"duvarları yıkarız"
"O duvar O duvarınız Vııızz gelir Bize Vııızzzz." Nâzım Hîkmet Ran (NHR)
"duyan da okur; duymak için kör olmak mı lâzım?" "kör olmada gör beni"
"Robin hood bugün yaşasaydı medyadaki tekelleşmeyi bir numaralı düşman olarak görürdü" 15 05 2010 cannes film festivali Russel Crowe
"aslında robin hood yok cesur yürek var Robin Hood does not actually have a brave heart" Mel Gibson 07 01 2011 cuma
azsonra.blogspot.com
17 Ekim 2014 Cuma
Çözüm süreci bizim projemizdir 18 Ekim 2014 ANKARA
''Birileri Türkiye'de bir
yaranın, kanayan bir yaranın şifa olmaya başladığını görünce başka
yaraları kanatarak o kabuk bağlamaya başlayan yarayı da açmaya çalıştı.
Geriye çekilme durdu. Biz yine de sabırla takip ettik, çünkü bu proje
bizim projemiz'' dedi.
Başbakan Davutoğlu, Kanal 7 ve Ülke TV'de ortak yayınlanan ''İskele Sancak'' programında gündeme ilişkin soruları yanıtladı.
''Çözüm süreciyle ilgili neler oluyor, hangi bilgileri
bizimle paylaşırsınız?'' sorusu üzerine Davutoğlu, süreci yakından takip
edenlerin bu konulardaki hassasiyetlerini çok yakından izlediğini
belirtti.
Çözüm sürecinin Türkiye'nin en önemli projesi olduğunu
vurguladıklarını belirten Davutoğlu, ''Ortadoğu'daki şu anda kargaşalar
içinde tek başarı hikayesidir. Bu proje tamamıyla yerli, tamamıyla bu
halkın iradesiyle ortaya çıkmış ve hükümet bu halkın iradesine hem
tercüman olmuş hem de yönetmiştir. Bunu açık bir şekilde ifade etmek
lazım'' dedi.
Türkiye'de etnik ve mezhebi her çatışmanın suni,
konjonktürel, arizi olduğunu ifade eden Davutoğlu, ''Asırlar süren
beraberliğimiz dolayısıyla çok güçlü bir tarihi harmanda yoğrulmuş bir
toplumuz. Bu arizi durumun ortadan kalkması için bir taraftan
demokratikleşme yoluyla insanların en doğal haklarını teslim eden ama
diğer taraftan da ülkenin toprak bütünlüğünü, siyasi dirliğini,
birliğini teminat altına alan bir sürecin adı çözüm süreci'' diye
konuştu.
''Buradaki psikolojik bağ çok önemli''
Geçmiş dönemlerde, 90'lı yıllarda şöyle bir çelişki olduğunu ifade eden Davutoğlu, şunları kaydetti:
''Ülkenin dirliğini, birliğini, toplumun huzurunu temin etmek için son
derece gayri tabi güvenlik yöntemleri uygulanması gerektiği
düşünülüyordu. Köylerin yakılması, meralarda yasaklar, 90'lı yılları
kastediyorum. Bizim getirdiğimiz fark şu, biz insanların
özgürleştirilerek ve demokratik bir bilinç geliştirilerek ülkenin
dirliğinin ve siyasal sistemin meşruiyetinin temin edileceğine
inanıyoruz'' dedi.
Buradaki psikolojik bağın önemli olduğuna dikkati çeken Davutoğlu, şöyle devam etti:
''Aidiyet hissi. 90'lı yıllarda ve de 80'li yıllarda, daha önceki başka
dönemlerde de özellikle 30'lı, 40'lı Dersim Olayları'nda hep
devleti öne alan ve devletin güvenliğini temin ederek ülkeyi bir arada
tutmaya çalışan politikalar benimsendi. AK Parti'nin farkı şuydu,
devleti öne alan değil, devletin meşruiyetini halk nezdinde
güçlendirecek şekilde insanı öne alan bir yöntem benimsedik. Onun için
hiç kimseden bir iltifat, izin ya da bir şekilde takdir beklemeden
demokratikleşme paketlerini arka arkaya açıkladık, 12 yıl içinde. Daha
önce 90'lı yıllarda yasaklandığında ülke birliği korunacak zannedilen
birçok şey, Kürtçe'nin siyasi propaganda olarak kullanılmasının
yasaklanması, kasetlerin dahi yasaklanması, annelerin, babaların
çocuklarıyla hapishanede Kürtçe konuşamamasından geniş bir spektrumda.
Biz bunu değiştirdik.''
''Niye silah kullanılıyor?''
Başbakan
Davutoğlu, ''Getirdiğimiz yeni şey, yeni anlayış ve çözüm sürecinin ana
omurgasını bu oluşturuyor. Bireylerin hangi etnik ve mezhebi kimliğe
ait olurlarsa olsunlar devletle ilişkisinin, siyasal sistemle
ilişkisinin restore edilmesi, yeniden tanımlanması ve aidiyetin
güçlendirilmesi. Bu yönde biz adımlarımızı attık'' diye konuştu.
O zaman bu meseleler çözüldükçe, Güney ve Doğu Anadolu'da şiddet
ortamının ortadan kalkmasını ve silah bırakılmasını beklediklerini ve
istediklerini belirten Davutoğlu, şöyle devam etti:
''Herkes ne
hak talep ediyorsa hiçbir şiddet unsuru kullanmadan siyaset üzerinden
talep etsin. Nitekim bugün HDP milletvekillerinin TBMM'de ifade ettiği
hususlar, 90'lı yıllarda milletvekillerinin apar topar tutuklanmasına
sebebiyet veren hususlardı. Öyle görünen hususlardı. Şimdi Meclis çatısı
altında konuşuluyor. Kimse de niye bu konular bu çatı altında
konuşuluyor demiyor. Bütün bu demokratikleşme yollarıyla her türlü
görüş rahatlıkla tartışılabiliyorsa, her tür siyasi parti kuruluyor ve
bu partinin kapatılması imkansız hale gelmişse neredeyse,
tamamıyla imkansız kılacaktı da BDP o zaman destek veremediği için
olamadı. Bütün bunlar olmuşsa şiddetin arkasındaki gerekçe ne? Niye
silah kullanılıyor? Niye başka bir vandalizme yol açılıyor?
Son
1,5 yıldır yürütülen çözüm süreci bir taraftan bu demokratikleşmeyle
yürürken diğer taraftan iki süreç yaşadık. Bir Oslo süreci, bir de
hatırlarsınız Habur'dan geri dönüşler başlamıştır. İki süreçte de
farkettik ki bunun milli, yerli ve Türkiye'nin vatandaşları suçlu da
olsa, hapishanede de olsa, serbest de olsa, siyaset de yapıyor olsa
vatandaşlar arasında bunları görüşülerek halledelim. Bu süreçte
İmralı'da yapılan görüşmeler, siyasilerin yaptığı temaslar, biz tabi
muhatap olarak siyasileri alırız, hep siyasileri aldık ama çözümde kim
katkı yapabilecekse herkesi sürecin içine soktuk.''
''Zihniyet aynı zihniyet''
Buradaki psikolojik sahiplenmenin çok önemli olduğunu vurgulayan
Davutoğlu, toplumun da doğunun, batının da bunu sahiplendiğini
belirtti.
Davutoğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü:
''Siyasi otorite olarak bunun için ne yapılması gerekiyorsa yaptık. Ama
şu son olaylar gösterdi ki nasıl 90'lı yıllarda köy yakarak devletin
bütünlüğünü koruduğunu zannediyordu yanlış bir zihniyet, şimdi de
şehirleri yakarak birileri hak arayacağını zannediyor. Zihniyet aynı
zihniyet. Ben CHP'ye ve HDP'ye 'vaaz zihniyeti' derken aslında bunu
kastediyordum. Dersim'i bombalarken ülke bütünlüğünü garanti altına
aldığını zanneden CHP zihniyeti ile ya da 90'lı yıllardaki Ergenekon
vari yapılanmalar, faili meçhullerle ülkeyi bir arada tutacağını
zanneden zihniyetle, Diyarbakır, o güzelim Diyarbakır, güzelim Mardin,
Batman, Siirt'i ateşe, dumana, kana boğarak Kürtler'in haklarını
koruyacağını zanneden zihniyet ayni zihniyet.''
