi
“olmazsa olmazları”
olduğunu açıklıyor.
CHP ve MHP, hâlâ geçmişi savunan partiler, onlarla
“yeni”
herhangi bir şey yapılabileceğini ummak biraz hayalperestlik olur.
AKP ve BDP ise daha
“ileri”
bir anayasa istiyorlar ama onların
“ileri”
tarifleri de birbirini tutmuyor.
Bu iki parti, anayasa için işbirliği yapmak zorunda.
Karşımızdaki ana soru ise şu, nasıl yapacaklar?
Yerel yönetimlerin merkez karşısında güçlenmesini iki parti de kabul ediyor ama “ne kadar güçleneceği”
konusunda anlaşmazlık yaşıyor.
Avrupa Birliği’nin anayasasına uyumlu bir anayasayı belki AKP kabullenebilir ama BDP şu aşamada bunu da yeterli bulmayacak gibi gözüküyor.
İki dillilik, anadilde eğitim, Kürtlere statü konularında nasıl bir anlaşmaya ulaşacaklar?
Ya da ulaşabilecekler mi?
Tabii, insanın içini titreten başka bir soru duruyor karşımızda,
“ya anlaşamazlarsa ne olacak?”
BDP, tehditkâr bir dilden vazgeçmemiş görünüyor, yüzde ellilik bir oy almış, siyasi gücüne güvenen AKP ise
“artık bu tehditlere daha fazla tahammül etmeyeceğini”
ima ediyor ve BDP tehditkâr davrandıkça daha da katılaşacakmış izlenimi veriyor.
Bunlar umutsuzluk yaratabilecek işaretler ama unutmayın ki daha işin çok başındayız, herkes
“pazarlığı”
en üstten başlatıyor, zaman içinde herkesin ayağı suya erecektir, neticede hepimizin barışa ihtiyacı var.
Bu sorunu halledebileceğimizi, gelişmekte olan Türkiye’nin zenginliğini birlikte
paylaşacağımızı, eşitliği yaratacağımızı, huzura ulaşacağımızı ve yeni bir düzende
yaşamımızı sürdüreceğimizi ümit ediyorum.
Bütün hatalara, yanlışlara rağmen küçük bir azınlık dışında
“doksan yıllık ıstırabın”
devamını arzu edecek kadar akılsız olmadığımıza inanıyorum çünkü.
Diğer Ahmet Altan Makaleleri:
Kırmızı çizgiler - 16.06.2011
Gelecek ve CHP - 15.06.2011
Yeni dönem - 14.06.2011
Ateş - 12.06.2011
Rüzgâr ve yelken - 11.06.2011
Savunma - 10.06.2011
367 ve ötesi - 09.06.2011
Toplum, politikacı, aydın - 08.06.2011
Hoşnutluk ve hoşnutsuzluk - 07.06.2011
Faili meçhul ve özerklik - 05.06.2011
Medya ve asker - 04.06.2011
Türkiye’nin CEO’su - 03.06.2011
Eski ve yeni - 02.06.2011
Bugün - 01.06.2011
Askerî cumhuriyet - 31.05.2011
www.taraf.com.tr
Bazı maçlar vardır, maçı kazanırsın ama sonuç “kupayı” almana yetmez.
Ezici bir galibiyete rağmen kupasız kalırsın.
AKP, büyük bir seçim zaferi kazandı.
Ama kupayı alamadı.
“Kupa”, anayasayı tek başına parlamentodan geçirip referanduma götürebilme gücüne sahip olmaktı.
Erdoğan da zaten hedefi böyle koymuş, hatta
“367 milletvekili kazanabilirse referanduma bile gitmeyeceğini”
söylemişti.
Dün Tarhan Erdem’in Neşe Düzel’e söylediği gibi maçta bir “taktik” hata yaptı.
Oylarını belli bir çizgiden daha öteye götüremeyeceğini düşünüp, ihtiyacı olan
milletvekillerini MHP’yi baraj altında bırakarak elde etmeyi planladı ve bütün
seçim stratejisini bunun üstüne kurdu.
Fevkalade milliyetçi bir söylem tutturdu, hiçbir koşulda oyları değişmeyecek BDP’li Kürtlerle BDP’den nefret eden Kürtlerin arasında bir bölgede, iki tarafa da uzak duran Kürtlerin kalbini kırarak onları kendisinden uzaklaştırdı.
Erdem’in tezine göre,
“MHP’yi baraj altına itme çabasını”
çok vurgulayarak
“aman AKP tek başına anayasa yapmasın”
telaşına kapılan özellikle Kemalist bir kesimin de MHP’ye oy vermesine neden oldu.
MHP barajın üstünde kaldı, AKP Güneydoğu’da yedi milletvekilliğini BDP’ye kaptırdı.
