"duvarları yıkarız"
"O duvar O duvarınız Vııızz gelir Bize Vııızzzz." Nâzım Hîkmet Ran (NHR)
"duyan da okur; duymak için kör olmak mı lâzım?" "kör olmada gör beni"
"Robin hood bugün yaşasaydı medyadaki tekelleşmeyi bir numaralı düşman olarak görürdü" 15 05 2010 cannes film festivali Russel Crowe
"aslında robin hood yok cesur yürek var Robin Hood does not actually have a brave heart" Mel Gibson 07 01 2011 cuma
azsonra.blogspot.com
3 Kasım 2014 Pazartesi
Biz hür ve bağımsız bir ülkeyiz Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 03 Kasım 2014 İSTANBUL
Biz hür ve bağımsız bir ülkeyiz
03 Kasım 2014 İSTANBUL
CumhurbaşkanıErdoğan, "Biz Sevr Anlaşmasını yırtıp atmış, manda ve himayeyi elinin
tersiyle itmiş hür ve bağımsız bir ülkeyiz" dedi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, eğitim, sağlık, adalet
ve emniyet alanlarında kararlı adımlar attıklarını, bu 4 alanda
Türkiye'yi çok farklı yerlere ulaştırdıkları belirtti.
Erdoğan, Bezmialem Vakıf Üniversitesi'nin akademik yıl açılış töreninde
yaptığı konuşmada, Bezmialem Valide Sultan'ı rahmet ve minnetle yad
ederek, mekanının cennet olması için dua ettiğini söyledi.
Bu vakıf ve hastanenin 171 yıl önce kurulduğunu dile getiren Erdoğan, şunları kaydetti:
"Bu vakıf ve hastane tam da Valide Sultan hazretlerinin arzu ettiği
gibi Osmanlı coğrafyasının her köşesinden hastalara şifa dağıtmanın
gayreti içinde oldu. Başta Valide Sultan olmak üzere emeği geçenlere çok
hayır duası kazandırdı. 2010 yılında burada bir üniversite kurulmasını
temin ettik. Bu aslında geçmişte bazı hocalarımızın da çok büyük
arzusuydu. Özellikle rahmetli Asaf hocamız bunu çok çok arzu ederdi,
hamd olsun bu gerçekleşmiş oldu ve vakfa ayrı bir boyut kazandırdı. Şu
anda sadece hastanesiyle değil, seçkin akademik kadrosuyla,
yetiştirmekte olduğu donanımlı öğrencileriyle Bezmialem Vakıf
Üniversitesi, hem özüyle buluştu hem de dünya ölçeğinde, az önce de
dinlediğimiz gibi bir üniversite konumuna geldi."
Cumhurbaşkanı
Erdoğan, Vakıflar Genel Müdürlüğünün başkan ve mütevelli heyeti
ile rektörü de tebrik ettiğini belirterek, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Bu büyük eğitim kurumunun oluşumunda emeği geçen herkese şahsım,
milletim adına şükranlarımı sunuyorum. Bezmialem Vakıf Üniversitesinin
tıp, diş hekimliği, eczacılık ve sağlık bilimleri fakülteleriyle sadece
sağlık alanında değil, çok değişik alanlarda faaliyet gösteriyor
olmasını çok çok önemsediğimi de burada özellikle vurgulamak isterim.
Bunun elbette dezavantajları var ancak avantajlarının daha fazla
olduğunu ve olacağını düşünüyorum. Daha 5 yıllık bir üniversite olmasına
rağmen Bezmialem Üniversitesi hem 171 yıllık hastane tecrübesini alarak
hem de tek bir alana yoğunlaşarak farkını ortaya koymaya başladı. Tabii
bu yıl 2 bini aşkın öğrencisiyle az önce de müjdesini aldığımız gibi,
inşallah önümüzdeki yıl ilave bin öğrencisiyle 3 bine ulaşacak bir
yapıyla - ki atılabilecek bazı adımlar benim de şu anda hayal ve umut
dünyamda olan bazı hayaller var- inşallah Bezmialem'in çok kısa bir
zamanda dev bir kampüse ulaşmasıyla çok çok farklı bir üniversite haline
gelmesi, uluslararası camiada çok daha etkin bir hale gelmesi
inanıyorum ki bizim vakıf medeniyetimizin de yayılması açısından çok
şeyler ifade edecektir."
