TüSiAD’ın 41 inci Genel Kurul Toplantısı’nda konuşan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 20 01 2011 perşembe
TüSiAD’ın 41 inci Genel Kurul Toplantısı’nda konuşan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 20 01 2011 perşembe
Kimsenin yaşamına müdahale ettirmeyiz
Başbakan Erdoğan, “Bizim kıyafetimize, yaşam tarzımıza müdahale edildi, fikirlerimiz dışlandı, hatta mahkum edildi. Bize yapılanların hiç kimseye yapılmamasını savunuyoruz. Kimsenin yaşam tarzına müdahale etmeyiz de ettirmeyiz de” dedi
TÜSİAD’ın 41. Genel Kurul Toplantısı’na katılan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bir zamanlar kendi yaşadıklarının başkalarına da yaşatılmaması için mücadele ettiklerini söyledi. Erdoğan, ‘’Hiç kimsenin yaşam tarzına müdahale etmeyiz, edilmesine de müsaade etmeyiz; bu noktadaki endişeler tamamen yersizdir’’ dedi. Ekonomi ile, demokratikleşme, laiklik gibi alanlarda da topluma güvensizlik pompalandığını, bu yönde sürekli test edildiklerini, samimiyet sınavına tabi tutulduklarını anlatan Başbakan Erdoğan, şunları söyledi:?
KİŞİSEL YARGILARI DAYATMAK HAKSIZLIKTIR
‘’Şunun çok iyi anlaşılması gerektiğini düşünüyorum. Bizim şahsi olarak bazı meseleler karşısındaki tavrımız, duruşumuz, bakışımız nettir ama biz şunu söylüyoruz ‘şahsi yaklaşımları, kişisel anlayışları toplumun tümüne empoze etmek baskıdır, zulümdür, haksızlıktır’. Ben, kendi iç dünyamda, ailem içinde alkole karşı bir tavır belirlemiş olabilirim. Benim arkadaşlarım, partimiz, kendi kişisel dünyalarında olaya farklı bakıyor olabilir ama bu muhafazakar kimliğimizin yanında biz demokratız ve kişisel yargılarımızı topluma empoze etmemek noktasında son derece hassas bir duruş sergiledik, sergiliyoruz. Hiç kimse bunları birbirine karıştırmasın. Aynı zamanda demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni de Anayasa ve yasalar çerçevesinde yönettiğimizi ifade etmek istedim.’’
ANAYASA’NIN 58. MADDESİNİ HATIRLATTI
Erdoğan, Anayasa’nın 58. Maddesi’nin ‘Gençliğin korunması’ maddesi olduğunu ve burada ‘’Devlet gençleri alkol düşkünlüğünden, uyuşturucu maddelerden, suçluluk, kumar ve benzeri kötü alışkanlıklardan ve cehaletten korumak için gerekli tedbirleri alır’’ denildiğini hatırlatarak, ‘’Bunu ben söylemiyorum, bizden önce yapılmış olan bir Anayasa maddesi, gençliğin korunmasına yönelik 58. Madde... Bunu yapmak bizim görevimiz, biz bunu yapıyoruz” dedi.
Erdoğan, Amerika, AB ülkelerindeki uygulama neyse şu anda yapılanın da o olduğunu belirterek, ‘’Amerika’da 21 yaşın altında olan gençlere marketlerde orada burada alkollü içki veremezler, vermiyorlar ama bizde önüne gelen rahatlıkla gidip bunu alabilir, bir mani yok. Şimdi bunu engellemeye yönelik atılan bir adımı (İşte bak, gördünüz bunlar şeriat getiriyor Türkiye’ye...) Sıkılmadan, utanmadan bunu bile söylüyorlar. Biz özgürlüklerin başkasının özgürlük alanı sınırında durması gerektiğini biliyoruz. Hani şair diyor ya ‘biz tüzüklerle çarpışarak büyüdük’. Biz tüzüklerle çarpışarak büyüdük, yasalarla çarpışarak büyüdük.”
EYLEMCİLERİN NE KADARI ÖĞRENCİ
Yumurtalı eylemlere de değinen Başbakan, ‘’YÖK Başkanı’nın toplantısına üniversitelerin gençlik konseyi başkanları katıldı ama dışarıda da 40-50 kişilik grup gösteri yaptı. Rektörlerle yaptığımız toplantılarda dışarıda yapılan gösteriler gibi. YÖK Başkanı üniversitelerden, okullardan seçilmiş konsey başkanı olan gençlerle toplantı yapıyor. Dışarıda eylem yapanların ne kadarı öğrencidir, ne kadarı değildir bilemem ama içeride olanlar, gençler tarafından seçilmiş üniversite gençlik konseyi başkanlarıdır’’ diye konuştu.
DIŞLANMANIN NE OLDUĞUNU İYİ BİLİRİZ
Erdoğan, “Kılık kıyafetimize müdahale edildi, yaşam tarzımıza müdahale edildi, fikirlerimiz aşağılandı, mahkum edildi, mahpus edildi. Biz, bize yapılanların hiç kimseye yapılmamasını savunduğumuz için milletimizin çoğunluğu tarafından iktidara getirildik. ‘Kimsenin kılık kıyafetine karışılmasın’ dedik, ‘kimsenin yeme içmesine müdahale edilmesin’ dedik, ‘konuşanlar susturulmasın, düşünceler mahkum edilmesin’ dedik. Şu anda, birilerinin son derece yanlış ve yanlı şekilde iddia ettiği gibi, eğer yaşam tarzlarına müdahale edersek, kendimizi, kendi kimliğimizi, muhafazakar demokrat ilkelerimizi inkar etmiş oluruz. Şu anda, yaşam tarzlarına müdahale başlığı altında yürütülen kampanya, açık söylüyorum, geçmişte defalarca yapılmış, tezgaha konmuş, bayat bir kampanyadır’’ dedi.
‘BAYAT BİR TEZGAH’
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminin de yalanları, iftiraları, ithamları püskürtmekle geçtiğini ifade eden Erdoğan, şöyle devam etti:?‘’Ben burada, TÜSİAD Genel Kurulu’nda bir kez daha ifade ediyorum; Biz, damdan düşerek geldik, damdan düşmenin ne olduğunu biliriz. İşte onun için, hiçkimsenin yaşam tarzına müdahale etmeyiz, edilmesine de müsaade etmeyiz. Bu noktadaki endişeler tamamen yersizdir. Bu noktadaki endişeler, tıpkı ekonomide yapıldığı gibi, kasıtlı bir propagandanın, niyet okuyuculuğunun eseridir, bayat bir tezgahtır. Biz, bize yapılanların hiç kimseye yapılmamasını savunduğumuz için milletimizin çoğunluğu tarafından iktidara getirildik.’’
Danıştay hukuku çiğnedi vicdanları yaraladı
“Hukuk, insanların eğitim almasının teminatıdır. Hukuk insanların eğitim hakkını kısıtlamaz. Dolayısıyla bu karar, öncelikle hukuksuzluktur. 125. Maddeye de aykırıdır”
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Danıştay’ın verdiği ALES sınavıyla ilgili kararı da ‘’Vicdanları yaralayan, evrensel hukuk normlarını çiğneyen, yargıya güveni bir kez daha sorgulatacak nitelikte bir karar’’ olarak değerlendirdi.
ANAYASAYA AYKIRI, KANUNSUZ
Anayasa’nın 125. Maddesi’ni hatırlatan Erdoğan, Danıştaş kararının Anayasaya aykırı olduğuna dikkat çekti. Kararın aynı zamanda kanunsuz olduğunu söyleyen Erdoğan şöyle devam etti:
HUKUK EĞİTİMİN TEMİNATIDIR
‘’Hukuk, insanların eğitim almasının teminatıdır. Hukuk insanların eğitim hakkını kısıtlamaz. Dolayısıyla bu karar, öncelikle hukuksuzluktur. Anayasa ve yasalarda, kılık kıyafete ilişkin tek bir düzenleme bulunmazken, tek bir kısıtlama bulunmazken; Anayasa’nın 125. Maddesi ortadayken, yasalara, Anayasa’ya aykırı alınan bu karar, aynı zamanda kanunsuzdur.”
DİNK ZANLISI 36 SAATTE YAKALANDI
TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner’in yargıya ilişkin değerlendirmelerine de cevap veren Başbakan Erdoğan, Gazeteci Uğur Mumcu döneminde AK Parti’nin iktidarda olmadığını ama Hrant Dink olayında zanlıları 36 saatte yakalayarak yargıya teslim ettiklerini anlattı.
‘Yargıyı ideolojilerden kurtarmamız lazım’
Başbakan Erdoğan, “Yargının siyasallaşması, asıl budur. Bizim 8 yıldır düzeltmeye, değiştirmeye çalıştığımız manzara işte budur. ‘İktidar yargıyı siyasallaştırıyor’ diye itiraz edenler, aslında yargıdaki siyasallaşmanın, kapalı devrenin devamını isteyenlerdir. Biz istiyoruz ki yargı, belli ideolojilerin, belli kesimlerin değil, milletin yargısı olsun’’ diye konuştu.
Yargı reformu yapmakta kararlıyız
Başbakan Erdoğan, Yargı reformu konusunda kararlı olduklarını ifade etti. Yargıtay, Danıştay ve Anayasa Mahkemesi ile ilgili bazı adımların atılacağını vurguladı
Yargı reformuyla ilgili çalışmalara da değinen Başbakan Erdoğan, şöyle devam etti:
‘’Bu ülkede zaman aşımından istifade ile işi yırtan, kurtaran bir anlayışı kabul etmemiz mümkün değildir. Zaman aşımı anlayışı yargının iflasıdır. Ne demek zaman aşımı? Alırsın öncelikler sırasına, zaman aşımı mı yaklaşıyor önce onu bitirirsin, karara bağlarsın, ondan sonra da hem mağdur olanı bu noktada rahatlatırsın hem de kendin; ‘ben bu işi başardım’ dersin. ‘Zaman aşımına girmiştir’ deyip kararı vermek suretiyle kendini kurtaramazsın. Yargı burada tarihi bir vebalın altındadır. Bunu bütün samimiyetimle söylüyorum ve zaman aşımı anlayışını da ben doğrusu kabullenemiyorum, böyle bir şey olamaz. Şu anda 1 milyon 600 bin dosya Yargıtayda bekliyor. Böyle bir şey olur mu? Niye bitirmediniz arkadaş?”
DÜZELTMEKTE KARARLIYIZ
Yargıtay, Danıştay ve Anayasa Mahkemesi’yle ilgili bazı adımları atmakta kararlı olduklarını fade eden Erdoğan, ‘’Tutukluluk süresinin dolması nedeniyle yapılan son tahliyeler, millet nezdinde hukuk sisteminin bir kez daha sorgulanmasını, yargının, özellikle yüksek yargının bir kez daha sorgulanmasını gündeme getirdi. Bu tutuklulukla alakalı serbest bırakılanları Allah aşkına biz mi serbest bıraktık? Bunlar yargının elindeki yasalara göre süresi gelenleri serbest bırakma eylemi...” diye konuştu.
‘İdeolojik yaklaşım’a örnek gösterdi
Başbakan, “Terör örgütü mensupları, iş yoğunluğu gerekçesiyle serbest bırakılırken, kimi dosyalar jet hızıyla karara bağlanabiliyor. Benimle ilgili 2002 seçimlerinde Diyarbakır’dan dosya 24 saatte Ankara’ya getirildi ve Yargıtay 24 saatte kararı verdi ve seçime girmemi engelledi. Sayın Erbakan ile ilgili 5 günde karar verdiler. Cihaner ile ilgili işi bağladılar. Onları yaparken bayağı mahirsiniz de burada niye mahir değilsiniz” diye sordu.
Tüm babalar burada yerli otomobil işini halledelim
TÜSİAD üyelerine ‘yerli otomobil üretelim’ çağrısı yapan Başbakan Erdoğan “Otomotiv sektörü içinde olan babalar burada. Artık bu işi halledin” dedi
Türkiye Sanayici ve İşadamları Derneği’nin (TÜSİAD) 41’inci Genel Kurulu’na katılan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dan otomotivin patronlarına ‘Yerli otomobil üretelim’ çağrısı geldi. Türkiye’nin artık yerli otomobilini üretmesi gerektiğini belirten Erdoğan, bu konuyu Koç Holding Başkanı Mustafa Koç’a da açtığını belirterek “Geçen akşam Sayın Koç’a dedim, ‘Artık soyadınız gibi bir marka ile şurada biz yerli otomobilimizi üretelim ve dünyaya diyelim ki, bak bu da artık bizim otomobilimiz.’ Bunu sunalım, başaralım. Hepsi burada montajı yapılan otomobiller olmasın” dedi.