''Çözüm süreciyle bu zihniyet değişmemiş mi oluyor?'' sorusuna karşılık, Davutoğlu, şu ifadeleri kullandı:
''Oraya geleceğim. Biz şu iyi niyetle hep yaklaştık. Demokratikleşme
paketlerini yaparız, gerekli adımları atarız. Geçen sene 30 Eylül'de
bile bize verilen sözler yerine getirilmediği halde demokratikleşmeden
hız kesmedik. Neydi bize verilen söz? Mayıs ayında sınır dışına
çekilecekti bu terör örgütü mensupları. Silahlarını bırakıp
çekileceklerdi. Silahlarını bırakmadılar, çekilmediler. Çünkü hep bir
hesap içindeler. Tam o sırada Gezi olaylarının patlak vermesi bir
tesadüf değildir. Birileri Türkiye'de bir yaranın, kanayan bir yaranın
şifa olmaya başladığını görünce başka yaraları kanatarak o kabuk
bağlamaya başlayan yarayı da açmaya çalıştı. Geriye çekilme durdu. Biz
yine de sabırla takip ettik, çünkü bu proje bizim projemiz. Kürdüyle,
Türküyle, her kesim projesi. Doğusuyla, batısıyla, kuzeyiyle, güneyiyle.
Buna cevabımız bizim 30 Eylül'de yeni demokratikleşme paketi açmakla
oldu, Sayın Cumhurbaşkanımızın Başbakanlığı döneminde. Daha sonra Mesut
Barzani'nin Diyarbakır'a gelişiyle, gittikçe artık çözüm süreci daha da
toplumsal bir karşılık bulunca bu sefer 17 Aralık, 25 Aralık komploları
bir başka gölge getirdi. Dikkat edin onu yapanlar aynı zamanda 2 sene
önce, 3 sene önce KCK operasyonlarını yaparak yine bu yarayı
derinleştiren kesimlerle aynı kesimler.''
''Kimse 'Ben bunu bilmiyordum'' diyemez''
Davutoğlu, ''Derin yapı dediğiniz o mudur efendim?'' sorusu üzerine,
''Öyle veya böyle, vesayet derin yapılarla... Mesele, birisi bir türlü
bu yaranın kabuk bağlamasını istemiyor. Sonra o yaranın kabuk bağlamanın
ötesinde yavaş yavaş şifa bulması ve yara gibi görülen şeyin
organizmayla bütünleşerek bir şifa halini almasını istemiyor. Biz buna
rağmen ve bütün bu şeylere rağmen çözüm sürecini kararlılıkla yürüttük.
Bize verilen hiçbir söz yerine getirilmemiş olmasına rağmen, bütün bir
yaz ve iki seçim geçti, bu seçimlerde nasıl bir baskı uygulandığını biz
biliriz, oradaki AK Parti siyasilerine. İl başkanlarımızın kardeşleri
öldürüldü, kendileri kaçırıldı, ilçe başkanlarımız, bir terör havası.
Mesaj şu, 'Burada siyaset olacaksa ben yaparım. Özgürlük olacaksa, ki
benim anladığım kadar olur.' Bu işte aynı 90'ların şeyi. 'Siyaset
yapacaksan sen yapamazsın bizim dediklerimiz yapacak', yani tersinden
bir mantıkla bir yaklaşım sergileniyor. Hükümeti kurduk hemen çözüm
süreci mekanizmasını ilan ettik. Arkasından Bakanlar Kurulu kararı
çıkardık. Bütün bunları yaptık ve yol haritasında da mutabık kalındı.
Mutabık kalındı derken, bunun bütün taraflarının bunu bildiğini bilerek
söylüyorum. Devletin kanadında da herkes biliyordu, karşı tarafta da HDP
vesaire, bu sürecin içinde olanlar. Kimse 'Ben bunu bilmiyordum, şurada
şüphe ettim' falan diyemez. Herkesin bildiği bir yol haritasında
mutabık kalalım ve bunu biran önce nihayete eriştirelim dedik.''
"Bu barış projesini engellemek için birileri düğmeye bastı"
Başbakan
Ahmet Davutoğlu, "Bu barış projesinin başarıya ulaşmaması için ve bu
ülkenin kanayan yarasını sarması, kabuk bağlamasını engellemek
için birileri düğmeye bastı" dedi.
''Şimdi başlayan süreç bu
mu?'' sorusuna karşılık Davutoğlu, ''Tabi başlamıştı bu süreç. Yani bir
adım öncesinde. Benim Selahattin Demirtaş ile yaptığım görüşmede,
Selahattin Demirtaş yol haritasının ne olduğunu biliyordu'' dedi.
Demirtaş'a, "Artık bunu nihayete erdirelim, sürümcemede kaldıkça
bölgedeki gelişmeler bunu olumsuz etkiler" değerlendirmesinde
bulunduğunu anlatan Davutoğlu, şunları kaydetti:
"Ona artık bunu
nihayete erdirelim, sürümcemede kaldıkça bölgedeki gelişmeler bunu
olumsuz etkiler, bölgeden kastım Ortadoğu bölgesi. Daha önce Ada'ya
giden heyetle görüşmelerimizde kendilerine söylendi, MİT Müsteşarımızla
yaptıkları görüşmelerde söylendi. Fakat bunun için onlara da ifade
ettiğimiz şey şu; her türlü konuyu konuşuruz süreç içinde neler
yapılacağı karşılıkların ama kanunsuzluğu konuşamayız, biz hukuk
devletiyiz. Kanunsuzluk üzerine bir şey inşa edemeyiz. Yani 'çözüm
süreci var, siz müsamaha gösterin de şurada şu olaylar devam
etsin' olmaz. Şimdi tam da bu konularda mutabık kalınmışken ve toplumda
çözüm süreci bir ivme kazanmış denilirken, ne oldu? 1 Ekim'de biz
Bakanlar Kurulu kararını çıkartırken Gezi Parkı olayları, 17
Aralık'ta ne olduysa aynısı oldu."
"Bu barış projesinin başarıya
ulaşmaması için ve bu ülkenin kanayan yarasını sarması, kabuk
bağlamasını engellemek için birileri düğmeye bastı" ifadesini kullanan
Davutoğlu, "O birileri kim?" sorusu üzerine, "Önce resmi görelim, arka
planına bakarız. Ne oldu bakın. Kobani'ye Türkiye'nin ne yardım
yaptığını en iyi kendileri bilir" cevabını verdi.
Kobani
olayının ayrıca bir paranteze alınması gerektiğini belirten
Davutoğlu, "O önemli çünkü o bahaneydi, aynen Gezi gibi bazı yeri
değiştirilen ağaçların yerinin değiştirilmesi gibi bahaneydi ve tam bir
şehir terörü estirildi. Soğukkanlı bir şekilde olayları takip ettik,
gerekli güvenlik tedbirlerini aldık" dedi.
Olaylarda devlet
kurumlarına saldırıldığını, ambulansların, Kuran kurslarının,
kütüphanelerin ve müzelerin yakıldığını hatırlatan Davutoğlu, "Yani
zihinlerindeki siyasetin ne olduğunu söylediler. Sonra işadamları,
özellikle AK Parti'ye mensup veya yakın, işadamlarının yerleri talan
edildi. Çözüm sürecinin olumlu atmosferini dağıtmak için. Çünkü oraya
çok ciddi yatırım gelmeye başladı.
