Azsonra Birazdan Şimdi Biz Türkiye'yiz. MarmaraYenikapı Ahsarla #etiket
Alarm zilleri çalıyor Avni özgürel 06 05 2011 cuma makaleden öte haberden önemli yazı 23 01 2008 çarşamba etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Alarm zilleri çalıyor Avni özgürel 06 05 2011 cuma makaleden öte haberden önemli yazı 23 01 2008 çarşamba etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Mayıs 2011 Cumartesi

Alarm zilleri çalıyor Avni özgürel 06 05 2011 cuma makaleden öte haberden önemli yazı 23 01 2008 çarşamba

Alarm zilleri çalıyor Avni özgürel 06 05 2011 cuma

makaleden öte haberden önemli yazı  23 01 2008 çarşamba




 http://kutuphane.akparti.org.tr

Alarm zilleri çalıyor Avni özgürel 06 05 2011 cuma

İçerde/dışarda birilerinin Kürtler üzerinden kurgulanacak bazı oyunlara yöneldiğini düşünmeye yetecek yeteri kadar işaret var!

Türkiye’nin kazasız belasız 12 Haziran’a ulaşması ve bilinen sıkıntılar dışında görece olaysız bir seçim yaşaması şart.

Şart diyorum, zira açık söylemek gerekirse içerde/dışarda birilerinin Kürtler üzerinden kurgulanacak bazı oyunlara yöneldiğini düşünmeye yetecek yeteri kadar işaret var!



Yapışık ikizler misali, varlığını ve gücünü düşmanına borçlu yapının, Kürt çevrelerine hâkim olan uzlaşma, barış söylemlerinden rahatsız olduğu sır değil...

Silahın masadan kalkmasının birçok şeyin sonunu getireceği, derin refleksin yeniden kurgulanamayacak şekilde çözüleceği de.

 O nedenle özellikle bu seçim sürecinde provokasyonlara dikkat etmek gerektiğini yazdım.

YSK’nın yaptığı
Bu konuda hiçbir konuda olmadığı kadar evhamlı olmak gerek.

Yüksek Seçim Kurulu üyelerinin BDP’lilerin bağımsız adaylık başvurularını

geçersiz sayarken neye çanak tuttuklarının farkında olmadıklarını düşünmenin

hayli iyimserlik olacağından tutun, bir sebeple seçimin ertelenmesi ihtimalinin

hesaplandığını düşündürecek şekilde oy pusulası basım ihalesinin şu ana kadar

yapılmamış olmasından huylandığımı söyleyecek kadar sürdürebilirim evhamımı.

Türkiye tablosunu neyin altüst edebileceğini söylemek için artık uzman, allame olmaya gerek yok.


 PKK damgasını taşıyacak her eylem, boyutu oranında belirleyici olacak.

Başbakan’ın koruma konvoyuna saldırı, Erdoğan’ın olay yerinde olmadığına bakılarak göz ardı edilemez.

Saldırı bir grup teröristin sadece mesaj verme amacıyla da izah edilemez.

Konvoyda Başbakanlık otobüsü ve hizmet araçları bulunduğuna göre pekâlâ Erdoğan da olabilirdi.


Siyasi liderlerin hepsi için aynı durum söz konusu.

Kılıçdaroğlu’nun, Bahçeli’nin ya da diğer liderlerin benzer nitelikte saldırıya maruz kaldıkları takdirde neler olabileceğini tahmin edebilir misiniz?


Konvoya saldırının, güvenlik güçlerinin elinde bölgeye dönük ciddi ve detaylı istihbarat bilgisinin olduğu ortamda;
yani adeta göstere göstere gerçekleştiği anlaşılıyor.

Başımıza gelenlerden korkmadığımız için bütün korktuklarımız başımıza geliyor.

Tecrübemizin, bize bu tür hadiselerin faillerinin mensubiyetlerine, kimlikleri veya kartvizitlerine aldanmamak gerektiğini öğretmiş olması gerek.

Yüzlerce olayda perdenin arkasında devletle şöyle veya böyle irtibatlı, bu nedenle örtülü derin bir yapının olduğu artık biliniyor.

Talipli çok
Mehmet Ali Ağca, Yener Yermez, İrfan Çağırıcı, Ogün Samast, Zirve Yayınevi cinayeti failleri...

