Sınırlarımızda IŞİD'in hakim olmasını tehdit olarak görüyoruz
ANKARA 16 Ekim 2014
Başbakan Davutoğlu, "Sınırlarımızda IŞİD'in hakim olmasını Türkiye için bir stratejik risk ve tehdit olarak görüyoruz" dedi.
Başbakan Ahmet Davutoğlu, El-Cezire Türk televizyonunun başta IŞİD'in Ayn el-Arab'ı (Kobani) ele geçirmeye çalışması olmak üzere bölgedeki gelişmelerle ilgili sorularını yanıtladı.
''Türkiye, Ayn el-Arab'a şu ana kadar neden askeri müdahalede bulunmadı'' sorusu üzerine Davutoğlu, "Eğer gerçekten bir müdahaleye ihtiyaç varsa bütün uluslararası toplum hep birlikte sadece Ayn el-Arab'a değil Suriye'deki bütün zulümlere müdahil olması lazım" dedi.
Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Aslında Suriye'de olaylar bugün başlamadı. Sadece Ayn el-Arab'da da başlamadı. Suriye'de 3,5 yıldır
masum insanlar, siviller, kadınlar, çocuklar zalim bir rejim tarafından
katlediliyor. 300 bine yakın insan şehit edildi, katledildi, 4 milyonu
aşkın insan mülteci. Bunun 1 milyon 600 bini Türkiye'de. İçeride 10
milyonu aşkın insan yerinden edilmiş durumda ve bütün şehirler hemen
hemen yıkılmış durumda. IŞİD,
rejimin bu saldırıları karşısında savunmasız kalan Suriye halkının
ortaya çıkardığı güç boşluğunda bir zemin buldu. Ve bugün maalesef
Suriye halkı bir taraftan zalim bir rejimin diğer taraftan da acımasız
bir şiddet ve terör örgütünün şiddet ve baskısı altında. Türkiye, bu
krizin en başından itibaren önce Suriye rejimini bu zulümden engellemeye
çalıştı iyi ilişkiler üzerinden, bu olmayınca da uluslararası toplumu
sivil halkı korumaya davet etti."
O zaman bu davete icabet etmeyen ve Türkiye'nin de bu mücadeleye müdahil olmasını istemeyenlerin şimdi bir anda Ayn el-Arab'daki gelişmeler dolayısıyla Türkiye'nin devreye girmesini istediklerini aktaran Davutoğlu,
"Bizim Suriye konusunda çok açık bir prensibimiz var. Suriye'de hangi
etnik ve mezhebi kökenden olursa olsun, ister Arap, ister Kürt, ister
Türkmen, ister Sünni ister Nusayri, ister Hristiyan bütün kardeşlerimiz,
dostlarımız herhangi bir yardıma ihtiyaç hissettiklerinde Türkiye
yanlarında olmuştur" diye konuştu.
Türkiye'nin geçmişte Arap, Kürt ve Türkmen 1 milyon 600 bin kişiyi kabul ettiğini, Halep'te, Azzaz'da, Tel Abyad'da, Rasul Ayn'da, İdlib'de, sınır boylarımızda bir ihtiyaç hasıl olduğunda elinden geleni yaptığını, Ayn el-Arab konusunda da aynı yardımı sergileyerek 200 bin Kürt kardeşini Ayn el-Arab'dan bir hafta içinde kabul ettiğini kaydeden Davutoğlu, "Bütün Avrupa'nın 3,5 yıl içinde kabul ettiği Suriyeli mülteci sayısı bizim 3 gün içinde kabul ettiğimizden daha az" dedi.
Davutoğlu, şunları söyledi:
"Dolayısıyla gönlümüzü ve yüreğimizi açtık Suriyeli kardeşlerimize.
