Azsonra Birazdan Şimdi Biz Türkiye'yiz. MarmaraYenikapı Ahsarla #etiket
BBC Arctic with Bruce Parry Siberia kutup sibirya ile 2011 HDTVRip Documentary Directed by Gavin Searle Starring Bruce Parry and others etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
BBC Arctic with Bruce Parry Siberia kutup sibirya ile 2011 HDTVRip Documentary Directed by Gavin Searle Starring Bruce Parry and others etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Ocak 2011 Cuma

BBC Arctic with Bruce Parry Siberia kutup sibirya ile 2011 HDTVRip Documentary Directed by Gavin Searle Starring Bruce Parry and others


BBC  Arctic with Bruce Parry Siberia 2011 HDTVRip AVi  English  59mn 6s  XviD  550 MB
Documentary

Directed by Gavin Searle
Starring Bruce Parry and others

It's summer solstice in Siberia, a time of endless daylight and extraordinary festivals.

Bruce Parry journeys to meet the Sakha horse people and a remote encampment of Eveny reindeer herders in the wild Verkhoyansk Mountains, where he finds out how they are embracing the challenges of a post-Soviet Arctic.

For Bruce, it's also a journey of personal discovery as he goes in search of the ancient shamanic religion of these wild northern lands.


O Sibirya, sonsuz gün ışığı ve olağanüstü festivalleri bir sürede yaz gündönümü's.

Bruce Parry Saha at insanlar ve onların bir post-Sovyet Arctic zorlukları benimsiyor nasıl bulur vahşi Verkhoyansk Daglari, Eveny ren geyiği çobanları uzak bir kamp karşılamak için yolculuklar.

o bu yabani kuzey toprakların eski şaman din arayışı içinde gider olarak Bruce için, aynı zamanda kişisel bir keşif yolculuk.

 http://kutuphane.akparti.org.tr


http://www.filesonic.com/file/66091927/arctic.with.bruce.parry.s01e01.hdtv.xvid.part1.rar
http://www.filesonic.com/file/66092155/arctic.with.bruce.parry.s01e01.hdtv.xvid.part2.rar
http://www.filesonic.com/file/66089995/arctic.with.bruce.parry.s01e01.hdtv.xvid.part3.rar















 Yeni anayasa nasıl yapılmalı  OSMAN CAN  MEHMET UçUM istanbul  08 01 2011 cumartesi

Anayasa hukukçuları Osman Can ve Mehmet Uçum, 2011 seçimlerinin ardından gündeme gelmesi beklenen yeni anayasa için izlenmesi gereken yolu Taraf’a yazdılar:
80 Anayasası’yla bütün organik bağlar koparılmalı


Yeni anayasa sürecine girilirken, bu anayasanın yapımıyla ilgili önemli sorular gündeme geliyor. Bunlardan biri yeni anayasa yapmak için yetkinin kimden veya hangi kuraldan alınacağı sorusudur. İkinci soru ise anayasanın TBMM’de yazılmasının ve kabulünün yöntemi nasıl belirlenecek, örneğin bu yeni Anayasa yürürlükteki Anayasanın kurallarına göre mi yapılacak? Bu sorulara verilecek yanlış cevapların yıkıcı sonuçları olabilir.

Demokratik bir anayasacılıkta kurucu irade, toplumun demokratik ve katılımcı yöntemlerle billurlaşmış, barış içinde bir arada yaşamayı hedefleyen iradesidir. Bu irade toplumun demokratik temsilcileriyle bir anayasa metnine dönüştürülür. Yani bir asistanlık hizmeti verilir. Ardından ortaya çıkan metin, yeniden toplumun onayına sunulur. Bu irade kendi yarattığı tüm kurumları bağlar, ancak toplumun ve sonraki kuşakların kurucu iradesini hiçbir surette bağlamaz. Yaşayan toplum gerekli gördüğü her durumda harekete geçerek yeni bir anayasa üretebilir. Bunu engelleyecek hiç bir kurumsal irade olamaz. Çünkü toplum iradesiyle çatışan kurumsal iradeler zaten meşruiyetini kaybetmiş iradelerdir.