Ve bu listeye eklenmeye hazır/talip çok sayıda genç.

Kurgulayanların gözünde benimsedikleri ideolojik saiklerin asla önem ifade etmediği, onları gerçekleştirecekleri eylemin doğuracağı neticeyle önemseyen alacakaranlık kuşağı sakinlerinin vatansever kesilip

“Demokratikleşme sürecinde işimiz bitti”

 diyerek kepenk indireceklerini düşünmek zor.

Aksine, bunların Kürtlere serenat yaptıkları haberleri geliyor.

“Tunus’ta, Mısır’da, Suriye’de halk bastırınca nasıl istediğini aldı.

Türkiye için de şimdi bastırmanın tam zamanı.

Bastırın...

Bugüne kadar gönül rızasıyla bir şey yapmayan TC’nin bundan sonra yapacağına inanmak aptallık.

Şimdiye kadar bütün kazanımlar halkın gücü, silahlı direniş sayesinde elde edildi. Sistem yıkılmak üzere.

Son bir vuruş gerek.

Uluslararası kamuoyu, Avrupa, hatta Amerika desteklemek için işaret bekliyor.

Seçim, yeni anayasa, demokratik çözüm lafları palavra.

Tayyip’in yalanlarına inanmayın.

 AKP’nin size hiçbir şey vermeye niyeti yok.

Apo canının, BDP’liler parlamentoculuk oynamanın derdinde.

Vakit bu vakittir...”

Bu ya da benzer lafları yıllar yılı karşı safta gördüğü insandan

“Sizin sıkıntınız ne ki, TC esas bize kazık attı, bizi sattı”

girizgâhıyla duyan Kürt’ün kafası karışmaz da ne olur?

Cumhurbaşkanı Gül’ün

 “İyi şeyler olacak”

sözüyle çıktığımız yolda yaşanan arızalara rağmen ümidimizi korumaya çalışıyoruz çalışmasına ama alarm zillerini de duyuyoruz.

Sadece biz değil, başkaları da duyuyor zaten.

Aysel Tuğluk’a “Söylemeye dilim varmıyor ama kötü şeyler olacak.

 Bunu bir his olarak dillendirmek durumundayım.

Herkes bilmeli ki, ağır ağır değil, hızlı şekilde sıfır noktasına doğru gidiyoruz”

dedirten sebep neyse benim işaret ettiğim de o.








"makaleden öte haberden önemli yazı"



'Kanun-ı esasi Kur'an-ı azim ü şandır'


Neden ve nereye kadar AKP?

Avni Özgürel

23 01 2008 çarşamba



Önce iki anlamlı günü hatırlatmak istiyorum.

İlki 23 Nisan 1920. Yer: Ankara...

Müdafayı
Hukuk cemiyetlerince seçilen 115 mebus, Mustafa Kemal'in isteği üzerine özellikle cuma
gününe denk getirilen merasimle BMM çatısı altında bir araya geldi.

Hacı Bayram Camii'nde
kılınan cuma namazını takiben okunan hatim duası sonrasında eller üzerinde taşınan
Sancak-ı Şerif ve Hilye-i Şerif'le meclis binasına gelindi...

Aynı anda yine Mustafa Kemal'in

yayımladığı genelgeye uyularak yurdun dört bir köşesindeki tüm camilerde sala verildi, hatm-ı şerif, Buhari ve mevlid okundu...

Oturum açıldığında kürsünün ardındaki levhada

'İşlerinizde
meşveret ediniz'

ayeti yazılıydı...


Hatırlatmak istediğim ikinci özel gün 7 Şubat 1923.

Yer: Balıkesir, Zağnos Paşa Camii...

Milli Mücadele'nin kazanıldığı, herkesin zihninde

' Bundan sonra ne olacak'

sorusunun olduğu,
cumhuriyetin ilanının sekiz ay öncesi.

BMM Başkanı sıfatıyla Mustafa Kemal, metni üzerinde
büyük din âlimi Hasan Basri Çantay'la birlikte çalıştığı cuma hutbesi için kürsüdedir.

