Yürütmeyi daha iyi kontrol etmek, işte modernlerin özgürlüğü ! cumartesi 18 6 2011 tarihli Le Monde
Evvela Locke ( 1632-1704 ), sonra da Montesquieu ( 1689-1755 ) tarafından geliştirilen kuvvetler ayrılığı teorisinin, gelişmiş modern demokrasilerde soluklanmaya başladığını görüyoruz.
Yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerinin ayrılığı veya dengesi de diyebilecegimiz bu model, bundan böyle modern demokrasilerin işleyişine zor ayak uydurmaktadır.
fransız Sosyalist Partisine yakın, Pierre Rosanvallon, Le Monde ( 18-6-2011 ) gazetesinde modern demokrasilerin bu uyumsuzluğu aşması gerektiğini tartışıyor...
Kuvvetler ayrılığı, eskimiş bir fikir ?
Yürütmeyi daha iyi kontrol etmek, işte modernlerin özgürlügü !
Kuvvetler ayrılığı: daha meşhur mevhum yoktur. Fakat aynı zamanda da muallak. 1789 İnsan ve Yurttaş Hakları Beyannamesi, 16. maddesinde, kuvvetler ayrılığı güvence altında olmayan bir toplumun ''Anayasası olduğu söylenemez'' diyor.
İki yüzyıl sonra, tüm eski sovyet blok'u ülkelerinin Anayasaları kelimesi kelimesine aynı tanımlamayı almaktadır. Fakat somut olarak, kimsenin bu yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerinin gerçekten otonom bir biçimde işleyebilmesini göz önüne bile getirmediğini gözlemliyoruz. Aslında kuvvetler ayrılığı terimi ile daha çok bir kuvvetler dengesi ve terazisi fikri göz önünde bulundurulmuştur.
Locke ( 1632-1704 ) Montesquieu ( 1689-1755 )
İlginç paradoks: XIX. yüzyılda, en az demokratik olan rejimler ''kuvvetler ayrılığı'' mevhumunu öne çıkarmışlar, ve yürütme kuvvetinin bağımsızlığını kutsallaştırarak her türlü parlamenter kontrolden muaf tutmaya çalışmışlardır. Bu durum Fransa'da II. Imparatorluk döneminde gözlemlenir.
Fakat şimdilik günümüzle ilgilenelim.
İki soru var: bir ayrılığa mı yoksa dengeye mi ihtiyacımız var ?
Cevap evet ise, hangi şartlarda ?
Evvela eski üçlü kuvvetler paylaşımının bir anlamının kalmadığının altını çizelim. Tüm modern toplumlarda, bundan böyle sadece yürütme kuvvetinin yegane iktidar olduğunu söylemek zorundayız. Temel girişim ve kararlar sadece bir kuvvete ait; Yasama kuvveti, çeşitli variyantlarla, sadece, yürütmeyi kontrol, zorlama ve sansür kapasitesine sahiptir. Yargı kuvvetine gelince, çoktandır iktidar olarak bir varlığı yok.
Kuvvetler ayrılığı mevhumunun, yargı sisiteminin siyasi irade sürecine, yasama ve yürütme işlevlerine katkısı oranında önemi vardı; bu önem idari bir Devletin gelişmesiyle son buldu. Yargı kuvvetinin işlevi bundan böyle davalarla ilgili hale geldiginden, yargı yetkisi ( makamı ) demek daha doğru oldu. Bu yüzden, üçlü kuvvetler ayrılığının bir anlamı kalmadı.
Bununla beraber, yürütme kuvvetinin mütemadiyen hiçbir karşı güç tanımadan, sanki tek meşru iktidarmış gibi davranmasına karşı durmanın da gerekliliğini de vurgulamalıyız.
Bu ikili iddiaya karşı, yeni bir iktidarlar mimarisinin terimlerinin belirtilmesi gerekmektedir. Fakat ayrılık veya dengeden çok, işlev ve demokratik biçimler karmaşası, çoğalma ve ayrımlaşması kapsamlarında düşünmeliyiz.
