Kürt Meselesi: Büyük Uzlaşma
MESUT Yeğen Şehir Üniversitesi Öğretim Görevlisi
Taraf istanbul 08 05 2011 pazar
Ak Parti’nin Kürt meselesi mesaisini niteleyebilecek en uygun kelime galiba sürat.
Ak Parti’nin Kürt meselesi mesaisini niteleyebilecek en uygun kelime galiba sürat.
Çok değil, yedi sekiz yıl önce olmayan bu meseleyi Erdoğan bugün bitirmiş görünüyor.
Malum, 2002’de Kürt meselesi Başbakan nazarında
“var dersen var, yok dersen yoktur”
nev’inden bir mesele olduğundan Türkiye’nin bir Kürt meselesi de yoktu.
Ardından, çok geçmedi, Başbakan olmayan bu meseleyi 2005’te Türkiye’nin, 2009’da ise bizzat kendisinin meselesi olarak gördüğünü beyan etti;
2011’de de bitirdi.
Kürt meselesi, Cumhuriyetin dil ve idare siyasetine karşı, işin içine silahın da karıştığı, devasa bir itirazsa eğer, bu itiraz bugün de devam ettiğine göre, Kürt meselesinin bitmiş olduğunu söylemek pek mümkün görünmüyor.
Malum, Kürt meselesinin esasını teşkil eden söz konusu itirazın iki büyük taşıyıcısı PKK ve BDP yerli yerinde duruyor;
üstelik Kürtlerin yüklüce bir kısmını da arkalarına almış olarak.
Yani, Kürt meselesi bitmek bir yana, aynen devam ediyor, hatta ivme kazanarak.
Durum bu açıklıkta olduğuna göre, Başbakanın Kürt meselesi bitmiştir beyanını harfi manasıyla almamak icap ediyor.
Peki, aslında ne demek istiyor Başbakan Kürt meselesi bitmiştir derken?
Yanlış anlamıyorsam Erdoğan’ın
“Kürt meselesi bitmiştir”
beyanı Kürt meselesinin bittiğini değil de, Ak Parti’nin Kürt meselesinde 2005’ten 2011’e kadar bağlı kaldığı paradigmadan uzaklaşmakta olduğunu duyuruyor.
Anlaşılan, 2005’te Erdoğan’ın
“Kürt meselesi Türkiye’nin meselesidir”
beyanıyla başlayıp, 2009’daki Kürt açılımıyla derinleşen paradigma AK Parti için artık sürdürülebilir değil.
2005-2011 paradigmasının esasını iki tutum oluşturmuştu: şefkat ve tanıma.
Cumhuriyetin seksen senelik klasik paradigmasını şekillendiren iki tutum olarak tenkil ve inkar, Ak Parti devrinde yerini şefkat ve tanımaya dayalı bir Kürt meselesi siyasetine bırakmıştı.
Ünal Erkan’ın yerini Gaffar Okan, 2932 sayılı yasanın yerini TRT Şeş almıştı.
Tanıma Siyasetinin Sonu
Şimdi görünen o ki, şefkat ve tanımaya dayalı bu paradigma Ak Parti açısından artık sürdürülebilir değil.
Sebebi de basit:
Şefkat Kürt meselesini halletmeye, Kürtlerin itirazlarını dindirmeye yetmiyor, tanımanınsa ucu bucağı yok.
İşin esası şu:
Ak Parti bir zamanlar Kürt meselesini tenkil ve inkarın yerine
“çok şefkat, az tanıma”
siyasetiyle halledebileceğine inanmışken, bugün bu fikirde değil.
Galiba, zaman Ak Parti’ye Kürtlerin itirazının az tanımayla dindirilebilir kıvamda olmadığını gösterdi.
Bu durumda, Ak Parti’nin önünde iki yol vardı:
Ya, tanıma paradigmasının içinde kalıp, bu paradigmanın kurucusu ve esas oyuncusu BDP-PKK’yla rekabet etmek, Kürt meselesini demokrasiyi derinleştirerek çözmeye çalışmak;
ya da mezkur paradigmayı terk etmek.
