Azsonra Birazdan Şimdi Biz Türkiye'yiz. MarmaraYenikapı Ahsarla #etiket

31 Ağustos 2011 Çarşamba

eşitler toplumu la société des égaux Fransa'da 1 eylülde yayınlanıyor 2011

eşitler toplumu / la société des égaux" Fransa'da 1 eylülde yayınlanıyor

Pierre Rosanvallon: Sol toplumu değiştirmeli


Fransız tarihçi ve sosyolog Pierre Rosanvallon 'un yeni denemesi
"eşitler toplumu / la société des égaux" Fransa'da 1 eylülde yayınlanıyor.

 fransız Sosyalist Partisine ( PS ) yakın olan P. Rosanvallon, sosyolog kimliği ile, 21.yüzyılın ilk çeyreğinde ve 2012 fransa cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde, Sol'un toplumu değiştirmesi mecburiyetini hatırlatarak, ortak bir dünya inşasının tam ortasına
 "eşitliği"
 koyma gerekliliği çağrısında bulunuyor.

 fransız Libération gazetesinin 27/28-8-2011 tarihli sayısında ilk sayfa manşetinde yer bulan bu röportaj


Libération:
“eşitlik krizi”
 var teşhisi yapıyorsunuz, bunun işaretleri nelerdir?
Pierre Rosanvallon: 

Her şeyden önce, fevkalade bir gelir ve mal birikimi eşitsizliği artışı var.
19.yüzyıl sonundan beri, gelişmiş ülkeler, benimsedikleri ve uyguladıkları sosyal ve vergi politikaları vasıtasıyla, toplumdaki eşitsizliklerin dengesizliklerini düzeltecek mekanizmaları tesis etmişlerdi.
Krizin “koruyucu-devlet” ve  “yüksek vergi matrahlarının” çözülmesi gibi çift bir sonucu oldu. 
 1981’de Sol –Fransa’da-iktidara gelmeden önce, gelir vergisi üzerindeki en yüksek vergi matrahı yüzde 65 idi.
Bugün bu oran, yüzde 41. Bu gerileme bütün benzer ülkelerde gözlemleniyor.

 Aynı zamanda, en yüksek ücretli gelirleri fevkalade arttı. 1970’li yılların işletme gurusu sayılan Peter Drucker, o zamanlar büyük şirketlere, ücretliler arasındaki oranların 1’e 20’ yi geçmemesi tavsiyesinde bulunuyordu.
Bugün bu oran aralıkları 1’e 400
 ( borsadaki cac 40 şirketleri için. )
Bu eşitsizlik krizinin sadece görünen aritmetik kısmı.
Eşitsizlik krizinin bir de, daha da derin olan, sosyal bir boyutu var.

Libération: Ne anlama geliyor bütün bunlar ?

Pierre Rosanvallon: Sosyal bağlarının çözülmesi mekanizmalarından söz ediyorum.  Bu kriz,”ayrılma, ayrışma ve güven yıkılması” formlarının hepsi olarak karşımıza çıkıyor. 19.yüzyılın “mirasyedi  figürü”  yeniden beliriyor. Yeniden, Balzac’ın eleştirdiği, “geçmiş bugüne hükümet ediyor” günlerine geri döndük. Bugün öyle bir toplumda yaşıyoruz ki, artık, iş gücü değil, miras, biriktirilmiş kapital/sermaye hayat seviyemizi belirliyor. Eşitsizlik krizi, böylece, artık bir “sosyal model” krizidir. Bir tarihçi olarak, bu 19.yüzyıla geri dönüş, çok dikkatimi çekiyor.  Benjamin Disraeli’nin  ( muhafazakar İngiliz başbakanı ( 1804-1881 ) “Sybil veya 2 millet” romanını hatırlıyorum. ( Roman, Viktoryen İngiltere’de zenginler ve yoksulların  2 ayrı planette yaşaması üzerinedir. )Tüm işçi sınıfı hareketi tarihi, bu ayrılma ve ayrışma mücadelesi ile bağlantılıdır. Bugün artık bakış açımızı çok acele değiştirmeli ve toplumda sosyal bağların varoluş şartlarının söz konusu olduğunu ve bunun da basit düzeltmeler ile tekrar eski konumuna dönmeyeceğini görmeliyiz.


Libération: Eşitsizlik düşüncesinin giderek katmanlaşarak değişmesini nasıl açıklıyor sunuz ?