Ama Türkiye'nin herhangi bir savaşa müdahil olması, tek başına müdahil
olması nihai çözüm getirecek bir durum değil. Eğer gerçekten bir
müdahaleye ihtiyaç varsa bütün uluslararası toplumun hep birlikte
ve sadece Ayn el-Arab'a değil Suriye'deki bütün zulümlere müdahil olması lazım. Çünkü nihai kertede Suriye'de IŞİD terörü dışında da IŞİD ortaya çıkmadan önce yani geçen sene... IŞİD 2013 Mart'ında ortaya çıktı, ondan önce de yüz binlerce insan öldürüldü, kitle imha silahları kullanıldı, Scud füzeleri
kullanıldı ve insanlar Suriye'den kaçmak zorunda kaldılar. Bizim
mesajımız çok açıktır, insani yardım konusunda hiçbir sınır tanımayız, bila hudut insani yardım yaparız ve yaptık, yapmaya da devam edeceğiz.
Ama Suriye'ye müdahale konusunda her şeyden önce uluslararası toplumun entegre bir strateji geliştirmesi lazım. Sadece Ayn el-Arab'a dönük değil, Suriye'nin bütününe dönük bir strateji geliştirmeden sadece Kürtleri değil, Suriye'nin bütün halkını korumaya dönük bir strateji geliştirmeden, sadece IŞİD terörüne
karşı değil, rejime karşı da zalim bir rejime karşı da ortak bir
strateji geliştirmeden bir çözüme ulaşmak çok zor. Dolayısıyla tek bir
bölgeye tek boyutlu bir müdahalenin ve tek bir taraftan
gelecek müdahalenin faydadan çok zarar getirebileceğini düşünüyoruz."
Ayn el-Arab'ın sadece Suriye için değil Türkiye için de özel stratejik öneme sahip olduğu ve güvenlik çıkarlarının Ayn el-Arab'ın IŞİD'in eline geçmesinin engellenmesini gerektirdiği yönündeki soruya karşılık Davutoğlu, sınırlarda IŞİD'in hakim olmasını Türkiye için bir stratejik risk ve tehdit olarak gördüklerini dile getirerek, "Sadece Ayn el-Arap değil bizim için Azez, İdlib, Lazkiye, Cerablus ve Rasulayn'ın da bütün o sınır, 911 kilometrelik sınırımızın her bir santimetresi stratejik değerdedir. Tabii ki Ayn el-Arab'ın IŞİD'in eline düşmesini istemeyiz. Ama bunun için herkesin elini taşın altına koyması gerekir" yorumu yaptı.
Böyle
bir müdahalenin olması için, sivillerin güvenli alanlarda
barınabilmesini sağlayacak güvenli bölge ilanını gerekli gördüklerini
ve yine IŞİD'e karşı
verilen mücadele sonrasında rejimin hava bombardımanından sivil halkı
korumak için de bir uçuşa yasak bölge istediklerini aktaran Davutoğlu, "Hepimiz tabii ki Ayn el-Arab'daki
olaylara üzülüyoruz ama bugünlerde dahi kimse Suriye rejim uçaklarının
Halep'i bombaladığından bahsetmiyor, kimse Suriye rejiminin zulmünün
devam ettiğinden bahsetmiyor" dedi.
Davutoğlu, IŞİD'in çıkmasının temel sebebinin Suriye rejiminin acımasızca sürdürdüğü baskı politikaları olduğunu aktararak, buna karşı direnen ÖSO ve ılımlı muhalefet güç kaybettikçe Suriye rejiminin desteklediği IŞİD'in güç kazandığını ve dolayısıyla Türkiye'nin stratejik çıkarının yeni bir Suriye kurulması olduğunu dile getirdi.
Aksi takdirde bugün IŞİD'in tasfiye edilmesinin yarın başka bir örgütün ya da rejimin IŞİD'in yerini doldurması sonucunu doğuracağını belirten Davutoğlu, "Bizim
için temel mesele, dünyanın da meselesinin bu olduğu
kanaatindeyim. Yeni bir Suriye'nin bütün etnik ve mezhebi, dini
gruplarıyla herkesin eşit vatandaş olduğu, yeni bir Suriye'nin doğuşu
konusunda Suriyeli kardeşlerimize yardım etmemiz şarttır" diye konuştu.