Türkiye’de yüz yıllık baskıcı ve tasarımcı bir devlet anlayışına dayanan politik karar tercihinin hazırlanan tüm anayasa metinlerinde yansıma bulduğunu, anayasaların her defasında yeniden yazılmış olmasına rağmen, derinde yatan temel siyasal kararın, buna derin anayasa diyelim, hiç değişmediğini, 1924, 1961 ve 1982 anayasalarında rahatlıkla görebiliyoruz. Hiçbir anayasa metninde devletin bürokratik iktidar haritası değişmedi, yalnızca tahkim edildi. Bunun özgürlük ve katılım sorunlarını üreten ve demokrasiyi engelleyen ana dinamik olduğu görülmedi. Bunu görmeyenlerin başında anayasa hukukçuları gelmektedir. İkinci kanıtı ise Anayasa Mahkemesi bize sunuyor. Anayasa Mahkemesi’nin 1970’li yıllardan başlayarak, anayasa değişikliklerini anayasa metninde yazan açık yasaklayıcı hükümlere rağmen, sözü edilen temel politik karara uygunluğa tabi tutarak iptal etmesi ve bu pratiği Türkiye’de 2008 ve 2010 yıllarında sürdürmesi, derin anayasa ile anayasa metninin birbirinden farklı olduğunu açıkça gösteriyor. Bu yaklaşım mahkemenin diğer içtihatlarının, hatta Yargıtay ve Danıştay içtihatlarının ortak paydasıdır. Dolayısıyla Türkiye’deki anayasalar siyasal birliğin biçimi ve tarzı hakkındaki temel kararın ne olduğunu belirleyen sonsuza kadar geçerlilik iddiasındaki bu tarihsel kurucu iradenin her dönemdeki farklı görünüm biçimlerinden başka bir şey değildir.

Derin anayasa ile anayasa metni arasındaki bu ayrımın, Nasyonal Sosyalistlerin Başhukukçusu Carl Schmitt’in öngörüsü ve arzusuyla birebir örtüşüyor olması, herhalde övünülecek bir durum değildir.

Demokrasi, derin anayasa ile anayasa metni ayrımının bulunmadığı, temel siyasi kararın toplum tarafından verildiği, bunun anayasa metninde yazılı olduğu, tüm kurumların yalnızca bu anayasa metninden hukuksal meşruiyet aldıkları, toplumun ise bu metni gerekli gördüğü her durumda yenisiyle ikame etme yetkisine sahip olduğu bir siyasal kültürün adıdır. Anayasa bir toplumda söylenmiş ve söylenebilecek son söz değildir. Kuruculuk yetkisi yalnız ve yalnız toplumdadır, bunu kullanmak için kurumsal iradeleri umursamak zorunda değildir. Toplumun önceki kurucu iradeyle bağlı olması yalnızca kendini inkâr, köleliğe razı olması anlamına gelir. Önceki derin anayasayı üreten kurucu iradenin son iki anayasada darbe veya darbe koalisyonu iradesi olarak tecelli ettiğini göz önünde bulundurduğumuzda, mevcut anayasanın referanslarına ve öngördüğü usule uyma taleplerinin ne anlama geldiğini minimum demokrasi kaygısı taşıyanlara hatırlatmak herhalde yeterli olur.

Türkiye’nin bugün tartıştığı yeni anayasa, aynı zamanda yeni kuruculuk olmayacaksa herhangi bir anlam ifade etmeyecektir. Yüz yıllık temel siyasal karar yerine toplumsal irade esas alınmayacaksa, yeni anayasa için uğraşmaya gerek yoktur. Çünkü yapılacak olan 1961 veya 1982’deki gibi göstermelik bir temsiliyet ve halkoylamasından öteye gidemeyecek; hem Türkiye’nin ilk sivil anayasasının yapıldığı müjdelenecek, hem bunun halkın onayıyla gerçekleştiği ifade edilecek, hem de yüz yıllık temel siyasal karar olan derin anayasaya dokunulmayacak. Hiç kimsenin toplumu bu tür bir anlamsızlığa ikna etmesi mümkün değildir.

Toplum darbecilerden ve darbe koalisyonundan daha fazla anayasa yapma hakkına ve gücüne sahip olduğunu artık görüyor. Bunu tüm kurumların, siyasi aktörlerin ve “okumuş”ların görmesinde yarar vardır.

Tüm farklılıklarıyla birlikte demokraside karar kılan ve yeni anayasa yapımına odaklanan Türkiye’de demokratik kuruculuk için, kurucu meclis toplanabilir, ki bu ideali yansıtır. Ancak yeni anayasa sözüyle seçime girmiş partilerden müteşekkil TBMM de kurucu olabilir.