"Valide Sultan'ın vakıfnamesine uygun şekilde"
Bu sayede tıp alanında çok değerli araştırmalar yapılacağına inandığını dile getiren Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Ayrıca dünya ölçeğinde saygın, bilinen, tanınan bilim adamlarımız
buradan yetişecektir. Tabii gelir noktasında, bu kaynaklar noktasında
sıkıntılar yok değil, var. Biraz sonra Vakıflar Genel Müdürümüzle
birlikte aynı şekilde mütevelli başkanı rektörümüz oturup bir
değerlendirme de yapacağız. Şimdi bizim vakıf medeniyetimizde malum
gelirlere baktığınız zaman bir hayrat, bir akar görürsünüz aynı şeyin
burası için de olması çok çok önemli. Yani bir taraftan akar bir
taraftan hayrat bunların gelmesi, az önce Ahmet beyin ifade ettiği gibi
Valide Sultan'ın özellikle tavsiyesi, onun vakıfnamesine uygun bir
şekilde yaşam zeminini de bize hazırlamış olacaktır."
3 Kasım tarihinin önemi
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 3 Kasım'ın kendisi için çok farklı bir anlamı
bulunduğunu, 12 yıl önce o zaman genel başkanı olduğu siyasi partinin,
ilk seçimlerine girip, milletten aldığı yetkiyle tek başına iktidar
görevini üstlendiğini hatırlattı.
Önce genel başkan olarak
ardından hem genel başkan hem başbakan olarak 12 yıl boyunca
başkanlığını yaptığı hükümetler için 4 öncelik belirlediklerini
anımsatan Erdoğan, şunları kaydetti:
"Eğitim, sağlık, adalet,
emniyet... Bu alanlarda kararlı adımlar attık, hamd olsun sürekli
ilerledik ve büyüme noktasında verdiğimiz sözler tek tek yerine gelmeye
başladı. Bu sözümüzün arkasında durarak, bu 4 alanda Türkiye'yi
gerçekten çok farklı yerlere ulaştırdık. Eğitimde Türkiye çok köklü bir
değişim yaşadı. İyinin dostu malum... Düşmanı iyidir, o da malum...
Şimdi biz daha iyiyi tabii ki yapmamız lazım. Eksiklerimiz şüphesiz ki
fazla fakat kimse tabii 12 yıl öncesini düşünmüyor. Şimdi bugüne bakıyor
bugüne bakarak, 'şu eksik, bu eksik' başlıyor saymaya. Ben tabii Vakıf
Gureba Hastanesi'nin öğrencilik yıllarımdaki halini çok iyi bilirim. Ama
biliyorum ki bugünün nesli o hali bilmez. Nereden nereye geldik. Bunu
kıyasladığımız zaman yarınların çok daha iyi olacağını görüyorum.
Allah'ın izniyle bu başarılacak."
"Şu an itibarıyla 250 bin dersliğe ulaştık"
Erdoğan, Türkiye'nin her yerinde yeni okullar açtıklarını belirterek,
"Şu an itibarıyla 250 bin dersliğe ulaştık. Toplamda değil 250 derslik,
12 yılda bizim gerçekleştirdiğimiz bunlar. Eğitim imkanını fiziken
ulaşılamaz olmaktan çıkardık" dedi.
Anadolu'nun birçok yerlerinde 110 kişilik sınıflar bulunduğunu anımsatan Erdoğan, şöyle devam etti:
"Ben şahsen İstanbul İmam Hatip Okulu'nda, Fatih'te 75 kişilik sınıfta
okudum. Bizim sınıfta 75 öğrenciydik ama şimdi öğrenci sayılarımız hamd
olsun 30'a kadar, hatta bazı yerlerde 15'e 20'ye düşmüş vaziyette,
buralara geldi. Maddi sıkıntıları eğitimin önünde bir engel olmaktan
çıkartmak için de önemli adımlarımız oldu. Burs ve yurt imkanlarını
artırdık. Artık Kredi Yurtlar Kurumuna müracaat edildiği zaman geri
döndürmek yok. Ya kredi alır ya burs alır. Tabii ki krediler bursa göre
daha fazla. Bunları şu anda veriyoruz geri döndürmek diye bir şey yok,
burada kesin kararlılığımız var. Çocuklarını okutan ailelere maddi
destekler sağladık."
