avrupa sosyal demokrasisinin kara deliği 19 1 2011 tarihli Le Monde Blair'in üçüncü yolu'nun partizanları ile koruyucu Devlet savunucuları arasında bölünen Avrupalı sosyalistlerin davayı kaybettiğini' söyleyebiliyor
avrupa sosyal demokrasisinin kara deliği 19 1 2011 tarihli Le Monde
Blair'in üçüncü yolu'nun partizanları ile koruyucu Devlet savunucuları arasında bölünen Avrupalı sosyalistlerin davayı kaybettiğini' söyleyebiliyor.
Bugün, Avrupa Birliğinin 27 ülkesinin 21'inde muhalefette bulunan sosyal demokrat partileri geleceklerini sorgulamaya devam ediyorlar.
Öyle ki, italyan eski komünist partisinden, eski başbakan M. d'Alema gibi bir politikacı, 14-15 Ocak günleri Paris'te toplanan
'sosyalizm-kapitalizm'
başlıklı konferansta,
'Blair'in üçüncü yolu'nun partizanları ile koruyucu Devlet savunucuları arasında bölünen Avrupalı sosyalistlerin davayı kaybettiğini' söyleyebiliyor.
Sosyalistler hem davayı
hem de kendilerini kaybetmiş olabilirler mi ?
Jean-Jaurès Vakfı' ndaki tartışmaların ana hatlarını Le Monde gazetesi haberinden yayınlıyoruz.
Bu soru tüm Avrupalı sosyal demokratları meşgül ediyor. Sağ taraftan, çevre koruması alanında teorik temellerini, yeni bir 'gelişme modeline' yaslanarak genişleten ekoloji hareketinin yenilenmesi ile ''kapitalizmle köprüleri yıkma' ilahisiyle, baş düşmanın krizin etkisiyle dize geldiğine inanan Sol tarafin hırpalaması arasında kalan sosyal demokrasi kendi teorik çerçevesini çizmekte, tarif etmekte zorluk çekiyor.
Bunun yanında, tüm Avrupa' da iktidardan mahrum olmanın yanında, giderek güçlenen sağ popülizme karşı direnmek zorundalar. Jean-Jaurès Vakfının bilimsel komite başkanı iktisatçı Daniel Cohen durumu şöyle izah ediyor: ''kriz karşısında, sağın cevabı çok basit: koruyucu Devleti zayıf düşürmek, bu korumadan istifade edenlerle etmeyenleri karşı karşıya getirmek, küreselleşmeye dayanan korkuları körükleyerek, siyasi söylemi korku ve güvenlik üzerine kurmak.'' Netice itibariyle, kompleks sorunlara basit cevaplar; bu ise sol düşüncenin, doğası gereği içine düşemeyeceği bir tuzak.
XIX.yüzyılda düşünülmüş, bilhassa kuzey Avrupada 1960' lı yıllarda siyasi başarılar elde etmiş böyle bir düşünce, nasıl oldu da etkisini kaybedebildi ? Eski Avrupa Parlamentosu başkanı ve Floransa Üniversitesi ( İtalya ) rektörü Katalonyalı sosyalist Josep Borrell Fontelles, ''dünya ekonomik krizi ve finansal kapitalizmin yanlışları, haklı olduğumuzun kanıttlarıdır; buna rağmen heryerde mağlup olduk'' diyor. Paris Siyasal Bilimler Enstitüsünden Jenny Anderson bunu ''sosyal demokrasi kara bir delik içerisinde'' formülüyle özetliyor.
Kitle işsizliği, sendikalaşmanın zayıflaması, seçim tabanlarının istikrarsızlığı ve toplumda gözlemlenen bireyselleşme olguları sosyal demokrasinin zayıflamasına sebep olmakla beraber, esas sebepleri kendi yanlışlarında aramak daha doğru olur. Saint Ouen Sosyal Bilimler Merkezinden John Crowley, ''sosyalizmin, 1990 yıllarında gerçekleştirdiği liberal viraj başarısızlıkla sonuçlandı'' vurgulamasını yapıyor. ''Bu virajın birçok problemi vardı: kapitalizmi, neo-liberal ilişkileri dışında yeniden düşünmek, çevre sorunsalını içselleştirmek, çeşitlilik ışığı altında eşitliği yeniden düşünmek ve bilhassa sınıf ilişkilerini tekrar gözden geçirmek...''
