NEYZEN TEVFiK kendi sesinden
"Izdırabın sonu yok sanma, bu alem de geçer
Ömr-i fani gibidir, gün de geçer , dem de geçer"
Michel Foucault, Ödip, özgürlük ve demokrasi
Collège de France'da verdiği ilk derslerin yayınlandığı bu günlerde Foucault'nun önemi bir daha gündeme geldi.
Düşüncesi hiçbir ideolojinin kaba kabuğuna girmeyen bu
verimli düşünür, XX. yüzyılın ikinci yarısının en çok okunan ve yorumlanan düşünürü olmaya devam ediyor.
Foucault' nun önemine devamlı inandı; sayfalarında
eserini ve kavramlarını aydınlatıcı birçok çalışmaya yer verdi;
dönemlere damgasını vuran söylem ve bilgi tipleri, azınlıklar, ayrımcılık belli başlı kaygılarını oluşturuyordu
Michel Foucault' nun; bu kaygılar hala tüm toplumların kaygıları olmaya devam ediyorlar...
Foucault, azınlıkları ve ayrımcılığa maruz kalan insanları müdafasında çoğu zaman aşırılıkla suçlandı.
Tarihçiler için çok filozof, filozoflar için ise çok tarihçi idi. Foucault, 1979 Iran Devrimini , burada izah edemiyeceğimiz sebeplerden dolayı doğruladı ve hatta müdafa eder gözüktü; yıllar sonra bu tavır büyük bir suçmuş gibi yüzüne vuruldu, hala vuruluyor. Foucault aynı zamanda Aids virüsünü partönerlerine bulaştırmakla bile itham edildi. Foucault, işte bu kompleks tavır ve tutumların, müdafası zor davaların ve kurulu bilgi ve sosyal düzenin reddine yönelik kavramların düşünürü idi. Belki de bu yüzden, ölümünden bu yana 26 yıl geçmiş olmasına rağmen, XX.yüzyılın son yarısının en çok okunan ve yorumlanan düşünürü olmaya devam etmektedir.
Foucault düşüncesi veya tarzı, kültür araştırmalarından, liberal ve post-Marksist öğretilere, edebiyat, sanat ve bilim tarihi teorilerine ve psikanalize kadar uzanan bir bilgi alanını sorgulamaktadır. Hiçbir tek yanlı okuma veya yorum, bu düşüncenin çeşitliliğini ve devamlı yenilenen tazeliğini tüketemiyor. Michel Foucault, 'İkinci Sol' diye de adlandırılan, sadece marksizme bağlı olmayan Sol' a yakındı; bilim, ekonomi, politika, hukuk gibi bilgi alanlarında, felsefe, tıp, psikopatoloji, akıl hastalıkları ve bilhassa cinsellik sorunsallarına evrensel bir yaklaşımı mümkün kılan kavramsal bir miras bırakmıştır.
Malesef, kaygılandığı tüm konuları inceleyemeden genç yaşta öldü. Bu yüzden yazdığı küçük metinler ve verdiği söyleşilerden oluşan ''Dits et Ecrits'' ( 1994 ) ve Collège de France' da 1970 ile 1984 yılları arasında verdiği dersler, yaşarken yayınlanan eserlerinin yanında edebi olarak aynı seviyede olmasalar da önemlidirler; bu derslerde mütemadiyen hareket halinde bir düşûnce kasırgasının geliştiğini gözlemleriz. Foucault, 1970-71 yılı ilk dersi için ( bugün ''Leçons sur la Volonté de Savoir '' / Öğrenme İradesi üzerine Dersler ) Kant, Spinoza ve Nietzche' nin daha evvel yorumladıkları Eski Yunan metinlerini ( Hésiode, Aristo, Homeros, Sofokles ) paralel olarak yorumlar; her dönemin, doğru' yu yanlış' tan, adil' i adil olmayandan, saf' ı bozuk'tan ayırmak amacıyla değişik söylemler yarattığını söyler. Özetle, Foucault, kelimeler ve şeylerin düzeninin gerisinde nasıl düzen bozucu önerilerin bulunduğunu açığa çıkarmaya çalışmaktadır; ömrü boyunca düzensizlikler, kopukluklar ve çatlaklıklarla uğraşmış durmuştur. Bu şekilde, toplumlarımızda, mütemadiyen özerklik iradesi ile gerçek arzusu arasında, değişik tip bilgiler çarpışmaktadırlar: buna, yüksek siyasi otorite ile mutlak birliğin reddi de diyebiliriz.