ERDOĞAN’DAN AÇILIM ESPRİSİ
“Şu anda otomotiv sektörü içinde olan babalar burada” diyen Erdoğan şunları söyledi: “Bu işi halledin. Bir araya gelerek mi yaparsınız, yok ben bunu kendim de yaparım mı dersiniz. Nasıl arzu ederseniz. Artık yapalım. Türkiye’ye ve Türk’e bu yakışır. Bunu yapmamız lazım.” TÜSİAD’ın kuruluş yılı olan 1971 yılından çok farklı olarak bugün dünyanın en büyük 16’ncı ekonomisi olan, bölgesinde saygın güçlü bir Türkiye olduğunu belirten Erdoğan, konuşmasında ‘açılım’ esprisi de yaparak “Bu rakamlar kadar önemli olan, TÜSİAD son iki dönemdir hanımefendiler tarafından yönetiliyor. Kadınların bu denli aktif ve belirleyici olması bile Türkiye’nin
kat ettiği mesafeyi ortaya koyuyor. Nükte olarak söylüyorum, TÜSİAD’ın artık açılımını okumayacaksınız, çünkü sıkıntı olabilir” dedi. Erdoğan 8 yıldır Türkiye’nin kronik meseleleri üzerine kararlılıkla gittiklerini de anlattı. • EKONOMİ SERVİSİ
İktidarın gayretiyle büyüdük
Mustafa Koç, TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı olarak yaptığı son konuşmada, AK Parti Hükümeti’nin krizde aldığı önlemlerin yerinde olduğunu söyledi. Dünyanın 2008’de ekonomik bunalımla karşı karşıya kaldığına işaret eden Koç “Ülkemiz, bu dönemde ciddi oranda küçüldüyse de iktidarın gayretleri ile yeniden büyüme çizgisine oturduk. Bu gelişmeler hepimizi geleceğe daha umutla bakmaya sevk etti” dedi.
PATRONLARIN TEKLİFE YANITI
Koç: Elimizden geleni yapacağız
Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Koç, Erdoğan’ın ‘Yerli otomobil üretelim’ önerisiyle ilgili olarak “Daha onu teknolojik olarak yapmak biraz imkan dışı gibi gözüküyor. Elimizden geleni yapacağız” dedi. Koç Holding Onursal Başkanı Rahmi Koç da daha önce ‘Anadol’ adında yerli bir marka ürettiklerini anımsatarak, Başbakan’ın yüzde 100 yerli üretimi kastettiğini söyledi.
Şu anda zaten belli modellerde ithalatın 160 dolarlara kadar düştüğüne dikkati çeken Koç “Burada bazı parçalar var ki bunları yerli olarak üretmek çok anlamsız. Mesela bilyalı rulmanı dünyada 3-4 şirket yapıyor ve bütün dünyaya veriyor. Bu gibi parçalar var ki Türkiye’de yapılması hiç mümkün değil. Olsa bile fevkalade pahalı olur” dedi.
Kibar: Zor değil yapanlar nasıl yaptı
Kibar Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ali Kibar ise Türk markası yerli otomobil üretimine ilişkin “Zor bir şey değil. Yapanlar nasıl yaptı?” dedi. Kibar, Erdoğan’ın bu beklentide haklı olduğunu söyledi. Kamuoyunda da böyle bir beklenti bulunduğunu ifade eden Kibar, asgari 200 bin adedin altında olmayacak bir üretim platformuyla böyle bir modelin lanse edilebilmesinin mümkün olduğuna dikkati çekti. Kibar “Türkiye’de bu bilgi var ama önemli olan pazar ve pazar reaksiyonlarının ekonomik kılabilecek hale dönüştürebilmek” diyerek sanayicilerin bu konuda çalışacağını dile getirdi.
Yargı reformuna ihtiyaç var
Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Ümit Boyner, açılış konuşmasında Başbakan Erdoğan’a hitaben “Sayın Başbakan’ım, okuduğunuz şiir yüzünden siz de hapis yattınız, artık yargı reformunu yapalım” dedi.
KUTUPLAŞMA UYARISI
Boyner “Her bir vatandaşımız için, hepimiz için, tarafsız, bağımsız, kaliteli, zamanında çalışan adaletten yanayız. Vicdanlarımızın rahatlığı, adalete ve hukuk üstünlüğüne güvenip önümüze bakmamız Türkiye’nin geleceği için olmazsa olmaz” diye konuştu. Yeni Anayasa’nın yapımının Türkiye için önemli olduğunu da belirterek kendilerinin yaptığı yeni Anayasa çalışmalarının sonuçlarını da 22 Mart 2011’de kamuoyuyla paylaşacaklarını söyledi.
Türkiye’nin yargı reformuna ihtiyacı olduğunun altını çizen Boyner önceki gün Hrant Dink’in 4. ölüm yıldönümü olduğunu hatırlatarak “Bugün yargılama sürelerinin uzamasından dolayı yaşadığımız sıkıntılardan tutalım, vatandaşın en temel hak ve özgürlüklerine bakış açısına kadar temelinden yeniden inşa etmemiz, vatandaşın adalete olan açlığını giderecek, hukukun üstünlüğüne olan güvenini yerine getirecek bir yargı reformuna ihtiyacımız çok derin, çok öncelikli” dedi. Boyner seçmen haritasına da yansıyan hayat tarzının farklılıklarından kaynaklanan kutuplaşmanın derinleşmesi ihtimalinin kendisini kaygılandırdığını da belirtti.
‘Çaylağım’ dedi hitabetiyle alkış aldı
Genel kurulda Feyyaz Berker ile TÜSİAD’ın en genç üyesi olan TÜSİAD eski Başkanı Ömer Sabancı’nın oğlu Hacı Sabancı da birer konuşma yaptı. 24 yaşındaki Hacı Sabancı konuşmasının başında, heyecanlı olduğunu ifade ederek “Sizlerin önünde bir çaylak olarak konuşmak üniversite sınavına girmekten daha zor” dedi. Sabancı, konuşmasıyla işadamlarından büyük alkış aldı.
Berker: Çok şükür zor günlerden çok uzağız
TÜSİAD Kurucu Üyesi ve ilk Yönetim Kurulu Başkanı Feyyaz Berker ise konuşmasında “Bundan evvel de başkanımız kadındı. Bundan sonra da kadınlar başkan olsun diyorum” dedi. 86 yaşındaki Berker, genç üye Hacı Sabancı’ya TÜSİAD’ın ilk 10 yılını da anlatan bir dosya verdi. Feyyaz Berker “İlk 10 yılda 12 Mart ve 12 Eylül’de başkanlık yaptım. Çok zor bir dönemdi. Evlerimize bomba atıldı. Bugün çok şükür o günlerden çok uzağız” diye konuştu.
Yeni YİK Başkanı Yücaoğlu
TÜSİAD genel kurulunda Mustafa Koç, YİK Başkanlığı görevini Erkut Yücaoğlu’na devretti. Genel kurulda yapılan oylama sonucunda Mustafa Koç ve Ömer Dinçkök de TÜSİAD’ın onursal başkanları oldu.
Kriz bitti aidat % 12.8 zamlandı
TÜSİAD’ın 41’inci Genel Kurulu’nda 2 yıldır kriz nedeniyle artırılmayan aidatlara zam geldi. TÜSİAD’ın yıllık aidatları, 2009 ve 2010 yılında enflasyondaki toplam yüzde 13.02’lik artış dikkate alınarak yüzde 12.82 artışla 22 bin liraya çıkarıldı. Genel kurulda ayrıca 2011 bütçesi de oylandı. Verilen bilgiye göre TÜSİAD’ın bütçesi 2010 yılında 283 bin lira fazla verdi. Yeni yılın bütçesi ise 13 milyon 320 bin lira olarak öngörüldü. TÜSİAD’ın 2011 yılı giderlerinin yüzde 27’lik kısmı, 40. yıl faaliyetleri içinde önemli payı bulunan araştırma ve tanıtım faaliyetlerine ayrıldı.
"KOÇ" GİBİ OTOMOBİLİMİZ OLSUN
ANKARA - Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ''Geçen akşam Sayın Koç'a dedim, (Artık soyadınız gibi bir markayla yerli otomobilimizi üretelim ve dünyaya diyelim ki, bak bu da artık bizim otomobilimiz). Bunu başaralım. Bu işi halledin'' dedi.
Başbakan Erdoğan, kızı Sümeyye Erdoğan ile Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği'nin (TÜSİAD) 41. Genel Kurulu'nun gerçekleştirildiği Ceylan Intercontinental Oteli'ne gelişinde Yönetim Kurulu Başkanı Ümit Boyner ile Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Mustafa Koç tarafından karşılandı.
''YUMURTALI'' EYLEMLER
TÜSİAD'ın CEO'lara yönelik anketinde, son dönemde şahit olunan ''yumurtalı'' eylemlerin gençlerin ifade özgürlüğünü yansıtıp yansıtmadığının da sorulduğunu anlatan Erdoğan, ''Buna da 'hayır yansıtmıyor' diyenler yüzde 73 ve 'evet yansıtıyor' diyenler yüzde 27. Elbette, CEO'larla yapılan bu anket, bir Türkiye manzarası çizmekten son derece uzaktır, ancak iş dünyasının nabzını tutmak noktasında da tam tersine çok manidar olduğunu düşünüyorum'' şeklinde konuştu.
YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan'ın önceki gün üniversiteli gençlerle bir toplantı yaptığını hatırlatan Başbakan Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Bu toplantıya üniversitelerin gençlik konseyi başkanları katıldı ama dışarıda da 40-50 kişilik grup gösteri yaptı. Rektörlerle yaptığımız toplantılarda dışarıda yapılan gösteriler gibi. YÖK Başkanı kimlerle görüşüyor, üniversitelerden, okullardan seçilmiş konsey başkanı olan gençlerle toplantı yapıyor. Dışarıda da yapılan bu gösteriler kimler tarafından yapıldığına baktığımızda Marksist, Leninist idelojik bazı gruplar. Bunların ne kadarı öğrencidir, ne kadarı değildir bilemem ama içeride olanlar, gençler tarafından seçilmiş üniversite gençlik konseyi başkanlarıdır. Takdirini size bırakıyorum.''
YERLİ OTOMOBİL TALEBİ
Başbakan Erdoğan, otomobil satışlarında tüm zamanların rekorunun elde edildiğini anımsatarak, 2002 yılında 91 bin adet otomobil satılırken, 2004 yılında satışın rekor seviyeye ulaştığını ve 451 bin olduğunu belirtti.
Erdoğan, 2010 yılında ise bütün olumsuzluklara rağmen Türkiye'de yarım milyonun üzerinde, 510 bin adet otomobil satışı gerçekleştiğini belirterek şöyle konuştu:
''Ekonomideki canlanmaya ilişkin önemli bir gösterge de krediler... Bazıları diyor 'Ne oluyor?' İçeriye bak, ihracata bak... Hepsinde otomobil satışında ciddi bir artış var. Geçen akşam Sayın Koç'a dedim, 'Artık soyadınız gibi bir marka ile şurada biz yerli otomobilimizi üretelim ve dünyaya diyelim ki, bak bu da artık bizim otomobilimiz.' Bunu sunalım, başaralım. Hepsi burada montajı yapılan otomobiller olmasın. Şu anda otomotiv sektörü içinde olan babalar burada... Bu işi halledin. Bir araya gelerek mi yaparsınız, yok ben bunu kendim de yaparım mı dersiniz. Nasıl arzu ederseniz. Artık yapalım. Türkiye'ye ve Türk'e bu yakışır. Bunu yapmamız lazım. Kredilere bakıyoruz. 2010 yılında, mevduat bankalarının verdiği toplam kredi miktarı yine tüm zamanların rekorunu kırarak, 421 milyar liraya ulaştı. 2009 yılında bu miktar 293 milyar liraydı. 2002'de ise 32 milyar lira. Bakınız nereden nereye geldik. Bu krediler içinde ticari krediler de 2002'de 22 milyar, 2009'da 146 milyar iken, 2010 yılında 224 milyar lira oldu.''
EMPOZE ETMEK BASKIDIR
Başbakan Erdoğan'ın konuşmasında öne çıkan ifadeleri şunlar:
• Bizim, şahsi olarak bazı meseleler karşısındaki tavrımız, duruşumuz, bakışımız nettir. Ama biz şunu söylüyoruz; Şahsi yaklaşımları, kişisel anlayışları, toplumun tümüne empoze etmek, baskıdır, zulümdür, haksızlıktır. Ben, kendi iç dünyamda, kendi ailem içinde, alkole karşı bir tavır belirlemiş olabilirim. Benim arkadaşlarım, bizim partimiz, kendi kişisel dünyalarında olaya farklı bakıyor olabilir. Ama, bu muhafazakar kimliğimizin yanında, biz demokratız ve kişisel yargılarımızı topluma empoze etmemek noktasında son derece hassas bir duruş sergiledik, sergiliyoruz. Hiç kimse bunları birbirine karıştırmasın. Biz, özgürlüklerin, başkasının özgürlük alanı sınırlarında durması gerektiğini biliyoruz.