Güçlü alman sosyal demokrat Friedrich Ebert Vakfi başkanı Ernst Hillebrandt aynı kanıyı taşıyor: ''Avrupa sosyalist modeli diye birşey yok artık. Bu gerçekleşmeyi bekleyen bir ütopya. Artık küreselleşmenin yarattığı sosyal eğretiliği telafi etmek yetmiyor. Sürdürülebilir ve çevre dostu bir üretim toplumu geliştirmek, özgürlüklerin kaybı anlamına gelen eğretiliğe karşı, bireylerin özerkliğinin ve yurttaş haklarının geliştirilmesi, demokrasinin, katılımcı ögelerle daha da derinleştirilmesi gerekecek.''
Konferasnın katılımcılarından Aix en Provence Siyasal Bilimler Enstitüsünden Hélène Thomas ise ''Haysiyet, eşitlik, sorumluluk'' hedeflerini belirliyor.
Buna rağmen Massimo d'Alema ''demokratik sosyalizm, Avrupa sınırlarını nadiren aşmış bir olgu'' derken, bu izahlardan tatmin olmuşa benzemiyor; ''bu aynı zamanda, önemini ve merkeziliğini yitiren bir kıtanın siyasi ifadesidir de'' saptamasını yapıyor. Eski İtalyan başbakanı ''sosyalizm'' kelimesini, ABD ve yeni dünya ülkelerinde 'kullanılamazlığından'' dolayı tarihin derinliklerine gömüyor; ''bu ülkelerde, toplumsal değişimden yana hiçbir güç sosyalizmi dilemiyor...'' diyor. D' Alema için, ''Sosyalist İnternasyonal ve Avrupa sınırlarını aşan, yeni bir dünya ilericiler koalisyonu kurma zamanı geldi''; bu koalisyon ''birçok ilerici tecrübelerin beşiği olan Avrupa, Brezilya, Hindistan, Güney Afrika ve ABD gibi ülkeleri birbirlerine yaklaştırabilir.''
Bu ise, d' Alema için, Avrupalıların ''kıta çapında alternatif bir proje, ve orta-merkez demokratlardan, çevrecilere ve sol güçlere kadar uzanan bir koalisyon gerçekleştirmelerini sağlayabilir'', ve hatta ''popülist sağa karşı avrupa değerlerinin müdafasını mümkün kılabilir.''
19-1-2011 tarihli Le Monde
Bugün, Avrupa Birliğinin 27 ülkesinin 21'inde muhalefette bulunan sosyal demokrat partileri geleceklerini sorgulamaya devam ediyorlar.
Öyle ki, italyan eski komünist partisinden, eski başbakan M. d'Alema gibi bir politikacı, 14-15 Ocak günleri Paris'te toplanan
'sosyalizm-kapitalizm'
başlıklı konferansta,
'Blair'in üçüncü yolu'nun partizanları ile koruyucu Devlet savunucuları arasında bölünen Avrupalı sosyalistlerin davayı kaybettiğini' söyleyebiliyor.
Sosyalistler hem davayı
hem de kendilerini kaybetmiş olabilirler mi ?
Jean-Jaurès Vakfı' ndaki tartışmaların ana hatlarını Le Monde gazetesi haberinden yayınlıyoruz.
Bu soru tüm Avrupalı sosyal demokratları meşgül ediyor. Sağ taraftan, çevre koruması alanında teorik temellerini, yeni bir 'gelişme modeline' yaslanarak genişleten ekoloji hareketinin yenilenmesi ile ''kapitalizmle köprüleri yıkma' ilahisiyle, baş düşmanın krizin etkisiyle dize geldiğine inanan Sol tarafin hırpalaması arasında kalan sosyal demokrasi kendi teorik çerçevesini çizmekte, tarif etmekte zorluk çekiyor.