"Yasin Börü, 16 yaşında bir genç, Berkin Elvan'dan ya da diğer gençlerden bir farkı yok"
Olaylarda yaşamını yitiren Yasin Börü'nün 16 yaşında bir
genç olduğunu, Berkin Elvan'dan ya da diğer gençlerden bir farkı
olmadığını belirten Davutoğlu, şunları ifade etti:
"Yasin, 3
arkadaşıyla kurban eti dağıtırken, bir hayır işi yaparken, hepsi 16, 18
ve 20 yaşlarında gençler, 3. kattan atılıp, kafası taşla ezildi. Bunun
faili kim? Şimdi, 90'lı yıllarda faili meçhul diyerek bir halkı
ayaklanmaya çağıran ve terörü bu şekilde meşru kılmaya çalışanlar, şimdi
bir faili meçhulü nasıl izah edecekler?
Şimdi biz 90'lı
yıllardaki faili meçhule karşı çözüm sürecini getirdik. Bu faili meçhulü
yapanlara karşı da çözüm sürecini öncelikle Kürt vatandaşlarımıza
emanet ediyoruz. Onlar sahip çıkacak çözüm sürecine, onlar diyecekler
ki nasıl 90'lı yıllarda birileri meraları ya da köyleri yakarak,
birileri güvenlik temin edemedi, sizler de şehirlerimizi yakarak bize
haklarımızı getiremezsiniz. Onlar diyecekler, Yasin Börü ve o
kardeşlerimiz nasıl katledildi, çıkartın faillerini? Biz çıkartmak için
devlet olarak elimizden geleni yapacağız. Hükümet olarak dönüp
soracaklar, sormalarını bekleriz, siz bizim hakkımızı koruyamazsınız."
"Nasıl Kobani'de şehit edilen ve hunharca öldürülen Kürt
kardeşimizin hukuku bizim için kutsalsa, Diyarbakır
sokağında, Kurtalan'da değişik yerlerde öldürülen Kürt vatandaşımızın
hukuku aynı ölçüde kutsaldır" değerlendirmesinde bulunan Davutoğlu,
şöyle devam etti:
"Olaylarda öldürülenlerin hepsi Kürt,
öldürülenler Türk olsa veya Boşnak, Arap olsa meşru görecek değiliz, o
anlamda söylemiyorum. Fakat bu faili meçhul zihniyet üzerine soruyoruz,
çözüm sürecinin failleri kim? Kim bunun muhatapları? Demeleri beklenir
ki; 'biz bunları, bu eylemleri kınıyoruz, lanetliyoruz, bir daha
olmaması için elimizden geleni yapacağız.' Fakat şöyle değil sureti
haktan görünerek değil, bazı yöneticiler tavşana kaç, tazıya tut, hem
gençleri tahrik edeceksiniz sonra da biz engellemeye çalıştık ama
olmadı. Peki neden tahrik ediyorsun?
Meclis'te konuşabiliyorsun,
barışçıl gösteri yapabiliyorsun istediğin yerde, istediğini
yazabiliyorsun, söyleyebiliyorsun. Kim engelliyor seni? Niye yakıp
yıkıyorsun? Gösteri yaptığında barışçıl anlamda seni engelleyen olduysa
gelin, teminatı bizdedir. İstediğiniz meydanı gösterin istediğiniz
şehrimizde gösteri yapabilirsiniz ama o gösteriyi yaparken ya da gösteri
yapmadan herhangi bir yeri talan edemezsiniz, insanları
katledemezsiniz."
"Biz bu yola, her türlü sonucu göze alarak çıktık"
"Her şerden hayır çıkar" diye bir söz vardır, aslında toplumumuz
doğusuyla batısıyla gördü, kim neyi istiyor? Bütün buna rağmen biz bir
taraftan güvenlik önlemlerini nasıl artırır, halkımızın güvenliğini
koruruz diye çalışırken, diğer taraftan da çözüm sürecinin tekrar nasıl
canlandırırız diye çalışıyoruz" ifadelerini kullanan Davutoğlu, şunları
kaydetti:
"Dikkat edin birileri hemen Türkiye
otoriterleşiyor diye, Batıda demokratik ülkelerde olan kuralları
getireceğiz dediğimizde dahi böyle diyor. Fakat biz aynı saatlerde
bir taraftan acaba ne tedbir alırız da vatandaşımızın can güvenliğini
koruruz diye düşünürken, diğer taraftan da çözüm süreci toplantısını hiç
aksatmadan 15 günde bir yapıyorum. Arkadaşlarımızı yeni
görevlendirmelerle alana çıkartıyoruz.
Bugün de MYK'da konuştuk,
her bir santimetrekaresini dolaşma talimatı verdim arkadaşlara, hiç
kimse bizi sindiremez, hiç kimse Türkiye'nin herhangi bir
santimetrekaresinde siyaset yapmamızı engelleyemez. Biz bu yola her
türlü sonucu göze alarak çıktık. Burada bu salonda bölgedeki belediye
başkanlarımıza, bakanlarımıza, genel başkan yardımcılarımıza talimat
verdim."
Her hafta il danışma toplantıları yapacaklarını, her
ile giderek vatandaşla konuşacaklarını belirten Davutoğlu, "Çözüm
sürecinin muhatabı olan oradaki vatandaşımızla konuşacağız. Buradaki tek
aktör HDP ve onun bağlantılı şeyleri değil. Onlarla da konuşmaya devam
edeceğiz. Eğer irade gösterirlerse, eğer çözüm sürecini kanunsuzluk gibi
algılamaya devam etmezlerse, yol açık. Yol haritası belli. Herşeyi
yapmaya hazırız. Herşeyi derken sınırsız anlamda demiyorum. Yol haritası
bağlamında, anlaştığımız konularda devam ederiz. Ancak tekrar aynı
olayların yaşanmasına izin vermeyiz" diye konuştu.
"Tam da şimdi
onların da devreye girmesini talep etmemizi gerektiren bir vakittir"
ifadesini kullanan Davutoğlu, "Hem nihayi sonuca ulaşabilmek için...
Görülüyor ki her erteleme bir risk getiriyor. Bizim tarafımızda bir
erteleme yok, ne yapılması gerekiyorsa yapıldı ama öbür taraftan da
tekrar psikolojik bir üstünlük almak gerekiyor. Tekrar çözüm süreci
psikolojisinin olumlu atmosferini yaymak gerekiyor. Akil insanlarda en
çok üzerinde duracağımız husus bu. Toplumsal sahiplenmeyi nasıl
artırırız, çözüm sürecine nasıl tekrar ivme kazandırırız ve bir şekilde
bütün toplumsal mekanizmaları harekete geçiririz" ifadelerini kullandı.
"Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Kürt kardeşlerimizin haklarına halel gelmeyecek"
Başbakan
Ahmet Davutoğlu, "Ne karar alırsak alalım, hiç bir zaman bir daha
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Kürt kardeşlerimizin haklarına halel
gelmeyecek, onların hukukları zedelenmeyecek. Devlet müşfik gücünü halka
gösterecek. Fakat eğer kudret, gücünü göstermesi gerekiyorsa kanunsuz
işlem yapanlara karşı, eylem yapanlara karşı, onu da
göstermekte tereddüt etmeyecek" dedi.
"Kandil de bu şeyin
içinde mi, bu yol haritasındaki mutabakatta var mı onlar da?" sorusu
üzerine Davutoğlu, "Tabii, HDP ne yapıyor burada? Daha önce BDP idi, bir
taraftan muhatabımız o. Diğer çözüm sürecinin bir anlamda veya bu
problemin aktörü olanların da devreye sokulması veya bilgilendirilmesi,
sürecin içinde doğru rol oynamaları HDP'nin sorumluluğunda. Onlar
gidiyorlar, konuşuyorlar ve bize getirdikleri ve herşeyin olumlu yönde
değişeceğini göreceksiniz dedikten bir hafta sonra, bunu dedikten,
Yalçın beye, ilgili arkadaşlarımıza, MİT Müsteşarımıza bu mesajlar
verildikten, HDP üzerinden, HDP bu mesajı verdikten bir hafta sonra
bütün şehirlerimizi yangın yerine çevirmeye kalkmak, o bölgede o zaman
bir niyet tazelemesine ihtiyaç var" diye konuştu.