TBMM’de birçok fonksiyon vardır. Bunlardan kanun çıkarma ve mevcut anayasada değişiklik yapma fonksiyonları “kurumsal” yani “mevcut anayasa tarafından tanımlanmış” hukuksal fonksiyonlardır. Ancak TBMM’de hukuksallığın ötesine taşan bir fonksiyon vardır. Bu fonksiyon sosyolojiktir. TBMM toplumun kullandığı oylarla temsil yetkisini verdiği ve bunun sosyolojik-ampirik olarak saptandığı tek merciidir. Yani toplumun temsil edildiği mekân olduğunu saptayabilmek için, hukuksal bir kurala bakmak gerekli değildir. TBMM bu özelliğiyle yeni anayasa yapma iradesini ortaya koyduğu anda, cari anayasal düzen normlarıyla bağlı değildir. Çünkü artık eski anayasal düzene göre “kurulu” bir organ değildir ve o düzenin verdiği yetkilerle harekete geçmemektedir.

Bu yüzden bir “Meclis kararı” ile sürecin başlatılması kuruculuk için ön şarttır. Ancak bu meclis kararı, kurucu bir iradenin başlangıcı olarak kaleme alınmalı, içtüzük ve anayasadan alınan bir yetkinin kullanılmadığını, aksine halkın saptanabilir ve kanıtlanabilir “kuruculuk” yetkisinden doğan özgün bir yetki kullanıldığını ifade etmelidir.

Bu karar, yeni anayasa‘nın hazırlanış, görüşülme, kabul edilme, referanduma sunulma ve onay koşullarını kendi belirlemelidir. Bir norma gönderme yapmamalı, o normun geçerlilik kaynağı olduğuna işaret etmemeli, yalnızca mecliste ortaya çıkan iradeyle anlam kazanmalıdır.

Bu karar asli bir kuruculuk yetkisinin kullanıldığının ilanıdır.

Meclis‘in yüzde 10 barajının ürettiği temsil açığını, en azından anayasa taslağının oluşturulması sürecinde meclis dışı partilere de temsil imkânı sunarak kapatması zorunluluğu da unutulmamalıdır.

Bu nedenle mevcut Anayasa’nın 175. Maddesi’ne ekleme yapmak suretiyle sürecin başlatılması anlayışından kesin bir ifadeyle uzak durulmalıdır. Bu, kuruculuk yetkisinin yürürlükteki Anayasa’dan alındığının ifadesi olacaktır. Bu durumda kuruculuğun 1980 darbecilerinde olduğu kabul edilmiş olacak, derin anayasa yeniden egemen olacaktır. Sonuç ise açıktır: Mevcut anayasanın verdiği yetki kullanılıyorsa, bu yetkinin mevcut anayasanın temel referanslarına aykırı kullanılmaması gerekecektir. Yani aslında 1982 Anayasası’nın kendini yeniden üretmesi sağlanmış olacaktır. Anayasa Mahkemesi’nin bu gerekçeyle devreye girmesi ise ayrı bir sorun oluşturacaktır. Mahkeme’nin 2010 değişikliklerinde dahi esasa girmekten çekinmediğinin hatırlatılmasında yarar vardır.

Unutulmamalıdır ki Türkiye toplumu, tüm siyasi partileriyle birlikte bir Anayasa yapma kararlılığı içinde. Yani kurucu bir karar verilmiş durumda. Bunu da 12 Eylül referandum sürecinde ve sonucunda (evet, hayır veya boykot tarzında) açık irade olarak ortaya koydu. Toplumun bu kararı vermesinin nedeni tüm siyasal ve toplumsal sorunların çözümüne olanak yaratacak yeni bir siyasal yapı ve aygıt isteğidir. Yani devleti yeniden yapılandırma iradesidir. Bu kurucu kararın nasıl bir anayasaya dönüşeceğini de anayasa yapım süreci belirleyecektir.

Bunun için Türkiye toplumunun yeni anayasayı asli kurucu iktidar olarak doğrudan yapması, yani siyasal anayasayı ortaya koyması, temsil eksikliğini giderecek bir yöntemle desteklenmesi kaydıyla 2011 Meclisi’nin yahut Anayasa Meclisi’nin bunu yasalaştırması, önceki anayasaların referans alınmaması, hukukçuların sadece normları formüle etme sürecinde rol oynaması (teknik asistanlık) sürecin özellikleri olarak öne çıkmalıdır.  