Bunun yanında, tüm Avrupa' da iktidardan mahrum olmanın yanında, giderek güçlenen sağ popülizme karşı direnmek zorundalar. Jean-Jaurès Vakfının bilimsel komite başkanı iktisatçı Daniel Cohen durumu şöyle izah ediyor: ''kriz karşısında, sağın cevabı çok basit: koruyucu Devleti zayıf düşürmek, bu korumadan istifade edenlerle etmeyenleri karşı karşıya getirmek, küreselleşmeye dayanan korkuları körükleyerek, siyasi söylemi korku ve güvenlik üzerine kurmak.'' Netice itibariyle, kompleks sorunlara basit cevaplar; bu ise sol düşüncenin, doğası gereği içine düşemeyeceği bir tuzak.
XIX.yüzyılda düşünülmüş, bilhassa kuzey Avrupada 1960' lı yıllarda siyasi başarılar elde etmiş böyle bir düşünce, nasıl oldu da etkisini kaybedebildi ? Eski Avrupa Parlamentosu başkanı ve Floransa Üniversitesi ( İtalya ) rektörü Katalonyalı sosyalist Josep Borrell Fontelles, ''dünya ekonomik krizi ve finansal kapitalizmin yanlışları, haklı olduğumuzun kanıttlarıdır; buna rağmen heryerde mağlup olduk'' diyor. Paris Siyasal Bilimler Enstitüsünden Jenny Anderson bunu ''sosyal demokrasi kara bir delik içerisinde'' formülüyle özetliyor.
Kitle işsizliği, sendikalaşmanın zayıflaması, seçim tabanlarının istikrarsızlığı ve toplumda gözlemlenen bireyselleşme olguları sosyal demokrasinin zayıflamasına sebep olmakla beraber, esas sebepleri kendi yanlışlarında aramak daha doğru olur. Saint Ouen Sosyal Bilimler Merkezinden John Crowley, ''sosyalizmin, 1990 yıllarında gerçekleştirdiği liberal viraj başarısızlıkla sonuçlandı'' vurgulamasını yapıyor. ''Bu virajın birçok problemi vardı: kapitalizmi, neo-liberal ilişkileri dışında yeniden düşünmek, çevre sorunsalını içselleştirmek, çeşitlilik ışığı altında eşitliği yeniden düşünmek ve bilhassa sınıf ilişkilerini tekrar gözden geçirmek...''
Güçlü alman sosyal demokrat Friedrich Ebert Vakfi başkanı Ernst Hillebrandt aynı kanıyı taşıyor: ''Avrupa sosyalist modeli diye birşey yok artık. Bu gerçekleşmeyi bekleyen bir ütopya. Artık küreselleşmenin yarattığı sosyal eğretiliği telafi etmek yetmiyor. Sürdürülebilir ve çevre dostu bir üretim toplumu geliştirmek, özgürlüklerin kaybı anlamına gelen eğretiliğe karşı, bireylerin özerkliğinin ve yurttaş haklarının geliştirilmesi, demokrasinin, katılımcı ögelerle daha da derinleştirilmesi gerekecek.''
Konferasnın katılımcılarından Aix en Provence Siyasal Bilimler Enstitüsünden Hélène Thomas ise ''Haysiyet, eşitlik, sorumluluk'' hedeflerini belirliyor.
Buna rağmen Massimo d'Alema ''demokratik sosyalizm, Avrupa sınırlarını nadiren aşmış bir olgu'' derken, bu izahlardan tatmin olmuşa benzemiyor; ''bu aynı zamanda, önemini ve merkeziliğini yitiren bir kıtanın siyasi ifadesidir de'' saptamasını yapıyor. Eski İtalyan başbakanı ''sosyalizm'' kelimesini, ABD ve yeni dünya ülkelerinde 'kullanılamazlığından'' dolayı tarihin derinliklerine gömüyor; ''bu ülkelerde, toplumsal değişimden yana hiçbir güç sosyalizmi dilemiyor...'' diyor. D' Alema için, ''Sosyalist İnternasyonal ve Avrupa sınırlarını aşan, yeni bir dünya ilericiler koalisyonu kurma zamanı geldi''; bu koalisyon ''birçok ilerici tecrübelerin beşiği olan Avrupa, Brezilya, Hindistan, Güney Afrika ve ABD gibi ülkeleri birbirlerine yaklaştırabilir.''
Bu ise, d' Alema için, Avrupalıların ''kıta çapında alternatif bir proje, ve orta-merkez demokratlardan, çevrecilere ve sol güçlere kadar uzanan bir koalisyon gerçekleştirmelerini sağlayabilir'', ve hatta ''popülist sağa karşı avrupa değerlerinin müdafasını mümkün kılabilir.''