"Hafta sonu
tekrar gidiyorlar, yani o zaman bir güven zedelenmesi çıktıysa yeni
olarak Kandil'den ne bekliyorsunuz?" sorusuna karşılık da Davutoğlu,
"İyi niyet, yani HDP o anlamda muhatabımız onlara şey yaparak, önce iyi
niyetlerini görmek istiyoruz, sonra kararlılıklarını, siyasi şey
anlamda. Çünkü niyetleri konusunda ciddi şüphe oluşturdular hem bize hem
toplumda" dedi.
Çözüm sürecini konjektürel, "şimdilik
birbirimizi idare edelim, bir tiyatro oynayalım" diye çıkarmadıklarını,
bir acıyı yok etmek üzere çıkardıklarını vurgulayan Davutoğlu,
dolayısıyla bunları görüp görmemelerine göre ortaya çıkacağını bildirdi.
Başbakan Davutoğlu, şu değerlendirmelerde bulundu:
"Ancak ne karar alırsak alalım, hiç bir zaman bir daha Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşı olan Kürt kardeşlerimizin haklarına halel
gelmeyecek. Onların hukukları zedelenmeyecek. Devlet müşfik gücünü halka
gösterecek. Eğer kudret, gücünü göstermesi gerekiyorsa kanunsuz işlem
yapanlara karşı, eylem yapanlara karşı onu da göstermekte tereddüt
etmeyecek. Bunun ikisi birbirine alternatif şeyler değil. Çünkü çözüm
süreci adına ortaya çıkartılabilecek boşluğun nelere yol açtığını
gördük. Düzen varsa, özgürlük ve o anlamda bir çözüm süreci işler. Hukuk
düzeni korunacak."
"Kandil'e giden bazı gazetecilerin de savaş
çığırtkanlığı yaptığı" anımsatılarak, "Kandil"in savaş çığırtkanlığı
yapmasına vesile olan gazeteciler karşılığında, İmralı ile akil
insanların veya gazetecilerin temas kurması konusunda ilerleyen süreçte
bir şey yaşanabilir mi?" diye sorulan Davutoğlu, geçmişte Kürtler ile
ilgili eserler yazmış, devletin Kürtler'e karşı müşfik olması
gerektiğini söyleyen gazetecilerden, şimdi devlet en müşfik yüzünü
göstermişken, örgüt de en vahşi barbar yüzünü göstermişken, bir tavır
almalarını beklediklerini söyledi.
Davutoğlu, şöyle konuştu:
"Geçmişte devlete dönük eleştiri oklarını, hemen hemen aynı yöntemleri,
geçmişte eleştirdikleri yöntemleri, çok daha şeysiz bir şekilde, yani
kargaşa ortamında yapan yapılara karşı niye söylemezler? Niye şunu
sormazlar, bu bölgeler sadece HDP'ye mi ait? Sadece bir yapıya mı ait?
Bu bölgede başka insanların siyaset yapma hakkı yok mu? Bu bölgede başka
insanların fikir söyleme hakkı yok mu? Bu bölgede başka
insanların özgürlüklerini kullanma hakkı yok mu? Bu bölgede, oradaki
gençlerin kurban eti dağıtırken hayat haklarını yok etmenin bir
karşılığı olmayacak mı? Bunları niye sormuyorlar? Çünkü gündem
farklı. Çünkü ortada bir kargaşa var, bir puslu hava var. Bu puslu
havada Türkiye'ye nasıl zarar veririz, bu puslu havadan dışarıdaki
irtibatlar, bağlantılar vesaire de içinde olmak üzere bu ülkenin,
birliğini, dirliğini, huzurunu nasıl bozarız diye bir kanaat varsa ki
var, bazı çevrelerde en azından, toplumumuz da bunları görüyor."
"Herkes kendisini sorgulamalı"
Herkesin samimiyetle kendisini sorgulaması gerektiğini, kendisinin de Başbakan
olarak, üzerindeki ağır emaneti her gün ne kadar yerine getirebiliyorum
diye sorguladığını dile getiren Davutoğlu, aslında bu olayların ciddi
bir muhasebe ve özeleştiri yapma imkanı da sunduğunu söyledi.
Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Herkes yapsın. Mesela biz bu anlamda baktığımızda vatadaşımızın
güvenliğinin teminat altına alınmadığı yerlerde verdiğimiz özgürlüklerin
kullanılamaz olacağını gördük. Yani demokratikleşmeyi yaygınlaştırdık,
özgürlük alanlarını genişlettik ama birileri o özgürlük alanını
kullanarak vatandaşlarımızın can güvenliğini yok ediyor. Şimdi bu da
dahil şu günlerde sanki Türkiye bir otoriterleşme eğilimi... Hayır
demokratikleşme eskisinden daha hızlı olacak, daha derin olacak ama
dediğiniz hususlarda herkesi bir muhasebeye davet ediyorum. Gezi
olaylarında veya daha sonraki olaylarda, devlete yönelttikleri o acı
dil, niye bazılarının şu anda suskun o acı dil? Bir polisin yaptığı
hatayla bütün bir toplumu polise karşı kışkırtanlar, varsa bir hata ki
hepsi sorgulandı, hepsi hukuk önüne çıkarıldı. Peki bu başı taşlarla
ezilen çocukların hukukunu korumak için, Diyarbakırlı annelerin o
ağlayan, yürek yakan annelerin acılarını için niye seslerini
yükseltmiyorlar?"
Galatasaray Lisesi önünde
kendilerini "Cumartesi anneleri" diye adlandıran annelerin herkesin
yüreğini yaktığını anımsatan Davutoğlu, "Peki Diyarbakır annelerinin
yüreği daha mı az önemli? Onlar daha mı az anne?" diye sordu.
Kendisinin bu ailelerle bir araya geldiğini anımsatarak, herbirine
yüreğinin ağladığını ifade eden Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:
Davutoğlu, bunların herkesin üzerinde durması
gereken şeyler olduğuna işaret ederek, hep beraber bir bina inşa
ettiklerini, kongrede restorasyon, bina, inşa ifadelerini bilerek
kullandığını söyledi.
Her gün bir devlet kurumunu ziyaret
ederek birifing aldığını anımsatan Davutoğlu, bütün yapıların, 12 yıllık
tecrübeyi de içinde barındırarak yeni bir inşa dönemine girmesi için
çaba sarf ettiğini belirtti.
Yıpratılmak, yok edilmek istenen kültürün, Artuklu'nun, Kürt Mervanilerin, Selahattin Eyyubilerin kültürü olduğunu vurgulayan Başbakan Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:
"O kütürel bağı yok etmek istiyorlar. O zaman ben bu harekete yerli bir
hareket olarak, bir bölge halkının hareketi olarak bakabileceğimizi
düşünebilir miyiz? Şimdi o zaman herkesin bir şey yapması, bir muhasebe
dönemi geçirmesi lazım. Bu tam da kritik bir aşamada. Bunu yapmamız
halinde iyi niyet de gösterilirse, herkesin eşit şartlarda vatandaşlık
hakkını özgürce kullandığı bu bina inşası devam eder. Fakat birileri bu
binayı adım adım, gıdım gıdım, üstüne taş koya koya inşa etmeye
çalıştığımız bu binayı yıkmaya kalkarsa, önce kendi altında kalır bunu
bilsin. Yani çözüm süreci binasından söz ediyorum. Devlet öyle veya
böyle badireleri atlatmasını bildi. Yani devlet derken sadece bir şeyi
söylemiyorum, ortak kültürden kaynaklanan ortak bilinci. Biz ne
badireler gördük. Ancak, bu binayı birisi çökertmeye çalışırsa önce
altında kendisi kalır. Herkesin bunu hesap etmesi lazım. Suriye'de ve
Irak'ta kamu otoritesinin çökmüş olmasından doğan zararı en fazla kim
gördü? Kürtler gördü, Araplar gördü, orada yaşayan Türkmenler gördü. O
coğrafya gördü. Sanırlar mı bizim buradaki Kürt kardeşlerimiz bunu
görmüyor? Onların oyununa mı gelecekler? Kalkışma tabirleri içinde bir
halkı harekete geçirmeye çalışmak. Onlar onu yapacaklar biz de gideceğiz
her bir Kürt vatandaşımızı bağrımıza basacağız. Yüreğimizi yüreğine
değdireceğiz. Onların taşla ezdikleri o kardeşimizin beynindeki irfanı
yeni nesillere aktaracağız. Kimse bundan sonra 90'lı yılların şiddet
yöntemine dayalı yaklaşımını devletten görmeyecek. Ancak, mücadele mi
sonuna kadar mücadele. Siyaset mi sonuna kadar siyaset. Özgürlük mü,
sonuna kadar özgürlük. Bunun mücadelesini verirken de bir an tereddüt
etmeyiz."
