TARAF ÜNİVERSİTESİ 16.01.2011
Serdar Kaya
‘Başlangıç’ filmi ve pek uyanık bir uyku
Başlangıç (Inception) adlı filmde, rüyalar aracılığıyla insan zihninin derinliklerine iniliyor ve kendi irademizle aldığımızı zannettiğimiz kararların aslında çok daha karmaşık süreçlerin bir neticesi olabildiği anlatılıyordu. İnsan zihnini, derinlerine inildikçe hassaslaşan dipsiz bir kuyu olarak sunan film, üç farklı rüya seviyesine yayılan bir anlatıya sahipti. Bu anlatı, bir yandan zihinlerimizin yapısından ve çalışma prensiplerinden haberdar olmadığımız gerçeğini yüzümüze vururken, diğer yandan da düşüncelerimizin güvenilirliğini sorguluyordu.
Düşüncelerimizin hangi temellere dayandığı konusunu da, (tıpkı Başlangıç filminde olduğu gibi) farklı derinliklere inerek analiz etmeye çalışmak mümkün. Mesela, “Kürtçe yasak olsun mu” şeklindeki bir soruya, bir insanın “Olsun”, bir diğerinin ise “Olmasın” cevabını verdiğini düşünelim. Buradaki her iki cevabın da dayandığı farklı temeller vardır. Ancak çoğu insan, düşüncelerinin dayandığı bu temeller üzerinde düşünmez ve bu nedenle de tartışmalar ekseriyetle “Olsun”-“Olmasın” didişmeleri ekseninde çözümsüzlüğe sürüklenir. İsteseler dahi birbirlerini anlayamayacak hale gelmiş olan insanların tartışma programlarındaki bağrışmaları, bu durumun ilk akla gelen örnekleri arasındadır.
İnsanları kaba bir iletişimsizliğe mahkûm eden bu türden tavırlar, birinci seviyeye özgüdür ve savunulan fikirlerin çıkış noktalarından soyutlanarak birer ezber olarak ele alınmalarından ileri gelir. Zira (sözgelimi) “Kürtçe yasak olmalıdır” demek, belli bir politika tercihinin ifadesinden başka bir şey değildir. “Kürtçe yasak olmamalıdır” şeklindeki tersine bir politika tercihi de bundan farklı değildir. Ve hepsinden önemlisi, bu tercihlerin temelleri dikkate alınmadığı müddetçe bu konudaki tartışmaların farklı ezberlerin çarpışmasından öteye gitmesi zordur. (Tartışma programlarında sıklıkla işitilen “Bu da benim fikrim, saygı göstermek zorundasınız” gibi tuhaflıklar da bu çerçevede değerlendirilebilir.)
Görünürdeki tartışmaların hemen altındaki ikinci seviyede, algılar yer alır. Algılar, doğru ya da yanlış olmaktan ziyade, belli bir sübjektiviteyi yansıtırlar. Örneğin, Kürtçenin yasak olmasını talep eden bir insanın Kürtlerle Türkleri aynı şekilde algılamıyor ve zihninde Türkleri egemen, Kürtleri ise azınlık (ve dolayısıyla da “sadakati beklenen”) bir konuma oturtuyor olması muhtemeldir. Aynı fikirde olan bir başkasının, Kürt kimliğine kimi olumsuz özellikler atfederek dehumanize edilmiş bir Kürt algısı geliştirmiş olması da mümkündür. Bir başkası ise, bu iki algıyı (ve yine Kürtler hakkında daha pek çok olumlu ve olumsuz diğerlerini) birlikte taşıyor olabilir. Kürtçenin yasak olmaması gerektiğini söyleyen bir insan ise, (yine kendi sübjektif algıları doğrultusunda) sırf Kürt olduğu için kimliğine dair öğeler hakkında defansif bir algı geliştirmiş olabileceği gibi, bir dili yasaklamayı hiçbir şekilde makul bulamadığı için böyle bir fikir ileri sürüyor da olabilir. Dolayısıyla, herhangi bir fikrin tam olarak hangi algının neticesi olduğunu kestirmek zordur.