Ak Parti ikinci yolu seçmiş görünüyor.
İlk yolun, rekabetin seçilmemiş oluşunun, sözü çokça edilen
“milliyetçilik bayrağını MHP’ye kaptırmak endişesinden”
daha esaslı bir sebebin olduğunu düşünüyorum.
Tanıma siyasetinde ısrar etmekten vazgeçmiş olmak, bana öyle geliyor ki, daha ziyade Ak Parti’nin ‘sınırlarıyla’ ilgili.
Anladığım kadarıyla, tanıma paradigması içinde kalıp, Kürt meselesini BDP-PKK’yla rekabet ederek ve demokrasiyi derinleştirerek çözmek Ak Parti’nin demokratlık sınırlarının dışında kaldığından bu paradigmanın içinde kalmaktan vazgeçildi.
Hissiyatım o ki, Ak Parti demokratlık sınırları içinde kalan tanıma adımlarını atmış olduğunu düşünüyor.
Ak Parti’nin tanıma siyasetinin, demokratlığının sınırları içinde, bir kısmı bugün atılan, bir
kısmı da yakın gelecekte atılacağı anlaşılan, Kürtçeyi seçmeli ders olarak öğretmek, 24
saat Kürtçe TV yayını, eski yer adlarının iadesi, Kürt Dili ve Edebiyatı bölümlerinin
açılması gibi tanıma adımlarından daha fazlasına yer olmadığı anlaşılıyor.
Bu sınırların dışında kalan adımları atmak, tanıma paradigması içinde daha fazla kalmak, BDP-PKK hattının Kürtçe eğitim ve özyönetim gibi Kürtleri bir ulusal topluluk olarak inşa edecek tanıma adımlarını konuşmayı gerektiriyor.
Oysa görünen, Ak Parti, bu konuşmayı yapmaya, BDP-PKK hattıyla tanıma siyaseti üzerinden rekabet etmeye zihnen müsait değil.
Yeni Paradigma
Neticede, Başbakanın Kürt meselesi bitmiştir beyanı, Ak Parti’nin milletvekili aday profili, hepsi aynı duruma işaret ediyor:
Ak Parti, Kürt meselesiyle tanıma paradigması içinde kalarak uğraşmaktan vazgeçmeye, Kürt meselesinden kaçmaya karar vermiş görünüyor.
Tanıma paradigmasından, Kürt meselesinden kaçmaya karar vermiş görünen Ak Parti’nin gideceği yer Cumhuriyetin tenkil artı inkar paradigması olmayacak kuşkusuz.
Böyle bir geriye kaçışın Cumhuriyeti sürdürülemez kılacağını müesses nizamın belli başlı bütün oyuncuları gibi Ak Parti de bilir.
Kürt meselesinden kaçacak gibi görünen Ak Parti’nin varacağı yer muhtemelen yeni bir paradigma olacak.
Ak Parti, Kürt meselesiyle bundan böyle yeni bir kalkınma hamlesinin ve Kürdistan Bölgesel Yönetimiyle geliştirilecek ekonomik ve siyasi ilişkilerin bölgede yaratabileceği ekonomik ferahlama ve zayıf bir yerelleşme üzerinden uğraşacak gibi görünüyor.
Öte yandan, Ak Parti’nin bu yeni ve renksiz paradigmaya meyletmiş oluşu ufukta bir büyük uzlaşmanın olduğunu gösteriyor.
Aslında bu renksiz paradigmanın müellifi Ak Parti değil.
Kürt meselesini, kültürel hakların bireysel kullanımına izin vererek çözmeye girişmek MGK tarafından epey önce tavsiye edilmişti.
Şimdi anlaşılan, yukarıda sözünü ettiğim zayıf tanıma siyasetiyle MGK bandrollü bu renksiz paradigmaya azıcık da olsa renk katan Ak Parti, bu renklendirme hevesini yitirmiş durumda.
Tanıma siyasetinde rekabet edip risk almaktansa, MGK siyasetinin konforuna sığınmak Ak Parti’ye daha cazip gelmiş görünüyor.