"İç güvenlik reformuyla ilgili tartışmaların sürdüğü
ve bunlarla ilgili 'Kenan Evren kanunları' nitelendirmesi yapıldığı,
kısa bir süre önce de dinlemeleri zorlaştıran bazı düzenlemeler
yapıldığı" anımsatılarak, "Şimdi ne değişti? Yeni bir ihtiyaç mı ortaya
çıktı?" sorusu yöneltilen Başbakan Davutoğlu, "Bir kere tabii ben görmedim kim dedi Kenan Evren yasaları diye ama" dedi.
"Bazı gazetelerde yer aldığı"nın ifade edilmesi üzerine ise Davutoğlu, şu değerlendirmelerde bulundu:
"Herhalde o 80'li yılları görmemiş birileri yazmış olacak. O yıllarda
yurt dışındaydı ya da daha doğmamıştı onu yazan. Gitsin onu Diyarbakır
hapishanelerinde Kenan Evren döneminde neler yaşandığını bilenlere
anlatsın, bizim nesle anlatsın. Üniversitelere girerken dahi ne zaman
götürüleceğiz acaba nasıl sorgulanacağız diye. Ben 12 Eylül'den sonra
uzun bir süre her gün ayrı evde kaldım. 28 Şubat'ta da aynı tedbirleri
almak zorunda kalmıştık. Biz bunları biliriz. Şu anda kimse kanunsuz bir
iş yapmadıkça kendisini böyle bir, kapısını çalan hani sabah çalanın
sütçü olduğunu bilmek. Şimdi kim bu anlamda bir korku içinde olabilir?
Kime böyle bir plan hazırlanıyor? Bunu bir kere daha kamuoyu ile
benim paylaştığım, dün İçişleri brifinginden sonra paylaştığım hususlar
dışında konular paylaşılmış değil. Burada alacağımız, bütün bu
tecrübeden sonra alacağımız bazı tedbirler var."
Hazırlıkların
tamamlanması halinde bunu sadece bir iç güvenlik reformu şeklinde değil
başka unsurlarla da desteklenmiş bir paket, özgürlük ve reform paketi
halinde Salı günü partisinin grubunda açıklamaya çalışacağını bildiren
Davutoğlu, aksi takdirde bunu daha ileriki günlerde açıklayacağını
belirtti.
Davutoğlu, "Fakat birbiriyle entegre bir reform ve özgürlükler paketi şeklinde olacak" dedi.
"Sadece son olaylarla ilgili bir şey değil" ifadesi üzerine Davutoğlu, şunları söyledi:
"Hayır ama bu son olayların getirtiği unsular, aldığımız dersler de
olacak. Nedir mesela? İstediği şekilde aranma, makul şüphe, somut delil.
Şimdi aradaki fark şu. Ben daha önce de bunları takip ederdim tabii ama
15 gündür bu konuda herhangi bir hata yapılmaması için gece veya gündüz
bunların delillerini hem İçişleri Bakanımızdan hem Adalet Bakanımızdan
hem ilgili birimlerimizden şey yapıyorum, bizzat tetkik ediyorum. Ezbere
bir iş yapmadığımı beni tanıyanlar bilir. Haksız bir şekilde herhangi
bir gerekçe olmadan bir özgürlüğü kısıtlamayacağımı da bilirler. Bu
özgürlükler için gerekirse canımı ortaya koymaktan fedakarlık
etmeyeceğimi de bilirler. Dolayısıyla bu konuda bir kere herkesin
emniyet içinde olmasını isterim."
"Hiçbir özgürlük kısıtlanmayacak, aksine özgürlükler teminat altına alınacak"
Başbakan
Ahmet Davutoğlu, "Herhangi bir şekilde hiçbir vatandaşımız mağdur
edilmeyecek, hiçbir özgürlük kısıtlanmayacak, aksine özgürlükler
güvenlik ortamı içinde teminat altına alınacak. Kimse acaba bu gösteride
maskeli biri bana kurşun sıkar mı diye düşünmeden gösteri özgürlüğünü
kullanabilecek" dedi.
Arama ve dinlemede somut delil yerine
makul şüpheyi yeterli gören düzenlemeye ilişkin soru üzerine Davutoğlu,
düzenlemenin ülke ve halkın huzuru için yapıldığını söyledi.
Tedbir ile hukuk arasında, önleme ile bir suç ortaya çıktıktan sonraki
süreç arasında görünmez bir çizgi bulunduğunu aktaran Davutoğlu, "Tıpta
da vardır bu. Koruyucu, önleyici tıp var. Hastalık bulaştı mı ilaç
almaya başlıyorsunuz. Bazen bu ilacın yan etkileri de olabiliyor.
Bizim meselemiz suçu işlenmeden önce durdurabilmek. Suç işlendikten
sonra... Öldürülecek kişi öldürülmüş, yakalanamayan uyuşturucu yerine
ulaşmış oluyor" dedi.
Geçmişte herhangi bir polisin, bir kamu
otoritesinin, vatandaşı işlemediği bir suç için suç işlemiş muamelesiyle
alıp bir yere götürebildiğini ifade eden Davutoğlu, şunları söyledi:
"Onun için '12 Eylül'ü bunlar bilmiyorlar' diyorum. Hangi
arkadaşlarımızın nasıl çilelerle bunu yaşadığını hepimiz biliriz.
Şuandaki uygulamada gördüğümüz şey bu ince hattın netleşmesi. Ne oluyor
biliyor musunuz? Çarpıcı olduğu için bir iki yerde daha bu örneği
verdim. Biz burada otururken, yanımızdan veya dışarıdan,
uyuşturucu, bonzai taşıyan bir araç geçiyor olsa, bize de ihbar gelmiş
olsa, bunu engellemekle mükellef insanlar olarak, bunun içinde
uyuşturucu var ve biraz sonra şuradaki gençleri zehirleyecek. Bu bilgi
üzerine ben İçişleri Bakanımı arasam ve desem ki 'Bunu engelleyin,
durdurun' Oradaki emniyet görevlilerimiz ne yapacaklar biliyor
musunuz? Arabayı durdurup arayamıyorlar, çünkü somut delil yok. Arayacak
savcıyı. Savcı diyecek ki 'Somut delilin ne?' 'Bir ihbar geldi.' 'İhbar
delil değil' diyecek. Somut delil olmadığı için o araba gözümüzün
önünde gidecek, o gençleri zehirleyecek."
"Can güvenliğini tehdit eden bir şey varsa"
Bingöl'de polise yönelik saldırıyı da örnek gösteren Başbakan
Davutoğlu, "Bingöl'de şehit edilen kardeşlerimiz. Onunla ilgili ihbar
geliyor. Emniyet birimlerimiz o kişilerin gözaltına alınması için
savcıya müracaatta bulunuyorlar. Savcı da diyor ki 'Bunun bu saldırıyı
yapacağına somut bir deliliniz var mı?' Daha suç işlenmemiş ki delil
olsun. Delil ne zaman olur, suç işlendikten sonra delil sorulur" diye
konuştu.