Üçüncü seviyede yer alan zihniyet, bir insanın varlığı neden belli bir grup algıyla değil de kimi diğerleriyle anlamlandırmakta olduğu sorusunun cevabıdır –ki zihniyetin önemi de zaten bütün algılar üzerinde etkili olacak denli kuşatıcı olmasından kaynaklanır. Bir fikir verme adına basit bir örnekle ifade etmek gerekirse, Kürtçenin yasak olması gerektiğini düşünen bir insan, şayet gücü merkeze alan bir zihniyet taşıyor ve dolayısıyla Türkler ile Kürtler arasındaki ilişkiyi bir otorite ilişkisi olarak görüyorsa, bu durumda aynı kişinin kadın-erkek ilişkilerinden aile hayatına, çocuk eğitiminden devlet-toplum ilişkilerine dek pek çok konuda yine otoriter bir zihniyeti yansıtan düşünce ve davranışlar ortaya koyması şaşırtıcı olmaz.
Bütün bunlar şu anlama geliyor: Başlangıç filminde zihnin alt seviyelerinde gerçekleşen faaliyetlerin yukarıya doğru bütün aşamaları etkilediği ve derinlik arttığı ölçüde kişinin bu başlangıç noktalarını bilmesinin zorlaşacağı üzerinde duruluyordu. Filmin rüyadaki insanlar için dile getirdiği bu durum, “uyanık” zihinler için de geçerlidir. Zira insanlar, taşıdıkları zihinsel kalıpların büyük ölçüde farkında olmadan yaşarlar. Yani insan dünyayı, varlığının farkında bile olmadığı kimi kalıplar çerçevesinde anlamlandırmaktadır. Bu nedenle de, algı ve zihniyet bağlantısı olmayan düşünsel analizler ve tartışmalar (en hafif ifadeyle) eksiktir. Zira önemli olan, neyi savunduğumuz değil, o savunuyu neden yaptığımızdır. Bu yönüyle, “Kürtçe yasak olmasın” argümanı dahi aynı derecede derinlikli bir analize muhtaçtır.
***
[ÖNÜMÜZDEKİ PAZAR, insan zihnindeki imgeler ile gerçeklikler arasındaki kopukluğu ele alacak ve ardından “Türk milleti” örneği ekseninde “millet” imgesini inceleyeceğiz. Yani bu teorik girişin ardından, yavaş yavaş tehlikeli sulara girmeye başlıyoruz...]
Serdar Kaya
‘Başlangıç’ filmi ve pek uyanık bir uyku
Başlangıç (Inception) adlı filmde, rüyalar aracılığıyla insan zihninin derinliklerine iniliyor ve kendi irademizle aldığımızı zannettiğimiz kararların aslında çok daha karmaşık süreçlerin bir neticesi olabildiği anlatılıyordu. İnsan zihnini, derinlerine inildikçe hassaslaşan dipsiz bir kuyu olarak sunan film, üç farklı rüya seviyesine yayılan bir anlatıya sahipti. Bu anlatı, bir yandan zihinlerimizin yapısından ve çalışma prensiplerinden haberdar olmadığımız gerçeğini yüzümüze vururken, diğer yandan da düşüncelerimizin güvenilirliğini sorguluyordu.
Düşüncelerimizin hangi temellere dayandığı konusunu da, (tıpkı Başlangıç filminde olduğu gibi) farklı derinliklere inerek analiz etmeye çalışmak mümkün. Mesela, “Kürtçe yasak olsun mu” şeklindeki bir soruya, bir insanın “Olsun”, bir diğerinin ise “Olmasın” cevabını verdiğini düşünelim. Buradaki her iki cevabın da dayandığı farklı temeller vardır. Ancak çoğu insan, düşüncelerinin dayandığı bu temeller üzerinde düşünmez ve bu nedenle de tartışmalar ekseriyetle “Olsun”-“Olmasın” didişmeleri ekseninde çözümsüzlüğe sürüklenir. İsteseler dahi birbirlerini anlayamayacak hale gelmiş olan insanların tartışma programlarındaki bağrışmaları, bu durumun ilk akla gelen örnekleri arasındadır.