''Talep
ettiğiniz tampon bölgenin şekli nasıl olacak ve alanı ne kadar''
sorusuna Davutoğlu, "Biz hiçbir zaman tampon bölge ifadesini
kullanmadık, bizim kullandığımız güvenli bölge. Tampon bölge
dediğinizde askeri bir anlam taşıyor ve sanki bir ülkeyle başka bir ülke
arasında bir geçiş bölgesi gibi görülüyor. Hayır bizim Suriye'nin veya
hiçbir dost ülkenin toprağında gözümüz yok" yanıtını verdi.
Dünya
basınının ''güvenli bölgeden'' değil ''tampon bölgeden'' bahsettiği
yönündeki değerlendirmeye de açıklık getiren Davutoğlu, şunları söyledi:
"Bizim
kastettiğimiz güvenli bölgedir, yani öyle bir bölge olsun ki, BM
teminatı altında ya da uluslararası koalisyonun teminatı altında,
insanlar oraya sığındıklarında hava bombardımanından ve kara ordusunun
bombardımanından emin olsunlar. Bunu ne için istiyoruz; şu ana kadar
Türkiye'ye dönük mülteci akınının en önemli kaynağı Suriye rejiminin
hava bombardımanıdır. Bizde şu anda 1 milyon 800 bine yaklaşan
mültecinin 1 milyon 600 bini Suriye rejiminden kaçarak geldi, 200 bini
IŞİD'den kaçarak geldi. Dolayısıyla bu rakamlara baktığımızda eğer IŞİD
tasfiye olmuş olsa dahi Suriye halkının üzerindeki tehdit bitmeyecek."
Davutoğlu,
emin bölgeler ilan edilerek, bu emin bölgelerde Suriye halkının kendi
topraklarında bulunabileceğini, bütün ihtiyaçlarının yine Türkiye
tarafından karşılanabileceğini ve Türkiye'nin bundan hiç çekinmediğini
vurgulayarak, "Ama artık Suriyeli kardeşlerimizin Suriye topraklarında
kalmasını, kendi toprakları içinde gelecek inşa etmesini istiyoruz. Her
türlü yardımı yine yapalım. Kastettiğimiz tampon bölge askeri bir
tanımlama değil, insani bir güvenlik bölgesi ama askeri bakımdan
koruma altına alınmış bir güvenlik bölgesi. Bunun belirli yerlerde
derinliği farklı olabilir diğer yerlerde farklı olabilir ama kesinlikle
insani olacak" diye konuştu.
Güvenli bölgenin sınırları
Güvenli
bölgenin sınırları ile ilgili ise Davutoğlu, "Biz bunun belli
yoğunluklu nüfusların olduğu yerlerde... Mesela Halep’in kuzeyinde
olması lazım. Çünkü Halep’te hem rejim saldırıları var hem IŞİD
saldırıları var. Halep’le Türkiye sınırları arasında olması lazım.
İdlib’in Türkiye sınırlarına yakın yerlerinde, aynı şekilde Lazkiye’nin
kuzeyinde, yine Haseke’de belli bölgelerde ve şu anki Cerablus
bölgesinde, Ayn el-Arab’da. Bütün bu kuşakta yerleşim merkezlerinin
olduğu alanlara göre derinliği değişebilir" dedi.
Bunu Türkiye'nin mi yoksa BM'nin mi belirleyeceğine ilişkin soruya karşılık da Davutoğlu, şunları kaydetti:
"Birleşmiş
Milletler’in belirlemesi en doğru olanıdır. Uluslararası meşruiyeti
güçlü olur. Ama Birleşmiş Milletler eğer bu konuda karar alamıyorsa ki
biz 3,5 yıldır Birleşmiş Milletler’in karar almasını bekliyoruz. Hiçbir
karar alamıyor Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, belli vetolar
sebebiyle. O zaman Suriye’ye müdahale konusunda oluşan uluslararası
koalisyon ve gönüllüler koalisyonu bu konuda belli kararlar alıp havadan
koruma sağlayabilir. Bunun örneği de Irak’ta 90'lı yıllarda yaşandı.