Bezmialem Valide Sultan'ın rüyası
Erdoğan, 12 yıl önce göreve geldiklerinde Türkiye genelinde 76
üniversite olduğunu belirterek, şu anda üniversite olmayan il
kalmadığını söyledi.
Bunun eleştiri konusu da olduğunu dile getiren Erdoğan, şunları kaydetti:
"'Akademisyeniniz var mı?' dediler. 'Açıyorsunuz bu okulları ama hoca
yok' dediler. Dedik ki; 'O da olacak.' Saygıdeğer hocalarımız bunun
hesabını bize sormayacaklar. Bunun hesabını, kusura bakmasın,
kendilerine soracaklar. Çünkü onlar yetiştirecek ve onları biz de bu
okullarımızda istihdam edeceğiz. Dayanışma içerisinde bunu halledeceğiz.
Ama biz şimdiden, süratle zemini, fiziki imkanları hazırlıyoruz. Ama
üniversitelerimiz bir yarışın içerisinde olmalı. Bu kardeşinizin en
önemli derdi şuydu. Tıpta bizim açığımız var mı? Var. Özellikle hoca
açığımız var mı? Var. O zaman gelin Türkiye'de olmayan bir şeyi yapalım.
Nedir? Sağlık bilimleri üniversitelerini kuralım. Bizden önce böyle bir
şey var mıydı? Yoktu. İşte hamd olsun sağlık bilimleri üniversitesinin
adımlarını attık."
Erdoğan, bu yönde ilk adımın Bezmialem Vakıf Üniversitesinde atıldığını belirterek, şunları kaydetti:
"Dedik ki Bezmialem Üniversitesi bizim ilk sağlık bilimleri alanındaki
üniversitemiz olsun. Bu üniversiteyi attıktan sonra şimdi yeni yeni
neler başladı? Sağlık bilimleri üniversiteleri kurulmaya başlandı. Özel
olarak başlandı, aynı şekilde bunu devlette de yaygınlaştırmaya
başladık. Niye? Hakikaten tıpta çok açığımız var. Doktor açığımız çok
çok fazla. Bu noktada kariyer yapma noktasında da öyle bir zihniyet var
ki ön tıkıyor. Bir gün rektörlerimizle yaptığımız toplantıda dedim ki;
'Şöyle bir adım atalım. Devlet hastanelerinde doktorlar var, uzman
doktorlar var, vesaire vesaire...' Dedim ki; 'Sayın hocalarım, yani biz
bu doktorlarımıza, bunlar uzman doktorlar ayrı zamanda bunlara
doçentlik, profesörlük bu imkanı veremez miyiz?' Dediler ki; 'Veririz'.
Şu anda zaten pratik olarak bunlar devlet hastanelerinde bunu
yapıyorlar. Önünü açalım, bizim doktorlarımız doçent, profesör olma
imkanını yakalasın. Bu, onların bu alandaki rekabeti daha da
güçlendireceğinin, çok daha fazla öğrenciler yetiştireceğinin işareti
olacaktır."
Eğitim araştırma hastanelerinden bu sürecin başlamış
olduğunu ifade eden Erdoğan, "Neyle? Önce afiliye sistemiyle bu
başlamış oldu. Şimdi bu gelişecek" dedi.
Eğitim araştırma
hastanelerinden bu sürecin başlamış olduğunu ifade eden Erdoğan, "Neyle?
Önce afiliye sistemiyle bu başlamış oldu. Şimdi bu gelişecek" dedi.
Erdoğan, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Bu böylece artacak, artması lazım. Zira zaten doktora, doktor için
gerçekleşmiş bir vakadır. Öyleyse bunun önünün açık olması lazım. Bu
tıpta önemli bir adım, bunu başarmamız gerekir. Ve Anadolu'nun,
Trakya'nın her bir şehrine inşallah kazandırılmış üniversitelerle tıpta
yaygın bir şekilde kariyer yapma imkanı da böylece doğacaktır. Şu
anda içinde bulunduğumuz bu kurum gibi kısa sürede çok büyük başarı
gösteren inşallah büyük sıçrama kaydeden üniversitelerimiz var. Eğitimle
birlikte öncelik verdiğimiz bir diğer alan olan sağlıkta bu adımı atmak
durumundayız, bunu gerçekleştirmek durumundayız."