Kırmızı çizgisiz anayasa yapılmalı  28 01 2011 cuma HELİN ALP DİYARBAKIR istanbul

Anayasa Çalışma Grubu ve Yeni Anayasa Platformu 2011 Meclisi’ne sunulmak üzere yaklaşık 10 milyon görüş toplamayı amaçlıyor.

Anayasa Çalışma Grubu ve Yeni Anayasa Platformu 2011 Meclisi’ne sunulmak üzere yaklaşık 10 milyon görüş toplamayı amaçlıyor.

 Anayasa Çalışma Grubu’ndan hukukçu Mehmet Uçum ve eski Anayasa Mahkemesi Raportörü Osman Can ile “yeni anayasayı” konuştuk.

Türkiye’deki siyasi partiler bir anayasa taslağı hazırlıyor. Ne düşünüyorsunuz?

Osman Can: Toplum sözleşmesi niteliğindeki bir anayasa, toplumun tüm farklılıklarının kurucu olduğu, altında imzasının bulunduğu bir anayasa olmalıdır.

 Hiçbir siyasi partinin bir taslakla ortaya çıkmasını önermiyoruz.

Siyasi partilerin ortaya koyacakları taslaklar da haliyle halkın değil, kaçınılmaz olarak bu iç politikaların ve kırmızı çizgilerin bir ürünü olur.

 Bu durumda yeni, demokratik ve sivil bir anayasadan değil, yalnızca darbe anayasasının revizyonundan söz edilebilir.

Anayasa sürecindeki çelişki devletle toplum arasında mı yaşanıyor o halde?

Mehmet Uçum: Türkiye’de son yüzyıllık dönemde temel çelişki devlet ile toplum arasındaki çelişkidir.

Devlet,

“Ne Mutlu Türküm”

diyerek kendini Türk hisseden bir çoğunluk üretmeye çalışmış.

Kürtleri, inananları, Alevileri, azınlıkları, kendini yaşam tarzlarıyla farklı hissedenleri göz ardı etmiş.

 Dolayısıyla, toplumla devlet arasındaki bu tersine ilişki çelişkiyi büyütmüş ve birçok çatışma alanı üretmiş.

Bu çatışma alanları toplumun sorunları olarak önümüzde dev gibi duruyor.

Size göre Türkiye’nin asıl ihtiyacı devlet yapısının değişmesi mi?

Mehmet Uçum: Bu devlet yapısı bitmiştir. Bütün kurumlarıyla devletin değişmesi gerekiyor.

 Bunun anlamı Türkiye’nin geleneksel bütün değerlerini, şimdiye kadar ürettiği değerleri ve kuralları, kurumları tasfiye etmek değil.

Baskıcı ve tasarlayıcı devlet anlayışına göre düşünmeyi sıfırlamak.

Mevcut anayasayı bir kenara koyarak, yeni bir toplum sözleşmesi yaratmak anlamına geliyor bu.

Osman Can: Yüz yıllık homojenleştirici, şoven devlet kültürünün üzerine kurulduğu anayasal düzenin Türkiye’de yeri yok artık.

Meclis’teki temsil eksikliği, yani seçim barajı çalışmaları nasıl etkiler?

Mehmet Uçum: Küçük bir yasa değişikliğiyle ortadan kaldırılabilmesine rağmen, sol, sağ veya koalisyon hiçbir iktidar bu düzenlemeye dokunmadı.

Seçime gittiğimiz bu dönemde yine ne iktidar, ne de muhalefet buna dokunmak istiyor.

Yeni anayasanın yapımı konusunda sorun yaratacağı çok açık.

Bunun için önerdiğiniz model ne?

Mehmet Uçum: Meclis, halktan aldığı anayasa yapım yetkisi çerçevesinde bir meclis kararı çıkarır.

Bu karar ile özel komisyon oluşturulur. Bu komisyon alt komisyonlar oluşturarak yeni anayasa esas ve modellerini belirler.

Bir toplumun anayasasında neyin değiştirilemez olacağına kim karar verir?

Osman Can: Bunu herhalde beş generale sormamak gerekir.