• Ben burada, TÜSİAD Genel Kurulu'nda bir kez daha ifade ediyorum; Biz, damdan düşerek geldik, damdan düşmenin ne olduğunu biliriz. İşte onun için, hiçkimsenin yaşam tarzına müdahale etmeyiz, edilmesine de müsaade etmeyiz. Bu noktadaki endişeler tamamen yersizdir. Bu noktadaki endişeler, tıpkı ekonomide yapıldığı gibi, kasıtlı bir propagandanın, niyet okuyuculuğunun eseridir ve tekrar ediyorum, bayat bir tezgahtır. Bugün nasıl ki iş dünyası, ekonomiyle ilgili konularda hükümete tam bir güven içindeyse, ben eminim ki tüm milletimiz de o diğer hassas konularda hükümetimize karşı tam bir güven içindedir. Seçim öncesinde aleyhimizde yürütülen bu art niyetli kampanya da inanıyorum ki yine milletimiz tarafından bozulacaktır.''
DANIŞTAY'IN ALES KARARI
• Danıştay, ALES sınavıyla ilgili biliyorsunuz bir karar aldı. ALES Sınav Kılavuzu'nda öğrencilerin kılık kıyafetine ilişkin yasaklama, kısıtlama olmadığı için yürütmeyi durdurdu. Karar son derece keyfi bir karar. Vicdanları yaralayan, evrensel hukuk normlarını çiğneyen, yargıya güveni bir kez daha sorgulatacak nitelikte bir karar. Alınan bu karar, aynı zamanda kanunsuzdur.
ZAMAN AŞIMI ANLAYIŞI YARGININ İFLASIDIR
• Yani biz kalkıp da bu ülkede zaman aşımından istifade ile işi yırtan, kurtaran, bir anlayışı kabul etmemiz mümkün değildir. Zaman aşımı anlayışı yargının iflasıdır. Ne demek zaman aşımı? Alırsın öncelikler sırasına, zaman aşımı mı yaklaşıyor, önce onu bitirirsin karara bağlarsın. Ondan sonra da hem mağdur olanı bu noktada rahatlatırsın, hem de kendin (ben bu işi başardım) dersin. (Zaman aşımına girmiştir) deyip kararı vermek suretiyle kendini kurtaramazsın. Yargı burada tarihi bir vebalin altındadır. Bunu bütün samimiyetimle söylüyorum ve zaman aşımı anlayışını da ben doğrusu kabullenemiyorum. Böyle birşey olamaz.
• Yeni düzenlemelerle Yargıtay ve Danıştayda da bazı adımları atmakta kararlıyız. Anayasa Mahkemesi ile ilgili bazı adımları atıyoruz, atmakta kararlıyız.
• Tutuklulukla alakalı serbest bırakılanları Allah aşkına biz mi serbest bıraktık? Bunlar, yargının elindeki yasalara göre süresi gelenleri serbest bırakma eylemi.
• (Yargıtayın iş yükü çok, bunu istinaf mahkemeleriyle çözelim) dedik, hakim ve savcı açığı nedeniyle istinaf mahkemeleri, uygulama planına gelmedi ama hakim ve savcı alımları da trajikomik bahanelerle sürekli engellendi ve engelleniyor.
Kimi dosyalar öne alınıp, jet hızıyla karara bağlanabiliyor. Benimle ilgili 2002 seçimlerinde Diyarbakır'dan dosya 24 saatte Ankara'ya getirildi ve Yargıtay 24 saatte kararı verdi.
• (İktidar yargıyı siyasallaştırıyor) diye itiraz edenler, aslında yargıdaki siyasallaşmanın, kapalı devrenin devamını isteyenlerdir. Biz istiyoruz ki, yargı, milletin yargısı olsun.
• Yeni anayasa çalışmalarına, seçimlerin hemen ardından başlayacağız.
•''(Yargıtayın iş yükü çok, bunu istinaf mahkemeleriyle çözelim) dedik, hakim ve savcı açığı nedeniyle istinaf mahkemeleri, uygulama planına gelmedi ama hakim ve savcı alımları da trajikomik bahanelerle sürekli engellendi ve engelleniyor''
•''Kimi dosyalar öne alınıp, jet hızıyla karara bağlanabiliyor. benimle ilgili 2002 seçimlerinde diyarbakır'dan dosya 24 saatte Ankara'ya getirildi ve Yargıtay 24 saatte kararı verdi''
VALiLERE TERöR UYARıSı MAKAM ODASıNA KAPANıP KALMAYıN Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 20 01 2011 perşembe
ANKARA - Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, "Genel seçim öncesinde iç politikayı şekillendirmek amacıyla terör örgütünün taşeron rolü üstleneceğine dair emareleri şimdiden görüyoruz" dedi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, özellikle genel seçim öncesinde iç politikayı şekillendirmek amacıyla terör örgütünün taşeron rolü üstleneceğine dair emareleri gördüklerini, terörün yol açtığı zarar nedeniyle siyasi çıkar elde eden bazı kesimlerin de hassasiyetleri kaşıyarak buradan rant elde etmenin gayreti içine girdiklerini belirterek, valilerin bu konuda sağduyulu olmalarını istedi.
Erdoğan, Vilayetler Evi'ndeki Valiler Toplantısı'nda yaptığı konuşmada, terörle mücadelelerinin, kararlılıkla sürdüğünü ama bunun yanında terörü doğuran, besleyen meselelerin de üzerine cesaretle gittiklerini, en geniş ve ideal demokratik düzenlemelerle istismar zeminlerini sabırla kararlı bir şekilde tek tek kuruttuklarını söyledi.
Şehirlere yapılan yatırımların, okullar, hastaneler, adalet, emniyet sarayları, konutlar, bölünmüş yolların, köylere, mezralara kadar ulaştırılan hizmetlerin terörün istismar araçlarını işlevsiz hale getirdiğini belirten Erdoğan, şöyle konuştu:
''Terör örgütü, elindeki istismar araçlarının tek tek kaybolduğunu görerek, altındaki zeminin artık ciddi şekilde kaydığını hissederek şehirlerimizde kışkırtıcı, tahrik edici eylemlerini de yoğunlaştırmak istiyor. Özellikle genel seçim öncesinde iç politikayı şekillendirmek amacıyla terör örgütünün taşeron rolü üstleneceğine dair emareleri şimdiden görüyoruz. Terörün devamından kendisi için fayda mülahaza eden ne yazık ki sadece terör örgütü değil. Terörün varlığı, terörün yol açtığı zarar nedeniyle siyasi çıkar elde eden bazı kesimler de hassasiyetleri kaşıyarak buradan rant elde etmenin gayreti içine giriyorlar.
Doğuda da, batıda da tüm valilerimizin bu noktada son derece sağduyulu olmaları gerekiyor. Demokrasiden asla taviz vermeden, hukuk ve demokrasi kuralları çerçevesinde her türlü kışkırtmayı suhuletle boşa çıkaracağımızı biliyorum.''
Milli birlik ve kardeşlik projesinin kararlılıkla devam ettiğini belirten Başbakan Erdoğan, ''Birilerinin, 'Nerede kaldı milli birlik kardeşlik projesi' gibi safsataları, konuşmaları asla sizleri, bizleri yıldırmasın. Proje gayet güzel gitmektedir, yürümektedir, uygulanmaktadır. Bu projeden taviz yok. Bu projeden taviz verdiğimizde, geri adım attığımızda, tahriklere boyun eğerek süreci durdurduğumuzda kaybedenin ülke, millet olacağını çok iyi biliyoruz. Onun için her kışkırtmanın, tahrik eyleminin, provokasyonun, kışkırtıcı açıklamaların asıl niyetini, asıl hedefini milletimizle paylaşmak durumundayız'' dedi.
MAKAM ODASINA KAPANIP KALMAYIN
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, valilerden makam odasına, makam aracına kapanıp kalmamalarını, gerektiğinde ayaklarına çizmelerini giyip, ellerine kazma küreği almaları ve çalışmalara bizzat nezaret etmelerini isteyerek, ''Bizim de, halkımızın da görmek istediği vali profili işte budur'' dedi.
Erdoğan, Vilayetler Evi'ndeki Valiler Toplantısı'nda yaptığı konuşmada, seçim sürecine girildiğine işaret ederek, valilerden, seçim güvenliği ve propaganda özgürlüğü noktasında sağduyu ve soğukkanlılığı en üst derecede muhafaza etmelerini, demokratik bir seçim atmosferinin oluşmasına katkı sağlamalarını istedi.
Millet tercihinin tüm harici etkilerden uzak, bir vicdan muhasebesi ile sandığa yansımasının kendileri için önemli olduğunu belirten Erdoğan, seçim öncesi propaganda döneminden oy verme, oyların sayımına kadar adaletin, hakkaniyetin ve güvenliğin sağlanmasının ilgili kurumlarla birlikte hükümet olarak kendilerinin ve valilerin mesuliyeti altında olduğunu söyledi.
''...YENGEMLE BERABER ORAYA GİDECEK ORADA ÇAYDANLIĞI DA KURACAK''
Erdoğan, valilerden yoksulun üşüyen elini tutmalarını da isteyerek, şöyle dedi:
''Bir yaşlının hayır duasını alacak, icabında esnafa uğrayıp çayını içeceği gibi ama yoksulun evine de oturup yanında çayını şekerini her şeyini götürecek. O çayını hazırlayıp veremeyecekse icabında kendisi yengemle beraber oraya gidecek, orada çaydanlığı da kuracak, çayı da yapacak beraberce çayını içecek. Bunların bir örneklerini verin, verenleriniz vardır da... Bunları bir artıralım. Valilerimiz bunları yapsın, bunlar farklı bir şekilde dalga dalga o durgun suya atılan bir taş gibi bunu yayar. Türkiye'nin buna çok ihtiyacı var. Bu, bambaşka bir heyecanı benim ülkeme getirir. Pazara uğrayıp hemşehrisinin arasında bulunmalı, en küçük bir derdi, sıkıntısı, sorunu olan vatandaş valilik binasının hemen yanı başında olduğunu, oraya rahatlıkla gidebileceğini ve derdini anlatabileceğini bilmeli, hissetmeli. Acaba bu 81 vilayetimizde oluyor mu? Maalesef olmuyor. Maalesef olmuyor. Bazı kapılar bakıyorsunuz vatandaşa kapalı, şöyle veya böyle engelleniyor. Aynı şey Başbakanlık'ta da oluyor, Başbakanlığın da kapısı öyle çok rahat değil, herkes giremiyor. Aynı sıkıntıyı biz de yaşıyoruz. İşte bunun adı bürokratik oligarşi. Bunu yıkmamız lazım. Hep beraber yıkmamız lazım. Bunu yıktığımız gün, biz milletimizi, o sevgi medeniyetinin bir neticesi, hasılası olarak değerlendirme fırsatını buluruz, çok daha büyük katma değeri çok yüksek bir güçle geleceğe yürürüz.'';
ATALAY: TÜRKİYE ARTIK İŞKENCELERLE ANILMIYOR
İçişleri Bakanı Beşir Atalay, ''Türkiye artık işkencelerle, faili meçhullerle, yargısız infazlarla anılan bir ülke değil'' dedi.
Vilayetler Evi'ndeki Valiler Toplantısı'nda konuşan Atalay, toplantının önceki gün başladığını, gün boyu bakanlıkla, güvenlikle ilgili konuları görüştüklerini, dün de akşama kadar 5 ayrı bakanın valilerle bir araya geldiğini anlattı.
Valilere beklentilerini ilettiklerini, onların dile getirdiği sorunları değerlendirdiklerini söyleyen Atalay, ''Özellikle iç güvenlikten sorumlu yöneticilerimizin de bulunduğu kısımda, güvenlikle ilgili yürüyen çalışmalarımızı baştan sona değerlendirdik. Bildiğiniz gibi hükümetlerimiz döneminde güvenlikte önleyici ve caydırıcı politikalar ve tedbirleri öne almıştık. Özellikle sizin (Başbakan) bize talimatınız olarak yeni teknolojilerin kullanılması ve kent güvenliğinde MOBESE sisteminin ülke genelinde yaygınlaştırılması en önemli hususlardan birisiydi. Hem Emniyet Genel Müdürlüğümüz hem de valilerimizin çabasıyla gönül rahatlığıyla şunu ifade ediyorum ki, 81 ilimizde MOBESE sistemi şu anda mevcut. 33 ilçemizde çalışmalar tamamlandı, büyük ilçelerimizde de çalışmalarımız sürüyor'' diye konuştu.