Irak’ta 90’lı yıllarda Birinci Körfez Savaşı’ndan sonra uzun bir süre
belli bir paralelin kuzeyi ve güneyi emin bölge ilan edildi ve Saddam’ın
saldırılarına karşı korundu."
Türkiye'nin böyle bir koruma alanı
oluştuğunda her türlü katkıyı vermeye hazır olduğunu dile getiren
Davutoğlu, böyle bir koruma alanı yokken tek başına Türkiye’nin
müdahalesini istemenin bütün bu riski tek başına Türkiye’nin
üstlenmesini istemek olduğunu dile getirdi.
"Türkiye'nin burada
vurguladığı hususun, hangi strateji uygulanacaksa uygulansın bu
stratejinin bütün Suriye’yi kapsaması gerektiği, geçici ve tek boyutlu
olmaması, tek bir bölgeye veya şehre inhisar etmemesi olduğunu" aktaran
Davutoğlu, "Nasıl Kürtlerin ki kardeşlerimizdir, korunma hakları var,
aynı şekilde Ayn el-Arab’daki Kürtlerin, Çobanbey ya da Bayırbucak’taki
Türkmenlerin, İdlib’deki Arapların ve Afrin’deki Kürtlerin de korunmaya
ihtiyacı var" değerlendirmesinde bulundu.
Sadece bir noktaya ve
sadece IŞİD’den gelen tehdide teksif olunursa bunun meseleye sadece
geçici bir çözüm olacağını aktaran Davutoğlu, "Biz artık Suriye’de
kalıcı bir çözümün zamanının geldiğini ve geçmekte olduğunu düşünüyoruz"
diye konuştu.
Davutoğlu, ABD ve
İngiltere'nin Türkiye'nin güvenli bölgeyle ilgili şartlarını kabul
ettiği ve bunu ilan etmek üzere olduğuna dair haberlere ilişkin, şu
değerlendirmeyi yaptı:
"Şimdi bunu tabii bütün taraflarla görüşüyoruz, biz çok acılı 3,5 yıl
geçirdik. 911 kilometre sınırla Suriye'ye en uzun sınırı olan ülke
biziz. Uzakta olan ülkelerin bazen burada yaşanan dramları anlamaları
biraz vakit alabiliyor. Biz bıkmadan, usanmadan 3,5 yıldır
uluslararası topluma çağrıda bulunduk. Sadece Suriye konusunda değil
Irak konusunda da çağrıda bulunduk. Irak'taki ve Suriye'deki mezhepçi
politikaların, tek bir gruba dayalı politikaların büyük bir tepki
oluşturduğunu ve bunların bir güç boşluğu oluşturduğunu hep ikaz etmeye
çalıştık."
"Yine anlatıyoruz, maalesef daha önce bu konularda
yeterli, zamanında bir fikir birliğine varılamadığı için Suriye'de 300
bin kardeşimiz katledildi" diyenDavutoğlu, "Bunlar insan, bunların her birinin hayatları dünyanın diğer köşelerinde yaşayanlar kadar azizdir. BMGK'nın temel
görevi böylesine derin bir krize çözüm bulmak ama maalesef bu mümkün
olmadı. Şimdi tabii bütün taraflarla Türkiye'nin bu konudaki
düşüncelerini paylaşıyoruz, ABD ile de İngiltere'yle de bütün taraflarla
ve ancak bu yolla nihai bir çözüme varılabileceğini düşünüyoruz" dedi.