Toplumun kırmızı çizgisiz, tabusuz ve önkoşulsuz bir müzakere sürecinde üreteceği anayasada daha farklı, kurucu, birleştirici, barış tesis edici referanslar ve yapısal

modelleri tartışmak zorundayız.

Bu kırmızı çizgilerin kalkması ile yeni sorunlar, yeni karşıtlıklar ortaya çıkar mı?

Mehmet Uçum: Radikal milliyetçiliğin yerine demokrat milliyetçilik diyebileceğimiz bir anlayış hakim olmaya başladı.

İşte kural ve kurum alanında bu kırmızı çizgileri aşacak olan enstrüman da yeni anayasadır.





 


KUM SAATi 25 01 2011 salı Ahmet Altan Bu ne?

AKParti, referandumdaki vaatlerini seçim için tekrarlasa, referandumda evet diyen yüzde elli sekiz AKP’ye neden oy vermesin

Biliyor musunuz, bazen galiba deliriyorum diye düşünüyorum, bu ülke aklımı başımdan alıp beni bir meczuba çeviriyor.

AKP ile CHP’nin şike yaptıklarından şüpheleniyorum çünkü.

Tamam, bu şüphe delice ama bu iki partinin yaptıkları akıllıca mı?

Bir bakın yaptıklarına.

Mantıksal bir tutarlılığı var mı?

AKP, referandumda fevkalade “ilerici, demokrat ve barışçı” bir yaklaşımla kendi önerilerine ne kadar oy aldı?

Yüzde elli sekiz.

AKP’nin demokrat bir anayasa, 12 Eylül’ün kalıntılarını temizleme, Kürt sorununu çözme, adalet sistemini çağdaşlaştırma vaatleri büyük bir destek buldu.

Normalde, bu vaatlerle yüzde elli sekizi kendi çevresinde toplayabilmiş bir partinin, seçimlerdeki oylarını da buna yakın tutabilmek için aynı çizgisini sürdürmesi gerekmez mi?

AKP, referandumdaki vaatlerini seçim için tekrarlasa, referandumda “evet” diyen yüzde elli sekiz AKP’ye neden oy vermesin?

Denenmiş, yüzde elli sekiz taraftar toplamış bir politika var ortada.

Ve, AKP o politikayı terk ediyor.

Neden?

O yüzde elli sekizin en aşağı yüzde yirmilik bir bölümünü kendinden uzaklaştırıp, buna karşılık milliyetçi politikalarla MHP’den yüzde üç oy koparacakmış.

Bunun mantığını anlayabilen var mı?

Referandumdaki politikalarından vazgeçip ne yapıyor?

Seçimde hiçbir getirisi olmayacak, “heykel, dizi, içki” gibi tuhaflıkların peşine düşüyor.

Bu açıklamalar nasıl bir sonuç yaratıyor?

AKP’ye referandumda destek veren yüzde elli sekizin önemli bir kısmı AKP’den uzaklaşıyor.

Başka nasıl bir sonuç yaratıyor?

“Bu CHP’den bir şey olmaz, bunlar ülkeyi yönetemez” diyen birçok insan, “AKP bizim hayatımıza karışacak, aklını sekse, içkiye takıp şehirlerde hayatı bize zehir edecek” korkusuyla CHP’ye sığınmaya karar veriyor.

AKP, bu politikalarla, CHP’nin kaybetmekte olduğu oyların yeniden bu partiye dönmesi sağlıyor.

CHP’nin “kaçmaya hazırlanan” seçmenini korkutup, onları bu partiye doğru sürüyor.

Ana muhalefet partisi seçimde, kendi politikalarının yarattığı ümitle değil, AKP’nin yarattığı korkuyla oy alacak.

AKP, CHP’ye böyle bir iyilik yaparken, CHP ne yapıyor?

Ergenekon’a, Balyoz’a, darbeye sahip çıkan konuşmalara başlıyor.

Ne oluyor o zaman?

AKP’yi eleştirmeye hatta bu partiden uzaklaşmaya hazırlanan birçok insan, “tamam AKP tuhaflıklar yapıyor ama bu CHP oylarını arttırırsa, bir de iktidara gelirse yeniden askerî vesayeti kuracak, Ergenekoncuları serbest bırakacak, faili meçhuller, darbe hazırlıkları hortlayacak” korkusuna kapılıp yeniden AKP’nin yanına dönüyor ve eleştirilerini de azaltmayı düşünüyor.