Bakan Atalay, MOBESE sisteminin hem suçların önlenmesinde caydırıcı rolü olduğunu hem de işlenen suçların aydınlatılmasında sistemden çok faydalandıklarını belirterek, görevi devraldığında sadece İstanbul'da MOBESE sisteminin olduğunu anımsattı.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a, verdiği destekten dolayı teşekkür eden Atalay, ''Artık arabasının yakıtını bulamayan bir polis teşkilatımız yok'' dedi.
21 OCAK
1522- Rodos fethedildi.
1774- Padişah III. Mustafa öldü, I. Abdülhamit tahta çıktı.
1924- Sovyet Devrimi'nin mimarı Viladimir İliç Uliyanof Lenin öldü.
1946- İş ve İşçi Bulma Kurumu kuruldu.
1951- Ankara'ya, Kore'den ilk hasta ve yaralı kafilesi geldi.
1952- Milli Savunma Bakanlığı, Kore'de 34 subay, 46 astsubay
ve 1252 erin şehit olduğunu açıkladı.
1954- İlk nükleer denizaltı USS Nautilus ilk seferine çıktı.
1958- Lefkoşa'da taksim lehine gösteri yapan Kıbrıslı
Türk gençlerine İngiliz askerleri müdahale etti; bir
genç ağır yaralandı, altı kişi tutuklandı.
1961- Saraçhane Tiyatrosu açıldı. İlk olarak Cevat Fehmi
Başkut'un Hacıyatmaz oyunu sahnelendi.
1972- Cidde'deki hac seferinden dönen ''Marmara'' uçağı
beş kişilik mürettebatıyla düştü. Hostes Hülya Maviler
yanarak öldü, diğerleri yaralı olarak kurtarıldı.
1983- Yazar Kemal Bilbaşar 73 yaşında öldü.
1985- Yazar Oktay Arayıcı 49 yaşında vefat etti.
1996- Filistin'de ilk kez yapılan devlet başkanlığı
seçiminde, Yaser Arafat bu göreve seçildi.
2010- Eski Bayındırlık ve İskan Bakanlarından
Orhan Alp vefat etti.
Yeni anayasa nasıl yapılmalı OSMAN CAN MEHMET UçUM istanbul 08 01 2011 cumartesi
Anayasa hukukçuları Osman Can ve Mehmet Uçum, 2011 seçimlerinin ardından gündeme gelmesi beklenen yeni anayasa için izlenmesi gereken yolu Taraf’a yazdılar:
80 Anayasası’yla bütün organik bağlar koparılmalı
Yeni anayasa sürecine girilirken, bu anayasanın yapımıyla ilgili önemli sorular gündeme geliyor. Bunlardan biri yeni anayasa yapmak için yetkinin kimden veya hangi kuraldan alınacağı sorusudur. İkinci soru ise anayasanın TBMM’de yazılmasının ve kabulünün yöntemi nasıl belirlenecek, örneğin bu yeni Anayasa yürürlükteki Anayasanın kurallarına göre mi yapılacak? Bu sorulara verilecek yanlış cevapların yıkıcı sonuçları olabilir.
Demokratik bir anayasacılıkta kurucu irade, toplumun demokratik ve katılımcı yöntemlerle billurlaşmış, barış içinde bir arada yaşamayı hedefleyen iradesidir. Bu irade toplumun demokratik temsilcileriyle bir anayasa metnine dönüştürülür. Yani bir asistanlık hizmeti verilir. Ardından ortaya çıkan metin, yeniden toplumun onayına sunulur. Bu irade kendi yarattığı tüm kurumları bağlar, ancak toplumun ve sonraki kuşakların kurucu iradesini hiçbir surette bağlamaz. Yaşayan toplum gerekli gördüğü her durumda harekete geçerek yeni bir anayasa üretebilir. Bunu engelleyecek hiç bir kurumsal irade olamaz. Çünkü toplum iradesiyle çatışan kurumsal iradeler zaten meşruiyetini kaybetmiş iradelerdir.
Türkiye’de yüz yıllık baskıcı ve tasarımcı bir devlet anlayışına dayanan politik karar tercihinin hazırlanan tüm anayasa metinlerinde yansıma bulduğunu, anayasaların her defasında yeniden yazılmış olmasına rağmen, derinde yatan temel siyasal kararın, buna derin anayasa diyelim, hiç değişmediğini, 1924, 1961 ve 1982 anayasalarında rahatlıkla görebiliyoruz. Hiçbir anayasa metninde devletin bürokratik iktidar haritası değişmedi, yalnızca tahkim edildi. Bunun özgürlük ve katılım sorunlarını üreten ve demokrasiyi engelleyen ana dinamik olduğu görülmedi. Bunu görmeyenlerin başında anayasa hukukçuları gelmektedir. İkinci kanıtı ise Anayasa Mahkemesi bize sunuyor. Anayasa Mahkemesi’nin 1970’li yıllardan başlayarak, anayasa değişikliklerini anayasa metninde yazan açık yasaklayıcı hükümlere rağmen, sözü edilen temel politik karara uygunluğa tabi tutarak iptal etmesi ve bu pratiği Türkiye’de 2008 ve 2010 yıllarında sürdürmesi, derin anayasa ile anayasa metninin birbirinden farklı olduğunu açıkça gösteriyor. Bu yaklaşım mahkemenin diğer içtihatlarının, hatta Yargıtay ve Danıştay içtihatlarının ortak paydasıdır. Dolayısıyla Türkiye’deki anayasalar siyasal birliğin biçimi ve tarzı hakkındaki temel kararın ne olduğunu belirleyen sonsuza kadar geçerlilik iddiasındaki bu tarihsel kurucu iradenin her dönemdeki farklı görünüm biçimlerinden başka bir şey değildir.
Derin anayasa ile anayasa metni arasındaki bu ayrımın, Nasyonal Sosyalistlerin Başhukukçusu Carl Schmitt’in öngörüsü ve arzusuyla birebir örtüşüyor olması, herhalde övünülecek bir durum değildir.
Demokrasi, derin anayasa ile anayasa metni ayrımının bulunmadığı, temel siyasi kararın toplum tarafından verildiği, bunun anayasa metninde yazılı olduğu, tüm kurumların yalnızca bu anayasa metninden hukuksal meşruiyet aldıkları, toplumun ise bu metni gerekli gördüğü her durumda yenisiyle ikame etme yetkisine sahip olduğu bir siyasal kültürün adıdır. Anayasa bir toplumda söylenmiş ve söylenebilecek son söz değildir. Kuruculuk yetkisi yalnız ve yalnız toplumdadır, bunu kullanmak için kurumsal iradeleri umursamak zorunda değildir. Toplumun önceki kurucu iradeyle bağlı olması yalnızca kendini inkâr, köleliğe razı olması anlamına gelir. Önceki derin anayasayı üreten kurucu iradenin son iki anayasada darbe veya darbe koalisyonu iradesi olarak tecelli ettiğini göz önünde bulundurduğumuzda, mevcut anayasanın referanslarına ve öngördüğü usule uyma taleplerinin ne anlama geldiğini minimum demokrasi kaygısı taşıyanlara hatırlatmak herhalde yeterli olur.
Türkiye’nin bugün tartıştığı yeni anayasa, aynı zamanda yeni kuruculuk olmayacaksa herhangi bir anlam ifade etmeyecektir. Yüz yıllık temel siyasal karar yerine toplumsal irade esas alınmayacaksa, yeni anayasa için uğraşmaya gerek yoktur. Çünkü yapılacak olan 1961 veya 1982’deki gibi göstermelik bir temsiliyet ve halkoylamasından öteye gidemeyecek; hem Türkiye’nin ilk sivil anayasasının yapıldığı müjdelenecek, hem bunun halkın onayıyla gerçekleştiği ifade edilecek, hem de yüz yıllık temel siyasal karar olan derin anayasaya dokunulmayacak. Hiç kimsenin toplumu bu tür bir anlamsızlığa ikna etmesi mümkün değildir.
Toplum darbecilerden ve darbe koalisyonundan daha fazla anayasa yapma hakkına ve gücüne sahip olduğunu artık görüyor. Bunu tüm kurumların, siyasi aktörlerin ve “okumuş”ların görmesinde yarar vardır.
Tüm farklılıklarıyla birlikte demokraside karar kılan ve yeni anayasa yapımına odaklanan Türkiye’de demokratik kuruculuk için, kurucu meclis toplanabilir, ki bu ideali yansıtır. Ancak yeni anayasa sözüyle seçime girmiş partilerden müteşekkil TBMM de kurucu olabilir.
TBMM’de birçok fonksiyon vardır. Bunlardan kanun çıkarma ve mevcut anayasada değişiklik yapma fonksiyonları “kurumsal” yani “mevcut anayasa tarafından tanımlanmış” hukuksal fonksiyonlardır. Ancak TBMM’de hukuksallığın ötesine taşan bir fonksiyon vardır. Bu fonksiyon sosyolojiktir. TBMM toplumun kullandığı oylarla temsil yetkisini verdiği ve bunun sosyolojik-ampirik olarak saptandığı tek merciidir. Yani toplumun temsil edildiği mekân olduğunu saptayabilmek için, hukuksal bir kurala bakmak gerekli değildir. TBMM bu özelliğiyle yeni anayasa yapma iradesini ortaya koyduğu anda, cari anayasal düzen normlarıyla bağlı değildir. Çünkü artık eski anayasal düzene göre “kurulu” bir organ değildir ve o düzenin verdiği yetkilerle harekete geçmemektedir.
Bu yüzden bir “Meclis kararı” ile sürecin başlatılması kuruculuk için ön şarttır. Ancak bu meclis kararı, kurucu bir iradenin başlangıcı olarak kaleme alınmalı, içtüzük ve anayasadan alınan bir yetkinin kullanılmadığını, aksine halkın saptanabilir ve kanıtlanabilir “kuruculuk” yetkisinden doğan özgün bir yetki kullanıldığını ifade etmelidir.
Bu karar, yeni anayasa‘nın hazırlanış, görüşülme, kabul edilme, referanduma sunulma ve onay koşullarını kendi belirlemelidir. Bir norma gönderme yapmamalı, o normun geçerlilik kaynağı olduğuna işaret etmemeli, yalnızca mecliste ortaya çıkan iradeyle anlam kazanmalıdır.
Bu karar asli bir kuruculuk yetkisinin kullanıldığının ilanıdır.
Meclis‘in yüzde 10 barajının ürettiği temsil açığını, en azından anayasa taslağının oluşturulması sürecinde meclis dışı partilere de temsil imkânı sunarak kapatması zorunluluğu da unutulmamalıdır.
Bu nedenle mevcut Anayasa’nın 175. Maddesi’ne ekleme yapmak suretiyle sürecin başlatılması anlayışından kesin bir ifadeyle uzak durulmalıdır. Bu, kuruculuk yetkisinin yürürlükteki Anayasa’dan alındığının ifadesi olacaktır. Bu durumda kuruculuğun 1980 darbecilerinde olduğu kabul edilmiş olacak, derin anayasa yeniden egemen olacaktır. Sonuç ise açıktır: Mevcut anayasanın verdiği yetki kullanılıyorsa, bu yetkinin mevcut anayasanın temel referanslarına aykırı kullanılmaması gerekecektir. Yani aslında 1982 Anayasası’nın kendini yeniden üretmesi sağlanmış olacaktır. Anayasa Mahkemesi’nin bu gerekçeyle devreye girmesi ise ayrı bir sorun oluşturacaktır. Mahkeme’nin 2010 değişikliklerinde dahi esasa girmekten çekinmediğinin hatırlatılmasında yarar vardır.
Unutulmamalıdır ki Türkiye toplumu, tüm siyasi partileriyle birlikte bir Anayasa yapma kararlılığı içinde. Yani kurucu bir karar verilmiş durumda. Bunu da 12 Eylül referandum sürecinde ve sonucunda (evet, hayır veya boykot tarzında) açık irade olarak ortaya koydu. Toplumun bu kararı vermesinin nedeni tüm siyasal ve toplumsal sorunların çözümüne olanak yaratacak yeni bir siyasal yapı ve aygıt isteğidir. Yani devleti yeniden yapılandırma iradesidir. Bu kurucu kararın nasıl bir anayasaya dönüşeceğini de anayasa yapım süreci belirleyecektir.