19-1-2011 tarihli Le Monde
avrupa sosyal demokrasisinin kara deliği 19 1 2011 tarihli Le Monde
Blair'in üçüncü yolu'nun partizanları ile koruyucu Devlet savunucuları arasında bölünen Avrupalı sosyalistlerin davayı kaybettiğini' söyleyebiliyor.
Bugün, Avrupa Birliğinin 27 ülkesinin 21'inde muhalefette bulunan sosyal demokrat partileri geleceklerini sorgulamaya devam ediyorlar.
Öyle ki, italyan eski komünist partisinden, eski başbakan M. d'Alema gibi bir politikacı, 14-15 Ocak günleri Paris'te toplanan
'sosyalizm-kapitalizm'
başlıklı konferansta,
'Blair'in üçüncü yolu'nun partizanları ile koruyucu Devlet savunucuları arasında bölünen Avrupalı sosyalistlerin davayı kaybettiğini' söyleyebiliyor.
Sosyalistler hem davayı
hem de kendilerini kaybetmiş olabilirler mi ?
Jean-Jaurès Vakfı' ndaki tartışmaların ana hatlarını Le Monde gazetesi haberinden yayınlıyoruz.
Bu soru tüm Avrupalı sosyal demokratları meşgül ediyor. Sağ taraftan, çevre koruması alanında teorik temellerini, yeni bir 'gelişme modeline' yaslanarak genişleten ekoloji hareketinin yenilenmesi ile ''kapitalizmle köprüleri yıkma' ilahisiyle, baş düşmanın krizin etkisiyle dize geldiğine inanan Sol tarafin hırpalaması arasında kalan sosyal demokrasi kendi teorik çerçevesini çizmekte, tarif etmekte zorluk çekiyor.
Bunun yanında, tüm Avrupa' da iktidardan mahrum olmanın yanında, giderek güçlenen sağ popülizme karşı direnmek zorundalar. Jean-Jaurès Vakfının bilimsel komite başkanı iktisatçı Daniel Cohen durumu şöyle izah ediyor: ''kriz karşısında, sağın cevabı çok basit: koruyucu Devleti zayıf düşürmek, bu korumadan istifade edenlerle etmeyenleri karşı karşıya getirmek, küreselleşmeye dayanan korkuları körükleyerek, siyasi söylemi korku ve güvenlik üzerine kurmak.'' Netice itibariyle, kompleks sorunlara basit cevaplar; bu ise sol düşüncenin, doğası gereği içine düşemeyeceği bir tuzak.
XIX.yüzyılda düşünülmüş, bilhassa kuzey Avrupada 1960' lı yıllarda siyasi başarılar elde etmiş böyle bir düşünce, nasıl oldu da etkisini kaybedebildi ? Eski Avrupa Parlamentosu başkanı ve Floransa Üniversitesi ( İtalya ) rektörü Katalonyalı sosyalist Josep Borrell Fontelles, ''dünya ekonomik krizi ve finansal kapitalizmin yanlışları, haklı olduğumuzun kanıttlarıdır; buna rağmen heryerde mağlup olduk'' diyor. Paris Siyasal Bilimler Enstitüsünden Jenny Anderson bunu ''sosyal demokrasi kara bir delik içerisinde'' formülüyle özetliyor.
Kitle işsizliği, sendikalaşmanın zayıflaması, seçim tabanlarının istikrarsızlığı ve toplumda gözlemlenen bireyselleşme olguları sosyal demokrasinin zayıflamasına sebep olmakla beraber, esas sebepleri kendi yanlışlarında aramak daha doğru olur. Saint Ouen Sosyal Bilimler Merkezinden John Crowley, ''sosyalizmin, 1990 yıllarında gerçekleştirdiği liberal viraj başarısızlıkla sonuçlandı'' vurgulamasını yapıyor. ''Bu virajın birçok problemi vardı: kapitalizmi, neo-liberal ilişkileri dışında yeniden düşünmek, çevre sorunsalını içselleştirmek, çeşitlilik ışığı altında eşitliği yeniden düşünmek ve bilhassa sınıf ilişkilerini tekrar gözden geçirmek...''
