Her ‘Tayyip’ Erdoğan değildir fehmi hüveydi Star Gazetesi
Her “temiz” (Tayyib) siyasetçinin Erdoğan olması mümkün değildir. Bu söz artık tartışılmaz bir hakikat olsa da Mısır’ın içinden geçtiği şimdiki süreç itibariyle yeniden hatırlatılmasında yarar olduğuna inanıyoruz. Mısır’da ve genelde Arap aleminde Erdoğan’ın öncülük ettiği, yönlendirdiği Türkiye deneyimine hayranlık duymak bir tür konsensüs, toplumsal icma niteliğini kazanmış bulunuyor. İslamcılar onu, İslami hareketin rahminden bir liderlik modeli ortaya çıkaran biri olarak görüyorlar. Laikler ise onun örnekliğini, onun gibi birisini “donatıp” liderlik makamına oturtan laiklik projesinin bir başarısı olarak nitelendiriyorlar. Her iki değerlendirme de acelecilik ve eksiklikle maluldür.
Nasıl ve niçin sorularına cevap vereceğim, ama bundan önce sizleri Mısır’da cumhurbaşkanlığına adaylıklarını koyanların tavırlarını, takip edip beğenenlerin de ekranlara yansıyan mesajlarından algılanan ruh halini bir nebze olsun düşünmeye davet ediyorum. Örneğin sözünü ettiğim bu adaylar Erdoğan’ın gençliğinin, yakışıklılığının, aynı zamanda “tayyip=temiz” oluşunun, hatta karısının başörtülü olmasının onun konumunu güçlendiren, Türk kamuoyu nezdindeki yerini pekiştiren, son seçimlerde terazinin kefesinin ondan yana ağır basmasını sağlayan unsurlar olduğunu sanıyorlar. Gözü kara beğenenler ise bir anlamda “kurtarıcı” gözüyle baktıkları için tereddütsüz “Çözüm Erdoğan” diyorlar.
Mesela herkesin bildiği şahsiyetlerden birini tanıyorum (başkanlık için adaylığını koymamış), son zamanlarda tadını çıkarmaya çalıştığı popülaritesine de güvenerek, kim bilir belki daha büyük siyasal beklentileri gerçekleştirmesinin vesilesi olur diye uzlaşmacı, yapıcı, arabulucu bir rol biçmiş kendine. Son günlerde Türkiye’ye gittiğini duydum. Erdoğan’ın Türklerin çoğunluğunun üzerinde ittifak ettikleri, umut bağladıkları bir figür haline gelip bu günkü konumuna gelmesine yardımcı olan koşulları ve geçtiği süreci yerinde görmek için. Yine bugünlerde bazı araştırmacıların, akademisyenlerin yazılarını okuyorum. Erdoğan’ın menkıbelerini, sahip olduğu liderlik özelliklerini ballandıra ballandıra anlatıyorlar. Aslında ben de bunlara katılıyorum ve Erdoğan’a karşı insaflı, objektif davranmanın, yiğidin hakkını vermenin bir kanıtı olarak görüyorum. Ama bütün bunları eksik bir okuma olarak da değerlendiriyorum. Niçin?
Hemen şu anda zihnimde hazır olan cevap gayet basittir. Sürpriz bir şekilde ve kimsenin beklemediği bir anda ortaya çıkan olağanüstü liderlik ile toplumun rahminden çıkıp onun düşlerini ve arzularını şahsında somutlaştıran liderliği birbirinden ayırmamız gerekir. Birincisi tesadüfidir ve bahiste bu ihtimale oynamak risklidir. Takdirin kapsamına giren “kurtarıcı” fikrinin somutlaşmış halidir. İkincisi ise belli siyasal etkileşimlerin, öteden beri süre gelen toplumsal deneyimlerin ve uygun zamanda uygun şahsiyeti ortaya çıkaran çevre faktörünün bir ürünüdür.