Davutoğlu, savaşın mahiyeti ve hedeflerine ilişkin soru üzerine, şunları belirtti:
"Aslında
baktığımızda vaktinde çözülemeyen krizlerin bedelini şimdi ödüyoruz. 3
sene önce 2011 yılında Arap Baharı başladığında, Arap gençleri sokağa
çıktığında dünyadaki bütün diğer gençler gibi aynı şeyleri
istiyorlardı; Daha çok özgürlük, daha çok refah, daha izzetli bir hayat,
siyasi katılım ve liderlerin, ülkelerini idare edenlerin hesap
verilebilir nitelikte ilişkiye sahip olması. Dünyada Avrupa’da,
Amerika’da veya dünyanın her bir köşesinde gençlerin istediği
taleplerdi. Ve 2011 yılındaki bu talepler 2012 yılında büyük bir ümit
ortamı doğurdu. Ama 2013’ten bu
yana bu taleplerin bastırılması ve maalesef uluslararası toplumun bu
talepleri bastıranlara karşı etkin bir yöntem ve ilkeli bir tutum
benimsememesi dolayısıyla IŞİD denilen yapı 2013’ün baharında doğdu. Yani bunu şunun için zikrediyorum: IŞİD bir neticedir, bir sonuçtur. Çok büyük bir tehlikedir, tehdittir ve mazur görülemez."
IŞİD’e
karşı verilen mücadelenin, esas yürümesi gereken alanın, siyasi,
kültürel bir mücadele alanı olduğunu da herkesin fark
etmesi gerektiğini ifade edenDavutoğlu, "baskı altında tutulan kitlelerin ümitlerini kaybettiklerinde radikalize olduklarına" işaret etti.
Davutoğlu, şunları söyledi:
"Soruyu
sormak lazım: Arap gençlerinin ümidini kim tüketti? Kim Arap
gençlerin Suriye’de, Humus’ta sadece ve sadece özgürlük isteyen, fikir
özgürlüğü, onurlu bir hayat isteyen insanların ümidini tüketti? Arap
dünyasının her bir köşesinde 2011 yılında büyük ümitler vardı. Büyük bir
gelecek beklentisi vardı. Şimdi bu soruları sormadan yürütülecek bir
mücadele, teröre karşı mücadele anlamında bir gün belki başarıya ulaşır.
Ama bir terör örgütü gider, başka bir terör örgütü gelebilir. Esas
itibariyle Arap halkının ve gençlerinin o haklı taleplerine saygı duymak
gerekir. Bundan 5 sene önce, 10 sene önce El Kaide’yi konuşuyorduk.
Ondan daha önce başka terör örgütlerini daha çok konuşuyorduk. Şimdi IŞİD’i. Bunun tek çözümü meşru siyasi yönetimler ve kendi halkına saygı duyan liderler.
Biz bunu Türkiye’de de bütün bu süreçlerde çok ciddi tecrübeler sonucunda buraya geldik. Düşünün, eğer Beşşar Esed halkını bombalamak yerine o halkı dinlemeyi deneseydi, üstlerine kimyasal silah kullanmak, scud füzesi kullanmak yerine o gençlere kulak verseydi, IŞİD ortaya çıkabilir miydi? Ya da Beşşar Esed bunları dinlemediğinde ve insanları katlettiğinde Bosna’da Miloşeviç’e karşı harekete geçen uluslararası toplum Suriye’de de kimyasal silah kullandığında Beşşar Esed’e karşı harekete geçseydi, IŞİD doğabilir
miydi? Vaktinde çözülemeyen krizler bir kartopu gibi daha büyük bir
yumak halinde önünüze geliyor. Ondan sonra da milyarlarca dolar
harcamak, çok riskli operasyonlar yapmak ve çok daha fazla kan dökülmesi
sonucunda bir netice almak zorunda kalıyoruz."
