1951 Unesco “Demokrasi Nedir?” Anket Prof. Arne Naess
İkinci Dünya Savaşı’nı izleyen yıllarda uzman olsunlar olmasınlar, dünya halkları, inanç/fikir çatışmaları hususunda, tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar bilinçlendiler. İdeolojik çatışmalar her yerde, milletler arasında, milletler içinde, zihinler arasında veya zihinler içinde sürmeye devam ediyor.
Bu çatışmalarda, “demokrat” sözcüğü diğer sözcüklerin hepsinden daha fazla rol oynamaktadır. Peki, demokrasinin anlamı nedir, neyi ifade eder, ne ima eder? Herkese ve her bireye, tek ve aynı anlamı mı ifade eder? Yoksa herkesin uğruna savaşmaya değer gördüğü şey, her neyse, sadece onu ifade etmek için mi kullanılır?
Demokrasi, iki dünya savaşında da ortak bir parola olmuştur. 1918 Kasım zaferinin7 demokrasinin zaferi olduğu söylenmişti. Roosevelt, Stalin ve Churchill tarafından 1943 Aralık’ında Tahran Konferansı’nda biçimlendirilen İkinci Dünya Savaşı Müttefik Kuvvetlerinin ortak amacı, “demokratik milletlerden oluşan bir dünya ailesi” kurmaktı. 1945 yılının Şubat’ındaki Yalta ile Ağustos’undaki Postdam bildirilerinin ikisi de, aynı ilkeye vurgu yaptı: Büyük Güçler, “özgür Avrupa’nın siyasi ve ekonomik problemlerini demokratik ilkelerle uyumlu bir şekilde çözme” niyetlerini açıkladılar ve bu ilkeyi Almanya’daki ortak siyasetlerinin temeli yaptılar.
Bu bildirilerde “demokrasi” ve “demokratik” kelimelerini kullanırlarken, acaba aynı şeyi mi kastediyorlardı? Uzlaşma sadece kelimeler üzerinde miydi, yoksa esas hakkında da uzlaşmışlar mıydı?
Takip eden olaylar: Doğu Avrupa’daki seçim anlaşmazlıkları, “yeni demokrasi türleri”ne ve bu ülkelerde kurulan “halk demokrasileri”ne ilişkin anlaşmazlıklar, UNESCO içerisindeki genel anlaşmazlıklar, Büyük Güçler’in bildirilerinde kullanılan kelimelerin anlamları üzerinde mutabakat olmadığı gibi, ilkelerin somut uygulamaları durumunda üzerinde uzlaşılabilecek kesin bir kıstasın olmadığını kanıtlamıştır.
Söz konusu anlaşmazlıklar uzun süreli ideolojik eleştiriler ve karşı eleştirilere neden olmakta, kabaca ifade etmek gerekirse, argümanlardan birisi “demokrasi”nin ırk ayrımının, emekçi kitleler ile sömürge halklarının suiistimalinin kabul gördüğü yerde başarılı olamayacağı söylerken, diğeri, “demokrasi”nin seçimlere sadece tek bir partinin katıldığı ve karşıt görüşlere müsamaha gösterilmeyen bir yerde var olamayacağını iddia etmektedir.
Bu şiddetli anlaşmazlıkların arka planında ne vardı? “Demokrasi” kelimesinin kullanımındaki ve yorumlanışındaki farklılıklar nasıl açığa kavuşturulacaktı?
Mesele, sadece bir terminoloji meselesi olmayıp telmihleri geniş kapsamlıdır; birbirine ters yönlerde gelişen tarihi olayların, toplumsal koşullarının, siyasi örüntülerin, ideolojik yapılanmaların, kamuoyu tercihlerinin ve eğitimin oluşturduğu bir arka planı vardır. Sanayi uygarlığının ve teknolojinin dünya halklarının üzerindeki çarpıcı etkinin yarattığı devasa sorunlarla iç içe girmiştir. İnsanlık tarihinde benzeri yaşanmamış bir dünya çapında entegrasyon hareketinin doğurduğu genel sorunların parçasıdır. Sorun, sadece bir felsefe sorunu ya da devlet ile birey arasındaki ilişkilerin düzgüsel temeline ilişkin bir sorun olmayıp, bir savaş ya da barış meselesidir.