Bunun için Türkiye toplumunun yeni anayasayı asli kurucu iktidar olarak doğrudan yapması, yani siyasal anayasayı ortaya koyması, temsil eksikliğini giderecek bir yöntemle desteklenmesi kaydıyla 2011 Meclisi’nin yahut Anayasa Meclisi’nin bunu yasalaştırması, önceki anayasaların referans alınmaması, hukukçuların sadece normları formüle etme sürecinde rol oynaması (teknik asistanlık) sürecin özellikleri olarak öne çıkmalıdır.
http://kutuphane.akparti.org.tr
TüSiAD’ın 41 inci Genel Kurul Toplantısı’nda konuşan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 20 01 2011 perşembe
Kimsenin yaşamına müdahale ettirmeyiz
Başbakan Erdoğan, “Bizim kıyafetimize, yaşam tarzımıza müdahale edildi, fikirlerimiz dışlandı, hatta mahkum edildi. Bize yapılanların hiç kimseye yapılmamasını savunuyoruz. Kimsenin yaşam tarzına müdahale etmeyiz de ettirmeyiz de” dedi
TÜSİAD’ın 41. Genel Kurul Toplantısı’na katılan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bir zamanlar kendi yaşadıklarının başkalarına da yaşatılmaması için mücadele ettiklerini söyledi. Erdoğan, ‘’Hiç kimsenin yaşam tarzına müdahale etmeyiz, edilmesine de müsaade etmeyiz; bu noktadaki endişeler tamamen yersizdir’’ dedi. Ekonomi ile, demokratikleşme, laiklik gibi alanlarda da topluma güvensizlik pompalandığını, bu yönde sürekli test edildiklerini, samimiyet sınavına tabi tutulduklarını anlatan Başbakan Erdoğan, şunları söyledi:?
KİŞİSEL YARGILARI DAYATMAK HAKSIZLIKTIR
‘’Şunun çok iyi anlaşılması gerektiğini düşünüyorum. Bizim şahsi olarak bazı meseleler karşısındaki tavrımız, duruşumuz, bakışımız nettir ama biz şunu söylüyoruz ‘şahsi yaklaşımları, kişisel anlayışları toplumun tümüne empoze etmek baskıdır, zulümdür, haksızlıktır’. Ben, kendi iç dünyamda, ailem içinde alkole karşı bir tavır belirlemiş olabilirim. Benim arkadaşlarım, partimiz, kendi kişisel dünyalarında olaya farklı bakıyor olabilir ama bu muhafazakar kimliğimizin yanında biz demokratız ve kişisel yargılarımızı topluma empoze etmemek noktasında son derece hassas bir duruş sergiledik, sergiliyoruz. Hiç kimse bunları birbirine karıştırmasın. Aynı zamanda demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni de Anayasa ve yasalar çerçevesinde yönettiğimizi ifade etmek istedim.’’
ANAYASA’NIN 58. MADDESİNİ HATIRLATTI
Erdoğan, Anayasa’nın 58. Maddesi’nin ‘Gençliğin korunması’ maddesi olduğunu ve burada ‘’Devlet gençleri alkol düşkünlüğünden, uyuşturucu maddelerden, suçluluk, kumar ve benzeri kötü alışkanlıklardan ve cehaletten korumak için gerekli tedbirleri alır’’ denildiğini hatırlatarak, ‘’Bunu ben söylemiyorum, bizden önce yapılmış olan bir Anayasa maddesi, gençliğin korunmasına yönelik 58. Madde... Bunu yapmak bizim görevimiz, biz bunu yapıyoruz” dedi.
Erdoğan, Amerika, AB ülkelerindeki uygulama neyse şu anda yapılanın da o olduğunu belirterek, ‘’Amerika’da 21 yaşın altında olan gençlere marketlerde orada burada alkollü içki veremezler, vermiyorlar ama bizde önüne gelen rahatlıkla gidip bunu alabilir, bir mani yok. Şimdi bunu engellemeye yönelik atılan bir adımı (İşte bak, gördünüz bunlar şeriat getiriyor Türkiye’ye...) Sıkılmadan, utanmadan bunu bile söylüyorlar. Biz özgürlüklerin başkasının özgürlük alanı sınırında durması gerektiğini biliyoruz. Hani şair diyor ya ‘biz tüzüklerle çarpışarak büyüdük’. Biz tüzüklerle çarpışarak büyüdük, yasalarla çarpışarak büyüdük.”
EYLEMCİLERİN NE KADARI ÖĞRENCİ
Yumurtalı eylemlere de değinen Başbakan, ‘’YÖK Başkanı’nın toplantısına üniversitelerin gençlik konseyi başkanları katıldı ama dışarıda da 40-50 kişilik grup gösteri yaptı. Rektörlerle yaptığımız toplantılarda dışarıda yapılan gösteriler gibi. YÖK Başkanı üniversitelerden, okullardan seçilmiş konsey başkanı olan gençlerle toplantı yapıyor. Dışarıda eylem yapanların ne kadarı öğrencidir, ne kadarı değildir bilemem ama içeride olanlar, gençler tarafından seçilmiş üniversite gençlik konseyi başkanlarıdır’’ diye konuştu.
DIŞLANMANIN NE OLDUĞUNU İYİ BİLİRİZ
Erdoğan, “Kılık kıyafetimize müdahale edildi, yaşam tarzımıza müdahale edildi, fikirlerimiz aşağılandı, mahkum edildi, mahpus edildi. Biz, bize yapılanların hiç kimseye yapılmamasını savunduğumuz için milletimizin çoğunluğu tarafından iktidara getirildik. ‘Kimsenin kılık kıyafetine karışılmasın’ dedik, ‘kimsenin yeme içmesine müdahale edilmesin’ dedik, ‘konuşanlar susturulmasın, düşünceler mahkum edilmesin’ dedik. Şu anda, birilerinin son derece yanlış ve yanlı şekilde iddia ettiği gibi, eğer yaşam tarzlarına müdahale edersek, kendimizi, kendi kimliğimizi, muhafazakar demokrat ilkelerimizi inkar etmiş oluruz. Şu anda, yaşam tarzlarına müdahale başlığı altında yürütülen kampanya, açık söylüyorum, geçmişte defalarca yapılmış, tezgaha konmuş, bayat bir kampanyadır’’ dedi.
‘BAYAT BİR TEZGAH’
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminin de yalanları, iftiraları, ithamları püskürtmekle geçtiğini ifade eden Erdoğan, şöyle devam etti:?‘’Ben burada, TÜSİAD Genel Kurulu’nda bir kez daha ifade ediyorum; Biz, damdan düşerek geldik, damdan düşmenin ne olduğunu biliriz. İşte onun için, hiçkimsenin yaşam tarzına müdahale etmeyiz, edilmesine de müsaade etmeyiz. Bu noktadaki endişeler tamamen yersizdir. Bu noktadaki endişeler, tıpkı ekonomide yapıldığı gibi, kasıtlı bir propagandanın, niyet okuyuculuğunun eseridir, bayat bir tezgahtır. Biz, bize yapılanların hiç kimseye yapılmamasını savunduğumuz için milletimizin çoğunluğu tarafından iktidara getirildik.’’
Danıştay hukuku çiğnedi vicdanları yaraladı
“Hukuk, insanların eğitim almasının teminatıdır. Hukuk insanların eğitim hakkını kısıtlamaz. Dolayısıyla bu karar, öncelikle hukuksuzluktur. 125. Maddeye de aykırıdır”
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Danıştay’ın verdiği ALES sınavıyla ilgili kararı da ‘’Vicdanları yaralayan, evrensel hukuk normlarını çiğneyen, yargıya güveni bir kez daha sorgulatacak nitelikte bir karar’’ olarak değerlendirdi.
ANAYASAYA AYKIRI, KANUNSUZ
Anayasa’nın 125. Maddesi’ni hatırlatan Erdoğan, Danıştaş kararının Anayasaya aykırı olduğuna dikkat çekti. Kararın aynı zamanda kanunsuz olduğunu söyleyen Erdoğan şöyle devam etti:
HUKUK EĞİTİMİN TEMİNATIDIR
‘’Hukuk, insanların eğitim almasının teminatıdır. Hukuk insanların eğitim hakkını kısıtlamaz. Dolayısıyla bu karar, öncelikle hukuksuzluktur. Anayasa ve yasalarda, kılık kıyafete ilişkin tek bir düzenleme bulunmazken, tek bir kısıtlama bulunmazken; Anayasa’nın 125. Maddesi ortadayken, yasalara, Anayasa’ya aykırı alınan bu karar, aynı zamanda kanunsuzdur.”
DİNK ZANLISI 36 SAATTE YAKALANDI
TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner’in yargıya ilişkin değerlendirmelerine de cevap veren Başbakan Erdoğan, Gazeteci Uğur Mumcu döneminde AK Parti’nin iktidarda olmadığını ama Hrant Dink olayında zanlıları 36 saatte yakalayarak yargıya teslim ettiklerini anlattı.
‘Yargıyı ideolojilerden kurtarmamız lazım’
Başbakan Erdoğan, “Yargının siyasallaşması, asıl budur. Bizim 8 yıldır düzeltmeye, değiştirmeye çalıştığımız manzara işte budur. ‘İktidar yargıyı siyasallaştırıyor’ diye itiraz edenler, aslında yargıdaki siyasallaşmanın, kapalı devrenin devamını isteyenlerdir. Biz istiyoruz ki yargı, belli ideolojilerin, belli kesimlerin değil, milletin yargısı olsun’’ diye konuştu.
Yargı reformu yapmakta kararlıyız
Başbakan Erdoğan, Yargı reformu konusunda kararlı olduklarını ifade etti. Yargıtay, Danıştay ve Anayasa Mahkemesi ile ilgili bazı adımların atılacağını vurguladı
Yargı reformuyla ilgili çalışmalara da değinen Başbakan Erdoğan, şöyle devam etti:
‘’Bu ülkede zaman aşımından istifade ile işi yırtan, kurtaran bir anlayışı kabul etmemiz mümkün değildir. Zaman aşımı anlayışı yargının iflasıdır. Ne demek zaman aşımı? Alırsın öncelikler sırasına, zaman aşımı mı yaklaşıyor önce onu bitirirsin, karara bağlarsın, ondan sonra da hem mağdur olanı bu noktada rahatlatırsın hem de kendin; ‘ben bu işi başardım’ dersin. ‘Zaman aşımına girmiştir’ deyip kararı vermek suretiyle kendini kurtaramazsın. Yargı burada tarihi bir vebalın altındadır. Bunu bütün samimiyetimle söylüyorum ve zaman aşımı anlayışını da ben doğrusu kabullenemiyorum, böyle bir şey olamaz. Şu anda 1 milyon 600 bin dosya Yargıtayda bekliyor. Böyle bir şey olur mu? Niye bitirmediniz arkadaş?”
DÜZELTMEKTE KARARLIYIZ
Yargıtay, Danıştay ve Anayasa Mahkemesi’yle ilgili bazı adımları atmakta kararlı olduklarını fade eden Erdoğan, ‘’Tutukluluk süresinin dolması nedeniyle yapılan son tahliyeler, millet nezdinde hukuk sisteminin bir kez daha sorgulanmasını, yargının, özellikle yüksek yargının bir kez daha sorgulanmasını gündeme getirdi. Bu tutuklulukla alakalı serbest bırakılanları Allah aşkına biz mi serbest bıraktık? Bunlar yargının elindeki yasalara göre süresi gelenleri serbest bırakma eylemi...” diye konuştu.
‘İdeolojik yaklaşım’a örnek gösterdi
Başbakan, “Terör örgütü mensupları, iş yoğunluğu gerekçesiyle serbest bırakılırken, kimi dosyalar jet hızıyla karara bağlanabiliyor. Benimle ilgili 2002 seçimlerinde Diyarbakır’dan dosya 24 saatte Ankara’ya getirildi ve Yargıtay 24 saatte kararı verdi ve seçime girmemi engelledi. Sayın Erbakan ile ilgili 5 günde karar verdiler. Cihaner ile ilgili işi bağladılar. Onları yaparken bayağı mahirsiniz de burada niye mahir değilsiniz” diye sordu.
Tüm babalar burada yerli otomobil işini halledelim
TÜSİAD üyelerine ‘yerli otomobil üretelim’ çağrısı yapan Başbakan Erdoğan “Otomotiv sektörü içinde olan babalar burada. Artık bu işi halledin” dedi
Türkiye Sanayici ve İşadamları Derneği’nin (TÜSİAD) 41’inci Genel Kurulu’na katılan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dan otomotivin patronlarına ‘Yerli otomobil üretelim’ çağrısı geldi. Türkiye’nin artık yerli otomobilini üretmesi gerektiğini belirten Erdoğan, bu konuyu Koç Holding Başkanı Mustafa Koç’a da açtığını belirterek “Geçen akşam Sayın Koç’a dedim, ‘Artık soyadınız gibi bir marka ile şurada biz yerli otomobilimizi üretelim ve dünyaya diyelim ki, bak bu da artık bizim otomobilimiz.’ Bunu sunalım, başaralım. Hepsi burada montajı yapılan otomobiller olmasın” dedi.