Burada en önemli
şeyin aynen tıpta olduğu gibi koruyucu hekimlik tarzında daha olay
çıkmadan, kriz çıkmadan onu çözmeye dönük politikalar geliştirmek
olduğunu kaydeden Davutoğlu, şunları belirtti:
"Onun
için şimdi biz, bize dönük tavsiyede bulunanlara onu söylüyoruz:
Kapsamlı bir strateji getirin, ilkeleri açık olsun. Sonucunda ne
olacağını görelim. Her türlü katkıyı yaparız. Ama bunlar ortaya konmadan
sadece bir tehdide dönük, tek boyutlu bir mücadele, bugün bir radikal
örgütü tasfiye edebilir, radikalizme karşı gerçek bir zafer
kazanılmasını ise mümkün kılmaz. Başka bir örgüt çıkar. O bakımdan
kültürel, siyasi, askeri, ekonomik boyutları olan daha kapsamlı bir
stratejiye ihtiyaç olduğu kanaatindeyiz."
"Türk hükümeti olarak
size göre IŞİD kimdir" sorusuna Davutoğlu, "Aslına bakarsanız
DEAŞ'i (IŞİD) ortaya çıkaran faktörler bundan on sene öncesine kadar
gider. İlk olarak biliyorsunuz Irak Kaide’si olarak ortaya çıktı"
cevabını veren Davutoğlu, şunları söyledi:
"Amerika’nın Irak’a
müdahalesi sonrasında. Sonra yapı değiştire değiştire, kendini bir
anlamda dönüşüme uğrata uğrata geçen sene Mart ayında kendisini Suriye
ve Irak’ı da kapsayan bir yapı haline dönüştürdü. Ne zaman DEAŞ
yükselmeye başladı? Bağdat’ta ve Şam’da oturanlar çok geniş Sünni
kitleleri tümüyle dışlayıp mezhepçi bir tutum benimsediklerinde hem
Musul’dan Halep’e, Anbar’dan taa Humus’a kadar olan alanda, Rakka’ya
kadar olan alandaki kitleler maalesef farklı arayışlara yöneldiler. Ama
esas DEAŞ’ı burada ortaya çıkaran faktör Ebu Gureyb ve Mezze
Hapishaneleri’nden boşaltılan ve eski terör tecrübesi olan mahkumlardır.
İlginç
bir şekilde, Ebu Gureyb ve Mezze Hapishaneleri’nden, Suriye ve Irak’tan
çıkan bu mahkûmlar, tekrar bu Irak El Kaide’sini dönüştürdükten sonra
uzun bir dönem Suriye rejimi IŞİD’le hiçbir savaş yapmadı, IŞİD’i hiç
bombalamadı, Aksine aralarında taktik bir koalisyon oluştu. Suriye
rejimi Özgür Suriye Ordusu’nu (ÖSO) havadan bombaladı, ÖSO’nun elinde
tuttuğu şehirler Cerablus’tu, Tel Abyad’dı diğer birçok şehirden havadan
bombardımana dayanamayınca çekildiğinde bombalanan yerlerdeki boşluğu
IŞİD doldurdu."
Suriye rejiminin Özgür Suriye Ordusu’nun
karşısına cesaretle savaşacak kara birlikleri çıkaramadığı için havadan
bombaladıktan sonra bu IŞİD unsurlarının girebileceği bir yapı ortaya
çıktığını kaydeden Davutoğlu, şimdi IŞİD’den muzdarip olan, Kürtleri
temsil ettiğini iddia eden ama bütün Kürtleri temsil etmeyen PYD'nin de
IŞİD'le uzun süre yan yana yaşadığını, Hem PYD'nin hem IŞİD'in rejimle
uzun bir süre işbirliği yaptığını aktardı.
Hepsinin de hedefinin
Suriye halkının haklarını korumaya çalışan ÖSO’nun alanını daraltma
olduğunu ve IŞİD'in bu yapı içinde ortaya çıktığını kaydeden Davutoğlu,
şöyle konuştu:
"Sonra Irak’ta özellikle Sünni politikacılar
Bağdat’ta yalnızlaştırılınca ve Musul’da ciddi bir tepki oluşunca
Musul’a tekrar döndü ve geniş bir alanda kontrol imkânı buldu. Ama bu
yapıların bir taşeron gibi farklı istihbarat örgütleri tarafından
kullanılabildiği de geçmişte görülen örneklerdendir. Ama esas itibariyle
burada Suriye rejiminin IŞİD’e çok güçlü bir taktik destek sağladığını
da göz ardı etmemek lazım. Eğer Suriye rejiminin hava saldırıları
olmamış olmasaydı ÖSO ve ılımlı muhalefet bu alanları boşaltmak zorunda
kalmazdı."