İkinci Dünya Savaşının sona ermesinin ardından gelen yıllarda yayımlanan çok sayıdaki makale, broşür ve kitap sorunun üstüne gitmiştir. Filozoflar, insancılar, sosyologlar, siyaset bilimciler, gazeteciler ve devlet adamları fikir ayrılıklarını tahlile çalışmışlar, bir zamanlar içtenlikle uzlaşılan ilkelerin somut uygulamalarında yaşanan anlaşmazlıkların sorumlularını ve sebeplerini tartışmışlardır.
Ancak sorun henüz uluslararası seviyede, uluslararası anlayışa doğru planlı gayretlerin genel çerçevesi içerisinde ele alınmamıştır.
UNESCO tarafından başlatılan araştırmanın esas amacı bu eksikliği gidermek üzere, ulusların arasında, karşıt ideolojik kamplar arasında, felsefi olarak tarafsız münazaralar düzenlemek suretiyle, anlaşmazlıkları aydınlatmak, farklılıkları uluslararası görüş alışverişi aracılığıyla tefsir etmek, düzgüsel temellerini çözümleyerek uzlaşmaya götürebilecek kaynakları araştırmaktır.
Bu aşamada, araştırma, halen, en önemliler arasında görünen dört problem kümesine odaklanacaktır.
İlki, “demokrasi” kelimesinin sloganvari karakteri ve anlam belirsizliğine ilişkin genel problemdir: Kelimenin ihtiva ettiği farklı kavramlar var mıdır, suiistimalin kıstasları nelerdir, bir kullanım şeklini doğru olarak benimseyip diğerlerini reddetmenin tarihi temelleri nelerdir?
İkincisi, yalnızca siyasi bir kavram olarak “resmi” demokrasi ile etraflı bir sosyal ve siyasi bir kavram olarak “gerçek” demokrasi arasındaki ilişkiye dair genel problemdir: “Demokrasi” sadece evrensel ve eşit olan oy kullanma haklarını mı akla getirir, yoksa sözgelimi, eğitime ve ekonomiye ilişkin olanlar gibi, diğer alanlardaki eşitlik haklarını da ifade eder mi?
Üçüncüsü, müsamaha, muhalefet hakkı problemidir: “Demokrasi” herhangi bir düşüncedeki herhangi bir grubun, siyaset hayatında rol alması ve kamuoyunu etkilemesi hakkı anlamına gelir mi? Bu hakların sınırları var mıdır? Varsa nelerdir? “Demokrasi” mutlaka birden çok partinin varlığı mı demektir? “Demokrasi”, antidemokratik gruplara karşı mücadele görevini mi belirtir?
Dördüncüsü, mevcut tartışmalarda belirgin olan kullanım ve yorumlama farklılıklarının düzgüsel temellerine ilişkin problemdir: Farklılıklar değer yargılarının azaltılamaz çatışmalarını yansıtmakta mıdır, yoksa uzlaşmaya yönelik çalışan güçleri ve daha derin fikir birliklerini gizlemekte midir?
