KUM SAATİ 06 03 2011 Ahmet Altan Medya mahallesi Mahalleyi telaş aldı
Bu karışık dönemden geçerken çeşitli olaylarda değişik insanlardan hep aynı sözleri duyarız, “Ben onu tanırım, asla yapmaz”. Öyle bir zamandan geçiyoruz ki bu sözün artık bir kıymeti kalmadı. Çünkü tanıdığımız ya da tanıdığımızı sandığımız insanlar, bizim hatırladığımızdan çok farklı birine dönüşebiliyorlar.Ya da biz daha önce görmediğimiz, bilmediğimiz çok farklı yanlarını görüyoruz.
CNN’de Medya Mahallesi programını yapan Ayşenur Arslan’ı çok eskiden tanırım.
Eğer bana, onun bir “psikolojik savaş elemanı” gibi ekrana çıkıp, milyonlarca insanın gözüne bakarak hiçbir utanma hissetmeden yalan söyleyebileceğini söyleselerdi buna inanmazdım.
“Öyle biri değildir, asla yapmaz” derdim.
Ve, yanılırdım.
Geçen sabah onun programına bakıyordum.
“Medyadaki hataları ve yanlışları” ortaya koymayı amaçlayan programında Yazgülü Aldoğan’la konuşuyordu.
Taraf gazetesiyle ilgili söylediklerini duyunca öyle donup kaldım.
Aynen şöyle söyledi:
“Yaptıkları haberlerin yüzde doksanı yalan çıkan Taraf gazetesi...”
Manüplasyonun, yalanın, iftiranın, utanmazlığın bir sınırı vardır diye düşünüyor insan ve böylesine arsız bir cüretle karşılaştığında gerçekten soluğu kesiliyor.
Şimdi Ayşenur Arslan’a medya programı yaptıran CNN kanalından ve Arslan’dan rica ediyorum.
Taraf gazetesinin haberlerinin “yalan çıkan” yüzde “doksanını” ekranda sıralasınlar.
Biz de bu gazeteyi kapatalım.
Yüzde doksanı yalan çıkan haberler yayınlamak için bunca insanın, bunca çile çekerek çabalamasının bir anlamı yok çünkü.
Ama bunu yapamazlar.
Çünkü Arslan, CNN ekranından pervasızca yalan söyledi.
Bir gazeteci, yalan olduğunu, kanıtlayamayacağını, rezil olacağını bile bile niye yalan söyler?
Niye kendi adını ve geçmişini böylesine bir kalemde silecek bir iş yapar?
Bir insan kendi adından ve dürüstlüğünden ne karşılığında vazgeçer?
Darbelere, çetelere, cuntalara, yolsuzluklara karşı çıkan bir gazeteyi karalamak için niye dürüstlüğü çiğner de geçer?
Bu kadar kasıtlı, bu kadar rahat yalan söyleyen, bu kadar rahat karalayan birine hangi amaçla program yaptırılır?
Bu yapılanın gazetecilikle, televizyonculukla, dürüstlükle ne alakası var?
CNN gibi bir televizyon kanalının ekranında, Ayşenur Arslan gibi biri, yalan olduğu daha söylendiği anda belli olan bir yalanı bu kadar fütursuzca söyleyebiliyorsa, bu ülkenin insanları, neye ve kime güvenecek?
Gazetelere mi, gazetecilere mi, televizyonlara mı?
Burada önemli olan, insanı kızdıran Taraf’la ilgili yalan söylenmesi değil, yalanın bu kadar rahatça, ölçüsüzce, aldırmazca söylenmesi.
Bugün Taraf için yalan söyleyip gerçekleri saptıran, yarın başka bir konuda izleyicilerini aldatacaktır.
Siz halka yalan söylemekten, gerçekleri çarpıtmaktan, çürütmecilikten çekinmiyorsanız, artık sizi durduracak hiçbir sınır, hiçbir ölçü kalmamış demektir.
Artık gerçekleri istediğiniz gibi saklar, halkı istediğiniz gibi aldatırsınız.