IŞİD'i bir yıl içerisinde, yaklaşık olarak, Irak’ın ve
Suriye’nin 3’te birine hükmeder hale getiren nedir sorusunu
Davutoğlu, "İşte burada zaten bence en temel mesele. Irak ve Suriye
ordusunun kendi topraklarını koruyacak milli ordu niteliklerini
kaybetmiş olması" şeklinde cevapladı.
Irak ordusu niçin Musul’u
hemen terk etti? diye soran Davutoğlu, Çünkü Musul’u savunmaktan daha
çok Samarra’yı, Şii kutsal bölgeleri savunmayı düşündü. Suriye ordusu
zaten Halep’e, Rakka’ya, İdlib’e savaş ilan etti. Şimdi ilginç bir
şekilde Suriye muhalefetini vaktinde silahlandırmakta tereddüt edenler
dolaylı olarak IŞİD’i silahlandırmış oldular" dedi.
Amerika
Birleşik Devletleri'nin Irak’a bıraktığı sofistike silahların Irak
ordusunun terk etmesiyle Musul’da IŞİD’in eline geçtiğini kaydeden
Davutoğlu, bunların tabii ortaya çıkardığı ortamı çok dikkatli analiz
etmeden bu kadar geniş bir alanda IŞİD’in nasıl bir hakimiyet kurduğunu
anlamanın kolay olmadığını söyledi.
Davutoğlu, esas itibariyle
Suriye ve Irak rejimlerinin dışlayıcı politikaları ve uluslararası
toplumun bu rejimlerin bu politikalarına göz yummasının IŞİD’in önünde
geniş bir alan açtığını ve IŞİD’in bir taraftan belli çevreler
tarafından desteklenmesi, diğer taraftan da Irak
ordusunun Musul’da bırakıp gittiği Amerikan silahlarına sahip olmasının
IŞİD’i askeri bir güç haline dönüştürdüğünü kaydetti.
"Türkiye’ye dönük bir tehdit olursa tereddüt etmeyiz"
Davutoğlu, "Biz
parlamentodan çıkardığımız tezkereyi çıkartırken bunu bir müdahaleden
daha çok Türkiye’nin ulusal güvenliğini sağlamaya dönük bir tedbir
olarak çıkardık ve Türkiye’ye dönük bir tehdit olursa kullanmaktan da
tereddüt etmeyiz" cevabını verdi.
Koalisyona başvurmadan mı sorusunu ise Davutoğlu şöyle yanıtladı:
"Tabii
ki Türkiye’nin güvenliğine yönelik en ufak bir tehdit olduğunda Türkiye
buna cevap vermekte tereddüt etmez. Nasıl Suriye uçakları, Suriye
rejimi uçakları Türk hava sahasını ihlal ettiğinde bir uçak bir
helikopter düşürdük, Suriye hududunu ihlal eden herkese karşı Türkiye
tedbir alır. Bunda da hiç tereddüt etmeyiz, gerekli talimatlar silahlı
kuvvetlerimize verildi. Ama Suriye içinde bir operasyon, Türkiye’ye
doğrudan bir saldırı olmadan Suriye içindeki bir operasyon için
uluslararası koalisyonla birlikte hareket etmeyi tercih ederiz. O
hareketi de güvenli bölgeler, uçuşa yasak bölgelerle birlikte
değerlendiririz. Kapsamlı bir strateji görmek istiyoruz."