Enteresan olansa şu:
MGK onaylı bu yeni siyaseti sahiplenmekte Ak Parti yalnız değil.
CHP de bu renksiz paradigmanın kayıtlı takipçisi olmaya karar vermişe benziyor.
Malum, CHP Kürt meselesindeki bildik tutumunu utangaçça da olsa geride bırakmaya hazırlanıyor.
“Yeni CHP”,
Kürt meselesinin çözümünü artık tenkil ve inkarda değil, Kürtçenin seçmeli ders olarak öğretilmesini ve yerel idarelerin güçlendirilmesini esas alan bir reform siyasetinde görüyor.
Öyle ki, CHP iktidara geldiğinde Avrupa Yerel Yönetimler Şartına konulan çekinceyi kaldıracağını bile beyan etmiş durumda.
TESEV’in yeni anayasa önerisi, bu renksiz paradigmanın paydaşlarının artabileceğini gösteriyor. Yakında, eli ayağı epey düzgün bir anayasa önerisiyle ortaya çıkan TESEV, sıra Kürt yurttaşların anadillerinde eğitim görme talebine gelince, birden hasisleşip, seçmeli Kürtçe ders ve özel okul hakkıyla sınırlı bir anayasal reformu yeterli gördüğünü beyan etti.
MGK tavsiyesiyle oluşup, Ak Parti, CHP ve TESEV’in kayıt yaptırdığı bu yeni paradigmaya MHP katılmasa da çok itiraz da etmeyecektir.
Bütün bu hal önemli bir gelişmeye işaret ediyor: Müesses nizam, Türkiye siyasetinin belli başlı bütün aktörlerini Kürt meselesinde dün olduğu gibi bugün de bir paradigma üzerinde uzlaşmaya ikna etmiştir.
Kürt hareketinin 1990’la 2010 arasında kalan yirmi senelik performansı tarafından geçersizleştirilen cumhuriyetin yetmiş senelik tenkil artı inkar paradigmasının yerine, bugün yeni bir paradigma kurulmuş görünüyor.
Dünün
“asimilasyon, olmadı tenkil”
paradigması yerini, Kürtçeyi seçimlik ders olarak öğretmeye sınırlı zayıf bir tanıma siyaseti, yerel idarelerin güçlendirilmesine sınırlı zayıf bir ademimerkezileşme siyaseti ve Irak Kürdistanı ve Suriye’yle bütünleşmenin vesile olacağı bir kalkınma siyasetinden oluşan bir paradigmaya bırakıyor.
Müesses nizam Kürt meselesini halletmek, Kürtlerin itirazlarını dindirmek için yeni bir paradigmada uzlaşmış görünüyor.
Kürt meselesinde Ak Parti’nin CHP’ye, CHP’nin Ak Parti’ye benzemesiyle oluşan bu yeni paradigma şu anlama geliyor:
1991’de 2932 sayılı yasanın ilgasıyla başlayıp 2000’lerin ilk on yılında gerçekleştirilen irili ufaklı yasal düzenlemelerle devam eden zayıf tanıma siyasetine nokta konmaya hazırlanılıyor.
Kürtlerin itirazı bundan böyle daha nitelikli tanıma adımlarıyla değil, bölgenin refahı arttırılarak azaltılmaya çalışılacak.
Bu da şu demek olsa gerek:
Müesses nizam Kürtlere artık zora dayalı değil, yola dayalı ve uzun vadede gerçekleşecek bir Türkleşme öneriyor.
Ak Parti’nin çekildiği, Türkiye siyasetinin büyük aktörlerinin rıza gösterdiği yeni paradigma bu.
Bakalım bu yeni paradigmaya Kürtler rıza gösterecek mi?
Seçim sonuçları muhtemelen göstermediklerini gösterecek.
Bu durumda müesses nizam ve Ak Parti ne yapar?
Tenkil siyasetine geri dönecek halleri olmasa gerek.
Belki kafa kafaya verip daha renkli bir paradigma (misâl) oluşturmaya karar verirler, kim bilir?