Hizmette rakipsiz olan, askerî vesayeti geriletmekte, demokrasiyi geliştirmekte büyük çabalar göstermiş bir partinin,
“referandum”
öncesindeki demokratik söylemini sürdürmesi halinde yüzde elliden de fazla alabileceğine inananlardanım ben.
Bu iki alanda da rakipsizdi AKP ve bu iki alanda da büyük destek gördüğü referandumda ortaya çıkmıştı.
Amerikalıların çok sevdiğim bir lafı vardır,
“kazanan oyunu değiştirme”
derler, Erdoğan
“kazanan oyunu”
değiştirdi, referandumda ona yüzde 58 getirmiş olan politikasını bırakıp başka bir taktik denedi, Kürt açılımı sırasında bizzat kendisinin halkın ruhundan silmeye çalıştığı milliyetçiliği patlattı, demokratlığını sorgulattı, otoriter bir görüntüye fazla abandı.
Sonunda maçı ezici bir galibiyetle aldı.
Ama çok istediği kupa gitti.
Şimdi yeni bir anayasa hazırlanacak ve AKP bunun için diğer partilere muhtaç.
AKP yöneticileri, muhalefet partilerine
“kendi anayasa hazırlıklarınızı yapıp ekimde gelin”
diyor ama bir de şart koşuyor,
“kırmızı çizgilerinizi, rezervlerinizi birlikte getirmeyin”.
Bunu söylüyor ama bunu söyleyebilecek durumda değil.
Zaten diğer partiler de hemen
“kırmızı çizgilerini”
açıkladılar.
CHP,
“ilk üç maddeye dokunulamaz”
diye başladı bile.
MHP ise
“özerkliğin”
lafına bile tahammül etmeyeceğini söylüyor.
BDP bloğu ise
“özerkliğin, Kürtlere statünün ve anadilde eğitimin”
kendi
“olmazsa olmazları”
olduğunu açıklıyor.
CHP ve MHP, hâlâ geçmişi savunan partiler, onlarla
“yeni”
herhangi bir şey yapılabileceğini ummak biraz hayalperestlik olur.
AKP ve BDP ise daha
“ileri”
bir anayasa istiyorlar ama onların
“ileri”
tarifleri de birbirini tutmuyor.
Bu iki parti, anayasa için işbirliği yapmak zorunda.
Karşımızdaki ana soru ise şu, nasıl yapacaklar?
Yerel yönetimlerin merkez karşısında güçlenmesini iki parti de kabul ediyor ama “ne kadar güçleneceği”
konusunda anlaşmazlık yaşıyor.
Avrupa Birliği’nin anayasasına uyumlu bir anayasayı belki AKP kabullenebilir ama BDP şu aşamada bunu da yeterli bulmayacak gibi gözüküyor.
İki dillilik, anadilde eğitim, Kürtlere statü konularında nasıl bir anlaşmaya ulaşacaklar?
Ya da ulaşabilecekler mi?
Tabii, insanın içini titreten başka bir soru duruyor karşımızda,
“ya anlaşamazlarsa ne olacak?”
BDP, tehditkâr bir dilden vazgeçmemiş görünüyor, yüzde ellilik bir oy almış, siyasi gücüne güvenen AKP ise
“artık bu tehditlere daha fazla tahammül etmeyeceğini”
ima ediyor ve BDP tehditkâr davrandıkça daha da katılaşacakmış izlenimi veriyor.
Bunlar umutsuzluk yaratabilecek işaretler ama unutmayın ki daha işin çok başındayız, herkes
“pazarlığı”
en üstten başlatıyor, zaman içinde herkesin ayağı suya erecektir, neticede hepimizin barışa ihtiyacı var.
Bu sorunu halledebileceğimizi, gelişmekte olan Türkiye’nin zenginliğini birlikte
paylaşacağımızı, eşitliği yaratacağımızı, huzura ulaşacağımızı ve yeni bir düzende
yaşamımızı sürdüreceğimizi ümit ediyorum.
Bütün hatalara, yanlışlara rağmen küçük bir azınlık dışında
“doksan yıllık ıstırabın”
devamını arzu edecek kadar akılsız olmadığımıza inanıyorum çünkü.
Diğer Ahmet Altan Makaleleri:
Kırmızı çizgiler - 16.06.2011
Gelecek ve CHP - 15.06.2011
Yeni dönem - 14.06.2011
Ateş - 12.06.2011
Rüzgâr ve yelken - 11.06.2011
Savunma - 10.06.2011
367 ve ötesi - 09.06.2011
Toplum, politikacı, aydın - 08.06.2011
Hoşnutluk ve hoşnutsuzluk - 07.06.2011
Faili meçhul ve özerklik - 05.06.2011
Medya ve asker - 04.06.2011
Türkiye’nin CEO’su - 03.06.2011
Eski ve yeni - 02.06.2011
Bugün - 01.06.2011
Askerî cumhuriyet - 31.05.2011