İnsanları kaba bir iletişimsizliğe mahkûm eden bu türden tavırlar, birinci seviyeye özgüdür ve savunulan fikirlerin çıkış noktalarından soyutlanarak birer ezber olarak ele alınmalarından ileri gelir. Zira (sözgelimi) “Kürtçe yasak olmalıdır” demek, belli bir politika tercihinin ifadesinden başka bir şey değildir. “Kürtçe yasak olmamalıdır” şeklindeki tersine bir politika tercihi de bundan farklı değildir. Ve hepsinden önemlisi, bu tercihlerin temelleri dikkate alınmadığı müddetçe bu konudaki tartışmaların farklı ezberlerin çarpışmasından öteye gitmesi zordur. (Tartışma programlarında sıklıkla işitilen “Bu da benim fikrim, saygı göstermek zorundasınız” gibi tuhaflıklar da bu çerçevede değerlendirilebilir.)
Görünürdeki tartışmaların hemen altındaki ikinci seviyede, algılar yer alır. Algılar, doğru ya da yanlış olmaktan ziyade, belli bir sübjektiviteyi yansıtırlar. Örneğin, Kürtçenin yasak olmasını talep eden bir insanın Kürtlerle Türkleri aynı şekilde algılamıyor ve zihninde Türkleri egemen, Kürtleri ise azınlık (ve dolayısıyla da “sadakati beklenen”) bir konuma oturtuyor olması muhtemeldir. Aynı fikirde olan bir başkasının, Kürt kimliğine kimi olumsuz özellikler atfederek dehumanize edilmiş bir Kürt algısı geliştirmiş olması da mümkündür. Bir başkası ise, bu iki algıyı (ve yine Kürtler hakkında daha pek çok olumlu ve olumsuz diğerlerini) birlikte taşıyor olabilir. Kürtçenin yasak olmaması gerektiğini söyleyen bir insan ise, (yine kendi sübjektif algıları doğrultusunda) sırf Kürt olduğu için kimliğine dair öğeler hakkında defansif bir algı geliştirmiş olabileceği gibi, bir dili yasaklamayı hiçbir şekilde makul bulamadığı için böyle bir fikir ileri sürüyor da olabilir. Dolayısıyla, herhangi bir fikrin tam olarak hangi algının neticesi olduğunu kestirmek zordur.
Üçüncü seviyede yer alan zihniyet, bir insanın varlığı neden belli bir grup algıyla değil de kimi diğerleriyle anlamlandırmakta olduğu sorusunun cevabıdır –ki zihniyetin önemi de zaten bütün algılar üzerinde etkili olacak denli kuşatıcı olmasından kaynaklanır. Bir fikir verme adına basit bir örnekle ifade etmek gerekirse, Kürtçenin yasak olması gerektiğini düşünen bir insan, şayet gücü merkeze alan bir zihniyet taşıyor ve dolayısıyla Türkler ile Kürtler arasındaki ilişkiyi bir otorite ilişkisi olarak görüyorsa, bu durumda aynı kişinin kadın-erkek ilişkilerinden aile hayatına, çocuk eğitiminden devlet-toplum ilişkilerine dek pek çok konuda yine otoriter bir zihniyeti yansıtan düşünce ve davranışlar ortaya koyması şaşırtıcı olmaz.
Bütün bunlar şu anlama geliyor: Başlangıç filminde zihnin alt seviyelerinde gerçekleşen faaliyetlerin yukarıya doğru bütün aşamaları etkilediği ve derinlik arttığı ölçüde kişinin bu başlangıç noktalarını bilmesinin zorlaşacağı üzerinde duruluyordu. Filmin rüyadaki insanlar için dile getirdiği bu durum, “uyanık” zihinler için de geçerlidir. Zira insanlar, taşıdıkları zihinsel kalıpların büyük ölçüde farkında olmadan yaşarlar. Yani insan dünyayı, varlığının farkında bile olmadığı kimi kalıplar çerçevesinde anlamlandırmaktadır. Bu nedenle de, algı ve zihniyet bağlantısı olmayan düşünsel analizler ve tartışmalar (en hafif ifadeyle) eksiktir. Zira önemli olan, neyi savunduğumuz değil, o savunuyu neden yaptığımızdır. Bu yönüyle, “Kürtçe yasak olmasın” argümanı dahi aynı derecede derinlikli bir analize muhtaçtır.
***
[ÖNÜMÜZDEKİ PAZAR, insan zihnindeki imgeler ile gerçeklikler arasındaki kopukluğu ele alacak ve ardından “Türk milleti” örneği ekseninde “millet” imgesini inceleyeceğiz. Yani bu teorik girişin ardından, yavaş yavaş tehlikeli sulara girmeye başlıyoruz...]