Hiç kimse umudunu tarihsel tesadüflere bağlayamaz. Tarihsel tesadüfler bizden yerimizde oturup durmamızı, başımızı ellerimizin arasına alıp kara kara düşünmemizi ve perdenin gerisinden ansızın aramıza inecek beklenen kurtarıcının yolunu gözlememizi ister. Ama sağlıklı, isabetli bir düşünce, bekleme pozisyonundan atılım pozisyonuna geçmemizi öngörür. Yani kurtarıcıyı hazırlayıp günü geldiğinde ortaya çıkaran uygun bir çevre oluşturmamız gerekir. Bu bağlamda kurtarıcı bir fert de olabilir, onun görevini ifa edecek siyasal bir proje de.
Kabul görme veya cazibe ya da “karizma” dedikleri şey hiç kimse de yeterince bulunmaz. Bulunsa bile normal şartlarda onu lider yapmaya yetmez. Bunlar darbe, zaferle taçlanmış savaş gibi istisnai süreçlerin gölgesinde tanık olunacak örneklerdir. Bunları Cemal Abdunnasır, Yasir Arafat, Ahmed b. Bela, Che Guevera, De Gaulle , Castro ve Ayzenhover gibi isimlerin şahsında görmüştük. Normal şartlarda ise çevrenin taleplerine cevap veren, toplumun tarihsel olarak kendini ifade etmesinin somut biçimi olarak belirginleşen lideri ortaya çıkaracak donanımlı çevreye ve yeterli şartlara ihtiyaç vardır.
Bu anlattıklarımla demek istiyorum ki Erdoğan sadece bahşedilmiş bir kişi değildir, o, aynı zamanda çevresinin de çocuğudur. Sadece bu da değildir. Örneğin Türkiye modelini de Erdoğan oluşturmuş değildir. Bilakis Erdoğan ve ekibinin iktidara gelmelerine ve ikinci cumhuriyeti kurmalarına imkan veren Türkiye modelini oluşturan bizzat demokrasidir. Demokrasi diyorum, şimdiye kadar egemen olan Kemalizm değil. Bu münasebetle belirtmek gerekir ki bazıları Türk modelini ortaya çıkaran başat etkenin laiklik olduğuna bizi ikna etmeye çalışıyorlar. Bu, ideolojik ve siyasal bir çarpıtmadır. “Tek çare laiklik” düşüncesini savunanlar böyle bir söylemi yayma çabası içindedirler. Oysa laiklik ile demokrasi arasında zorunlu bir ilişki yoktur. Unutmayalım, Tunus ve Suriye gibi Arap rejimleri içinde en baskıcı, en ceberut olanlar, arap aleminde en radikal laik rejimler olup İslama karşı da en acımasız davrananlardı. Bu ülkelerde demokrasinin izine bile rastlanmazdı.
Türkiye deneyiminin özelliğinden ve arap aleminde bu modeli bire bir kopya etmenin zorluğundan söz etmenin gereği yoktur. Şu anda beni en çok ilgilendiren şey, ülkemizdeki “Erdoğancıların” dikkatini son çeyrek yüz yılda Erdoğan’ı ortaya çıkarıp gelişmesine, deneyim kazanmasına ve olgunlaşmasına, dolayısıyla bu günkü noktaya ulaşmasına imkan veren çevre faktörüne çekmektir. Bu yüzden Erdoğan’a ve Türkiye modeline hayran olan herkesten beklentim, başımıza halkın umutlarını boşa çıkaran, beklentilerine cevap vermeyen sahte Erdoğanları musallat edecek taklit ve bire bir kopya için vakitlerini harcayacakları yerde, çabalarını demokrasinin güçlendirilmesi, temellerinin sağlamlaştırılması üzerinde yoğunlaştırmalarıdır. Ki gerçek anlamda toplumun vicdanının sesi olacak kişilerin yetişmesine uygun verimli bir zemin hazırlanmış olsun. Mısır’a yirmi yıl, otuz yıl sürecek gerçek bir demokrasi verin, ben size ülkemizde yüz tane Erdoğan’ın ortaya çıkmasının garantisini vereyim.
* Tayyib kelimesi Arapçada temiz, iyi, güzel anlamlarına gelir.