Ancak savcı veya hakimlerin bu konuda tümüyle kusurlu olmadıklarını aktaran Davutoğlu, şöyle devam etti:
"O da diyor ki 'Ben hukukçuyum bana delil getir. Yoksa o delil olmadan
ben işleme koymam' diyor. İyi niyetliyse. Bir de kötü niyetlileri var ki
var. Onların da örneklerini vereceğim. Hepsini tek tek tespit ediyoruz.
Bunların hiçbiri karşılıksız kalmaz. Bir X ilçesinde 50-60 gözaltı
oluyor da savcı hiçbirini tutmuyorsa, Y ilçesinde başka bir savcı
veya hakim alabiliyorsa, burada hangi standardı uygulayacağız
biz. Birinin niyeti farklı, diğerinin farklı olabiliyor ki yargı
mensuplarımızın iyi niyetli olanını tenzih ederim. Onlar kanuna bakıyor,
somut delil soruyor. Bizim bu husus için getirdiğimiz şu, eğer burada
can güvenliğini tehdit eden bir şey varsa, bir şüphe ortaya çıkmışsa,
polis, makul şüphe, sıradan bir zan hali değil, arabayı durdurur bakar.
Uyuşturucu yoksa 'buyurun kardeşim devam edin' der. Yok uyuşturucu varsa
el koyar, somut delil orada oluşur. Sonra onu tutar, o uyuşturucu
götüren kişiyi savcıya teslim eder. Savcı da somut delil olduğu için onu
tutuklar. Ancak polis burada, seni alıp götüreyim gözaltında ilanihaye
tutayım diyemez. İşte fark bu."
"Ülkeyi o standardın gerisine götürmeyiz"
Bu konuya ilişkin diğer Avrupa ülkelerindeki örnekleri incelediğini
söyleyen Davutoğlu, "Bizde polisin gözaltına alma diye bir yetkisi yok.
Yok. Ne yaparsa yapsın. Orada maskeli mi dolaşıyor, hayır alamaz. Ne
yapacak, savcıya soracak. Arabayı durdurup acaba ne var diye soramaz"
dedi.
Bu konuda eleştiride bulunanların ABD ve Avrupa'daki uygulamaları dikkate almalarını isteyen Başbakan Ahmet Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Bize demokrasi öğretenler, sanki biz hiç Avrupa, Amerika
görmedik. Gidin bakalım New York ile Washington arasında kaç tane trafik
polisi sizi kaç yolda, kaç kere durdurabilir ve her an bir şey
sorabilir. Makul şüphe mi var? Yüzüne bakar, biraz doğulu görünüyorsan
sorma dışında yere yatırır, arar seni. Kimse bize ders vermeye
kalkmasın. Karşılarında dünyayı tanımayan insanlar yok. Her bir köşeyi
biz biliriz, evrensel hukuku da biliriz. Kimse bize yukarıdan
konuşmasın. 'Anadolu'dan yetişen politikacılar Avrupa'yı, Amerika'yı
bilmezler, Avrupa'da olsa böyle olmazdı derler.' Biz Avrupa'nın her
yerini biliriz. O standardın gerisine bu ülkeyi götürmeyiz ama
o standardın istismar edilecek ölçüde dışına çıkılmışsa dengeyi
sağlarız. Şimdi bir denge geliyor. Burada yapacağımız şey şu, polisin
gözaltı yetkisi hiçbir zaman Avrupa'dakinin daha ötesinde olmayacak.
Gerekçe olarak da olmayacak, süre olarak da olmayacak. Aynı gerekçe,
aynı süre. Bazı Avrupa ülkelerinde 24 saat, bazı Avrupa ülkelerinde 48
saat, bazı Avrupa ülkelerinde 72 saat. Biz mümkün olan en optimumu
bulmaya çalışacağız, buna çalışıyoruz."
"Kendilerini o saldırının içinde düşünsünler"
Avrupa ülkelerinde Türkiye gibi güvenlik riski bulunmamasına rağmen bu
önlemlerin alındığını aktaran Davutoğlu, "Türkiye hiçbir şekilde bu
güvenlik tedbirini almasın deniliyorsa o zaman bu manzaralardan şikayet
etmeyeceksiniz. Dönüp ertesi gün devlet neden otorite kullanmıyor diye
bu soruyu bana sormayacaksınız ya da sizin kapınıza, sizin iş yerinizin
önüne, yani o gazetelerin önüne molotofkokteyli biri geldiğinde polisi
aramayacaksınız. Savcıya somut delil göndereceksiniz" dedi.
Uzaktaki bir olay hakkında, İstanbul'dan veya İstanbul'un içinde
Sultanbeyli'deki bir olay hakkında İkitelli'den veya Basın Ekspres
Yolu'ndan yazı yazmanın çok kolay olduğunu ifade eden Davutoğlu, şöyle
devam etti:
"Ya o aynı gazetenin, iş yerinin önüne
molotofkokteyli ile birisi gelse, oradaki arabaları yakmaya başlasa,
duman gözünüzde büyüse ki bunu Doğu'daki iş adamlarımız yaşadı. Bunu
Esentepe'de, Sultanbeyli'de, Okmeydanı'nda vatandaşlarımız yaşadı.
O zaman arayacağı ilk şey polis ve tedbir isteyecek. Şimdi orada bu
şekilde yayın yapan gazete, yapmayan gazeteler de var. Basını bütünüyle
suçlamaktan imtina etmişimdir. Bu yayını yapanlar bir kere de
kendilerini o saldırının içinde düşünsünler. Biz nasıl engelleyeceğiz o
zaman bu güvenlik problemlerini. Molotofkokteyli, patlayıcı nitelikte
silah olmasın. Aslında patlayıcı ifadesi daha önceki kanunlarda da var.
Fakat yorumla bazı hakimler bu patlayıcı değil. Nihayet yolda birisi
bile yapabiliyor. Tekniğini öğrenmişse. Olay esnasında üretiyorlar onu.
Peki bu görüntüler var ya, hani neredeyse savaş görüntüleri, onların
çoğu molotofkokteyli. Bankaya atıyor, iş yerine atıyor, ambulansa
atıyor. Birgün gelip senin evine atılırsa, o özgürlüğü savunacak mısın?
Evet molotofkokteyli bir şekilde kanuna girecek ve benzeri diye girecek.
Molotofkokteylinin yer almamasının sebebi şu, diyor ki hukukçular
molotofkokteyli derse yarın başka bir isimle adlandırılırsa kanuna
girmiyor. ''Ve benzeri'' diyerek de benzeri şeyleri içine alacak bir
yasaklama gelecek. Onu kullananların verdiği zaiat bugün gördüğümüz için
kesinlikle öyle kısa bir sürede çıkmak değil. Silahlı bir saldırı neyse
o da odur."
"Bu iç dengeyi kuracağız"
Yüzü maskeyle kapatmanın yasaklanması için de Davutoğlu, "Maskeyi bir
insan niye takar gösteride. Ben hayatı gençlik gösterilerinde geçen bir
insanım. Bazen gençliğin bu tür şeyleri olur. Yani fikir ifade ederken
aşırıya gidebilir, o olabilir, bu olabilir ama maske takmak 'suça
hazırım' demek, 'suç işleme iradem var' demek" diye konuştu.
Başbakan Davutoğlu, şunları söyledi:
"Şimdi bu makul şüphe değil, somut delil değil daha suç işlememiş. Adam
maske takacak, hiçbir yerinden tanıyamayacaksın. Çekecek birini
vuracak. Sen ondan sonra somut delil oluştu diyeceksin, peşinden
koşacaksın, kim olduğunu bile tespit edemeyeceksin. Hukukun esası
mümkünse suçu engellemek, değil de suç işlenmişse en kısa zamanda
gereğini yapmak.