Biz, merkezine otoriterliğin yerleştiği, askerin siyasete egemen olduğu, halkın büyük kesiminin aşağılandığı, haklarının gasp edildiği bir sistemin değişmesi için mücadele ediyoruz, bu sistemin de bize karşı dövüşmesini, bizi mahkemelere göndermesini, sistemin yandaşlarının bize çatmasını da normal karşılarız ama savaşın bile bir kuralı vardır, bu sistemi koruyabilmek için bu ölçüde düzeysizleşilmesini bizim anlamamız pek kolay değil.
Aslında, bu tür yalanların bir çaresizlik sonucu olduğunu biliyorum.
Bütün iskeleti, kirliliği, çürümüşlüğü ortaya çıkan bir yapının sığınacak yalandan başka yeri yok ama yalan hiçbir sistemi korumaya yetmez.
CNN ekranında her sabah yalan söylense, bu, sistemi korumaya yeter mi?
Danıştay cinayetini mi, bile bile korunmayan karakolları mı, topraktan fışkıran silahları mı, faili meçhul cinayetleri mi, darbe planlarını mı, iktidar partisinin ailelerini fişleyen MİT elemanlarının gizli bir güç tarafından korunmasını mı, Kürtlerin, dindarların, Alevilerin, aydınların uğradığı haksızlıkları mı, Beşikçi’nin bir kelime için mahkûm olmasını mı saklayabilecekler, bunları ortaya çıkaran gazeteler hakkında yalan söyleyerek?
Nafile bir çaba bu.
Her yalan, her çarpıtma, her iftira bu sistemin nasıl tefessüh ettiğini biraz daha fazla ortaya koyuyor.
CNN kanalı için de, Arslan için de üzüldüm aslında.
Hiçbir sonuç vermeyecek bir iş için kendilerini böyle lekelemelerine değmezdi.
ahmetaltan111@gmail.com
Diğer Ahmet Altan Makaleleri:
1. Medya mahallesi - 06.03.2011
2. MİT’çi ve fatura - 05.03.2011
3. Bu nasıl iş... - 04.03.2011
4. Kürtler ve Kıbrıs - 03.03.2011
5. Dindarlık ve silah - 02.03.2011
6. Kayıp kuşak - 01.03.2011
7. Sarkozy, işçi, Dersim - 27.02.2011
8. AKP, CHP ve işçiler - 26.02.2011
9. İşçi katliamı - 25.02.2011
10. Delilik - 24.02.2011
11. Kaddafi ve ödül - 23.02.2011
12. Libya ve Susurluk - 22.02.2011
13. CHP’lilere uyarı - 20.02.2011
14. Konuşma - 19.02.2011
15. Ağır kusur - 18.02.2011
KOZMİK KÖŞE 07 03 2011 Mehmet Baransu Mahalleyi telaş aldı
Irkçılığın, nefret suçunun, karalamanın, iftiranın, yalanın, manipülasyonun gazetecilik olarak adlandırıldığı bir siteye yapılan baskının ardından bizim mahalleyi bir telaş aldı. Yüzlerce gazeteci yargılanırken seslerini çıkarmayanlar, basın ve ifade özgürlüğünden bahsetmeye başladı.
Kafes Eylem Planı’nı yazdığım için hakkımda tutuklama kararı istendiğinde ortalıkta yoktular. Yazmadığım haber için 10 yıl hapis talep edildi, zamanaşımına rağmen Genelkurmay’ın emriyle hakkımda zorla yine 10 yılla dava açtırıldı seslerini kıstılar. PKK baskınlarının önceden bilindiğini, askerlerin pisipisine öldürüldüğünü belgeleriyle yazdım. Bu suç belgelerine birileri “gizli” dedi ve beş ayrı davada 50 yılla yargılanmaya başladım, kafalarını kuma gömdüler. Genelkurmay’ın milletvekillerini, profesörleri, vatandaşları kanunsuz dinlediğini belgelediğimde, hakkımda 10 yıl hapis cezasıyla dava açıldı, “olur böyle şeyler” dediler. Yüzlerce gazeteci binlerce davayla yargılanırken gıkları çıkmadı. İçlerinden biri beni ve bir arkadaşı Genelkurmay Başkanı’na ispiyonladı. Bir diğeri “Mehmet Baransu tutuklansın, Kelebek Bar’da şampanya patlatacağım” dedi.