MESUT Yeğen Şehir Üniversitesi Öğretim Görevlisi
Taraf istanbul 08 05 2011 pazar
Ak Parti’nin Kürt meselesi mesaisini niteleyebilecek en uygun kelime galiba sürat.
Ak Parti’nin Kürt meselesi mesaisini niteleyebilecek en uygun kelime galiba sürat.
Çok değil, yedi sekiz yıl önce olmayan bu meseleyi Erdoğan bugün bitirmiş görünüyor.
Malum, 2002’de Kürt meselesi Başbakan nazarında
“var dersen var, yok dersen yoktur”
nev’inden bir mesele olduğundan Türkiye’nin bir Kürt meselesi de yoktu.
Ardından, çok geçmedi, Başbakan olmayan bu meseleyi 2005’te Türkiye’nin, 2009’da ise bizzat kendisinin meselesi olarak gördüğünü beyan etti;
2011’de de bitirdi.
Kürt meselesi, Cumhuriyetin dil ve idare siyasetine karşı, işin içine silahın da karıştığı, devasa bir itirazsa eğer, bu itiraz bugün de devam ettiğine göre, Kürt meselesinin bitmiş olduğunu söylemek pek mümkün görünmüyor.
Malum, Kürt meselesinin esasını teşkil eden söz konusu itirazın iki büyük taşıyıcısı PKK ve BDP yerli yerinde duruyor;
üstelik Kürtlerin yüklüce bir kısmını da arkalarına almış olarak.
Yani, Kürt meselesi bitmek bir yana, aynen devam ediyor, hatta ivme kazanarak.
Durum bu açıklıkta olduğuna göre, Başbakanın Kürt meselesi bitmiştir beyanını harfi manasıyla almamak icap ediyor.
Peki, aslında ne demek istiyor Başbakan Kürt meselesi bitmiştir derken?
Yanlış anlamıyorsam Erdoğan’ın
“Kürt meselesi bitmiştir”
beyanı Kürt meselesinin bittiğini değil de, Ak Parti’nin Kürt meselesinde 2005’ten 2011’e kadar bağlı kaldığı paradigmadan uzaklaşmakta olduğunu duyuruyor.
Anlaşılan, 2005’te Erdoğan’ın
“Kürt meselesi Türkiye’nin meselesidir”
beyanıyla başlayıp, 2009’daki Kürt açılımıyla derinleşen paradigma AK Parti için artık sürdürülebilir değil.
2005-2011 paradigmasının esasını iki tutum oluşturmuştu: şefkat ve tanıma.
Cumhuriyetin seksen senelik klasik paradigmasını şekillendiren iki tutum olarak tenkil ve inkar, Ak Parti devrinde yerini şefkat ve tanımaya dayalı bir Kürt meselesi siyasetine bırakmıştı.
Ünal Erkan’ın yerini Gaffar Okan, 2932 sayılı yasanın yerini TRT Şeş almıştı.
Tanıma Siyasetinin Sonu
Şimdi görünen o ki, şefkat ve tanımaya dayalı bu paradigma Ak Parti açısından artık sürdürülebilir değil.
Sebebi de basit:
Şefkat Kürt meselesini halletmeye, Kürtlerin itirazlarını dindirmeye yetmiyor, tanımanınsa ucu bucağı yok.
İşin esası şu:
Ak Parti bir zamanlar Kürt meselesini tenkil ve inkarın yerine
“çok şefkat, az tanıma”
siyasetiyle halledebileceğine inanmışken, bugün bu fikirde değil.
Galiba, zaman Ak Parti’ye Kürtlerin itirazının az tanımayla dindirilebilir kıvamda olmadığını gösterdi.
Bu durumda, Ak Parti’nin önünde iki yol vardı:
Ya, tanıma paradigmasının içinde kalıp, bu paradigmanın kurucusu ve esas oyuncusu BDP-PKK’yla rekabet etmek, Kürt meselesini demokrasiyi derinleştirerek çözmeye çalışmak;
ya da mezkur paradigmayı terk etmek.