Evvela genel iradenin ifade imkan ve biçimlerini çoğaltmalıyız. Siyasi iktidar meşruluğunu seçimlerden alıyor. Fakat seçim kurumunun iki ayrı boyutu var: kendini doğrulama prensibi ve ciddiye almama tekniği. Sorun, her iki boyutun ayni niteliği taşımaması. Teknik olarak, çoğunluğun aldığı karar kendini kabul ettirse de, daha geniş bir sosyal anlaşmaya dayanan meşruluğa da açık olmalıdır.
Netice itibariyle, çoğunluğun kararından farklı düşünen demokratik kurumların gerekliliği giderek güç kazanmaktadır. Bu kurumlar arasında tarafsızlık prensibiyle uyum halinde olan bağımsız sivil toplum örgütlerini, adalet'i , ve düşünen ve halk iradesi prensibini ifade eden anayasa mahkemelerini sayabiliriz.
Hem rekabet halindeki, hem de birbirlerini tamamlayan bu yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerini eşit bir biçimde birbirleriyle harmanlayan sistemlerin giderek daha çok demokratik oldukları kabul edilmelidir.
İkinci bir safhada ise, eylem ve kontrol işlevlerinin, yani hükümet ve muhalefetin birbirlerinden ayrılması gerekmektedir. Modern dünyanın güçlü ve tepkili iktidarlara ihtiyacı vardır. Fakat bunlar devamlı kontrol edilmelidirler, proje ve kararları tartışmaya açık olmalı, eylemleri değerlendirilip, eleştirilmelidir. Burada, sadece iktidarları ayırmak değil, pozisyonları belirlemek de söz konusudur.
Esas olan, muhalefete, uyarma ve reddetme rolünü tamamıyla oynayabilme imkanlarını vermektir. Amerikan demokrasi anlayışına uygun olarak, muhalefetin, yürütme kuvvetini itham edebilen bir savcı rolü oynayabilmesini söyleyebiliriz. Değişik bir biçimde olmasına rağmen, parlamentonun da buna benzer gözetici bir rolü vardir; sivil toplum örgütleri veya basın da bu rolü oynamalıdır.
Genel iradenin ifade biçimlerini çoğaltmak, ve hükümet ve muhalefet işlevlerinin birbirlerinden ayrı olmasına ihtimam göstermek. Bu değişik güçlerin yeniden yapılanmasına paralel olarak yurttaşların ifade imkanlarının geliştirilmesine ve temsili sistemin daha da genişletilmesine de dikkat edilmelidir. Merkezi olsa dahi, seçim'le elde edilen temsil sistemi ile yetinilemez. Kamu oyunun değişen fikirlerinin sosyal hislerin, uzun vadeli bir sese sahip olmaları sağlanmalıdır. Hedef, giderek genelleşen bir temsil sistemi olmalıdır.
Ayni zamanda , rejimlerin karar alma mekanizmaları da tekrar gözden geçirilmelidir. Eğer alınan karar, bir egemenliğin belirtisi ise, bunun giderek daha geniş bir kamusal tartışma süreci içerisinde yer alması gerekmektedir. Bugün, artık söz konusu olan, kuvvetlerin ayrılığı değil, demokrasinin gerçekleşebilmesi için giderek karmaşıklaşmasıdır.
Karmaşıklaşma, zayıflamak veya güçsüzlüğe mahkum olmak değildir, fakat daimi açıklama, hesap verme, değerlendirme ve kontrole zorlamaktır.
Karmaşıklaşma aynı zamanda basit ve kısa vade demokrasisi fikrini de rafa kaldırmaktır. İktidarın ve toplumun menfaatları bu şekilde birleşiyorlar: bir iktidar, daha güçlü olabilmek için, giderek daha demokratik olmalıdır.
Bu beklenti bilhassa, tarih boyunca, liberal olmayan demokrasi ile liberal anti-demokrasi arasında gidip gelen Fransa gibi bir ülke için geçerlidir.
Pierre Rosanvallon
Collège de France'da öğretim üyesidir.
aynı zamanda ''République des Idées'' aydın atölyesinin başkanıdır.