Erdoğan, sağlıkta çok büyük bir dönüşümü gerçekleştirdiklerine işaret ederek, şöyle devam etti:
"Bakın az önce söylendi ama biraz onun şöyle detayına da gireyim.
Bezmialem Valide Sultan'a ilişkin güzel bir hadise anlatılır. Valide
Sultan rüyasında kıyamete kadar kendisine 200 kişinin dua ettiğini
görür. Rüyayı yorumlatır. Kendisine bir hastane kurması tavsiye edilir.
Hemen 200 yataklı olarak vakıf gureba hastanesini kurdurur. Şimdi
geliyorum Ahmet beyin az önce ifade ettiğine ve dikkatinizi çekiyorum
şöyle bir talimat verilir, 'bir tek soğan bir altına dahi satılsa
hastanın iaşesinden kesilmeyecek tedavi devam edecek'. Şimdi Bezmialem
Valide Sultan'da kesinlikle hastadan para alınmaması gerekir. Çünkü bu
şimdi Bezmialem Valide Sultan'ın hakikaten bir vakıf olarak tavsiyesi.
Onun için Adnan bey size de burada önemli bir görev düşüyor. Vakıflar
Genel Müdürlüğü olarak burayı herhangi bir mali noktada para almamak
için bu vakıfnameye uygun hareket etmemiz gerekiyor. 171 yıl önce
görülen bir rüyanın bugün ulaştığı seviyeyi işte en yakından sizler
görüyorsunuz, sizler yaşıyorsunuz. Öyleyse bunu halletmemiz gerekir. Bu
millet bunu halleder mi? Halleder. Bu devlet bunu halleder mi?
Halleder."
Vakıf anlayışından öte milletin bunu rahatlıkla halledeceğini dile getiren Erdoğan, şunları kaydetti:
"Biz bu alandaki adımlarımızı atmaya devam edelim. Bizler de milletimiz
de işte böyle sağlık sisteminin hayalini yıllarca kurduk. Bir tek soğan
bir altına dahi satılsa hastanın iaşesinden kesilmeyecek, tedavi devam
edecek. Bu anlayışın yıllarca özlemini çektik. Şimdi bu üniversitede
eğitim gören genç kardeşlerimiz ağırlıkla 18-23 yaş arasındalar. 12 yıl
önce 6-11 yaşındaydılar ve muhtemelen sağlık sisteminin nasıl olduğunu
hatırlamıyorlar. Ancak buradaki hocalarımız, doktorlarımız, üniversite
mensuplarımız o günleri hatırlarlar. Hastaneye en başta ulaşmak çileydi.
Bu binalar yok o zaman, arkadaki o tarihi bina var. Bir de orada
yabancı isimli bir amfi vardı. Frank amfisiydi, o amfiyi iyi hatırlarım.
Oradan girerdik, Allah rahmet etsin Mazhar hocanın olduğu zamanlar
filan tedavi olmaya gelirdik, bizler o zaman lise öğrencisiyiz. İmam
Hatipten atlar, buraya tedaviye gelirdik. O zamanki hal, şimdiki hal,
hamd olsun nereden nerelere geldik."
Eskiden hastaneye
ulaşılması durumunda sıranın gelip tedavi olunmasının bir ayrı çile
olduğunu ifade eden Erdoğan, sözlerini şöyle devam ettirdi:
"Tedavi masrafları ayrı bir çileydi. Hastayı daha da hasta eden
hastanelere sıhhatli gelip hasta dönülen, şifa bulsa bile hastanede
geneli konuşuyorum şimdi rehine kalan vatandaşlarımız vardı. Hatırlayın o
günleri, ilaç bulabilmek bulunsa bile alabilmek başka bir çileydi. Bir
gün geldim çok enteresan doktor bana 5 tane ilaç verdi. O zaman ilacı
hastaneden alıyoruz. Uzattım reçeteyi '2 ilaç var' dediler. 3 tanesi
yok. Ne yapacağım, 'artık onu da eczaneden alacaksınız' dediler. Ben
mazlum mazlum döndüm. Tabii mecburen gidip alamadığımızı eczanelerden
almak durumunda kaldık. İşte bunlar bizim hafıza kayıtlarımızda. Ne
zaman ki sorumluluk mevkisine geldik 'önce bunu kaldıracağız' dedik.
