Azsonra Birazdan Şimdi Biz Türkiye'yiz. MarmaraYenikapı Ahsarla #etiket

18 Temmuz 2011 Pazartesi

halk diye bir şey var mı Pourquoi nous n'aimons pas la démocratie Neden Demokrasiyi Sevmiyoruz 15 7 2011 tarihli Le Monde gazetesi

'halk' diye bir şey var mı? Pourquoi nous n'aimons pas la démocratie  Neden Demokrasiyi Sevmiyoruz  15 7 2011 tarihli Le Monde gazetesi

France Culture radyosu ve Le Monde gazetesinin katkılarıyla gerçekleşen
'26. Rencontres de Pétrarque'
( Pétrarque Toplantıları )
18-22 Temmuz tarihleri arasında, Pétrarque / Montpellier 'de yapılıyor.
Her yıl bir tema üzerine kurulan bu konferanslar serisi, bu yıl 'halk'ın bir geleceği var mı ?' sorunsalını irdeliyor.
Açılış konferansını Collège De France'da akademisyen-tarihçi
filozof Myriam Revault d'Allonnes' un 'halk diye bir şey var mı ?'
 başlıklı katkısı şöyle:



'halk' diye bir şey var mı ?


Demokrasilerde devamlı mevcut olan ''halk egemenliği'' kavramının da belirttiği ''halk'' teriminin tek bir anlamı yoktur. Bu yüzden ''popülizm'' ( halkçılık ) mevhumunu anlamak bu denli güçtür. Zira ''halk'' terimi, meşruluğunu kazanırken ( J. J. Rousseau' nun dediği gibi ) ''egemenliği vücuda getiren'' e atıfta bulunmasa, siyasi özne olarak halka değil, popüler olanla ilintili olan ''popülizm'' fikrinin nasıl ortaya çıktığını bile izah edemezdik.

Gerçekten de ''halk'' ile ''popüler'' arasındaki anlam kargaşası terimin doğuşundan bu yana var: Yunanlarda ''demos'', Romalılarda ''populus.''  Bu terimler hem en asıl anlamda halk'ı ( siyasi olarak birleşmiş halk ), hem de cehaleti ve saptırılabilirliği nedeniyle her an kontroldan çıkabilen toplumun ''aşağı'' tabakalarını ( ahali ) belirtmektedir.

Halk'ın cehaleti teması siyasi düşüncenin başlangıcından bu yana vardır; ve bunun siyasi ve hukuki anlamı devamlı bir şekilde kötüleyici olarak çoğalmaktadır. Ve böyle bir düşünceden yoksun halk betimlemesini düşünenlerin sadece demokrasi karşıtlarının olabileceğini sanmak tamamen yanlıştır.

Eflatun'un demokrasiye karşı olan menfi tutumuna ve hatta ''Devlet'' adlı eserinde, halk'ın, her türlü demagojiyle şımartılabilinen büyük bir hayvana benzetildiğine kimse şaşırmıyor. Rousseau' nun bile, genel iradeyi cisimleştiren halkın yetersizliği ve körlüğünün altını çizdiğini ve hatta iyi bir karar alma kabiliyetinin olup olmadığını sorduğunu biliyoruz. Fikir olarak genel irade her zaman ''doğru'' olsa da, karar alma zamanı geldiğinde aynı doğruluğu her zaman görmek mümkün olmamaktadır: ''çoğu zaman kendisi için iyi olanı göremeyen ve ne istediğini bilemeyen bir körler kalabalığı nasıl olur da yasama yetkisi gibi karmaşık bir sistemi yönetmeye kalkışabilir'' diyor, Contrat Social ( Toplumsal Sözleşme ) adlı eserinde. Bir anlamda, tüm demokrasiler bu paradoksun etkisi altındadır: her alanda eşitlik aramak doğru olsa da, yeteneklerin eşit olmadığı bir ortamda ne yapmalı ?

Halkla ilgili kötüleyici klişeler terse dönüp ''proletarya'' tipinde betimlemelere dönüşse dahi bu anlam kargaşasını silememekte, sadece ''formel demokrasi'' nin beklenen eşitliği gerçekleştiremediği eleştirisine varmaktadır.

Her demokrasi kendi içerisinde yanlış yola sapma riskini içermektedir; bu ise tabii olarak ''popülist'' politikaların başlangıç noktası olmaktadır. Popülizm mevhumunu ele almak ''halk'' terimine atıfta bulunmadan mümkün olmamaktadır. Popülizm' i müdaafa eden politikalar, genellikle insan yığınlarının ''gerçeklere bağlılık'', yozlaşmış seçkinlere karşı halkın doğal fazilet ve değerleri gibi teller üzerinde oynamaktadırlar. Bu şekilde, varolan kurumsal aracılıkların ötesine geçip, doğrudan halka başvurma, halka yakınlığını, ( size benziyorum ! ), halkın gerçeğini anlamaklığını öne sürmektedir popülizm. Esasında bu yapmacık ve satihi bir tavırdır: popülizm, insanların, mesafe gerektiren düşünce ve muhakeme kabiliyetinden çok heyecanına, aniden tepkilerine hitab etmektedir. O halde, bu efsaneleştirilen, doğal faziletlerine sığınılan ve korumak istenilen ''halk'' ne demek oluyor ?

Diğer yandan popülizmi eleştiren tarafin kendisi de halkın yetersizliği motifi üzerinde durmaktadır; kötüleyici klişeleriyle mütemadiyen bu halk mevhumunun, demagojik söylemlerin yemi olabileceğini ileri sürmektedir.

Günümüz konuşma dilinde artık işçilerden değil, ''fakir'', ''yoksul'' veya ''eğretiler'' den bahsedilmektedir: fukaralaştırıcı söylem, kapasitelerin değerlendirilmesine yeğ tutulmaktadır. Burada da, insanları, demokrasinin bugün içinde bulunduğu sorunlar üzerine düşünmeye teşvik etme yerine, sadece halk mevhumunun tamamen efsanevi doğal değerlerini öne çıkaran popülizmi ifşa etmekle yetinilmektedir.

Değişik variyantlardaki popülizmlerin ortaya çıkışı büyük bir ihtimalle temsili demokrasinin içinde bulunduğu derin krizin, yurttaşlığın zayıflamasının, ve yurttaşların, kendilerini temsil eden vekillere karşı güvensizliklerinin artışının bir belirtisi olsa gerek. Bu aynı zamanda kitlelerin cehaletinin ve umutsuzluğunun suiistimalinin bir belirtisi de olabilir mi ?

Popülist olgular, bizi demokrasilerin paradoksal yapıları ve bugün içinde bulundukları zorluklar ve bilhassa devamlı güncelleştirilen halkın körlüğü meselesi üzerine düşünmeye itmelidir.

Bu hususta, Machiavel' in Le Prince ( Prens ) adlı eserinde dediğini hatırlatmadan geçmeyelim: ''(...) Halklar cahil olmakla beraber, doğruları kavrayabilme kabiliyetine sahiptirler.''

Büyük bir ihtimalle, demokrasinin temel doğrularından biri bu cümlede bulunmaktadır.

Myriam Revault d'Allonnes,
Ecole Pratique Des Hautes Etudes' de ögretim üyesi
filozof

en son eseri:
''Pourquoi nous n'aimons pas la démocratie''
( Neden Demokrasiyi Sevmiyoruz )
15-7-2011 tarihli Le Monde gazetesi




 
Azsonra Birazdan Şimdi Biz Türkiye'yiz.