Pierre Rosanvallon: “eşitlik düşüncesi” modern demokratik devrimlerin – ABD’de veya Fransa’da – esasıdır.  Herkesin “eşit” olduğu bir toplum yaratmak esastı. Herkesin saygı gördüğü, herkesin benzer kabul edildiği, ve herkesin bağımsız ve otonom olabilme şartlarının olduğu, herkesin ortak yaşama eşit katılabilmesinin mümkün olduğu bir toplum.  Sosyal eşitlik bütün devrimlerin birinci ve esas düşüncesiydi.  Bu düşüncenin giderek gerilemesinin bir çok izahı var; en az iki tarihsel nedenini şöyle açıklayabilirim; “korku” nun 19.yüzyıl reformlarının üzerinde büyük bir etkisi oldu. Yeni yeni oluşan sosyal güçlerin rolünü yadsıyamayız; sosyalist partilerin yükselişini dengelemek için Sağ, bu yeni sosyal güçleri kabullendi. Siyasi devrimleri durdurmanın yolunun sosyal reformlar olduğunu ilk söyleyen Bismarck’tır. Bu “korku reformu“ hareketinin eşitsizliklerle mücadele de, Berlin Duvarının yıkılışına kadar, büyük bir rolü oldu. Bugün kolektif korkular daha çok “güvenlik ve terorizm” çağrıştırıyor. Bu negatif korkular, hiçbir sosyal bağ ve ilişki üretmedikleri gibi, otoriter Devlet’in toplumdan ayrışmasına vardı.   

Libération: öteki tarihsel neden nedir?

Pierre Rosanvallon: Ortak yaşadığımız, paylaştığımız geçmiş ve tecrübeler elbette. Tarihçilerin, Avrupa’da İşçi sınıfının millileştirilmesi, devletleştirilmesi diye isimlendirdikleri  Birinci Dünya Savaşı çok önemli bir rol oynadı. Yeniden bölüştüren keynesyen modelin ortaya çıktığı İkinci Dünya Savaşı da.  Fakat, bunlardan da daha önemli sayabileceğimiz sosyolojik ve kültürel faktörlerde var.  Bilhassa, çok genel olarak, néoliberalizm dediğimiz düşüncenin kuvvetli yükselişi. Néoliberal akım, Koruyucu-devlet ve vergi indirimlerini yerle bir etti. Fakat aynı zamanda, bu akım, toplumdaki sosyal bir beklentiyi de karşıladı. Bunun iki yüzü var; ortak paylaşılan bir alan ve o dünyayı yok ediyorsunuz ama aynı zamanda yeni bazı haklar iade ediyorsunuz. Kişiler, kendilerinin özgürlük alanlarının genişletilmesinin karşılığında, ortak dünya ve alanların yok edilmesine itiraz etmediler. Bu da tüketici kimliklerinin ön plana çıkartılmasına bağlandı. Avrupa, 1980 sonrası, tüketici kimliliğinin büyük bir savunucu kurumu olarak gelişti. Fakat, “tüketici”,  toplumda ötekilerle olan bağları ile tarif edilen bir kimlik değil, kendisine sunulan 3 telefon operatörü arasında seçim yapabilen bir kimlikti. Bu da, kişilerin sosyal bağlarının zayıfladığı "a-sosyal" bir kimlik durumu.


Libération: Bu da sizin Bossuet paradoksu dediğiniz olguya gönderme yapıyor …
Pierre Rosanvallon: Bossuet ( 1627-1704 ) “Tanrı, sonuçlarını lanetleyip, olayların nedenleri çok sevenlere gülümser”  diyordu. Neredeyse büyük bir sosyal kabulleniş var. Bugünkü eşitsizlikler kabul edilebilir değil, ancak, aynı eşitsizlikleri doğuran mekanizmalara bir itiraz da yok. Büyük Şirketlerin yöneticilerinin ücretlerinin liyakatle bir ilgisi olmadığı hakkındaki eleştiriler, mesela, futbol yıldızlarının ücretleri hakkında pek geçerli değil. Futbol yıldızlarının ücretlerini hak ettikleri düşünülüyor. Eşitsizlik mekanizmlarını tetiklediği aşikar olan Liyakat ve hak etmek ideolojisi her yerde kendini kabul ettirdi. Bu konuda sessiz ortak bir kabulleniş var. Doğru bir gösterge şöyle; entelektüel dünyada, son 20 yılda, eşitsizlikler ve adalet üzerine bütün tartışmalar, zenginliklerin kişiler arasında doğru dağıtılması paylaştırılması üzerine yapıldı. Ama, bir de, ortak sosyal alan ve ortak sosyal bir Dünyanın oluşturulması var; hakkaniyet ve adalet teorileri sadece, kişiler arasındaki paylaşımdaki aralıklarının büyüklüklerini sorgulamakla yetindiler. Hâlbuki Ortak alan nedir, Ortak dünya nedir? nasıl oluşturulur ? Bütün bunları da sorgulamalıydık.  İşte tam da bunun için, bu kitapta, bakış açımızı değiştirmemizi öneriyorum. Sadece dağıtım şekillerini değil, sosyal oluşum şekillerini de tartışmalıyız.