Hamd olsun onları kaldırdık ve tüm eczanelerden vatandaşımızın ilaç
almasını sağlayacak sistemi kurduk, oturttuk. Artık bizim vatandaşımız
şimdi gidip de 'şu ilacı aldım, bunu alamadım' demiyor. Bütün ilaçlarını
rahatlıkla gidip eczanelerden temin edebiliyor."
Batı'nın ve Batı medyasının tavrı
Gezi olayları yaşandığında Batı'nın ve Batı medyasının tavrına dikkati
çeken Erdoğan, "Kendi topraklarında benzeri olaylar yaşandığında ortaya
koydukları tavra bakın. Türkiye'de askere, polise, bekçiye silah
doğrultup, katleden kişilerin, gazeteci denilerek nasıl savunulduğuna ve
Türkiye'nin bu noktada nasıl eleştirildiğine bakın. Gazze'de 2 ay
içinde ölen 16 gazeteci için konulan daha doğrusu hiç konulmayan tavra
bakın. 16 gazeteci öldürülüyor, dünya medyasının sesi çıkmıyor.
Türkiye'de böyle bir şey olsa dünya medyası ne yapar? Kıyametler
koparır." dedi.
Türkiye'de şiddet içeren gösteriler karşısında
polisin en küçük ihlalini haftalarca dillerine dolayanların Mısır'da
halkın oylarıyla seçilmiş Cumhurbaşkanına yapılan darbeye karşı,
ardından katledilen binlerce insana karşı tek çift söz söylemediklerini
belirten Erdoğan, şöyle devam etti:
"Yakın siyasi tarihimizde
bir günde 3 bin, 4 bin insanın katledildiği hiçbir ülke yoktur. Sesleri
çıktı mı? Çıkmadı. Niye? Çünkü, Mursi farklı bir insandı. Onların
dünyalarının insanı değildi. Fakat onun yerine gelen o darbeyi yapan
Sisi, görevliydi. Sıkıntı burada. İstediğimiz kadar demokrasi. Mantık
bu. Gençler, demokrasi kavramına uygun, onun içeriğine uygun demokrasi
savunulur. Yoksa egemen güçlerin, emperyalist güçlerin istediği
demokrasi değil. Ben ne kadar istiyorsam o kadar demokrasi. Böyle bir
şey olmaz. Bu kavram neyse, bu kavramın içindekiler, hepsinin saygı
duyması gerekir.
Geçenlerde BM Genel Kurulu'nda bizi bir masaya
oturtacaklar, dünyanın büyükleri orada, dedim önce kimler var aynı
masada 12 kişi oturacağız, baktım hepsi orada ama oraya Sisi'yi de
koymuşlar. Ben dedim, 'Bu yemeğe katılmam'. Niye? O adama meşruiyet
kazandıracak kadar meşruiyetini kaybetmiş bir lider değilim ve tabii
katılmadım. Benim sandalyem orada boş durdu. Niye? Bizim izzetimiz var,
onurumuz var. Biz bu izzeti korumak durumundayız. Birileri değişik
şeyler söyleyebilir. 'Erdoğan gerilimden yana'; ben haktan yanayım,
gerilimden yana değilim. Hakkı, tüm zulümler karşısında da olsa, tek
kalacağımı da bilsem savunmaya mecburum. Bizim ecdadımızdan aldığımız
terbiye budur. Medeniyetimizden aldığımız terbiye budur, geleneklerimiz
de bunu gerektirir."
Yasin Börü'nün hayatını kaybetmesi
Çifte standartlı yaklaşımlara yönelik örneklerini sürdüren Erdoğan, şöyle devam etti:
"Gezi olaylarında hayatını kaybeden bir çocuğu, hakkında senaryolar
yazarak reklam malzemesi yaparak, aylarca istismar konusu yaptılar.