Ayrıca birşey daha getireceğiz, Hani Kenan
Evren eleştirisine cevap mahiyetinde. Bu kanunla birlikte kolluk denetim
kanunu da getiriyoruz. Yani bu hakları herhangi bir şekilde istismar
eden polis de aynı ölçüde cezalandırılacak. Yani istismar ediyor, birini
suç işlemediği halde alıyorsa, onları da denetleyeceğiz. O da
cezalandırılacak. Hiç kimse kanunun, hukukun kendisine vermediği yetkiyi
kullanamaz. Verdiği yetkiyi de tamamıyla genel insan hakları
çerçevesinde kullanır daha ötesine bunu taşıyamaz. Bunların hepsini bir
iç dengeye kavuşturuluyor. Onun için zaman alıyor, tartışılıyoruz,
konuşuyoruz. Bu iç dengeyi kuracağız. herhangi bir şekilde hiçbir
vatandaşımız mağdur edilmeyecek, hiçbir özgürlük kısıtlanmayacak, aksine
özgürlükler güvenlik ortamı içinde teminat altına alınacak. Kimse acaba
bu gösteride maskeli biri bana kurşun sıkar mı diye düşünmeden gösteri
özgürlüğünü kullanabilecek. Çünkü bazen karşıt taraflar aynı yerlerde
gösteri yapıyorlar. Bunlar özgürlükleri teminat altına alıcı tedbirler
olacak."
"İlk tedbirleri TİB'de almak durumunda kaldık"
Başbakan
Ahmet Davutoğlu, "Paralel yapı öylesine bu işi stratejik bir araç
olarak gördü ki bütün bakanlıklarda ve kurumlarda iletişim bölümlerine
ve personel bölümlerine sızıldı. İletişim bölümleri üzerinden bu yüzden
ilk tedbirleri de TİB'de almak durumunda kaldık" dedi.
"4
ay önce dinlemeleri zorlaştıran bir düzenleme yaptınız, şimdi ondan
vazgeçip başka bir şey yapıyorsunuz. Neden, hangi ihtiyaç ortaya çıktı, o
yapılan mı hataydı, şartlar mı değişti?" sorusu üzerine Başbakan Davutoğlu, aslında düşünüldüğü gibi büyük bir radikal değişiklik olmadığını söyledi.
Davutoğlu, daha önceki uygulamalara da baktıklarını belirterek,
önleyici istihbari dinleme ile adli dinleme şeklinde iki ayrımın
olduğunu dile getirdi.
Birkaç ay önce tedbir alınması gereken hususun adli dinlemenin kolay olmasıyla ilgili olduğuna dikkati çeken Başbakan
Davutoğlu, "Adli dinleme görüntüsü içinde binlerce
vatandaşımızın potansiyel suçlu olarak dinlenmesi ve
müteselsil silsileyle birçok alakasız insanın da bir pota içine
alınmasıydı. Yani bir suça dönük olarak, o suçu engellemeye dayalı
dinleme, istihbari dinlemedir. Fakat bir suçu, bir kişiyi herhangi bir
suç unsuru olmadan ve bir kez dinledikten sonra da sürekli takip ederek,
onun konuştuğu başka kişileri de takip ederek geniş bir network içinde
suçun oluşmasını beklemek ve suçu neredeyse belirlendikçe şekilde
dinleme yapmak ayrı bir şey" değerlendirmesinde bulundu.
"Devlet adamları öyle bir geniş network içinde dinlendi ki"
Davutoğlu, kesinlikle bu tarz kapsamı genişleten ve sonuçta adli bir
sonuç doğuracak hususlarda dinlemeye herhangi bir kolaylık
getirilmediğini ve bir alanın açılmadığını vurgulayarak, şöyle devam
etti:
"Şu anlama da gelmiyor. Bir şekilde önleyici
istihbarat şeklinde mesela, Türkiye'ye karşı casusluk faaliyeti var.
Sizin bu casusluk faaliyetini ortaya çıkartacak doneleriniz var. Burada o
sınırla ilgili bir şeyi önlemek için belli bir dinleme yapıyorsunuz ya
da bir terör örgütü bir şekilde bir patlayıcıyı bir yerden, bir yere
götürüyor. Belli bir aciliyet içinde zaten takip ettiğiniz bir suç
unsuru ortada, buna dönük bir dinleme yapıyorsunuz. Bunun
sıradan vatandaşla bir ilgisi yok. Fakat Türkiye'de son iki üç yıldır
yaşanan şey insanların özel hayatlarını dinleyerek, onların zaafları
varsa zaafları üzerinden şantaj yoluyla güç biriktirmek, olan buydu.
İşadamları, sanatçılar, gazeteciler, devlet adamları öyle bir geniş
network içinde dinlendi ki biz bunları engelledik. Kesinlikle bunlara
izin vermeyiz, bugün de vermeyiz yarın da vermeyiz."
"Bir suç ya vardır ya yoktur, niye dinliyorsun?"
İstihbari dinleme konusuna da değinen Davutoğlu, "Mesela, 3 gün
vandalizm yaşanıyor. Siz savcıya, hakime gidiyorsunuz işte o yapıların
etkisiyle dinleme kararı alamıyorsunuz ama o sırada bir terör grubu, 3-5
kişi bir yerden bir yere hareket ediyor ve bir terörü planlayabiliyor.
Siz ise olayı arkadan takip ediyorsunuz. Bu suçu önleyici istihbari
dinleme anlamında yine serbest bırakılmayacak tümüyle. Acil uygulama
açısından daha etkin, çabuk uygulanabilir hale gelecek. Yoksa
gidiyorsunuz izne tabi ertesi gün, suç bittikten sonra izin çıkıyor.
Kesinlikle adli dinleme dediğimiz suçu delillendirici veya suçu bir
network halinde bütünüyle adli sonuç doğuracak bir dinleme olmayacak"
diye konuştu.
Başbakan
Davutoğlu, istihbari dinleme ile bir suçlu tespit edildiği takdirde,
gidip o suçluyu cezalandırma yetkisinin emniyet müdüründe ve
poliste olmadığını belirterek, yakalanması halinde ise hukuka teslim
edildiğini aktardı.
Bir suç yoksa da daimi işleyen bir dinleme
türü olmadığına işaret eden Davutoğlu, "Bunlar öyle şeyler ki bizi, o
kanuni düzenlemeye sevk eden şey de iki, üç yıl bir kişiyi dinliyorsun.
Bir suç ya vardır ya yoktur, niye dinliyorsun? 'Bir yıl muhtemelen suç
işleyebilir, dolayısıyla dinleyeyim'. O kişinin özel hayatıyla ilgili
bir şey de yakalandı, 'bunu da bir kenara koyayım' deniliyor. Bu bizim
inancımıza göre de yasaktır. Yani tecessüs biz de yok, ahlaken de doğru
değil, hukuken zaten doğru değil. Kimsenin özel hayatıyla ilgili
tecessüs etme hakkı sana verilmemiş. Türkiye'de genel başkanlar bu
sebeple yerlerinden edildi, siyasilere şantajlar yapıldı. Bu tarz bir
dinlemeyi bu hükümet döneminde benim de bu sorumluluğu aldığım şu an ki başbakan olarak kesinlikle böyle bir şeyin bizim dönemimizde yaşanmasına izin vermemiz söz konusu olamaz" ifadelerini kullandı.
"İlk tedbirleri TİB'de almak durumunda kaldık"
Konuyla ilgili eleştirilerin de kendisine sorulması üzerine Davutoğlu, şunları söyledi:
"Bu sadece bizimle ilgili bir konu değil. Dinlemelerle ilgili son
dönemde uluslararası krize sebep vermiş onlarca olay sayabilirim. En
uzaktakinden başlasam, Avustralya istihbari örgütünün Endonezya'nın
first lady'sini dinleme iddiası. Özür dilemeye kadar giden sonuçlar
oldu. Her ülke kendisini buna intibak ettirmeye çalışıyor. Paralel yapı
öylesine bu işi stratejik bir araç olarak gördü ki bütün bakanlıklarda
ve kurumlarda iletişim bölümlerine ve personel bölümlerine sızıldı.