Libération: Eşitlik kavramından şansların eşitliği kavramına nasıl geçtik ?

Pierre Rosanvallon: Şansların eşitliği “hak etmek” doktrininin esası. Geçerliliği olabilmesi için, sosyal bir vizyon temeline oturtulması lazım. Hakiki bir şansların eşitliğini tahsis edebilmek için, epeyce uzağa gitmek lazım. Radikal bir "şansların eşitliği" vizyonu için, kişilerin hakiki bir desosyalizasyon önkabulü şarttır; kişiyi, geçmiş ve çevre ağırlıklarından kurtarmak için. Fransız devrimi sürecinde, bu doğrultuda, ortak eşitlik evleri tahsis edip, çocukları çalışma yaşına gelinceye kadar eğitmek  düşüncesi vardı. Bu, aynı zamanda, miras hukukunu da yasaklıyordu. ( bu 19. Yüzyılda Saint-Simon'cuların da eşitlik teziydi. Bunun mantıklı sonucu da,  bu süreçte oluşacak bütün eşitsizlikleri kabullenmekti. Bu da, Saint-Simon hareketinin eşitsiz ve hiyerarşik vizyon dünyasıydı. İşte bunun için, ilerici sosyal vizyon çerçevesini,  şansların eşitliği teorisi içinde temellendiremeyiz. İlerici bir sosyal toplum modelinin felsefi temelini oluşturamaz.    

Libération: bu ilerici toplumu siz eşitler dünyası olarak nitelendiriyorsunuz…
Pierre Rosanvallon: Eşitler toplumundan söz etmek, eşitliğin sadece aritmetik bir eşitlik olmadığını göstermektir; Eşitliğin temel olarak 3 boyutu var. İlk önce, kişilerin başkalarına göre olan sosyal ilişkileri ve pozisyonları. Tocqueville, birbirlerine benzeyenlerden oluşan toplumdan söz ediyordu. Bütün bireyler aynı. Bu açı, temel, esas teşkil eden bir düşünce, ancak, bugünkü bireycilik anlayışı için, benzerlik yeterli değil çünkü, her bir birey, herhangi biri olmak istemiyor. Bugün, herkes ötekinden farklı ve değişik olmak istiyor, İşte bunun için, eşit bir toplumun temeli, her bireyin özgünlüğünün kabul edilmesi ve bu kabul görmenin korunması üzerine oturuyor. Fakat bugün, bu demokratik benzersizlik, herhangi bir cemaat aidiyeti veya tam tersine yığınlara karşı aristokratik bir tiksinti şeklinde ifade ediliyor. Toplum içinde hor görüldüğü için hakiki bir birey olamayanlar, çareyi, herhangi kimlikli gruplar arasına sığınmakta buluyor. Eşitlik, bireyin, kendi olduğu gibi kabul edilmesidir; herhangi bir grupla eşlendirildiği, zenci, banliyölü veya eşcinsel olarak değil. Eşitler toplumunda, benzersizlik inşası düşüncesi bir çeşit pozitif ütopyadır.

Libération: eşitliğin ikinci boyutunu ayırıyorsunuz…

Pierre Rosanvallon: Bireyler arasında karşlıklı etkileşim prensibinin eşitliği meselesi; Bütün sosyal bilimler, 2 vizyon arasında karar veremediler; bir taraf da, “rasyonel seçim” düşüncesi; “homooeconomicus-ekonomik birey”; bu görüşe göre, bireyler kendilerine ilişkin faydalar üzerinden hareket ederler; öteki taraf da da, bireyler arasındaki işbirliği, yardımlaşma teorisi var; mesela anarşizmin kurucu teorisyeni Kropotkine, 19.yüzyıl başında yazdığı “karşılıklı yardımlaşma” kitabında, yardımlaşma ve işbirliğinin birey davranışlarının temeli ve esası olduğunu söylüyor. Bugünde alturist ve iyilik teorilerinden çokça bahsedildiğini görüyoruz.  Bazıları, bonobos maymunlarında olduğu gibi, bireylerin tabii olarak birbirleriyle yardımlaşma içinde olacakları yönünde alturist bir sonuca varıyorlar. Ben, bireylerin ne rasyonel hesap yaptıklarını, ne de alturist olduklarını düşünümüyorum. İlişkiler karşılıklı. Çünkü karşılıklılık, genel oy kullanımındaki eşitlik gibi, herkesin kabul edebileceği bir kural. Bugün, “karşılıklılık” olmadığı, karşılıklılığın çalışmadığı toplumlar söz konusu. Küçük boyutlu şirketlerin büyük şirketlerden daha çok vergi ödediği, vergi yükümlülüklerinin eşit ve dengeli olmadığını, dağıtılmadığını gördüğümüzde, karşılıklı toplumlarda yaşamadığımız çok açık. Ama, “karşılıklı” bir Dünyanın inşası temel bir şey.