Yalan söylüyorlar. 'Ekmek almaya gitti' diyorlar. Yalan. Ne ekmek
almaya? Çocukcağızı terörün içine ittiler. Sapanlarla, maskelerle resmi
var. Bunların hepsi tespit edilmiş vaziyette. Fakat, bunun için
kıyametleri koparanlar Diyarbakır'da alçakça, vahşice 3 kattan aşağı
atılan Yasin ile ilgili onu arabayla çiğnedikleri halde bunu asla
gündeme getirmediler. Yasin Börü ve arkadaşlarını görmediler, görmezden
geldiler. Niye? Çünkü Yasin Börü, inancını yaşayan bir delikanlıydı.
Yani bu vahşet anlayışını anlamak mümkün değil.
Arkadaşlar, tüm
bu ve buna benzer tavırlar son derece kasıtlı, son derece bilinçli,
Türkiye'ye yönelik algı operasyonlarının parçası olarak ortaya konan
tavırlardır. Bu çifte standart aslında 100 yıllık bir Batı
alışkanlığıdır. 100 yıl önce 1. Dünya Savaşı başlamış, savaşın silahlı
cepheleri ama siyasi, psikolojik, sosyolojik cepheleri 100 yıl sonra
bugün dahi kapanmamıştır. Şu anda da dikkat edin, Batı medyasında
Türkiye'ye karşı tamamen yalan haberlerle örülmüş bir psikolojik
saldırının olduğunu görürsünüz."
"İçeride şu anda olan gazeteci sayısı 7 kişidir"
Kendisine ziyarete gelen uluslararası bir heyetle yaptığı konuşmaları da aktaran Erdoğan, şöyle devam etti:
"Ellerinde adeta otomota bağlanmış siparişler var. Konuyu açtılar,
açtıktan sonra sordum; 'Size bunu hangi gazeteciler söyledi, hangi
gazeteyle görüştünüz?' İsim de vermiyor, veremiyor. 'İsim vermezsen ben
sağlıklı cevap veremem ama kimlerle görüştüğünü söylersen ben sana o
zaman çok daha net cevap veririm, belgelerle veririm. Bana bunu
söyle'... İnanır mısınız bunları söyleyemedi ama 'Siz şu kadar
gazeteciyi içeri attınız, şöyle yaptınız, böyle yaptınız' deyince, 'Size
bunları kimin söylediğini biliyorum, farkındayım, fakat, sizin
söylediğiniz gibi içeride şu an 100 tane gazeteci filan yok. İçeride şu
anda olan gazeteci sayısı 7 kişidir. Adalet Bakanlığının belgeli olarak
kendisine rakamlarını verdim. Bu 7'nin hepsinin de kendisine suçlarının
neler olduğunu anlattım. Bunlar terörist. Bekçi öldürmüş, gazeteci
kimliği var. Öbürü, kaçak silahla yakalanmış. Bunların da mahkumiyetleri
hep kesinleşmiş. Kimisi asker öldürmüş, kimisi banka soymuş, bankaların
malum para çekilen kasalarını yakmışlar filan. Bunlar gazeteci kimliği
ile bunu yapıyor. 'Siz bunlara gazeteci mi diyorsunuz? Kusura bakmayın,
eğer bunlar gazeteci ise siz de bunları savunuyorsanız biz sizle
anlaşamayız. Ben de size o yaklaşımda bulunduğunuz kişiler sebebiyle
samimi davranamam. Şimdi Adalet Bakanımıza gideceksiniz, o size
belgeleri verir' dedim."
"Yeniden yargılamaları mümkün değil
mi?" diye sorulduğunu ifade eden Erdoğan, "Cezaları bunların
kesinleşmiş, zaten kaç senedir yatıyorlar. Niye yeniden
yargılanacaklar? Hukukta böyle bir şey var mı? Sizin ülkelerinizde,
bizim vatandaşlarımıza yönelik bir şey olduğunda ben sizin devlet
başkanlarınızla, başbakanlarınızla konuştuğumda verilen cevap 'Yargı
bağımsızdır'... Ben de size diyorum ki yargı bağımsızdır' bitti bu
iş. Olay bu" dedi.