Bakmayın siz “Bağcılar Medyası’nın” şu sıralar gazetecilere özgürlük söylemlerine. Ne Soner Yalçın ne Nedim Şener ne de Ahmet Şık onların umurlarında. Varsa yoksa dertleri, soruşturmalar kendilerine uzanmadan bu işin nasıl kapatılacağı?
Ergenekon, Ayışığı, Sarıkız, Eldiven, Balyoz.. derken sıranın 28 Şubat darbesine geldiğini görüyorlar. Bütün telaş ve korkunun sebebi bu. Hükümeti yıkmaya teşebbüsün ne anlama geldiğini, cezasının kaç yıl olduğunu anlayacak kadar kültürlüler.
Balyoz Darbe Planı’nda alınan kararlara, fişlemelere temel teşkil eden emirlerin 28 Şubat sürecinde verildiğini gayet iyi biliyorlar. İddianamenin ekleri arasında bu emirleri gördüler. 28 Şubat darbesinin yargılanması demek, bizim mahallenin de soruşturulması anlamına geliyor. Onlar suç ortaklığından öte, suçu bizzat işlediler.
Bakmayın öyle gazetecilik ahlakından bahsettiklerine. 28 Şubat darbesinde tüm ahlaklarını, namuslarını bir kenara bırakıp, darbeyi askerlerle birlikte organize ettiler. Önce “büyük güne” hazırlık için milyonları tasfiye amaçlı fişlediler. Durumdan vazife çıkarıp, darbeyi aşama aşama uygulamaya soktular. “McCarthy dönemi gibi” o günlerde mahalle mahalle cadı avı yaptılar. Birileri tel örgü içerisinde “Bir raporluk işin var” diyerek tehdit yaparken, onlar ortalıkta “Bir manşetlik işin var” tehditleri savuruyordu.
28 Şubat darbesinin “bin yıl süreceğine” o kadar iman ettiler ki işledikleri suçu manşetlerde, ekranlarda göstermekte sakınca görmediler. Milyonların önünde, darbeye giden yolun tüm taşlarını döşediler. “Gerekirse Silahlı Kuvvetler silah kullanır” tehdidiyle de seçilmiş hükümeti alaşağı ettiler. Patronları da hükümetler kurup, ihaleler, krediler ve kaçırdıkları vergilerle servetlerine servet kattılar. Bu ülkenin hazinesini soydular.
Sonun yaklaştığını görüyorlar. Şimdi sıranın kendilerine geldiğini düşünüyorlar. Üstelik bu kez belgeler üzerinde ıslaktı, kuruydu tartışması yaptıramayacaklarını da çok iyi biliyorlar.
Gazeteci Nazlı Ilıcak’ın “Andıç” belgesini ortaya çıkarmasına kadar Karargâh’ta tüm darbe planlarına numara verildiğini, altına imza atıldığını iyi biliyorlar. Ilıcak’ın Andıç’ı ortaya çıkarmasından sonra Karargâh’ın darbe planlarına imza koymaktan vazgeçtiğinin de bilincindeler.
İşte bu yüzden 28 Şubat darbesi belgelerinin tamamen ıslak, orijinal ve kayıt numaralı, tartıştıramayacakları, kafaları bulandıramayacakları belgeler olduğunun farkındalar. “Bu soruşturmalar 28 Şubat’a uzarsa kurtuluş şansımız yok” telaşındalar.