ERDOĞAN’DAN AÇILIM ESPRİSİ
“Şu anda otomotiv sektörü içinde olan babalar burada” diyen Erdoğan şunları söyledi: “Bu işi halledin. Bir araya gelerek mi yaparsınız, yok ben bunu kendim de yaparım mı dersiniz. Nasıl arzu ederseniz. Artık yapalım. Türkiye’ye ve Türk’e bu yakışır. Bunu yapmamız lazım.” TÜSİAD’ın kuruluş yılı olan 1971 yılından çok farklı olarak bugün dünyanın en büyük 16’ncı ekonomisi olan, bölgesinde saygın güçlü bir Türkiye olduğunu belirten Erdoğan, konuşmasında ‘açılım’ esprisi de yaparak “Bu rakamlar kadar önemli olan, TÜSİAD son iki dönemdir hanımefendiler tarafından yönetiliyor. Kadınların bu denli aktif ve belirleyici olması bile Türkiye’nin
kat ettiği mesafeyi ortaya koyuyor. Nükte olarak söylüyorum, TÜSİAD’ın artık açılımını okumayacaksınız, çünkü sıkıntı olabilir” dedi. Erdoğan 8 yıldır Türkiye’nin kronik meseleleri üzerine kararlılıkla gittiklerini de anlattı. • EKONOMİ SERVİSİ
İktidarın gayretiyle büyüdük
Mustafa Koç, TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı olarak yaptığı son konuşmada, AK Parti Hükümeti’nin krizde aldığı önlemlerin yerinde olduğunu söyledi. Dünyanın 2008’de ekonomik bunalımla karşı karşıya kaldığına işaret eden Koç “Ülkemiz, bu dönemde ciddi oranda küçüldüyse de iktidarın gayretleri ile yeniden büyüme çizgisine oturduk. Bu gelişmeler hepimizi geleceğe daha umutla bakmaya sevk etti” dedi.
PATRONLARIN TEKLİFE YANITI
Koç: Elimizden geleni yapacağız
Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Koç, Erdoğan’ın ‘Yerli otomobil üretelim’ önerisiyle ilgili olarak “Daha onu teknolojik olarak yapmak biraz imkan dışı gibi gözüküyor. Elimizden geleni yapacağız” dedi. Koç Holding Onursal Başkanı Rahmi Koç da daha önce ‘Anadol’ adında yerli bir marka ürettiklerini anımsatarak, Başbakan’ın yüzde 100 yerli üretimi kastettiğini söyledi.
Şu anda zaten belli modellerde ithalatın 160 dolarlara kadar düştüğüne dikkati çeken Koç “Burada bazı parçalar var ki bunları yerli olarak üretmek çok anlamsız. Mesela bilyalı rulmanı dünyada 3-4 şirket yapıyor ve bütün dünyaya veriyor. Bu gibi parçalar var ki Türkiye’de yapılması hiç mümkün değil. Olsa bile fevkalade pahalı olur” dedi.
Kibar: Zor değil yapanlar nasıl yaptı
Kibar Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ali Kibar ise Türk markası yerli otomobil üretimine ilişkin “Zor bir şey değil. Yapanlar nasıl yaptı?” dedi. Kibar, Erdoğan’ın bu beklentide haklı olduğunu söyledi. Kamuoyunda da böyle bir beklenti bulunduğunu ifade eden Kibar, asgari 200 bin adedin altında olmayacak bir üretim platformuyla böyle bir modelin lanse edilebilmesinin mümkün olduğuna dikkati çekti. Kibar “Türkiye’de bu bilgi var ama önemli olan pazar ve pazar reaksiyonlarının ekonomik kılabilecek hale dönüştürebilmek” diyerek sanayicilerin bu konuda çalışacağını dile getirdi.
Yargı reformuna ihtiyaç var
Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Ümit Boyner, açılış konuşmasında Başbakan Erdoğan’a hitaben “Sayın Başbakan’ım, okuduğunuz şiir yüzünden siz de hapis yattınız, artık yargı reformunu yapalım” dedi.
KUTUPLAŞMA UYARISI
Boyner “Her bir vatandaşımız için, hepimiz için, tarafsız, bağımsız, kaliteli, zamanında çalışan adaletten yanayız. Vicdanlarımızın rahatlığı, adalete ve hukuk üstünlüğüne güvenip önümüze bakmamız Türkiye’nin geleceği için olmazsa olmaz” diye konuştu. Yeni Anayasa’nın yapımının Türkiye için önemli olduğunu da belirterek kendilerinin yaptığı yeni Anayasa çalışmalarının sonuçlarını da 22 Mart 2011’de kamuoyuyla paylaşacaklarını söyledi.
Türkiye’nin yargı reformuna ihtiyacı olduğunun altını çizen Boyner önceki gün Hrant Dink’in 4. ölüm yıldönümü olduğunu hatırlatarak “Bugün yargılama sürelerinin uzamasından dolayı yaşadığımız sıkıntılardan tutalım, vatandaşın en temel hak ve özgürlüklerine bakış açısına kadar temelinden yeniden inşa etmemiz, vatandaşın adalete olan açlığını giderecek, hukukun üstünlüğüne olan güvenini yerine getirecek bir yargı reformuna ihtiyacımız çok derin, çok öncelikli” dedi. Boyner seçmen haritasına da yansıyan hayat tarzının farklılıklarından kaynaklanan kutuplaşmanın derinleşmesi ihtimalinin kendisini kaygılandırdığını da belirtti.
‘Çaylağım’ dedi hitabetiyle alkış aldı
Genel kurulda Feyyaz Berker ile TÜSİAD’ın en genç üyesi olan TÜSİAD eski Başkanı Ömer Sabancı’nın oğlu Hacı Sabancı da birer konuşma yaptı. 24 yaşındaki Hacı Sabancı konuşmasının başında, heyecanlı olduğunu ifade ederek “Sizlerin önünde bir çaylak olarak konuşmak üniversite sınavına girmekten daha zor” dedi. Sabancı, konuşmasıyla işadamlarından büyük alkış aldı.
Berker: Çok şükür zor günlerden çok uzağız
TÜSİAD Kurucu Üyesi ve ilk Yönetim Kurulu Başkanı Feyyaz Berker ise konuşmasında “Bundan evvel de başkanımız kadındı. Bundan sonra da kadınlar başkan olsun diyorum” dedi. 86 yaşındaki Berker, genç üye Hacı Sabancı’ya TÜSİAD’ın ilk 10 yılını da anlatan bir dosya verdi. Feyyaz Berker “İlk 10 yılda 12 Mart ve 12 Eylül’de başkanlık yaptım. Çok zor bir dönemdi. Evlerimize bomba atıldı. Bugün çok şükür o günlerden çok uzağız” diye konuştu.
Yeni YİK Başkanı Yücaoğlu
TÜSİAD genel kurulunda Mustafa Koç, YİK Başkanlığı görevini Erkut Yücaoğlu’na devretti. Genel kurulda yapılan oylama sonucunda Mustafa Koç ve Ömer Dinçkök de TÜSİAD’ın onursal başkanları oldu.
Kriz bitti aidat % 12.8 zamlandı
TÜSİAD’ın 41’inci Genel Kurulu’nda 2 yıldır kriz nedeniyle artırılmayan aidatlara zam geldi. TÜSİAD’ın yıllık aidatları, 2009 ve 2010 yılında enflasyondaki toplam yüzde 13.02’lik artış dikkate alınarak yüzde 12.82 artışla 22 bin liraya çıkarıldı. Genel kurulda ayrıca 2011 bütçesi de oylandı. Verilen bilgiye göre TÜSİAD’ın bütçesi 2010 yılında 283 bin lira fazla verdi. Yeni yılın bütçesi ise 13 milyon 320 bin lira olarak öngörüldü. TÜSİAD’ın 2011 yılı giderlerinin yüzde 27’lik kısmı, 40. yıl faaliyetleri içinde önemli payı bulunan araştırma ve tanıtım faaliyetlerine ayrıldı.
"KOÇ" GİBİ OTOMOBİLİMİZ OLSUN
ANKARA - Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ''Geçen akşam Sayın Koç'a dedim, (Artık soyadınız gibi bir markayla yerli otomobilimizi üretelim ve dünyaya diyelim ki, bak bu da artık bizim otomobilimiz). Bunu başaralım. Bu işi halledin'' dedi.
Başbakan Erdoğan, kızı Sümeyye Erdoğan ile Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği'nin (TÜSİAD) 41. Genel Kurulu'nun gerçekleştirildiği Ceylan Intercontinental Oteli'ne gelişinde Yönetim Kurulu Başkanı Ümit Boyner ile Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Mustafa Koç tarafından karşılandı.
''YUMURTALI'' EYLEMLER
TÜSİAD'ın CEO'lara yönelik anketinde, son dönemde şahit olunan ''yumurtalı'' eylemlerin gençlerin ifade özgürlüğünü yansıtıp yansıtmadığının da sorulduğunu anlatan Erdoğan, ''Buna da 'hayır yansıtmıyor' diyenler yüzde 73 ve 'evet yansıtıyor' diyenler yüzde 27. Elbette, CEO'larla yapılan bu anket, bir Türkiye manzarası çizmekten son derece uzaktır, ancak iş dünyasının nabzını tutmak noktasında da tam tersine çok manidar olduğunu düşünüyorum'' şeklinde konuştu.
YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan'ın önceki gün üniversiteli gençlerle bir toplantı yaptığını hatırlatan Başbakan Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Bu toplantıya üniversitelerin gençlik konseyi başkanları katıldı ama dışarıda da 40-50 kişilik grup gösteri yaptı. Rektörlerle yaptığımız toplantılarda dışarıda yapılan gösteriler gibi. YÖK Başkanı kimlerle görüşüyor, üniversitelerden, okullardan seçilmiş konsey başkanı olan gençlerle toplantı yapıyor. Dışarıda da yapılan bu gösteriler kimler tarafından yapıldığına baktığımızda Marksist, Leninist idelojik bazı gruplar. Bunların ne kadarı öğrencidir, ne kadarı değildir bilemem ama içeride olanlar, gençler tarafından seçilmiş üniversite gençlik konseyi başkanlarıdır. Takdirini size bırakıyorum.''
YERLİ OTOMOBİL TALEBİ
Başbakan Erdoğan, otomobil satışlarında tüm zamanların rekorunun elde edildiğini anımsatarak, 2002 yılında 91 bin adet otomobil satılırken, 2004 yılında satışın rekor seviyeye ulaştığını ve 451 bin olduğunu belirtti.
Erdoğan, 2010 yılında ise bütün olumsuzluklara rağmen Türkiye'de yarım milyonun üzerinde, 510 bin adet otomobil satışı gerçekleştiğini belirterek şöyle konuştu:
''Ekonomideki canlanmaya ilişkin önemli bir gösterge de krediler... Bazıları diyor 'Ne oluyor?' İçeriye bak, ihracata bak... Hepsinde otomobil satışında ciddi bir artış var. Geçen akşam Sayın Koç'a dedim, 'Artık soyadınız gibi bir marka ile şurada biz yerli otomobilimizi üretelim ve dünyaya diyelim ki, bak bu da artık bizim otomobilimiz.' Bunu sunalım, başaralım. Hepsi burada montajı yapılan otomobiller olmasın. Şu anda otomotiv sektörü içinde olan babalar burada... Bu işi halledin. Bir araya gelerek mi yaparsınız, yok ben bunu kendim de yaparım mı dersiniz. Nasıl arzu ederseniz. Artık yapalım. Türkiye'ye ve Türk'e bu yakışır. Bunu yapmamız lazım. Kredilere bakıyoruz. 2010 yılında, mevduat bankalarının verdiği toplam kredi miktarı yine tüm zamanların rekorunu kırarak, 421 milyar liraya ulaştı. 2009 yılında bu miktar 293 milyar liraydı. 2002'de ise 32 milyar lira. Bakınız nereden nereye geldik. Bu krediler içinde ticari krediler de 2002'de 22 milyar, 2009'da 146 milyar iken, 2010 yılında 224 milyar lira oldu.''
EMPOZE ETMEK BASKIDIR
Başbakan Erdoğan'ın konuşmasında öne çıkan ifadeleri şunlar:
• Bizim, şahsi olarak bazı meseleler karşısındaki tavrımız, duruşumuz, bakışımız nettir. Ama biz şunu söylüyoruz; Şahsi yaklaşımları, kişisel anlayışları, toplumun tümüne empoze etmek, baskıdır, zulümdür, haksızlıktır. Ben, kendi iç dünyamda, kendi ailem içinde, alkole karşı bir tavır belirlemiş olabilirim. Benim arkadaşlarım, bizim partimiz, kendi kişisel dünyalarında olaya farklı bakıyor olabilir. Ama, bu muhafazakar kimliğimizin yanında, biz demokratız ve kişisel yargılarımızı topluma empoze etmemek noktasında son derece hassas bir duruş sergiledik, sergiliyoruz. Hiç kimse bunları birbirine karıştırmasın. Biz, özgürlüklerin, başkasının özgürlük alanı sınırlarında durması gerektiğini biliyoruz.