"Biz iç politikamızı da dış politikamızı da milletimizle birlikte kendimiz belirleriz"
Fransa'da ziyareti kapsamında düzenlenen toplantıda bir gazetecinin
kendisine "Siz Kobani'yle ilgili olarak peşmergelere müsaade etmediniz"
dediğini, kendisinin de "Bir yalan haberi bana soruyorsun. Şu
söylediklerin yalan. Şu anda peşmergeler bizim topraklarımızdan geldi ve
şu anda Kobani sınırında bekliyorlar. Neyi bekliyorlar biliyor musun?
Erbil'den gelecek haberi bekliyorlar. Bizim topraklarımızda şu anda.
Davul zurnayla üstelik Kobani sınırına geldiler. Özgür Suriye Ordusu,
onlar da bizim sınırlardan geldi, şu anda Kobani'ye geçtiler. Niye böyle
yalan söylüyorsunuz? Dürüst olun" karşılığını verdiğini
kaydeden Erdoğan, şöyle devam etti:
"Anlattığım halde inanır
mısınız, bu haberin tam tersini biz ayrıldıktan sonra yayınlamışlar.
Algı operasyonu böyle yürüyor. Türkiye içinden de tabii birtakım
siyasiler, siyasi partiler, bir kısım medya bu algı operasyonunun
değirmenine su taşıyor. Kaynakları burası. Yalan yanlış haberler. Hatta
çok daha ileriye gidip ABD'de Türkiye'yi, (Bu da çok ilginç), sürekli
imam hatip okulları açıyor, alkolü yasaklıyor diye aslı olmayan
ithamlarla, iftiralarla karalayan, kendi ülkesine bu iftirayı atacak, bu
ihaneti yapacak kadar alçalan zavallı hale gelen hainler var. Niye?
Tayyip Erdoğan, imam hatip mezunu. Ben imam hatip mezunuyum, hem Eyüp
Lisesi mezunuyum. Niye? İmam hatipliyi almadınız üniversitelere, gittik
bir de Eyüp Lisesi'ni bitirdik. O olmazsa, biraz da buradan dedik.
Bunları yaptık. Niye? Hendek atlattılar bunlar bize. Yapmadıkları
kalmadı ki. Aynı şeyi yavrularımıza yaptılar. Getirdiler yok katsayı
dediler. Katsayıya tabi tuttular.
Bu zulümlerin hepsi bu ülkede
yaşandı. Şimdi hamd olsun, artık okulunu bitiren, ne katsayı, ne şu, ne
bu. Serbestçe yarışa giriyor. Şunu burada tekrar söylüyorum, ne
içerideki ihanet şebekelerine, ne de dışarıdan gelen algı
operasyonlarına Türkiye boyun eğecek, eyvallah edecek bir ülke değildir.
Kim ne yazarsa yazsın, kim hangi iftirayı atarsa atsın, hangi ihaneti
yaparsa yapsın biz iç politikamızı da dış politikamızı da milletimizle
birlikte kendimiz belirleriz."
"Yardım elini uzatan kim?"
Kobani'ye (Ayn-el Arab) her türlü desteği verdiklerini, ancak
kendilerine "DEAŞ'a destek veriyor" şeklinde iftira atıldığını kaydeden
Erdoğan, "Elinize, dilinize dursun. 200 bin Kürt'ü Kobani'den Ayn-el
Arab'tan Türkiye'ye kabul eden bu iktidar. Biz aldık. Onları biz
yediriyoruz, biz giydiriyoruz, biz içiriyoruz, her şeyini biz veriyoruz.
Bizim şu ana kadar yaptığımız harcama 4,5 milyar doları buldu. Dünyanın
değişik yerlerinden bize gelen destek 200 milyon dolar. Avrupa'nın
tamamında şu anda ne kadar Suriye'den ve Irak'tan giden var biliyor
musunuz? 130 bin. Bizde ise 1 milyon 600 bin. Tablo bu. Yardım elini
uzatan kim? Biz" dedi.