Libération: eşitliğin üçüncü boyutu ?

Pierre Rosanvallon: eşitliğin ortak bir yaşam biçimi inşası olduğu düşüncesi.  Fransız devriminde, Sieyes, ortak kamu kullanım alanlarının ve kamu ortak kutlamalarının çoğaltılmasının “eşitlik” doğuracağını söylüyordu. Çünkü, eşitlik,  herkesin birbiriyle karşılaşabileceği bir Dünyadır. Sadece bireysel bir ilişki değil, fakat, bir toplum modeli. Birçokları gibi, George Orwel’in “Katalonya’ya ağıt” kitabında, sayfalar boyunca, Orwel’in Barselona şehri hakkındaki izlenimlerini okurken çok etkilenmiştim; kimsenin başkasının efendisi olamadığı sosyal ilişkiler, karşılıklı alışverişlerde bir çeşit eşitliğin, ve ortak yapılacak şeylerin olması…

Libération: "benzersizlik, karşılıklılık, ve birliktelik" sizin için eşitliğin 3 yönü mü?
Pierre Rosanvallon: Bu 3 prensip, aynı zamanda benim için, eşitler toplumun esası, temel nitelikleri. Bunlar, büyük çoğunluk tarafından kabul edilecek sosyal bir projenin temelini de oluşturabilir. Öyle bir zamandayız ki, mutlaka, bir tarafdan kapitalizm, öte yandan Büyük Dünya savaşları, Doğu-Batı ideolojik çatışmaları ile tahribata uğramış demokratik devrimleri güncelleştirmemiz gerekiyor. Bu bir acil durum, çünkü, sosyal bağların en patolojik halleri ile temas halindeyiz. Her türlü eşitsizlik, ama aynı zamanda ırkçılık, milliyetçilik artarak ilerliyor. Tarihçi olarak, 1890 yıllarının söylemlerinin, aşırı sağ  ve neo-popüler hareketleri aracılığıyla yeniden gündeme geldiğine şahit oluyorum.1890 yıllarının ortalarında, gazeteler “ulusal istihdamın savunulması” başlıkları ile çıkıyordu; Barrès, 1893 seçimlerinden hemen önce, yayınladığında, kitabına “yabancılar karşı” ismini  veriyor. Eşitliği, sosyal demokratik bir bağ olarak düşünmediğimizde, eşitlik her türlü taarruza karşı savunmasız kalıyor.

Libération: Sol’un, bu bakış açısından, özel bir sorumluluğu var mı ?

Pierre Rosanvallon: Bugün, Sol’un misyonu, sadece, gelir eşitsizliğini düzeltmeye indirgenemez. Kendisine hedef olarak, sadece, Avrupa boyutunda ekonomik ve finansal regülasyonu belirleyemez. Modern demokrasinin kültürünü yeniden inşa etmek misyonu üstlenmelidir. İşte, 2012 cumhurbaşkanlığı seçimlerinin hedefi bu olmalıdır.

Libération: Fransız Sosyalist partisinin “gerçek eşitlik” projesi için ne düşünüyor sunuz ?

Pierre Rosanvallon: “gerçek eşitlik” den bahsetmek gerçekten bir sorun olduğunu işaret ediyor. Ama bu yeterli değil. Doğru ve hakiki bir siyasi söylem, insanlarının yaşadıklarına bir anlam vermek, resimli bir anlam vermektir. Ne yazık ki, “gerçek eşitlik” terimi soyut kalıyor. Fransız Sosyalist partisinin bu konuda yayınladıklarına baktığımda, genel, yönlendirici bir direktif göremiyorum.  Bunun yerine bir çok çeşit önlem  var; ve içlerinde hakikaten doğru istikamette olanlar da var; mesela vergi hususları, okulun rolü vs.vs. tabii ki, seçimleri katolog önlemlerle de kazanabilirsiniz- eğer karşınızda vasat bir aday varsa tabii- fakat, toplumu, sosyal ve siyasi bir temel bir felsefeniz olmazsa değiştiremezsiniz. Ve Sol’un hedefi, toplumu değiştirmek olmalı ve bu, sadece, bizi bugünkü rejimden kurtarmak anlamında bir değişim olursa yeterli olmaz.

Pierre Rosanvallon
Collège de France'da öğretim üyesidir. ''République des Idées'' aydın atölyesinin başkanıdır.

Sylvain Bourmeau'un gerçekleştirdiği bu röportaj, 27-8-2011 tarihli Libération gazetesinde yayınlandı .

www.azsonra.biz
Azsonra Birazdan Şimdi Biz Türkiye'yiz.