• Ben burada, TÜSİAD Genel Kurulu'nda bir kez daha ifade ediyorum; Biz, damdan düşerek geldik, damdan düşmenin ne olduğunu biliriz. İşte onun için, hiçkimsenin yaşam tarzına müdahale etmeyiz, edilmesine de müsaade etmeyiz. Bu noktadaki endişeler tamamen yersizdir. Bu noktadaki endişeler, tıpkı ekonomide yapıldığı gibi, kasıtlı bir propagandanın, niyet okuyuculuğunun eseridir ve tekrar ediyorum, bayat bir tezgahtır. Bugün nasıl ki iş dünyası, ekonomiyle ilgili konularda hükümete tam bir güven içindeyse, ben eminim ki tüm milletimiz de o diğer hassas konularda hükümetimize karşı tam bir güven içindedir. Seçim öncesinde aleyhimizde yürütülen bu art niyetli kampanya da inanıyorum ki yine milletimiz tarafından bozulacaktır.''
DANIŞTAY'IN ALES KARARI
• Danıştay, ALES sınavıyla ilgili biliyorsunuz bir karar aldı. ALES Sınav Kılavuzu'nda öğrencilerin kılık kıyafetine ilişkin yasaklama, kısıtlama olmadığı için yürütmeyi durdurdu. Karar son derece keyfi bir karar. Vicdanları yaralayan, evrensel hukuk normlarını çiğneyen, yargıya güveni bir kez daha sorgulatacak nitelikte bir karar. Alınan bu karar, aynı zamanda kanunsuzdur.
ZAMAN AŞIMI ANLAYIŞI YARGININ İFLASIDIR
• Yani biz kalkıp da bu ülkede zaman aşımından istifade ile işi yırtan, kurtaran, bir anlayışı kabul etmemiz mümkün değildir. Zaman aşımı anlayışı yargının iflasıdır. Ne demek zaman aşımı? Alırsın öncelikler sırasına, zaman aşımı mı yaklaşıyor, önce onu bitirirsin karara bağlarsın. Ondan sonra da hem mağdur olanı bu noktada rahatlatırsın, hem de kendin (ben bu işi başardım) dersin. (Zaman aşımına girmiştir) deyip kararı vermek suretiyle kendini kurtaramazsın. Yargı burada tarihi bir vebalin altındadır. Bunu bütün samimiyetimle söylüyorum ve zaman aşımı anlayışını da ben doğrusu kabullenemiyorum. Böyle birşey olamaz.
• Yeni düzenlemelerle Yargıtay ve Danıştayda da bazı adımları atmakta kararlıyız. Anayasa Mahkemesi ile ilgili bazı adımları atıyoruz, atmakta kararlıyız.
• Tutuklulukla alakalı serbest bırakılanları Allah aşkına biz mi serbest bıraktık? Bunlar, yargının elindeki yasalara göre süresi gelenleri serbest bırakma eylemi.
• (Yargıtayın iş yükü çok, bunu istinaf mahkemeleriyle çözelim) dedik, hakim ve savcı açığı nedeniyle istinaf mahkemeleri, uygulama planına gelmedi ama hakim ve savcı alımları da trajikomik bahanelerle sürekli engellendi ve engelleniyor.
Kimi dosyalar öne alınıp, jet hızıyla karara bağlanabiliyor. Benimle ilgili 2002 seçimlerinde Diyarbakır'dan dosya 24 saatte Ankara'ya getirildi ve Yargıtay 24 saatte kararı verdi.
• (İktidar yargıyı siyasallaştırıyor) diye itiraz edenler, aslında yargıdaki siyasallaşmanın, kapalı devrenin devamını isteyenlerdir. Biz istiyoruz ki, yargı, milletin yargısı olsun.
• Yeni anayasa çalışmalarına, seçimlerin hemen ardından başlayacağız.
•''(Yargıtayın iş yükü çok, bunu istinaf mahkemeleriyle çözelim) dedik, hakim ve savcı açığı nedeniyle istinaf mahkemeleri, uygulama planına gelmedi ama hakim ve savcı alımları da trajikomik bahanelerle sürekli engellendi ve engelleniyor''
•''Kimi dosyalar öne alınıp, jet hızıyla karara bağlanabiliyor. benimle ilgili 2002 seçimlerinde diyarbakır'dan dosya 24 saatte Ankara'ya getirildi ve Yargıtay 24 saatte kararı verdi''
VALiLERE TERöR UYARıSı MAKAM ODASıNA KAPANıP KALMAYıN Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 20 01 2011 perşembe
ANKARA - Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, "Genel seçim öncesinde iç politikayı şekillendirmek amacıyla terör örgütünün taşeron rolü üstleneceğine dair emareleri şimdiden görüyoruz" dedi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, özellikle genel seçim öncesinde iç politikayı şekillendirmek amacıyla terör örgütünün taşeron rolü üstleneceğine dair emareleri gördüklerini, terörün yol açtığı zarar nedeniyle siyasi çıkar elde eden bazı kesimlerin de hassasiyetleri kaşıyarak buradan rant elde etmenin gayreti içine girdiklerini belirterek, valilerin bu konuda sağduyulu olmalarını istedi.
Erdoğan, Vilayetler Evi'ndeki Valiler Toplantısı'nda yaptığı konuşmada, terörle mücadelelerinin, kararlılıkla sürdüğünü ama bunun yanında terörü doğuran, besleyen meselelerin de üzerine cesaretle gittiklerini, en geniş ve ideal demokratik düzenlemelerle istismar zeminlerini sabırla kararlı bir şekilde tek tek kuruttuklarını söyledi.
Şehirlere yapılan yatırımların, okullar, hastaneler, adalet, emniyet sarayları, konutlar, bölünmüş yolların, köylere, mezralara kadar ulaştırılan hizmetlerin terörün istismar araçlarını işlevsiz hale getirdiğini belirten Erdoğan, şöyle konuştu:
''Terör örgütü, elindeki istismar araçlarının tek tek kaybolduğunu görerek, altındaki zeminin artık ciddi şekilde kaydığını hissederek şehirlerimizde kışkırtıcı, tahrik edici eylemlerini de yoğunlaştırmak istiyor. Özellikle genel seçim öncesinde iç politikayı şekillendirmek amacıyla terör örgütünün taşeron rolü üstleneceğine dair emareleri şimdiden görüyoruz. Terörün devamından kendisi için fayda mülahaza eden ne yazık ki sadece terör örgütü değil. Terörün varlığı, terörün yol açtığı zarar nedeniyle siyasi çıkar elde eden bazı kesimler de hassasiyetleri kaşıyarak buradan rant elde etmenin gayreti içine giriyorlar.
Doğuda da, batıda da tüm valilerimizin bu noktada son derece sağduyulu olmaları gerekiyor. Demokrasiden asla taviz vermeden, hukuk ve demokrasi kuralları çerçevesinde her türlü kışkırtmayı suhuletle boşa çıkaracağımızı biliyorum.''
Milli birlik ve kardeşlik projesinin kararlılıkla devam ettiğini belirten Başbakan Erdoğan, ''Birilerinin, 'Nerede kaldı milli birlik kardeşlik projesi' gibi safsataları, konuşmaları asla sizleri, bizleri yıldırmasın. Proje gayet güzel gitmektedir, yürümektedir, uygulanmaktadır. Bu projeden taviz yok. Bu projeden taviz verdiğimizde, geri adım attığımızda, tahriklere boyun eğerek süreci durdurduğumuzda kaybedenin ülke, millet olacağını çok iyi biliyoruz. Onun için her kışkırtmanın, tahrik eyleminin, provokasyonun, kışkırtıcı açıklamaların asıl niyetini, asıl hedefini milletimizle paylaşmak durumundayız'' dedi.
MAKAM ODASINA KAPANIP KALMAYIN
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, valilerden makam odasına, makam aracına kapanıp kalmamalarını, gerektiğinde ayaklarına çizmelerini giyip, ellerine kazma küreği almaları ve çalışmalara bizzat nezaret etmelerini isteyerek, ''Bizim de, halkımızın da görmek istediği vali profili işte budur'' dedi.
Erdoğan, Vilayetler Evi'ndeki Valiler Toplantısı'nda yaptığı konuşmada, seçim sürecine girildiğine işaret ederek, valilerden, seçim güvenliği ve propaganda özgürlüğü noktasında sağduyu ve soğukkanlılığı en üst derecede muhafaza etmelerini, demokratik bir seçim atmosferinin oluşmasına katkı sağlamalarını istedi.
Millet tercihinin tüm harici etkilerden uzak, bir vicdan muhasebesi ile sandığa yansımasının kendileri için önemli olduğunu belirten Erdoğan, seçim öncesi propaganda döneminden oy verme, oyların sayımına kadar adaletin, hakkaniyetin ve güvenliğin sağlanmasının ilgili kurumlarla birlikte hükümet olarak kendilerinin ve valilerin mesuliyeti altında olduğunu söyledi.
''...YENGEMLE BERABER ORAYA GİDECEK ORADA ÇAYDANLIĞI DA KURACAK''
Erdoğan, valilerden yoksulun üşüyen elini tutmalarını da isteyerek, şöyle dedi:
''Bir yaşlının hayır duasını alacak, icabında esnafa uğrayıp çayını içeceği gibi ama yoksulun evine de oturup yanında çayını şekerini her şeyini götürecek. O çayını hazırlayıp veremeyecekse icabında kendisi yengemle beraber oraya gidecek, orada çaydanlığı da kuracak, çayı da yapacak beraberce çayını içecek. Bunların bir örneklerini verin, verenleriniz vardır da... Bunları bir artıralım. Valilerimiz bunları yapsın, bunlar farklı bir şekilde dalga dalga o durgun suya atılan bir taş gibi bunu yayar. Türkiye'nin buna çok ihtiyacı var. Bu, bambaşka bir heyecanı benim ülkeme getirir. Pazara uğrayıp hemşehrisinin arasında bulunmalı, en küçük bir derdi, sıkıntısı, sorunu olan vatandaş valilik binasının hemen yanı başında olduğunu, oraya rahatlıkla gidebileceğini ve derdini anlatabileceğini bilmeli, hissetmeli. Acaba bu 81 vilayetimizde oluyor mu? Maalesef olmuyor. Maalesef olmuyor. Bazı kapılar bakıyorsunuz vatandaşa kapalı, şöyle veya böyle engelleniyor. Aynı şey Başbakanlık'ta da oluyor, Başbakanlığın da kapısı öyle çok rahat değil, herkes giremiyor. Aynı sıkıntıyı biz de yaşıyoruz. İşte bunun adı bürokratik oligarşi. Bunu yıkmamız lazım. Hep beraber yıkmamız lazım. Bunu yıktığımız gün, biz milletimizi, o sevgi medeniyetinin bir neticesi, hasılası olarak değerlendirme fırsatını buluruz, çok daha büyük katma değeri çok yüksek bir güçle geleceğe yürürüz.'';
ATALAY: TÜRKİYE ARTIK İŞKENCELERLE ANILMIYOR
İçişleri Bakanı Beşir Atalay, ''Türkiye artık işkencelerle, faili meçhullerle, yargısız infazlarla anılan bir ülke değil'' dedi.
Vilayetler Evi'ndeki Valiler Toplantısı'nda konuşan Atalay, toplantının önceki gün başladığını, gün boyu bakanlıkla, güvenlikle ilgili konuları görüştüklerini, dün de akşama kadar 5 ayrı bakanın valilerle bir araya geldiğini anlattı.
Valilere beklentilerini ilettiklerini, onların dile getirdiği sorunları değerlendirdiklerini söyleyen Atalay, ''Özellikle iç güvenlikten sorumlu yöneticilerimizin de bulunduğu kısımda, güvenlikle ilgili yürüyen çalışmalarımızı baştan sona değerlendirdik. Bildiğiniz gibi hükümetlerimiz döneminde güvenlikte önleyici ve caydırıcı politikalar ve tedbirleri öne almıştık. Özellikle sizin (Başbakan) bize talimatınız olarak yeni teknolojilerin kullanılması ve kent güvenliğinde MOBESE sisteminin ülke genelinde yaygınlaştırılması en önemli hususlardan birisiydi. Hem Emniyet Genel Müdürlüğümüz hem de valilerimizin çabasıyla gönül rahatlığıyla şunu ifade ediyorum ki, 81 ilimizde MOBESE sistemi şu anda mevcut. 33 ilçemizde çalışmalar tamamlandı, büyük ilçelerimizde de çalışmalarımız sürüyor'' diye konuştu.