O günlerde yaptıklarını kendileri gibi halk da unutmadı. Yargının da unutmayacağından korkuyorlar. 28 Şubat’ı yargılayacak cesur bir savcının bir gün ortaya çıkacağını biliyorlar. Kamyon kamyon belgenin adalete teslim edileceğini, binlerce tanığın savcıya kimlikleriyle konuşacaklarının da farkındalar.
Mahalleden bazılarının şu sıralar muhafazakâr medyayı dolaşıp, “Ben o günlerde bir şey yapmadım” demesinin nedeni de korkuları. Ne Nedim ne de Ahmet onlar için önemli. Neden bu kadar telaşlanıp, ortalığı ayağa kaldırdıklarını, basın özgürlüğünden dem vurmalarını şimdi anladınız mı?
MİT’çileri bir korku sardı!
Kimse bilmez ama bizim mahallede bir de MİT adına gazetecilik yapanlar var. Şu sıralar Taraf’a ve bana saldırmakla meşguller. Bunu da milyonların gözü önünde, yalan söyleyerek yapıyorlar. 28 Şubat’ın en önemli aktörleri arasında yer alan MİT mensubu bu sözde üç gazetecin telaşını anlayabiliyorum. MİT’in psikolojik savaş elemanları, gerçeklerin bir gün ortaya çıkacağı, MİT’ten aldıkları maaşın belgeleneceği korkusunu artık gün gün taşıyorlar.
Onlar yazdıklarımızın yüzde yüz doğru olduğunu biliyor da millet onların MİT’in maaşlı elemanı olduğunu “şimdilik bilmiyor”.
mbaransu@gmail.com
Diğer Mehmet Baransu Makaleleri:
1. Mahalleyi telaş aldı - 07.03.2011
2. Cuntanın ajandası ve tezgâhtaki namuslar - 28.02.2011
3. Muvazzaflar kurtarılsın! - 14.02.2011
4. İspat mı istemiştin - 07.02.2011
5. ‘Hacı’yatar - 31.01.2011
6. İmtiyazlı eşitlik! - 24.01.2011
7. ‘Topyekûn savaş’ - 17.01.2011
8. ‘YAŞ’ın Şûra’sı, burası - 10.01.2011
Bu karışık dönemden geçerken çeşitli olaylarda değişik insanlardan hep aynı sözleri duyarız, “Ben onu tanırım, asla yapmaz”. Öyle bir zamandan geçiyoruz ki bu sözün artık bir kıymeti kalmadı. Çünkü tanıdığımız ya da tanıdığımızı sandığımız insanlar, bizim hatırladığımızdan çok farklı birine dönüşebiliyorlar.Ya da biz daha önce görmediğimiz, bilmediğimiz çok farklı yanlarını görüyoruz.
CNN’de Medya Mahallesi programını yapan Ayşenur Arslan’ı çok eskiden tanırım.
Eğer bana, onun bir “psikolojik savaş elemanı” gibi ekrana çıkıp, milyonlarca insanın gözüne bakarak hiçbir utanma hissetmeden yalan söyleyebileceğini söyleselerdi buna inanmazdım.
“Öyle biri değildir, asla yapmaz” derdim.
Ve, yanılırdım.
Geçen sabah onun programına bakıyordum.
“Medyadaki hataları ve yanlışları” ortaya koymayı amaçlayan programında Yazgülü Aldoğan’la konuşuyordu.
Taraf gazetesiyle ilgili söylediklerini duyunca öyle donup kaldım.
Aynen şöyle söyledi:
“Yaptıkları haberlerin yüzde doksanı yalan çıkan Taraf gazetesi...”
Manüplasyonun, yalanın, iftiranın, utanmazlığın bir sınırı vardır diye düşünüyor insan ve böylesine arsız bir cüretle karşılaştığında gerçekten soluğu kesiliyor.
Şimdi Ayşenur Arslan’a medya programı yaptıran CNN kanalından ve Arslan’dan rica ediyorum.
Taraf gazetesinin haberlerinin “yalan çıkan” yüzde “doksanını” ekranda sıralasınlar.
Biz de bu gazeteyi kapatalım.