Güçlü alman sosyal demokrat Friedrich Ebert Vakfi başkanı Ernst Hillebrandt aynı kanıyı taşıyor: ''Avrupa sosyalist modeli diye birşey yok artık. Bu gerçekleşmeyi bekleyen bir ütopya. Artık küreselleşmenin yarattığı sosyal eğretiliği telafi etmek yetmiyor. Sürdürülebilir ve çevre dostu bir üretim toplumu geliştirmek, özgürlüklerin kaybı anlamına gelen eğretiliğe karşı, bireylerin özerkliğinin ve yurttaş haklarının geliştirilmesi, demokrasinin, katılımcı ögelerle daha da derinleştirilmesi gerekecek.''
Konferasnın katılımcılarından Aix en Provence Siyasal Bilimler Enstitüsünden Hélène Thomas ise ''Haysiyet, eşitlik, sorumluluk'' hedeflerini belirliyor.
Buna rağmen Massimo d'Alema ''demokratik sosyalizm, Avrupa sınırlarını nadiren aşmış bir olgu'' derken, bu izahlardan tatmin olmuşa benzemiyor; ''bu aynı zamanda, önemini ve merkeziliğini yitiren bir kıtanın siyasi ifadesidir de'' saptamasını yapıyor. Eski İtalyan başbakanı ''sosyalizm'' kelimesini, ABD ve yeni dünya ülkelerinde 'kullanılamazlığından'' dolayı tarihin derinliklerine gömüyor; ''bu ülkelerde, toplumsal değişimden yana hiçbir güç sosyalizmi dilemiyor...'' diyor. D' Alema için, ''Sosyalist İnternasyonal ve Avrupa sınırlarını aşan, yeni bir dünya ilericiler koalisyonu kurma zamanı geldi''; bu koalisyon ''birçok ilerici tecrübelerin beşiği olan Avrupa, Brezilya, Hindistan, Güney Afrika ve ABD gibi ülkeleri birbirlerine yaklaştırabilir.''
Bu ise, d' Alema için, Avrupalıların ''kıta çapında alternatif bir proje, ve orta-merkez demokratlardan, çevrecilere ve sol güçlere kadar uzanan bir koalisyon gerçekleştirmelerini sağlayabilir'', ve hatta ''popülist sağa karşı avrupa değerlerinin müdafasını mümkün kılabilir.''
19-1-2011 tarihli Le Monde
Bugün, Avrupa Birliğinin 27 ülkesinin 21'inde muhalefette bulunan sosyal demokrat partileri geleceklerini sorgulamaya devam ediyorlar.
Öyle ki, italyan eski komünist partisinden, eski başbakan M. d'Alema gibi bir politikacı, 14-15 Ocak günleri Paris'te toplanan
'sosyalizm-kapitalizm'
başlıklı konferansta,
'Blair'in üçüncü yolu'nun partizanları ile koruyucu Devlet savunucuları arasında bölünen Avrupalı sosyalistlerin davayı kaybettiğini' söyleyebiliyor.
Sosyalistler hem davayı
hem de kendilerini kaybetmiş olabilirler mi ?
Jean-Jaurès Vakfı' ndaki tartışmaların ana hatlarını Le Monde gazetesi haberinden yayınlıyoruz.
Bu soru tüm Avrupalı sosyal demokratları meşgül ediyor. Sağ taraftan, çevre koruması alanında teorik temellerini, yeni bir 'gelişme modeline' yaslanarak genişleten ekoloji hareketinin yenilenmesi ile ''kapitalizmle köprüleri yıkma' ilahisiyle, baş düşmanın krizin etkisiyle dize geldiğine inanan Sol tarafin hırpalaması arasında kalan sosyal demokrasi kendi teorik çerçevesini çizmekte, tarif etmekte zorluk çekiyor.
Bunun yanında, tüm Avrupa' da iktidardan mahrum olmanın yanında, giderek güçlenen sağ popülizme karşı direnmek zorundalar. Jean-Jaurès Vakfının bilimsel komite başkanı iktisatçı Daniel Cohen durumu şöyle izah ediyor: ''kriz karşısında, sağın cevabı çok basit: koruyucu Devleti zayıf düşürmek, bu korumadan istifade edenlerle etmeyenleri karşı karşıya getirmek, küreselleşmeye dayanan korkuları körükleyerek, siyasi söylemi korku ve güvenlik üzerine kurmak.'' Netice itibariyle, kompleks sorunlara basit cevaplar; bu ise sol düşüncenin, doğası gereği içine düşemeyeceği bir tuzak.