Bakan Atalay, MOBESE sisteminin hem suçların önlenmesinde caydırıcı rolü olduğunu hem de işlenen suçların aydınlatılmasında sistemden çok faydalandıklarını belirterek, görevi devraldığında sadece İstanbul'da MOBESE sisteminin olduğunu anımsattı.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a, verdiği destekten dolayı teşekkür eden Atalay, ''Artık arabasının yakıtını bulamayan bir polis teşkilatımız yok'' dedi.
21 OCAK
1522- Rodos fethedildi.
1774- Padişah III. Mustafa öldü, I. Abdülhamit tahta çıktı.
1924- Sovyet Devrimi'nin mimarı Viladimir İliç Uliyanof Lenin öldü.
1946- İş ve İşçi Bulma Kurumu kuruldu.
1951- Ankara'ya, Kore'den ilk hasta ve yaralı kafilesi geldi.
1952- Milli Savunma Bakanlığı, Kore'de 34 subay, 46 astsubay
ve 1252 erin şehit olduğunu açıkladı.
1954- İlk nükleer denizaltı USS Nautilus ilk seferine çıktı.
1958- Lefkoşa'da taksim lehine gösteri yapan Kıbrıslı
Türk gençlerine İngiliz askerleri müdahale etti; bir
genç ağır yaralandı, altı kişi tutuklandı.
1961- Saraçhane Tiyatrosu açıldı. İlk olarak Cevat Fehmi
Başkut'un Hacıyatmaz oyunu sahnelendi.
1972- Cidde'deki hac seferinden dönen ''Marmara'' uçağı
beş kişilik mürettebatıyla düştü. Hostes Hülya Maviler
yanarak öldü, diğerleri yaralı olarak kurtarıldı.
1983- Yazar Kemal Bilbaşar 73 yaşında öldü.
1985- Yazar Oktay Arayıcı 49 yaşında vefat etti.
1996- Filistin'de ilk kez yapılan devlet başkanlığı
seçiminde, Yaser Arafat bu göreve seçildi.
2010- Eski Bayındırlık ve İskan Bakanlarından
Orhan Alp vefat etti.
Yeni anayasa nasıl yapılmalı OSMAN CAN MEHMET UçUM istanbul 08 01 2011 cumartesi
Anayasa hukukçuları Osman Can ve Mehmet Uçum, 2011 seçimlerinin ardından gündeme gelmesi beklenen yeni anayasa için izlenmesi gereken yolu Taraf’a yazdılar:
80 Anayasası’yla bütün organik bağlar koparılmalı
Yeni anayasa sürecine girilirken, bu anayasanın yapımıyla ilgili önemli sorular gündeme geliyor. Bunlardan biri yeni anayasa yapmak için yetkinin kimden veya hangi kuraldan alınacağı sorusudur. İkinci soru ise anayasanın TBMM’de yazılmasının ve kabulünün yöntemi nasıl belirlenecek, örneğin bu yeni Anayasa yürürlükteki Anayasanın kurallarına göre mi yapılacak? Bu sorulara verilecek yanlış cevapların yıkıcı sonuçları olabilir.
Demokratik bir anayasacılıkta kurucu irade, toplumun demokratik ve katılımcı yöntemlerle billurlaşmış, barış içinde bir arada yaşamayı hedefleyen iradesidir. Bu irade toplumun demokratik temsilcileriyle bir anayasa metnine dönüştürülür. Yani bir asistanlık hizmeti verilir. Ardından ortaya çıkan metin, yeniden toplumun onayına sunulur. Bu irade kendi yarattığı tüm kurumları bağlar, ancak toplumun ve sonraki kuşakların kurucu iradesini hiçbir surette bağlamaz. Yaşayan toplum gerekli gördüğü her durumda harekete geçerek yeni bir anayasa üretebilir. Bunu engelleyecek hiç bir kurumsal irade olamaz. Çünkü toplum iradesiyle çatışan kurumsal iradeler zaten meşruiyetini kaybetmiş iradelerdir.
Türkiye’de yüz yıllık baskıcı ve tasarımcı bir devlet anlayışına dayanan politik karar tercihinin hazırlanan tüm anayasa metinlerinde yansıma bulduğunu, anayasaların her defasında yeniden yazılmış olmasına rağmen, derinde yatan temel siyasal kararın, buna derin anayasa diyelim, hiç değişmediğini, 1924, 1961 ve 1982 anayasalarında rahatlıkla görebiliyoruz. Hiçbir anayasa metninde devletin bürokratik iktidar haritası değişmedi, yalnızca tahkim edildi. Bunun özgürlük ve katılım sorunlarını üreten ve demokrasiyi engelleyen ana dinamik olduğu görülmedi. Bunu görmeyenlerin başında anayasa hukukçuları gelmektedir. İkinci kanıtı ise Anayasa Mahkemesi bize sunuyor. Anayasa Mahkemesi’nin 1970’li yıllardan başlayarak, anayasa değişikliklerini anayasa metninde yazan açık yasaklayıcı hükümlere rağmen, sözü edilen temel politik karara uygunluğa tabi tutarak iptal etmesi ve bu pratiği Türkiye’de 2008 ve 2010 yıllarında sürdürmesi, derin anayasa ile anayasa metninin birbirinden farklı olduğunu açıkça gösteriyor. Bu yaklaşım mahkemenin diğer içtihatlarının, hatta Yargıtay ve Danıştay içtihatlarının ortak paydasıdır. Dolayısıyla Türkiye’deki anayasalar siyasal birliğin biçimi ve tarzı hakkındaki temel kararın ne olduğunu belirleyen sonsuza kadar geçerlilik iddiasındaki bu tarihsel kurucu iradenin her dönemdeki farklı görünüm biçimlerinden başka bir şey değildir.
Derin anayasa ile anayasa metni arasındaki bu ayrımın, Nasyonal Sosyalistlerin Başhukukçusu Carl Schmitt’in öngörüsü ve arzusuyla birebir örtüşüyor olması, herhalde övünülecek bir durum değildir.
Demokrasi, derin anayasa ile anayasa metni ayrımının bulunmadığı, temel siyasi kararın toplum tarafından verildiği, bunun anayasa metninde yazılı olduğu, tüm kurumların yalnızca bu anayasa metninden hukuksal meşruiyet aldıkları, toplumun ise bu metni gerekli gördüğü her durumda yenisiyle ikame etme yetkisine sahip olduğu bir siyasal kültürün adıdır. Anayasa bir toplumda söylenmiş ve söylenebilecek son söz değildir. Kuruculuk yetkisi yalnız ve yalnız toplumdadır, bunu kullanmak için kurumsal iradeleri umursamak zorunda değildir. Toplumun önceki kurucu iradeyle bağlı olması yalnızca kendini inkâr, köleliğe razı olması anlamına gelir. Önceki derin anayasayı üreten kurucu iradenin son iki anayasada darbe veya darbe koalisyonu iradesi olarak tecelli ettiğini göz önünde bulundurduğumuzda, mevcut anayasanın referanslarına ve öngördüğü usule uyma taleplerinin ne anlama geldiğini minimum demokrasi kaygısı taşıyanlara hatırlatmak herhalde yeterli olur.
Türkiye’nin bugün tartıştığı yeni anayasa, aynı zamanda yeni kuruculuk olmayacaksa herhangi bir anlam ifade etmeyecektir. Yüz yıllık temel siyasal karar yerine toplumsal irade esas alınmayacaksa, yeni anayasa için uğraşmaya gerek yoktur. Çünkü yapılacak olan 1961 veya 1982’deki gibi göstermelik bir temsiliyet ve halkoylamasından öteye gidemeyecek; hem Türkiye’nin ilk sivil anayasasının yapıldığı müjdelenecek, hem bunun halkın onayıyla gerçekleştiği ifade edilecek, hem de yüz yıllık temel siyasal karar olan derin anayasaya dokunulmayacak. Hiç kimsenin toplumu bu tür bir anlamsızlığa ikna etmesi mümkün değildir.
Toplum darbecilerden ve darbe koalisyonundan daha fazla anayasa yapma hakkına ve gücüne sahip olduğunu artık görüyor. Bunu tüm kurumların, siyasi aktörlerin ve “okumuş”ların görmesinde yarar vardır.
Tüm farklılıklarıyla birlikte demokraside karar kılan ve yeni anayasa yapımına odaklanan Türkiye’de demokratik kuruculuk için, kurucu meclis toplanabilir, ki bu ideali yansıtır. Ancak yeni anayasa sözüyle seçime girmiş partilerden müteşekkil TBMM de kurucu olabilir.
TBMM’de birçok fonksiyon vardır. Bunlardan kanun çıkarma ve mevcut anayasada değişiklik yapma fonksiyonları “kurumsal” yani “mevcut anayasa tarafından tanımlanmış” hukuksal fonksiyonlardır. Ancak TBMM’de hukuksallığın ötesine taşan bir fonksiyon vardır. Bu fonksiyon sosyolojiktir. TBMM toplumun kullandığı oylarla temsil yetkisini verdiği ve bunun sosyolojik-ampirik olarak saptandığı tek merciidir. Yani toplumun temsil edildiği mekân olduğunu saptayabilmek için, hukuksal bir kurala bakmak gerekli değildir. TBMM bu özelliğiyle yeni anayasa yapma iradesini ortaya koyduğu anda, cari anayasal düzen normlarıyla bağlı değildir. Çünkü artık eski anayasal düzene göre “kurulu” bir organ değildir ve o düzenin verdiği yetkilerle harekete geçmemektedir.
Bu yüzden bir “Meclis kararı” ile sürecin başlatılması kuruculuk için ön şarttır. Ancak bu meclis kararı, kurucu bir iradenin başlangıcı olarak kaleme alınmalı, içtüzük ve anayasadan alınan bir yetkinin kullanılmadığını, aksine halkın saptanabilir ve kanıtlanabilir “kuruculuk” yetkisinden doğan özgün bir yetki kullanıldığını ifade etmelidir.
Bu karar, yeni anayasa‘nın hazırlanış, görüşülme, kabul edilme, referanduma sunulma ve onay koşullarını kendi belirlemelidir. Bir norma gönderme yapmamalı, o normun geçerlilik kaynağı olduğuna işaret etmemeli, yalnızca mecliste ortaya çıkan iradeyle anlam kazanmalıdır.
Bu karar asli bir kuruculuk yetkisinin kullanıldığının ilanıdır.
Meclis‘in yüzde 10 barajının ürettiği temsil açığını, en azından anayasa taslağının oluşturulması sürecinde meclis dışı partilere de temsil imkânı sunarak kapatması zorunluluğu da unutulmamalıdır.
Bu nedenle mevcut Anayasa’nın 175. Maddesi’ne ekleme yapmak suretiyle sürecin başlatılması anlayışından kesin bir ifadeyle uzak durulmalıdır. Bu, kuruculuk yetkisinin yürürlükteki Anayasa’dan alındığının ifadesi olacaktır. Bu durumda kuruculuğun 1980 darbecilerinde olduğu kabul edilmiş olacak, derin anayasa yeniden egemen olacaktır. Sonuç ise açıktır: Mevcut anayasanın verdiği yetki kullanılıyorsa, bu yetkinin mevcut anayasanın temel referanslarına aykırı kullanılmaması gerekecektir. Yani aslında 1982 Anayasası’nın kendini yeniden üretmesi sağlanmış olacaktır. Anayasa Mahkemesi’nin bu gerekçeyle devreye girmesi ise ayrı bir sorun oluşturacaktır. Mahkeme’nin 2010 değişikliklerinde dahi esasa girmekten çekinmediğinin hatırlatılmasında yarar vardır.
Unutulmamalıdır ki Türkiye toplumu, tüm siyasi partileriyle birlikte bir Anayasa yapma kararlılığı içinde. Yani kurucu bir karar verilmiş durumda. Bunu da 12 Eylül referandum sürecinde ve sonucunda (evet, hayır veya boykot tarzında) açık irade olarak ortaya koydu. Toplumun bu kararı vermesinin nedeni tüm siyasal ve toplumsal sorunların çözümüne olanak yaratacak yeni bir siyasal yapı ve aygıt isteğidir. Yani devleti yeniden yapılandırma iradesidir. Bu kurucu kararın nasıl bir anayasaya dönüşeceğini de anayasa yapım süreci belirleyecektir.
Bunun için Türkiye toplumunun yeni anayasayı asli kurucu iktidar olarak doğrudan yapması, yani siyasal anayasayı ortaya koyması, temsil eksikliğini giderecek bir yöntemle desteklenmesi kaydıyla 2011 Meclisi’nin yahut Anayasa Meclisi’nin bunu yasalaştırması, önceki anayasaların referans alınmaması, hukukçuların sadece normları formüle etme sürecinde rol oynaması (teknik asistanlık) sürecin özellikleri olarak öne çıkmalıdır.
http://kutuphane.akparti.org.tr