18-6-2011 tarihli Le Monde
Evvela Locke ( 1632-1704 ), sonra da Montesquieu ( 1689-1755 ) tarafından geliştirilen kuvvetler ayrılığı teorisinin, gelişmiş modern demokrasilerde soluklanmaya başladığını görüyoruz.
Yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerinin ayrılığı veya dengesi de diyebilecegimiz bu model, bundan böyle modern demokrasilerin işleyişine zor ayak uydurmaktadır.
fransız Sosyalist Partisine yakın, Pierre Rosanvallon, Le Monde ( 18-6-2011 ) gazetesinde modern demokrasilerin bu uyumsuzluğu aşması gerektiğini tartışıyor...
Kuvvetler ayrılığı, eskimiş bir fikir ?
Yürütmeyi daha iyi kontrol etmek, işte modernlerin özgürlügü !
Kuvvetler ayrılığı: daha meşhur mevhum yoktur. Fakat aynı zamanda da muallak. 1789 İnsan ve Yurttaş Hakları Beyannamesi, 16. maddesinde, kuvvetler ayrılığı güvence altında olmayan bir toplumun ''Anayasası olduğu söylenemez'' diyor.
İki yüzyıl sonra, tüm eski sovyet blok'u ülkelerinin Anayasaları kelimesi kelimesine aynı tanımlamayı almaktadır. Fakat somut olarak, kimsenin bu yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerinin gerçekten otonom bir biçimde işleyebilmesini göz önüne bile getirmediğini gözlemliyoruz. Aslında kuvvetler ayrılığı terimi ile daha çok bir kuvvetler dengesi ve terazisi fikri göz önünde bulundurulmuştur.
Locke ( 1632-1704 ) Montesquieu ( 1689-1755 )
İlginç paradoks: XIX. yüzyılda, en az demokratik olan rejimler ''kuvvetler ayrılığı'' mevhumunu öne çıkarmışlar, ve yürütme kuvvetinin bağımsızlığını kutsallaştırarak her türlü parlamenter kontrolden muaf tutmaya çalışmışlardır. Bu durum Fransa'da II. Imparatorluk döneminde gözlemlenir.
Fakat şimdilik günümüzle ilgilenelim.
İki soru var: bir ayrılığa mı yoksa dengeye mi ihtiyacımız var ?
Cevap evet ise, hangi şartlarda ?
Evvela eski üçlü kuvvetler paylaşımının bir anlamının kalmadığının altını çizelim. Tüm modern toplumlarda, bundan böyle sadece yürütme kuvvetinin yegane iktidar olduğunu söylemek zorundayız. Temel girişim ve kararlar sadece bir kuvvete ait; Yasama kuvveti, çeşitli variyantlarla, sadece, yürütmeyi kontrol, zorlama ve sansür kapasitesine sahiptir. Yargı kuvvetine gelince, çoktandır iktidar olarak bir varlığı yok.
Kuvvetler ayrılığı mevhumunun, yargı sisiteminin siyasi irade sürecine, yasama ve yürütme işlevlerine katkısı oranında önemi vardı; bu önem idari bir Devletin gelişmesiyle son buldu. Yargı kuvvetinin işlevi bundan böyle davalarla ilgili hale geldiginden, yargı yetkisi ( makamı ) demek daha doğru oldu. Bu yüzden, üçlü kuvvetler ayrılığının bir anlamı kalmadı.
Bununla beraber, yürütme kuvvetinin mütemadiyen hiçbir karşı güç tanımadan, sanki tek meşru iktidarmış gibi davranmasına karşı durmanın da gerekliliğini de vurgulamalıyız.
Bu ikili iddiaya karşı, yeni bir iktidarlar mimarisinin terimlerinin belirtilmesi gerekmektedir. Fakat ayrılık veya dengeden çok, işlev ve demokratik biçimler karmaşası, çoğalma ve ayrımlaşması kapsamlarında düşünmeliyiz.