Ak Parti ikinci yolu seçmiş görünüyor.
İlk yolun, rekabetin seçilmemiş oluşunun, sözü çokça edilen
“milliyetçilik bayrağını MHP’ye kaptırmak endişesinden”
daha esaslı bir sebebin olduğunu düşünüyorum.
Tanıma siyasetinde ısrar etmekten vazgeçmiş olmak, bana öyle geliyor ki, daha ziyade Ak Parti’nin ‘sınırlarıyla’ ilgili.
Anladığım kadarıyla, tanıma paradigması içinde kalıp, Kürt meselesini BDP-PKK’yla rekabet ederek ve demokrasiyi derinleştirerek çözmek Ak Parti’nin demokratlık sınırlarının dışında kaldığından bu paradigmanın içinde kalmaktan vazgeçildi.
Hissiyatım o ki, Ak Parti demokratlık sınırları içinde kalan tanıma adımlarını atmış olduğunu düşünüyor.
Ak Parti’nin tanıma siyasetinin, demokratlığının sınırları içinde, bir kısmı bugün atılan, bir
kısmı da yakın gelecekte atılacağı anlaşılan, Kürtçeyi seçmeli ders olarak öğretmek, 24
saat Kürtçe TV yayını, eski yer adlarının iadesi, Kürt Dili ve Edebiyatı bölümlerinin
açılması gibi tanıma adımlarından daha fazlasına yer olmadığı anlaşılıyor.
Bu sınırların dışında kalan adımları atmak, tanıma paradigması içinde daha fazla kalmak, BDP-PKK hattının Kürtçe eğitim ve özyönetim gibi Kürtleri bir ulusal topluluk olarak inşa edecek tanıma adımlarını konuşmayı gerektiriyor.
Oysa görünen, Ak Parti, bu konuşmayı yapmaya, BDP-PKK hattıyla tanıma siyaseti üzerinden rekabet etmeye zihnen müsait değil.
Yeni Paradigma
Neticede, Başbakanın Kürt meselesi bitmiştir beyanı, Ak Parti’nin milletvekili aday profili, hepsi aynı duruma işaret ediyor:
Ak Parti, Kürt meselesiyle tanıma paradigması içinde kalarak uğraşmaktan vazgeçmeye, Kürt meselesinden kaçmaya karar vermiş görünüyor.
Tanıma paradigmasından, Kürt meselesinden kaçmaya karar vermiş görünen Ak Parti’nin gideceği yer Cumhuriyetin tenkil artı inkar paradigması olmayacak kuşkusuz.
Böyle bir geriye kaçışın Cumhuriyeti sürdürülemez kılacağını müesses nizamın belli başlı bütün oyuncuları gibi Ak Parti de bilir.
Kürt meselesinden kaçacak gibi görünen Ak Parti’nin varacağı yer muhtemelen yeni bir paradigma olacak.
Ak Parti, Kürt meselesiyle bundan böyle yeni bir kalkınma hamlesinin ve Kürdistan Bölgesel Yönetimiyle geliştirilecek ekonomik ve siyasi ilişkilerin bölgede yaratabileceği ekonomik ferahlama ve zayıf bir yerelleşme üzerinden uğraşacak gibi görünüyor.
Öte yandan, Ak Parti’nin bu yeni ve renksiz paradigmaya meyletmiş oluşu ufukta bir büyük uzlaşmanın olduğunu gösteriyor.
Aslında bu renksiz paradigmanın müellifi Ak Parti değil.
Kürt meselesini, kültürel hakların bireysel kullanımına izin vererek çözmeye girişmek MGK tarafından epey önce tavsiye edilmişti.
Şimdi anlaşılan, yukarıda sözünü ettiğim zayıf tanıma siyasetiyle MGK bandrollü bu renksiz paradigmaya azıcık da olsa renk katan Ak Parti, bu renklendirme hevesini yitirmiş durumda.
Tanıma siyasetinde rekabet edip risk almaktansa, MGK siyasetinin konforuna sığınmak Ak Parti’ye daha cazip gelmiş görünüyor.