Güvenli
bölgeye ilişkin yakın zamanda bir sonuca ulaşabileceğinize inanıyor
musunuz sorusunu "Mümkün" diye yanıtlayan Davutoğlu, ne zaman olacağı
konusunda kesin bir şey söylemenin zor olduğunu dile getirerek şu
ifadelere yer verdi:
"Biz bunun için yoğun bir müzakere
yürütüyoruz, "Ayn el-Arab’ın düşmesini istemeyiz, Ayn el-Arab’ın
düşmemesi için elimizden gelen katkıyı da sağlarız. Ama bütün bu
sorumluluğu Türkiye’nin üzerine yüklemeye kimsenin hakkı yok.
Suriye’deki krizin sorumlusu Türkiye değil. Herkesin elini taşın altına
koyması lazım. Ayn el-Arab'ın düşmesi istenmiyorsa Ayn el-Arab’taki
durumun diğer yerlere de sıçramasına engel olmak lazım. Şunu sormak da
herkesin hakkı; Peki Ayn el-Arab'ın düşmesi gerçekten bizi üzer ve
düşmemesi için elimizden gelen katkıyı yaparız ama Rakka düşerken
neredeydiler? Cerablus düşerken neredeydiler? Musul düşerken
neredeydiler? Musul’u terk etmediği için bizim başkonsolosumuz rehin
alındı. Musul’u terk eden Irak ordusunun sorumluluğu nerede? Peki
Azez düşerken neredeydiler?
Şimdi dolayısıyla meseleyi sadece Ayn
el-Arab’a bağlamak ve sadece bir yerdeki mücadeleye bağlamak doğru
değil. Bizden bir şey talep eden, masaya kapsamlı bir strateji koyacak
ve Türkiye'ye bu stratejinin uygulaması esnasında Türkiye’ye yönelecek
mülteci gücünü nasıl engelleyeceğini de anlatacak. Burada da
anlaşacağız. Bundan sonraki aşamada Suriye’de nasıl bir yapı doğacak,
onda da anlaşmamız gerekecek. Yoksa IŞİD’e karşı mücadele ederken Suriye
rejimini meşrulaştırmaya kesinlikle razı olmayız."
Ayn
el-Arab'ı savunanlara katılmak isteyen Türkiyeli Kürtler var. Onlara
kentin düşüşünü önlemek, kardeşlerinin yanında savaşmak için geçiş izni
verecek misiniz sorusunu ise Davutoğlu, şöyle yanıtladı:
"Bunu
daha önce Araplar da, Türkiye’de Arap nüfus da var Türkmen nüfus da var,
onlar da giderek Suriye’de bunu yapmak istediler. Onlara da aynı
politikayı takip ettik. Türkiye sınırı öyle bir sınır ki mesela
Rasulayn’da, karşı tarafta Afrin’de ve Aynul Arab’ta her iki tarafta da
Kürtler var, İdlib’te, Halep’te, Azez’de her iki tarafta Araplar var,
Cerablus’ta, Lazkiye’de her iki tarafta Türkmenler var. Eğer biz, ki
bütün bunları kendimize kardeş kabul ederiz, onların giderek orada
savaşmalarına izin verirsek, bütün Türkler'in giderek, Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşlarının Suriye'de savaşmalarına göz yummak gerekir
ki, bunun doğurabileceği büyük bir kargaşa olur. Ama oradakilerin
bulundukları yerlerde kendilerini savunmaları için neler yapılabilir,
bunu tabii konuşmak gerekir veya Türkiye’ye gelen mülteciler Suriye’ye
dönüp kendi toprakları için savaşmak isterlerse ona hiç bir zaman engel
olmayız. Ama Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının giderek savaşmalarına
göz yummak bir müddet sonra başka yerlerde başka talepleri de
beraberinde getirir. Türkiye için bir Arab'ın bir Türkmen'e, bir
Türkmen'in bir Kürd'e, bir Kürd'ün bir Arab'a üstünlüğü yoktur. Herkes
eşit şekilde bizim kardeşlerimizdir. Birine vereceğimiz hakkı diğerine
de vermemiz gerekir bu da tabii Türkiye-Suriye sınırını kontrol etmeyi
imkansızlaştırır."