Besmeleyle başlar sözlerine. Hutbenin üçüncü cümlesi şudur:



'Kanun-ı esasi Kur'an-ı azim ü şandır'




Bu iki günün havasını aktarmaktan maksadım Cumhuriyet'in modernleşme projesi tatbike

konulduğunda doğan tereddüdün ve kabaran itirazların durup dururken meydana gelmediğine işaret etmek içindir...



O günlerin ortamında karşı çıkışların, muhalefetin nasıl susturulduğu sır değil...

Ancak aradan

bunca yıl geçtikten sonra da modernleşme projesiyle ilgili bir değerlendirme yapılırken

'dayatma' sözcüğünü kullanan kişi, sözünün önü ardı dinlenmeye gerek görülmeksizin Atatürk
aleyhtarlığıyla suçlanır.


Oysa yapılanların mahiyetiyle değil yöntemiyle alakalıdır bu hüküm
ve cümle âlem bilir ki doğrudur...


Cumhuriyet'in ilanı yanlış mıdır, saltanat devam etmeli miydi? Hayır...


Türkiye'nin
İngiltere'dekine benzer bir yapı içinde saltanat makamının muhafaza etmesi romantik bir

düşünce olarak bugün dinlenebilir görünse de, akıl, ne 1920'lerin ne sonrasının şartlarında

bunun gerçekçi bir fikir olmadığını kabul eder. Aynı durum devrimler süreci için de
geçerlidir...



Hilâfetin kaldırılması meselesine gelindiğinde de 6 Mart 1924 tarihli 431 sayılı
yasanın birinci maddesinde kaldırılanın sadece makam olduğu açıkça ifade edilir:

'Hâlife hâlledilmiştir.

Hilâfet, hükümet ve cumhûriyet mânâ ve mefhûmunda esâsen mündemiç

olduğundan Hilâfet makamı mülgâdır.'





Bu düşünce kanunun BMM'de müzakeresi sırasında mebusluğu yanında fıkıh âlimi olan Seyyid

Hoca tarafından yapılan konuşmada ifade edildikten başka, konu üzerinde son konuşmayı
yapan İsmet İnönü'nün

'Tereddüdün hilafetin ilgası noktasında değil, dini açıdan ve kararın

halk tarafından nasıl karşılanacağı meselesinden kaynaklandığı, oysa İslami kurallar aynen

korunacağı için böyle bir endişeye mahal bulunmadığı' ifadesinde de vurgulanmıştır...


Bunları anlatmaktan maksadım, bugün yaşadığımız sancının temelinde halkın Cumhuriyet'in

modernleşme projesine itirazının değil, değişimin devlet katından halk katına tebliğ
anlayışıyla indirmesinin yattığıdır.

Ve şimdi, din eğitimi, türban meselesi, Kürt sorunu vs.

dahil pek çok konuda Atatürk'ün liberal düşüncelerinin isyanlar sebebiyle alınmış olan inzibati tedbirler yüzünden hayata geçirilemeyişinin sancısını çekmekte olduğumuzdur..

Bunun kanıtı da yapılan bütün anketlerde 'Şer'i bir düzene geçilmesinden yana mısınız'

sorusuna toplumun ezici bir çoğunluğun

'Hayır'

cevabı vermiş olmasıdır...



AKP'ye vücut veren düşüncenin arka planını bilemem, ama kanımca Tayyip Erdoğan

çevresinde kenetlenen kadronun zihinlerinde ne olursa olsun bu noktada tarihin kendilerine

yüklediği misyonu ifa ettikleri söylenebilir diye düşünüyorum.


Türkiye med ü cezir yaşamaktan yorgun...

Ve sorun, ne İslam, ne laiklik, ne Atatürk.

Mesele yola çıkarken şartların farklı olmasından dolayı tutulamayan orta yolu yakalamak.

Hilâfetin kaldırılması meselesine gelindiğinde de 6 Mart 1924 tarihli 431 sayılı
yasanın birinci maddesinde kaldırılanın sadece makam olduğu açıkça ifade edilir:

'Hâlife hâlledilmiştir.

Hilâfet, hükümet ve cumhûriyet mânâ ve mefhûmunda esâsen mündemiç

olduğundan Hilâfet makamı mülgâdır.'






Azsonra Birazdan Şimdi Biz Türkiye'yiz.