Enteresan olansa şu:
MGK onaylı bu yeni siyaseti sahiplenmekte Ak Parti yalnız değil.
CHP de bu renksiz paradigmanın kayıtlı takipçisi olmaya karar vermişe benziyor.
Malum, CHP Kürt meselesindeki bildik tutumunu utangaçça da olsa geride bırakmaya hazırlanıyor.
“Yeni CHP”,
Kürt meselesinin çözümünü artık tenkil ve inkarda değil, Kürtçenin seçmeli ders olarak öğretilmesini ve yerel idarelerin güçlendirilmesini esas alan bir reform siyasetinde görüyor.
Öyle ki, CHP iktidara geldiğinde Avrupa Yerel Yönetimler Şartına konulan çekinceyi kaldıracağını bile beyan etmiş durumda.
TESEV’in yeni anayasa önerisi, bu renksiz paradigmanın paydaşlarının artabileceğini gösteriyor. Yakında, eli ayağı epey düzgün bir anayasa önerisiyle ortaya çıkan TESEV, sıra Kürt yurttaşların anadillerinde eğitim görme talebine gelince, birden hasisleşip, seçmeli Kürtçe ders ve özel okul hakkıyla sınırlı bir anayasal reformu yeterli gördüğünü beyan etti.
MGK tavsiyesiyle oluşup, Ak Parti, CHP ve TESEV’in kayıt yaptırdığı bu yeni paradigmaya MHP katılmasa da çok itiraz da etmeyecektir.
Bütün bu hal önemli bir gelişmeye işaret ediyor: Müesses nizam, Türkiye siyasetinin belli başlı bütün aktörlerini Kürt meselesinde dün olduğu gibi bugün de bir paradigma üzerinde uzlaşmaya ikna etmiştir.
Kürt hareketinin 1990’la 2010 arasında kalan yirmi senelik performansı tarafından geçersizleştirilen cumhuriyetin yetmiş senelik tenkil artı inkar paradigmasının yerine, bugün yeni bir paradigma kurulmuş görünüyor.
Dünün
“asimilasyon, olmadı tenkil”
paradigması yerini, Kürtçeyi seçimlik ders olarak öğretmeye sınırlı zayıf bir tanıma siyaseti, yerel idarelerin güçlendirilmesine sınırlı zayıf bir ademimerkezileşme siyaseti ve Irak Kürdistanı ve Suriye’yle bütünleşmenin vesile olacağı bir kalkınma siyasetinden oluşan bir paradigmaya bırakıyor.
Müesses nizam Kürt meselesini halletmek, Kürtlerin itirazlarını dindirmek için yeni bir paradigmada uzlaşmış görünüyor.
Kürt meselesinde Ak Parti’nin CHP’ye, CHP’nin Ak Parti’ye benzemesiyle oluşan bu yeni paradigma şu anlama geliyor:
1991’de 2932 sayılı yasanın ilgasıyla başlayıp 2000’lerin ilk on yılında gerçekleştirilen irili ufaklı yasal düzenlemelerle devam eden zayıf tanıma siyasetine nokta konmaya hazırlanılıyor.
Kürtlerin itirazı bundan böyle daha nitelikli tanıma adımlarıyla değil, bölgenin refahı arttırılarak azaltılmaya çalışılacak.
Bu da şu demek olsa gerek:
Müesses nizam Kürtlere artık zora dayalı değil, yola dayalı ve uzun vadede gerçekleşecek bir Türkleşme öneriyor.
Ak Parti’nin çekildiği, Türkiye siyasetinin büyük aktörlerinin rıza gösterdiği yeni paradigma bu.
Bakalım bu yeni paradigmaya Kürtler rıza gösterecek mi?
Seçim sonuçları muhtemelen göstermediklerini gösterecek.
Bu durumda müesses nizam ve Ak Parti ne yapar?
Tenkil siyasetine geri dönecek halleri olmasa gerek.
Belki kafa kafaya verip daha renkli bir paradigma (misâl) oluşturmaya karar verirler, kim bilir?