XIX.yüzyılda düşünülmüş, bilhassa kuzey Avrupada 1960' lı yıllarda siyasi başarılar elde etmiş böyle bir düşünce, nasıl oldu da etkisini kaybedebildi ? Eski Avrupa Parlamentosu başkanı ve Floransa Üniversitesi ( İtalya ) rektörü Katalonyalı sosyalist Josep Borrell Fontelles, ''dünya ekonomik krizi ve finansal kapitalizmin yanlışları, haklı olduğumuzun kanıttlarıdır; buna rağmen heryerde mağlup olduk'' diyor. Paris Siyasal Bilimler Enstitüsünden Jenny Anderson bunu ''sosyal demokrasi kara bir delik içerisinde'' formülüyle özetliyor.
Kitle işsizliği, sendikalaşmanın zayıflaması, seçim tabanlarının istikrarsızlığı ve toplumda gözlemlenen bireyselleşme olguları sosyal demokrasinin zayıflamasına sebep olmakla beraber, esas sebepleri kendi yanlışlarında aramak daha doğru olur. Saint Ouen Sosyal Bilimler Merkezinden John Crowley, ''sosyalizmin, 1990 yıllarında gerçekleştirdiği liberal viraj başarısızlıkla sonuçlandı'' vurgulamasını yapıyor. ''Bu virajın birçok problemi vardı: kapitalizmi, neo-liberal ilişkileri dışında yeniden düşünmek, çevre sorunsalını içselleştirmek, çeşitlilik ışığı altında eşitliği yeniden düşünmek ve bilhassa sınıf ilişkilerini tekrar gözden geçirmek...''
Güçlü alman sosyal demokrat Friedrich Ebert Vakfi başkanı Ernst Hillebrandt aynı kanıyı taşıyor: ''Avrupa sosyalist modeli diye birşey yok artık. Bu gerçekleşmeyi bekleyen bir ütopya. Artık küreselleşmenin yarattığı sosyal eğretiliği telafi etmek yetmiyor. Sürdürülebilir ve çevre dostu bir üretim toplumu geliştirmek, özgürlüklerin kaybı anlamına gelen eğretiliğe karşı, bireylerin özerkliğinin ve yurttaş haklarının geliştirilmesi, demokrasinin, katılımcı ögelerle daha da derinleştirilmesi gerekecek.''
Konferasnın katılımcılarından Aix en Provence Siyasal Bilimler Enstitüsünden Hélène Thomas ise ''Haysiyet, eşitlik, sorumluluk'' hedeflerini belirliyor.
Buna rağmen Massimo d'Alema ''demokratik sosyalizm, Avrupa sınırlarını nadiren aşmış bir olgu'' derken, bu izahlardan tatmin olmuşa benzemiyor; ''bu aynı zamanda, önemini ve merkeziliğini yitiren bir kıtanın siyasi ifadesidir de'' saptamasını yapıyor. Eski İtalyan başbakanı ''sosyalizm'' kelimesini, ABD ve yeni dünya ülkelerinde 'kullanılamazlığından'' dolayı tarihin derinliklerine gömüyor; ''bu ülkelerde, toplumsal değişimden yana hiçbir güç sosyalizmi dilemiyor...'' diyor. D' Alema için, ''Sosyalist İnternasyonal ve Avrupa sınırlarını aşan, yeni bir dünya ilericiler koalisyonu kurma zamanı geldi''; bu koalisyon ''birçok ilerici tecrübelerin beşiği olan Avrupa, Brezilya, Hindistan, Güney Afrika ve ABD gibi ülkeleri birbirlerine yaklaştırabilir.''
Bu ise, d' Alema için, Avrupalıların ''kıta çapında alternatif bir proje, ve orta-merkez demokratlardan, çevrecilere ve sol güçlere kadar uzanan bir koalisyon gerçekleştirmelerini sağlayabilir'', ve hatta ''popülist sağa karşı avrupa değerlerinin müdafasını mümkün kılabilir.''
19-1-2011 tarihli Le Monde