Yüzde doksanı yalan çıkan haberler yayınlamak için bunca insanın, bunca çile çekerek çabalamasının bir anlamı yok çünkü.
Ama bunu yapamazlar.
Çünkü Arslan, CNN ekranından pervasızca yalan söyledi.
Bir gazeteci, yalan olduğunu, kanıtlayamayacağını, rezil olacağını bile bile niye yalan söyler?
Niye kendi adını ve geçmişini böylesine bir kalemde silecek bir iş yapar?
Bir insan kendi adından ve dürüstlüğünden ne karşılığında vazgeçer?
Darbelere, çetelere, cuntalara, yolsuzluklara karşı çıkan bir gazeteyi karalamak için niye dürüstlüğü çiğner de geçer?
Bu kadar kasıtlı, bu kadar rahat yalan söyleyen, bu kadar rahat karalayan birine hangi amaçla program yaptırılır?
Bu yapılanın gazetecilikle, televizyonculukla, dürüstlükle ne alakası var?
CNN gibi bir televizyon kanalının ekranında, Ayşenur Arslan gibi biri, yalan olduğu daha söylendiği anda belli olan bir yalanı bu kadar fütursuzca söyleyebiliyorsa, bu ülkenin insanları, neye ve kime güvenecek?
Gazetelere mi, gazetecilere mi, televizyonlara mı?
Burada önemli olan, insanı kızdıran Taraf’la ilgili yalan söylenmesi değil, yalanın bu kadar rahatça, ölçüsüzce, aldırmazca söylenmesi.
Bugün Taraf için yalan söyleyip gerçekleri saptıran, yarın başka bir konuda izleyicilerini aldatacaktır.
Siz halka yalan söylemekten, gerçekleri çarpıtmaktan, çürütmecilikten çekinmiyorsanız, artık sizi durduracak hiçbir sınır, hiçbir ölçü kalmamış demektir.
Artık gerçekleri istediğiniz gibi saklar, halkı istediğiniz gibi aldatırsınız.
Biz, merkezine otoriterliğin yerleştiği, askerin siyasete egemen olduğu, halkın büyük kesiminin aşağılandığı, haklarının gasp edildiği bir sistemin değişmesi için mücadele ediyoruz, bu sistemin de bize karşı dövüşmesini, bizi mahkemelere göndermesini, sistemin yandaşlarının bize çatmasını da normal karşılarız ama savaşın bile bir kuralı vardır, bu sistemi koruyabilmek için bu ölçüde düzeysizleşilmesini bizim anlamamız pek kolay değil.
Aslında, bu tür yalanların bir çaresizlik sonucu olduğunu biliyorum.
Bütün iskeleti, kirliliği, çürümüşlüğü ortaya çıkan bir yapının sığınacak yalandan başka yeri yok ama yalan hiçbir sistemi korumaya yetmez.
CNN ekranında her sabah yalan söylense, bu, sistemi korumaya yeter mi?
Danıştay cinayetini mi, bile bile korunmayan karakolları mı, topraktan fışkıran silahları mı, faili meçhul cinayetleri mi, darbe planlarını mı, iktidar partisinin ailelerini fişleyen MİT elemanlarının gizli bir güç tarafından korunmasını mı, Kürtlerin, dindarların, Alevilerin, aydınların uğradığı haksızlıkları mı, Beşikçi’nin bir kelime için mahkûm olmasını mı saklayabilecekler, bunları ortaya çıkaran gazeteler hakkında yalan söyleyerek?
Nafile bir çaba bu.
Her yalan, her çarpıtma, her iftira bu sistemin nasıl tefessüh ettiğini biraz daha fazla ortaya koyuyor.
CNN kanalı için de, Arslan için de üzüldüm aslında.