İletişim bölümleri üzerinden, bu yüzden ilk tedbirleri de TİB'de almak
durumunda kaldık. Bunu elde ettiğinizde sahip olacağınız güç, ahlaksız
bir güçtür, bunu devlet yapsa da gayri ahlakidir. Yani insanları tek tek
big brother gibi bunu yapmak gayri ahlaki bir şeydir.
Ancak şunu yapmak bizim görevimiz. Muhtemel bir başka insanın hayatını
yok edecek başka bir durum varsa, acil bir tedbir alınması gereken
noktada alır ve orada biter, devam etmez. Suç işlenmemişse o süreç
bitmiştir, yeni bir izin yine gerekir ama suç işlenmişse de işlenilen
suçu dinleme suretiyle dinlemenin kendisi delil olmayacak yine. Başka
bir yapı bunu istismar ederse aynı ölçüde ceza getirecek, ona da
müeyyide gelecek. Fakat bir taraftan düzeni korumak, bir taraftan bu
özgürlük alanlarını aynı anda birlikte muhafaza etmek bu hassas dengeyi
göz önünde bulundurmayı gerektiriyor."
"Seçim beni rahatlattıysa ortada bir anormallik var demektir"
"HSYK seçimleri yapıldı Pazar günü. Çıkan sonuçlar sizi rahatlattı mı?
Artık siyaset üzerinde bir daha hiçbir zaman yargı vesayeti olmayacak,
paralel yapı türü yapıların vesayeti olmayacak kanaati edindiniz mi
gelinen noktada?" sorusu üzerine Başbakan Davutoğlu, söz konusu sorunun bile rahatsız edici olduğunu dile getirdi.
Davutoğlu, bir insanı yargıdaki bir gelişmenin rahatlatmaması ya da rahatsız etmemesi gerektiğine işaret etti.
Yargının insana sadece sığındığı zaman adaletin gerçekleşeceği konusunda güven duygusu vermesi gerektiğini belirten Başbakan Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Eğer bir seçim beni rahatlattıysa ortada bir anormallik var demektir,
rahatsız etmiş ise düzensizlik ve kargaşa var demektir. Neden bu HSYK
seçimleri önem taşıyor? Ben kongre konuşmasında söylediğimde ertesi gün
Yargıtay Başkanı bunu bir müdahale gibi bir kanaatte sergiledi. Yargı
mensuplarına seslendim kongre konuşmamda ve dedim ki; 'HSYK seçimleriyle
ilgili olarak yargının geleceği, sizin vicdanınıza emanettir. Biz,
hakim ve savcıların tek başlarına karar verme ehliyetine
sahip olduklarına inandığımız için onlara bu yetkiyi veririz.
Tek başlarına adalet konusunda karar vermeye yetkin olmayan bir hakim
olmamalı, seçimini tek başına yapamayan birisi hakim olmamalı. Bir hakim
eğer o vicdan terazisini tutacak eli yoksa ve tek başına vicdanıyla
hareket edecek ahlaki olgunluğa ya da akli beceriye sahip değilse
hükmetmemeli."
"Hakimler, dışarıdan birinin talimatıyla hareket etmeye başladılar"
Davutoğlu, bu inançları dolayısıyla Türk yargı tarihinde verilebilecek
en radikal kararı verdiklerini vurgulayarak, 2010 referandumunda
"hakimler tek tek oy kullansınlar ve kendi idarecilerini
seçsinler" dediklerini hatırlatarak, şunları belirtti:
"Ne oldu?
O tek tek karar verilmesini beklediğimiz hakimler, dışarıdan birinin
talimatıyla hareket etmeye başladılar. Bir kişinin vicdanı, o dosyalara
hiç vakıf olmayan bir kişinin vicdanı, burada o dosyayı gören ve olayı
yaşayan hakimin vicdanına egemen olmaya başladı. Burada ne kastettiğim
anlaşılıyordur. Savcı, 'Bir de şuraya sorayım' demişse, sistem dışına o
anda adalete ihanet etmiş demektir. O sorduğu kişi, melek dahi olsa
ihanet etmiş demektir ve yetkisini kaybetmiş demektir. Burada önemli
olan o yetkiye sahip olması, o yetkinliğe sahip olması, kendisine olan
inancını koruyor olması. O zaman 'ben buna yetkin değilim' demiş oluyor,
itiraf etmiş oluyor."
En son yapılan HSYK seçimlerinin çok önem taşıdığının altını çizen Başbakan
Davutoğlu, "Çünkü yargıyı güç mücadelesinin aracı olarak gördü,
vicdanın ve adaletin aracı olarak değil. 'Ben burayı elde edersem, bunun
üzerinden şuralara da nüfuz ederim, şu kişilere de baskı uygularım, en
sonunda da hükümete de öyle bir baskı kurarım ki kaybettiğim mevzileri
geri alırım.' Biz savaş yapmıyoruz, biz kimseyle makam, mevki mücadelesi
içinde de değiliz. Her taşın yerine oturması lazım. Adalet, her şeyin
hakkını vermek ve her şeyi olması gereken bir yere koymaktır" diye
konuştu.
"Yargıda Birlik Platformunu kabul ettiğimde eleştirildim"
"HSYK seçimleri rahatlattı mı? Rahatlattı. Keşke rahatlatmasına gerek
kalmasaydı, keşke HSYK seçimleri olduğu gün ne olacak diye
düşünmeseydik, çok sıradan bir gün olsaydı" diyen Davutoğlu, şunları
kaydetti:
"Bütün hakimlerimiz tek başlarına karar verseler ve
bir örgütlü faaliyet içinde girmeden sonuçlar alınsaydı. Fakat beni
rahatlatan husus şu; HSYK seçimleriyle ortaya çıkan tablo, renkli bir
tablo, bu güzel bir şey. Ben Yargıda Birlik Platformunu kabul
ettiğimde eleştirildim ama görmek, tanımak istedim. Başkaları da benden
randevu alsalardı o süreç içerisinde ki Yargıtay, Danıştay, Sayıştay
Başkanımızla konuştum; istenmiş olsaydı da düşünebilirdim. Yargıda
Birlik bu seçimde, adli yargıyı tam 7 üyeyle alan birliği kastediyorum,
baktım ki aralarında Sünni var, Alevi var, Türk var, Kürt var, solcu
var, sağcı var. Hatta ben onlara o isimleri vermeyi bile zul
addederim, hakim ve savcı bu kimlikleri taşımaz. Hakim oturduğu zaman
ideolojisini unutur, dini kimliğini kendi inancı itibarıyla korur ama
hüküm verirken unutur, karşındaki insanın 'dinine, mezhebine göre
hüküm vereyim' demez. Aklını ve vicdanını kullanır."
"Adalet Bakanı tanımadığı zaman, bu görevi yapamayacağını düşünürüm"
Başbakan Davutoğlu, seçilenlerin hiçbirini tanımadığını da vurgulayarak, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Adalet Bakanımız tabii ki Türkiye'deki onları tanıdığı gibi
diğerlerini de tanır. Herkesi tanır Adalet Bakanı. Tanımazsa ben Adalet
Bakanlığı görevi yani, Bekir Bey'e saygım sonsuz ama tanımadığı zaman bu
görevi yapamayacağını düşünürüm. Ben de Dışişleri Bakanıyken
Türkiye'deki bütün diplomatları tanırdım. Ancak şu diplomatı bu
diplomatın üstünde gördüğüm veya o diplomatı ona karşı desteklediğim
sonucu çıkmaz buradan, tabii ki tanır.
Önemli olan burada, benim
de görevi aldığımda ilk el attığım hususlardan biri buydu. Bundan sonra
da yargı bağımsızlığı ve adalet mefhumunun yerleşmediği bir ülkede
kimse kendinden ve geleceğinden emin olamaz. Bunu teminat olarak
söylüyorum. Hiçbir şekilde de hükümetin yargı üzerinde baskısı olmaz.
Ancak yargıyı hükümet üzerinde baskı aracı olarak kullanmak isteyenlere
de izin vermeyeceğimizi de her fırsatta söyledik. Zaten şu anda inşallah
böyle bir çaba içine girecek bir çevre çıkmaz."