Bu iki parti de, son açıklamalarıyla bir “ümit” yaratmak yerine “korku” yaratıyorlar.

Ortalık korkan seçmenlerle dolu.

“AKP içkiyi yasaklayacak” lafı AKP’ye bugün alacağından daha fazla oy sağlamaz ama CHP’ye ciddi oy sağlar, aynı şekilde Ergenekon’a sahip çıkmak CHP’ye bugün alacağından fazla oy sağlamaz ama AKP’ye oy sağlar.

Şimdi bana mantıklı bir biçimde bu iki partinin izlediği bu politikaların nedenlerini açıklayabilecek kimse var mı?

Oturup anlaşsalar ancak böyle bir politika izleyebilirler.

Kendilerine benzemeyenlerde ancak bu kadar korku ve dehşet yaratabilirler.

Bizim tam anlayamadığımız bir biçimde “şike” yaptıklarını düşünebilecek hale geldim doğrusu.

“Olur mu öyle şey, şike yaparlar mı” diye sual eden olursa...

Apo’nun dün bizim gazetede yayımlanan açıklamalarını okumalarını tavsiye ederim.

Generallerin gidip Apo’ya “savaşı hızlandırın” dediğini, Apo’ya şike teklif ettiklerini biri size söylese inanır mıydınız?

Ama söyleyen, bizzat bu öneriyi duyan Apo.

Karakol baskınlarında, o karakollardaki askerlerin nasıl korumasız ve desteksiz bırakıldığını da düşünün.

Savaşta bile şike yapılan bir ülkede politikacılar şike yapmaz mı?

Herhalde yapmazlar ama ben ciddi ciddi kuşkulanıyorum.

Biri bana, bu iki partinin politikalarının nedenlerini açıklasa da, bu yaşımda durduk yerde mahallenin meczubu durumuna düşmesem.

Var mı bunu açıklayacak bir yiğit?

Bu ne? - 25.01.2011
Zavallı CHP ve başka bir parti - 23.01.2011
Beyaz adam ve muhafazakârlar - 22.01.2011
Yaşayan cunta - 21.01.2011
2010’da darbe - 20.01.2011
Cinayet - 19.01.2011
Dava - 18.01.2011
Niye - 16.01.2011
Erdoğan ve kof kabadayılık - 15.01.2011
Altı ay - 14.01.2011
Böl ve yönet - 13.01.2011
Sarıkamış ve AKP - 12.01.2011
Ucube - 11.01.2011
Yasaklamak - 09.01.2011
Bir cumhuriyet batarken... - 08.01.2011
Şaşırdınız demek... - 07.01.2011
12 ve 10 - 06.01.2011
Sertlik ve zekâ - 05.01.2011
Bir parti - 04.01.2011
Sisif’in günlüğü - 02.01.2011
Dindar ile muhafazakâr - 01.01.2011
Küçük Prens - 31.12.2010
Sokaktaki kadın - 30.12.2010
Balyoz iddiaları - 29.12.2010
İnsanoğlunun rızası - 28.12.2010
Erkek kediler - 26.12.2010
Eczacı hanım - 25.12.2010
Talabani ve ümit - 24.12.2010
Başka bir sorun - 23.12.2010
İki dil - 22.12.2010



Erdoğan için alarm zili çalıyor Hasan Cemal Taraf istanbul 28 01 2011 cuma

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın
 “Hükümet ile libareller arasında çatırtı falan duymadım”


sözlerine Hasan Cemal NTV canlı yayınında yanıt verdi.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın

 “Hükümet ile libareller arasında çatırtı falan duymadım”

sözlerine Hasan Cemal NTV canlı yayınında yanıt verdi:

“Ahmet Altan’a açmış olduğu dava bir Başbakan için en tehlikeli noktadır.”

Başbakan Erdoğan, Ukrayna dönüşünde şu açıklamaları yapmıştı:

“Liberallerle bir ittifak yok.

Doğal olarak oluşmuşsa ayrı.

AK Parti iktidarından önce, entelektüel kesim yok muydu?

Varsa tüm desteklerini niye vermiyordu?

AK Parti iktidarı, çeteleri, mafyayı açığa çıkarırken destekleri olduysa sağ olsunlar.

Ama bizi bazı zamanlarda ciddi sıkıntıya sokmuşlardır.”