Hiçbir sonuç vermeyecek bir iş için kendilerini böyle lekelemelerine değmezdi.
ahmetaltan111@gmail.com
Diğer Ahmet Altan Makaleleri:
1. Medya mahallesi - 06.03.2011
2. MİT’çi ve fatura - 05.03.2011
3. Bu nasıl iş... - 04.03.2011
4. Kürtler ve Kıbrıs - 03.03.2011
5. Dindarlık ve silah - 02.03.2011
6. Kayıp kuşak - 01.03.2011
7. Sarkozy, işçi, Dersim - 27.02.2011
8. AKP, CHP ve işçiler - 26.02.2011
9. İşçi katliamı - 25.02.2011
10. Delilik - 24.02.2011
11. Kaddafi ve ödül - 23.02.2011
12. Libya ve Susurluk - 22.02.2011
13. CHP’lilere uyarı - 20.02.2011
14. Konuşma - 19.02.2011
15. Ağır kusur - 18.02.2011
KOZMİK KÖŞE 07 03 2011 Mehmet Baransu Mahalleyi telaş aldı
Irkçılığın, nefret suçunun, karalamanın, iftiranın, yalanın, manipülasyonun gazetecilik olarak adlandırıldığı bir siteye yapılan baskının ardından bizim mahalleyi bir telaş aldı. Yüzlerce gazeteci yargılanırken seslerini çıkarmayanlar, basın ve ifade özgürlüğünden bahsetmeye başladı.
Kafes Eylem Planı’nı yazdığım için hakkımda tutuklama kararı istendiğinde ortalıkta yoktular. Yazmadığım haber için 10 yıl hapis talep edildi, zamanaşımına rağmen Genelkurmay’ın emriyle hakkımda zorla yine 10 yılla dava açtırıldı seslerini kıstılar. PKK baskınlarının önceden bilindiğini, askerlerin pisipisine öldürüldüğünü belgeleriyle yazdım. Bu suç belgelerine birileri “gizli” dedi ve beş ayrı davada 50 yılla yargılanmaya başladım, kafalarını kuma gömdüler. Genelkurmay’ın milletvekillerini, profesörleri, vatandaşları kanunsuz dinlediğini belgelediğimde, hakkımda 10 yıl hapis cezasıyla dava açıldı, “olur böyle şeyler” dediler. Yüzlerce gazeteci binlerce davayla yargılanırken gıkları çıkmadı. İçlerinden biri beni ve bir arkadaşı Genelkurmay Başkanı’na ispiyonladı. Bir diğeri “Mehmet Baransu tutuklansın, Kelebek Bar’da şampanya patlatacağım” dedi.
Bakmayın siz “Bağcılar Medyası’nın” şu sıralar gazetecilere özgürlük söylemlerine. Ne Soner Yalçın ne Nedim Şener ne de Ahmet Şık onların umurlarında. Varsa yoksa dertleri, soruşturmalar kendilerine uzanmadan bu işin nasıl kapatılacağı?
Ergenekon, Ayışığı, Sarıkız, Eldiven, Balyoz.. derken sıranın 28 Şubat darbesine geldiğini görüyorlar. Bütün telaş ve korkunun sebebi bu. Hükümeti yıkmaya teşebbüsün ne anlama geldiğini, cezasının kaç yıl olduğunu anlayacak kadar kültürlüler.
Balyoz Darbe Planı’nda alınan kararlara, fişlemelere temel teşkil eden emirlerin 28 Şubat sürecinde verildiğini gayet iyi biliyorlar. İddianamenin ekleri arasında bu emirleri gördüler. 28 Şubat darbesinin yargılanması demek, bizim mahallenin de soruşturulması anlamına geliyor. Onlar suç ortaklığından öte, suçu bizzat işlediler.
Bakmayın öyle gazetecilik ahlakından bahsettiklerine. 28 Şubat darbesinde tüm ahlaklarını, namuslarını bir kenara bırakıp, darbeyi askerlerle birlikte organize ettiler. Önce “büyük güne” hazırlık için milyonları tasfiye amaçlı fişlediler. Durumdan vazife çıkarıp, darbeyi aşama aşama uygulamaya soktular. “McCarthy dönemi gibi” o günlerde mahalle mahalle cadı avı yaptılar. Birileri tel örgü içerisinde “Bir raporluk işin var” diyerek tehdit yaparken, onlar ortalıkta “Bir manşetlik işin var” tehditleri savuruyordu.