ABD'nin Kobani'ye yönelik silah yardımına da değinen Erdoğan, şöyle devam etti:
"Amerika, 'Kobani düştü düşecek' diyor, oraya silah yardımı yapacak,
bizimle görüşüyor, biz de diyoruz ki 'Yanlış yapıyorsunuz. PYD filan
bunlar terör örgütüdür. Yapmayın. Onların eline düşer bunlar. 'Yok'
diyor, düşmez. Laf dinlemediler o gece C -30'larla indirdiler. Kimin
eline düştü? Bir kısmı DEAŞ'ın eline düştü, bir kısmı PYD'nin eline
düştü. Ondan sonra da kendi Savunma Bakanları açıklama yapıyor: 'Şu anda
Amerika'nın Suriye politikası yanlıştır' diyor ve çalkalanıyor. 'Çünkü
yaptığımız yardımlar Suriye rejimini güçlendiriyor' diyor. 'Kobani niçin
bu kadar stratejik öneme haiz? Neden Kobani?', Eğer sıkıntı varsa benim
için olması lazım, sizin için niye? Irak'ın yüzde 40'ın DEAŞ'ın işgali
altında, oraya niye müdahale etmiyorsunuz? Neden Kobani?' Farklı bir
oyun, tezgah burada çalışıyor.
Bu yalanı söyleyenler, DEAŞ da
bizimle yakından uzaktan bu noktada ilgimiz, alakamız olmadığını
bildikleri halde iftira at, tutmasa iz bırakır mantığıyla bunu devam
ettiriyorlar. Çok büyük yanılgının içindeler ve inşallah bunda da
başarılı olamayacaklar. Bir asır sonra burada tüm dünyaya bir kez daha
hatırlatmak isterim, biz, Serv Anlaşması'nı yırtıp atmış, manda ve
himayeyi elinin tersiyle itmiş, bağımsız, hür bir ülkeyiz, Türkiye'yiz.
İçeride ya da dışarıda Türkiye'ye bunun dışında farklı bir gözle
bakanlar varsa, bakış açılarını değiştirsinler. Biz, kendi gündemimizi
kendimiz belirleriz. Biz satranç oyuncusunun ustalığıyla tarihten,
ecdattan, medeniyetimizden aldığımız tecrübeyle politikalarımızı biz,
kendimiz belirleriz. Asparagasla, yalan haberlerle, algı
operasyonlarıyla Türkiye'ye istikamet çizmeye çalışanların hevesleri
kursaklarında kalır ve kalacak. Eğer şu andaki ileri demokratik
standartlara sahip ülkeler bizim maruz kaldığımız tehditlere maruz
kalsaydılar inanın manzaraları çok çok farklı olurdu."
Türkiye'nin bu tehditlere rağmen, coğrafyadaki risklere rağmen
demokrasinin standartlarını yükselten, özgürlükleri genişleten güvenlik
ve özgürlük dengesini çok hassas şekilde muhafaza edebilen bir ülke
olduğunu anlatan Erdoğan, şunları kaydetti:
"İşte bunun için de
hem bölgemizde hem dünyamızda farklı bir konumdayız. bu fark önümüzdeki
yıllarda çok daha belirgin bir hale gelecek. Eğitimli nesillerimizle,
güçlü ekonomiyle, risklere ve tehditlere rağmen yapılan
reformlarla, ilerleyen demokratik standartlarla Türkiye dünyanın parlayan yıldızı olmaya devam edecek. Özgüvenimizden asla taviz
vermeyeceğiz. 'Batı medyası şunu yazmış, filanca bunu söylemiş, şu
iftira yapılmış, bu ihanet yapılmış' diyorum ki onların hesabı varsa
bizim de bir hesabımız var. Milletin de bir hesabı var, hepsinin
ötesinde Allah'ın da bir hesabı var. Bunu böyle bileceğiz. Bunu hiçbir
zaman unutmayacağız.
Eğer bu ülkenin genç doktorları,
eczacıları, diş hekimleri, sağlıkçıları, hemşireleri 171 yıllık bir
kurumda eğitim görüyor, 171 yıl önce görülmüş bir rüyanın eseri üzerinde
eğitim görüyorsa bu eşi olmayan bir özgüven vesilesidir. Eşi olmayan
bir özgüven vasıtasıdır. İşte esasen yeni Türkiye dediğimiz de budur.
Yeni Türkiye geçmişin rüyalarını yeniden görebilmektir. Yeni Türkiye
geleceğe ilişkin hayaller kurabilmek ve bunları gerçeğe
dönüştürebilmektir."