Hayal kırıklığı yaşamıyorum

Erdoğan’ın sözlerini yorumlayan Cemal özetle şunları söyledi:

 “Erdoğan, Ahmet Altan’a açmış olduğu davayı savunmaya devam ediyor.

Bu, Türkiye’de ifade özgürlüğüne ciddi şekilde darbe vuran bir davadır.

Ne zaman ki hakaretle eleştiri arasından geçen çizgiyi bir Başbakan şaşırmaya başlar, kendisi açısından alarm zili çalıyor demektir.

2002’den itibaren Erdoğan’ı ben de destekledim, sonuçta kim benim savunduğum değerleri savunuyorsa desteklerim.

Erdoğan, Başkanlık için MHP’yi baraj altına çekmeyi, yeni grubunun kurşun askerlerden oluşmasını istiyor.”



KUM SAATi 28 01 2011 cuma Ahmet Altan

Başkanlık ve baş dönmesi...

Sanıyorum ki AKParti  kısa bir

“baş dönmesi”

yaşadı, ardı ardına tuhaf açıklamalar, konuşmalar, kendilerine benzemeyenleri hedefleyen aşağılamalar duyuldu.

Biraz da gelen tepkiler sayesinde bu “baş dönmesini” atlatmış gözüküyorlar.

Birden fazlasıyla ileri fırladıklarını fark edip, durmaları gereken noktaya geri çekiliyorlar, doğru da yapıyorlar.

Niye böyle bir “atak” yaşadı AKParti ?

AKP sekiz yıldır iktidarda, halkın ilgisini ve sevgisini kaybetmedi, başarılı işler yaptı, şimdi gireceği yeni seçimde de olağanüstü bir başarı daha yaşaması bekleniyor.

Eğer, kendilerini daha şimdiden seçimi ezici bir çoğunlukla kazanmış gibi hissedip, onun “baş dönmesiyle” böyle davrandılarsa, yandık.

Çünkü, bu yaşadıklarımız, ilerde yaşanacakların “fragmanı”ysa, bu “fragman” pek de iç açıcı bir filme işaret etmiyor.

Umarım öyle değildir ya da öyle olsa bile bu tür

“baş dönmelerinin”

sandıklarından daha ciddi tepkilere yol açacağını görüp ilerde bunu yapmamaları gerektiğini anlamışlardır.



Ama annemin dediği gibi

“herşeyde bir hayır var”.



Bu baş dönmesi sırasında patlayan kavgalar, üstü örtülü birçok sorunun da gün yüzüne çıkmasına neden oldu.

Örneğin bizim çok uzun zamandır altını çizdiğimiz ve medyanın ortaklaşa bir ilgisizliği ile karşılaşan Sayıştay Yasası halkın dikkatini çekti, televizyon tartışmalarına, gazete yazılarına konu oldu.

AKP, orduyla gizli anlaşmalar yapmasının o kadar da kolay olmadığını, böyle bir şey yaptığında hesabını vermek zorunda kalacağını fark etti.

Bundan da bir ders çıkartacaklarını umuyorum.

Daha önce söz vermelerine rağmen AKParti’lilerin

 “sessizce geçiştirmeye”

 çalıştıkları “anayasa”

konusu da, Ergun Özbudun’un Neşe Düzel’le yaptığı konuşmada ortaya koyduğu

“herkes anayasasını açıklasın” önerisiyle birden gündeme giriverdi.

Anayasa Komisyonu Başkanı AKParti’li Burhan Kuzu,

 “kendi anayasalarının hazır olduğunu, Özbudun’un anayasasını biraz değiştirip kendi önerileri haline getireceklerini”

 söylerken ağzındaki baklayı da çıkardı,

 “ben başkanlık sisteminden yanayım”.

Derinlere saklı asıl sorun da bu lafla hayatımıza girdi.


“Bu benim son seçimim”


 diyen Başbakan Erdoğan’ın

“cumhurbaşkanlığına”

aday olacağı ortak bir beklenti, politikanın mantığına da uygun.

Ama cumhurbaşkanlığı, bir siyasetçi için sahip olduğu bütün çekiciliğe, prestije rağmen günlük politikaya doğrudan müdahale edemeyen, fiiliyatta Erdoğan gibi bir

politikacının gücünü budayacak bir makam.