28 Şubat darbesinin “bin yıl süreceğine” o kadar iman ettiler ki işledikleri suçu manşetlerde, ekranlarda göstermekte sakınca görmediler. Milyonların önünde, darbeye giden yolun tüm taşlarını döşediler. “Gerekirse Silahlı Kuvvetler silah kullanır” tehdidiyle de seçilmiş hükümeti alaşağı ettiler. Patronları da hükümetler kurup, ihaleler, krediler ve kaçırdıkları vergilerle servetlerine servet kattılar. Bu ülkenin hazinesini soydular.
Sonun yaklaştığını görüyorlar. Şimdi sıranın kendilerine geldiğini düşünüyorlar. Üstelik bu kez belgeler üzerinde ıslaktı, kuruydu tartışması yaptıramayacaklarını da çok iyi biliyorlar.
Gazeteci Nazlı Ilıcak’ın “Andıç” belgesini ortaya çıkarmasına kadar Karargâh’ta tüm darbe planlarına numara verildiğini, altına imza atıldığını iyi biliyorlar. Ilıcak’ın Andıç’ı ortaya çıkarmasından sonra Karargâh’ın darbe planlarına imza koymaktan vazgeçtiğinin de bilincindeler.
İşte bu yüzden 28 Şubat darbesi belgelerinin tamamen ıslak, orijinal ve kayıt numaralı, tartıştıramayacakları, kafaları bulandıramayacakları belgeler olduğunun farkındalar. “Bu soruşturmalar 28 Şubat’a uzarsa kurtuluş şansımız yok” telaşındalar.
O günlerde yaptıklarını kendileri gibi halk da unutmadı. Yargının da unutmayacağından korkuyorlar. 28 Şubat’ı yargılayacak cesur bir savcının bir gün ortaya çıkacağını biliyorlar. Kamyon kamyon belgenin adalete teslim edileceğini, binlerce tanığın savcıya kimlikleriyle konuşacaklarının da farkındalar.
Mahalleden bazılarının şu sıralar muhafazakâr medyayı dolaşıp, “Ben o günlerde bir şey yapmadım” demesinin nedeni de korkuları. Ne Nedim ne de Ahmet onlar için önemli. Neden bu kadar telaşlanıp, ortalığı ayağa kaldırdıklarını, basın özgürlüğünden dem vurmalarını şimdi anladınız mı?
MİT’çileri bir korku sardı!
Kimse bilmez ama bizim mahallede bir de MİT adına gazetecilik yapanlar var. Şu sıralar Taraf’a ve bana saldırmakla meşguller. Bunu da milyonların gözü önünde, yalan söyleyerek yapıyorlar. 28 Şubat’ın en önemli aktörleri arasında yer alan MİT mensubu bu sözde üç gazetecin telaşını anlayabiliyorum. MİT’in psikolojik savaş elemanları, gerçeklerin bir gün ortaya çıkacağı, MİT’ten aldıkları maaşın belgeleneceği korkusunu artık gün gün taşıyorlar.
Onlar yazdıklarımızın yüzde yüz doğru olduğunu biliyor da millet onların MİT’in maaşlı elemanı olduğunu “şimdilik bilmiyor”.
mbaransu@gmail.com
Diğer Mehmet Baransu Makaleleri:
1. Mahalleyi telaş aldı - 07.03.2011
2. Cuntanın ajandası ve tezgâhtaki namuslar - 28.02.2011
3. Muvazzaflar kurtarılsın! - 14.02.2011
4. İspat mı istemiştin - 07.02.2011
5. ‘Hacı’yatar - 31.01.2011
6. İmtiyazlı eşitlik! - 24.01.2011
7. ‘Topyekûn savaş’ - 17.01.2011
8. ‘YAŞ’ın Şûra’sı, burası - 10.01.2011