Sosyal Demokrasi Siyasi Demokrasiye Karşı
“Sığ” bir siyasi demokrasi kavramıyla “etraflı” bir sosyal demokrasi kavramı arasındaki zıtlık, ilk kez 1848 yılındaki Batı Avrupa krizinde şiddetlenmiştir. Problemlerin, evrensel oy kullanma hakkına dair ekonomik ve sosyal çıkarımlar üzerinde odaklanmış olduğu söylenebilir. Sosyalistler ile Komünistler, “demokrasi” deyince, mantıkî ve zarurî olarak siyasetten sosyal, ekonomik, vb. alanlara kadar, bütün hakların eşitliğindeki genişlemeyi anlamışlardır: sözgelimi, ayrıcalıkları ortadan kaldırma, sınıf ayrımcılığını azaltma ve hatta üretim vasıtalarını kamulaştırılma gibi. Liberallerin ve muhafazakârların tepkisi büyük ölçüde terminolojiktir. Onlar, “demokrasi” teriminin sosyal ve ekonomik alanda zorunlu hiçbir sonucu olmadığını, sadece siyasi bir mahiyeti olduğunu ispata çalışmışlardır. 12 Eylül 1848’de Assemblée Constituante’de yaptığı ünlü konuşmasında Alexis de Tocqueville, bu düşünce yapısını şu kelimelerle ifade etmiştir: “Hayır, beyler, demokrasi ve sosyalizm zaruri olarak birbirine bağlı değildir. Sadece farklı değil, aynı zamanda birbirine karşıttırlar. Yoksa sizler, bana demokrasinin diğerlerinden daha can sıkıcı, daha işgüzar ve daha sınırlayıcı yönetim biçimi olduğunu, diğerlerinden tek bir farkının halk tarafından seçilmiş ve halk adına hareket ediyor olması olduğunu mu söylemeye çalışıyorsunuz? Eğer öyleyse zorbalığa meşru bir hava vermek, böylece ona önceden sahip olmadığı güç ve başına buyrukluk sağlamaktan öte bir şey yapmıyorsunuz demektir. Demokrasi, bireysel bağımsızlık alanını genişletir, sosyalizm ise daraltır. Demokrasi herkese tam değerini verirken, sosyalizm herkesi önemsiz biri, vasıta, araç kılar. Demokrasi ve sosyalizm, sadece “eşitlik” kelimesiyle birbiriyle bağlantılıdır; aradaki farka dikkat ediniz: Demokrasi özgürlükte eşitlik ister, sosyalizm ise özgürlüğün kısıtlanmasında ve kölelikte eşitlik ister.”
Tocqueville tarafından vurgulanan farkın, siyaset felsefesi ve siyaset bilimine dair bir dizi Batı antlaşmaları vasıtasıyla, güçlü bir şekilde üstesinden gelinmiştir. Modern Demokrasiler hakkındaki klasik çalışmasında Lort Bryce kendi konumunu şöyle ifade etmiştir: “... —Hükümetin yöneleceği amaçları önemseme değil, sadece bir devlet şekli olan- demokrasinin, herhangi bir devlet şeklinde ortaya çıkabilecek ve başka devlet şekillerinde muhtemelen daha rahat işleyecek ekonomik eşitlikle hiçbir alakası yoktur. (…) Politik eşitlik, mülk eşitliğiyle birlikte ya da ondan bağımsız olarak var olabilir.” (…)
Bu düşünüş tarzı şiddetli hücumlardan kurtulamamıştır.
“Resmi” demokrasi kavramı, sosyalist ve komünistlerin, anarşist ve sendikacıların alaycı çözümlemelerine konu olmuştur. Bu saldırıların en göze çarpanı, Lenin tarafından Devlet ve İhtilâl’de başlatılandır: “Kapitalist toplumda, onun gelişimine en uygun koşullar altında, demokratik cumhuriyette, hemen hemen tam bir demokrasiye sahibizdir. Ancak bu demokrasi, daima kapitalist sömürünün dar çerçevesi tarafından sınırlandırılır ve dolayısıyla, bir azınlık yani sadece mülk sahibi sınıfa ait olan, sadece zenginler için olan demokrasiye indirgenir. Kapitalist toplumda özgürlük, eski Yunan Cumhuriyetlerindekiyle hemen hemen aynı kalır: Köle sahiplerine özgürlük. Kapitalist sömürü koşulları sebebiyle, modern ücretli köleler, ihtiyaç ve fakirlikle o kadar ezilmişlerdir ki, “siyasetle uğraşamazlar.” Olayların olağan barışçıl düzeninde, nüfusun çoğunluğu politik ve sosyal hayata katılmaktan men edilmiştir.”
Stalin’in 1936 Taslak Anayasası’na dair konuşmasındaki burjuvazi ve Komünist demokrasi mukayesesi de aynı tarzdadır: “Demokrasiden bahsederler. Fakat demokrasi nedir? Karşıt sınıfların olduğu kapitalist ülkelerde demokrasi, son tahlilde, güçlüler için, varlıklı azınlık içindir. SSCB’de bunun tam aksine, demokrasi çalışan halk içindir, yani herkes içindir.”