Turgut Özal bile Çankaya’da yalnız ve çaresiz kaldı.

Erdoğan’ın, bu seçimlerde

“anayasayı tek başına değiştirebilecek”

bir milletvekili grubuyla gelip, anayasaya başkanlık sistemini monte etmesi ve Çankaya’ya “büyük bir siyasi güce”

 sahip olarak çıkmayı düşünmesi kuvvetli bir ihtimal.

Kürt açılımını başlatmasına rağmen bugün

 “Milli Güvenlik Kurulu”

ağzıyla konuşması, Kürtlerin

 “iki dil” hakkını inkâr etmesi, Sayıştay Kanunu’nu ordunun lehine bir formülasyona oturtması,

“devleti rahatsız etmemeye”

 özen göstermesi, Genelkurmay’ın açıklamalarına tepki vermemesi, bana bu planın parçaları gibi gözüküyor doğrusu.

Devleti de yanına çekerek “başkan” olmayı planlamasından korkuyorum.

Merkezî bir sistemde

 “başkanlık”

uygulaması kaçınılmaz bir tek adam yönetimi getirir, o “tek adam” bir de orduyla anlaşırsa Türkiye’nin yeni bir Peron’u olur.

Sanırım bu sadece benim korkum değil.

Belki de bilemediğim başka nedenlerledir ama AKP’nin Bülent Arınç gibi, Meclis Başkanı gibi ağır topları da, ilerde yeniden AKP’nin başına geçebileceği söylenen Cumhurbaşkanı Gül de,

“başkanlık”

önerisine karşı çıktılar.

Dünyadaki örneklerine de baktığınızda,

“başkanlık”

sisteminin sağlıklı bir biçimde işleyebilmesinin tek bir yolu var,

“yerel yönetimleri” güçlendirmek ve eyalet sistemine geçmek, merkezî iktidarı bölüştürerek yaymak.

Şimdi,

“başkanlık sistemi”

 isteyen Burhan Kuzu da, “halkımız başkanlık sistemini tartışmalı” diyen Başbakan Erdoğan da,

“federatif sistem”

hakkında ne düşündüklerini açıklamalılar.

Yerel yönetimlerin güçlendirildiği, iktidarın ülke sathına yayıldığı bir sistemde

 “başkanlık”

mı istiyorlar yoksa bütün iktidarın

“tek bir adamın”

elinde toplandığı bir başkanlık mı?

Merkezî sistemde “başkanlık” felaket olur bence.

Gül’ün, Arınç’ın, Şahin’in karşı çıkışları, AKP’nin ağır toplarının da bu öneriyi sıcak karşılamaması beni ümitlendiriyor.

Siyasette şu sırada yaşanan bir

 “paradoks”

da ümit verici, Erdoğan bugün gücünün doruğunda ama

“cumhurbaşkanlığını düşünmesi”

şu anda parti içinde sahip olduğu gücü belki de ilk kez bir zafiyete uğratıyor, çünkü Çankaya’ya çıkarsa parti içindeki etkinliği azalacak, bu ihtimal de, Erdoğan’dan çekinerek

 susan birçok AKP’liyi bu konularda konuşmak ve eleştirmek için cesaretlendirecek.

AKP’nin yaşadığı kısa baş dönmesinin açtığı çatlaktan yavaş yavaş asıl önemli konular gündeme sızıyor, tartışılması geciktirilen konular birer birer kulvara giriyor.

Annemin dediği gibi,

 “herşeyde bir hayır var”.

   1. Başkanlık ve baş dönmesi... - 28.01.2011
   2. İki tür muhalefet - 27.01.2011
   3. Bu bir ordu değil... - 26.01.2011
   4. Bu ne? - 25.01.2011
   5. Zavallı CHP ve başka bir parti - 23.01.2011
   6. Beyaz adam ve muhafazakârlar - 22.01.2011
   7. Yaşayan cunta - 21.01.2011
   8. 2010’da darbe - 20.01.2011
   9. Cinayet - 19.01.2011
  10. Dava - 18.01.2011
  11. Niye - 16.01.2011
  12. Erdoğan ve kof kabadayılık - 15.01.2011
  13. Altı ay - 14.01.2011
  14. Böl ve yönet - 13.01.2011
  15. Sarıkamış ve AKP - 12.01.2011



Azsonra Birazdan Şimdi Biz Türkiye'yiz.