Evvela genel iradenin ifade imkan ve biçimlerini çoğaltmalıyız. Siyasi iktidar meşruluğunu seçimlerden alıyor. Fakat seçim kurumunun iki ayrı boyutu var: kendini doğrulama prensibi ve ciddiye almama tekniği. Sorun, her iki boyutun ayni niteliği taşımaması. Teknik olarak, çoğunluğun aldığı karar kendini kabul ettirse de, daha geniş bir sosyal anlaşmaya dayanan meşruluğa da açık olmalıdır.
Netice itibariyle, çoğunluğun kararından farklı düşünen demokratik kurumların gerekliliği giderek güç kazanmaktadır. Bu kurumlar arasında tarafsızlık prensibiyle uyum halinde olan bağımsız sivil toplum örgütlerini, adalet'i , ve düşünen ve halk iradesi prensibini ifade eden anayasa mahkemelerini sayabiliriz.
Hem rekabet halindeki, hem de birbirlerini tamamlayan bu yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerini eşit bir biçimde birbirleriyle harmanlayan sistemlerin giderek daha çok demokratik oldukları kabul edilmelidir.
İkinci bir safhada ise, eylem ve kontrol işlevlerinin, yani hükümet ve muhalefetin birbirlerinden ayrılması gerekmektedir. Modern dünyanın güçlü ve tepkili iktidarlara ihtiyacı vardır. Fakat bunlar devamlı kontrol edilmelidirler, proje ve kararları tartışmaya açık olmalı, eylemleri değerlendirilip, eleştirilmelidir. Burada, sadece iktidarları ayırmak değil, pozisyonları belirlemek de söz konusudur.
Esas olan, muhalefete, uyarma ve reddetme rolünü tamamıyla oynayabilme imkanlarını vermektir. Amerikan demokrasi anlayışına uygun olarak, muhalefetin, yürütme kuvvetini itham edebilen bir savcı rolü oynayabilmesini söyleyebiliriz. Değişik bir biçimde olmasına rağmen, parlamentonun da buna benzer gözetici bir rolü vardir; sivil toplum örgütleri veya basın da bu rolü oynamalıdır.
Genel iradenin ifade biçimlerini çoğaltmak, ve hükümet ve muhalefet işlevlerinin birbirlerinden ayrı olmasına ihtimam göstermek. Bu değişik güçlerin yeniden yapılanmasına paralel olarak yurttaşların ifade imkanlarının geliştirilmesine ve temsili sistemin daha da genişletilmesine de dikkat edilmelidir. Merkezi olsa dahi, seçim'le elde edilen temsil sistemi ile yetinilemez. Kamu oyunun değişen fikirlerinin sosyal hislerin, uzun vadeli bir sese sahip olmaları sağlanmalıdır. Hedef, giderek genelleşen bir temsil sistemi olmalıdır.
Ayni zamanda , rejimlerin karar alma mekanizmaları da tekrar gözden geçirilmelidir. Eğer alınan karar, bir egemenliğin belirtisi ise, bunun giderek daha geniş bir kamusal tartışma süreci içerisinde yer alması gerekmektedir. Bugün, artık söz konusu olan, kuvvetlerin ayrılığı değil, demokrasinin gerçekleşebilmesi için giderek karmaşıklaşmasıdır.
Karmaşıklaşma, zayıflamak veya güçsüzlüğe mahkum olmak değildir, fakat daimi açıklama, hesap verme, değerlendirme ve kontrole zorlamaktır.
Karmaşıklaşma aynı zamanda basit ve kısa vade demokrasisi fikrini de rafa kaldırmaktır. İktidarın ve toplumun menfaatları bu şekilde birleşiyorlar: bir iktidar, daha güçlü olabilmek için, giderek daha demokratik olmalıdır.
Bu beklenti bilhassa, tarih boyunca, liberal olmayan demokrasi ile liberal anti-demokrasi arasında gidip gelen Fransa gibi bir ülke için geçerlidir.
Pierre Rosanvallon
Collège de France'da öğretim üyesidir.
aynı zamanda ''République des Idées'' aydın atölyesinin başkanıdır.
18-6-2011 tarihli Le Monde