Size göre, Tocqueville ve Bryce ile Lenin ve Stalin’den alınan tartışma satırları arasındaki en can alıcı farklar nelerdir? De Tocqueville ve Lenin, “demokrasi” ve “özgürlük” arasındaki ilişki hakkında anlaşmazlığa mı düşmüştür? Eğer öyleyse anlaşmazlıkları hangi mahiyettedir?
Sonuçlar
Lincoln’ın çözüm yolu, “demokrasi”ye ilişkin ideolojik fikir birliklerinin analizi için münasip bir çıkış noktası sağlamaktadır. Genel mutabakat, hükümetin mekân gerekçesinin halka ve dünya halklarına kelimenin en geniş anlamında hizmet etmek, her bir bireyin kişisel imkânlarını diğerlerinin şansını tehlikeye atmadan geliştirebilmesi için mümkün olan tüm vasıtalara erişimi sağlamaktır.
Hükümetin “halk tarafından oluşturulması” gerektiğine dair genel bir söylem mutabakatı söz konusudur. Bu demektir ki, toplumun refahı için önemli kararları almakta, ulaşmakta ve gerçekleştirmekte, toplum sakinlerinin en yoğun ve en yaygın katılımı sağlanmalıdır. Üzerinde anlaşılan bir başka konu da, bu tür bir katılımın, halkın önüne getirilen meselelerle baş edebilmesinin, asgari seviyede genel eğitimi, boş zamanı ve enerjisi varsa mümkün olabileceğidir. Hatta zorlu kriz dönemlerinde halkın yaygın katılımının bir ölçüde azaltılması ve hükümet şeklini kökten değiştirmeye yönelik fırsatçı girişimlere cevaz verilmemesi yönünde de fikir birliği mevcuttur.
Ayrıca, ekonomik, eğitimsel ve kültürel değerlere erişimin eşitliği ilkesi üzerindeki genel mutabakatın sonucu olarak, hiçbir bireyin, kendi belirli yeteneği veya kurnazlığıyla, diğer bireyleri kendine daimi bir şekilde bağlılığa indirgemeye veya ekonomik, eğitimsel ve kültürel değerlere erişimlerini sürekli olarak azaltmaya hakkı yoktur düsturu da kabul görmektedir.
“Halk” kelimesinin genel olarak kabul edilen en geniş yorumundan, ırk ya da renk ayrımına karşı genel bir ret doğduğu gibi; din, felsefi eğilim veya doğuştan soyluluk temeline dayalı ayrıma karşı da bir ret doğar.
Halkın oluşturduğu hükümet doktrinlerinde ve siyaset sorunlarına çözüm olacak rehber niteliğindeki bilgiye müracaatlarda, örtülü bir biçimde, seçkinlerin, “saf kanın içgüdülerini” takip eden bir Führer’in ve Gefolgschaft’ın mistik sezgileri temelinde liderliğine itiraz vardır.
Tüm ideolojik kamplarda, önceki doktrinleri içtenlikle kabul eden, zaruri ihtiyaçlarına göre yaşamaya çalışan ve şimdiye kadar gerçekleştirilen başarılardaki eksikliklerden yakınan insanların olduğu düşüncesi kabul görmektedir. Dolayısıyla, asıl eleştiriler, tutarsızlıklara yöneliktir. /şöyle ki/ bir görüş açısıkabul edilmiş bile olsa, sıra ortak emel ve ilkelere geldiğinde, kural olan, sahte bağlılık olup, içtenlik istisnadır; /bu nedenle/ ortak emel ve ilkelerin yasalaşması, bunlara gerek uluslar ve gerekse uluslararası düzeyde bireyler ve kurumlar tarafından yapılan müracaatın sıklığındaki artış, onların yayın kabul görmesini içtenlikle isteyenlere, araştırma ve dünya çapında eğitim kampanyalarıyla gittikçe mükemmelleştirilmesi gereken eşsiz bir araç verir.
Richard McKeon, Gerilimlerle Dolu Bir Dünyada Demokrasi, 511-14, 517-18. 1951, UNESCO yayınları.