Bu dersler içerisinde önemli bir yer, Sofokles'in ''Kral Ödip'' ine verilmektedir; Foucault' ya göre bu eser Batı düşüncesinin temel bilgi tezatlarından birine, amblemetik bir biçimde tanıklık etmektedir. 12 Mart 1971 tarihinde verdiği bu konferansdan sonra bu yoruma, değişik altı varyant yazar.
Foucault bu yorumunda 'Ödip' için ne diyor ?
Labdesides ailesi torunlarından, Jokast' ın kocası Layos, tanrı Apollon' un, kendi öz oğlu tarafindan öldürüleceği kehanetinin gerçekleşmesini önlemek için, yeni doğan oğlunun ayak tabanlarını deler ve emrinde çalışan hizmetkarı bir çobana, Siteron dağına çıkarıp terk etmesi için teslim eder; çoban ise dağa çıkacağına, çocuğu ölümden kurtarmak amacıyla başka bir çobana devreder; o ise, mirasçısı olmayan Korent kralı Polib'e hediye eder. Ergenlik çağına gelen Ödip ( ayağı delik ), devamlı, namında duyduğu dedikodulardan dolayı, geçmişini keşfetmek ister. Korent'i terk eder ve Teb şehrinin yolunu tutar; yolda yaşlı bir adama rastlar, bu Layos' dur; kavga ederler ve Ödip yaşlı adami öldürür. Teb şehrinin girişinde bulunan Sfenks' in sorduğu bulmacayi çözer ve Teb' e girer, Jokast'la evlenir; Teb kralı olur, dört çocukları olur. Şehirde bir veba salgını yayılır; salgının sebebinin, kör kahin Tirezyas' ca bilindiğini duyan Ödip, gerçeği öğrenmek ister. Bu meyanda Layos' un hizmetçisi çoban Teb' e gelmiştir; ve Polib' in öldüğü haberini verir. Aynı zamanda Ödip'i diğer çobana nasıl teslim ettiğini anlatır. Bunu duyan Jokast kendini asarak intihar eder; Ödip ise kendi gözlerini oyar ve Teb'i terk eder. Eski Yunanlılar için Ödip aşırılıklarla dolu trajik bir kahramandır; Ödip kendisini bilgisi sayesinde güçlü zanneder, fakat kendisinin bambaşka birisi, nesillerin düzenini bozan kirli bir topal, anasının oğlu ve kocası, çocuklarının babası ve kardeşi, babasının katili olarak keşfeder.
Freud 1896 yılında bu trajediyi ele aldığında, Yunan trajedi anlayışını tersine çevirerek Ödip' i anasını bilinçaltında arzulamak ve babasını öldürmekle suçlar; bu şekilde psikanalizi burjuva ailesinin kaderine bağlar: tüm duygusal bağların ilk biçimi olarak babanın oğlu tarafından tahtından indirilmesi ve anneyle bütünleşme arzusu öne çikarılır.
Freud' ün bu yeni yorumunu eleştiren Foucault, Ödip trajedisinin, değişik tipte bilgilerin çatışmasını sahneye koymaktan başka birşey yapmadığını ileri sürer: adli araştırma usülleri, ilahi kanunlar ( Apollon ), düzen bozucu otorite (Ödip), küçük insanların sahip olduğu bilgi, tanıklıklar ( hizmetçi, çoban ), ilahi bilgi ( Tirezyas ) Ve bundan itibaren temellendirici bir şema içerisinde bulunduğumuzu söyler: her türlü birleştirici bilgi halkın ve bilge Tirezyas' ın bilgisiyle sökülebilir. Ödip, kirlenerek, gerçeği bilme niteliğini, yönetici vasfını yitirir; ''Ödip arzularımızın ve içgüdülerimizin gerçeğini değil, Eski Yunandan bu yana Batı toplumlarında gerçek söyleminin itaat ettiği yaptırım sistemini anlatmaktadir'' der Foucault. Burda Foucault' nun nasıl psikanalitik söyleme karşı geldiğini görmekteyiz; aynı zamanda psikanalizi, insan üzerine ve insana hükmetme amacıyla oluşan yeni bir bilgi olarak da görmektedir. Bunun için 1976' da yayınlanan ''La Volonté de Savoir'' ( Öğrenme İradesi ) eserinde, Freud' ü, bir nevi, kaybolan bir otoritenin ( baba ) sembolik iktidarını yerine koyan bir Ödip' e dönüştürür; buna karşın bu dönüşen Ödip, aynı zamanda üç asi figürüyle yüz yüze gelir: isterik kadın, mastürbasyon yapan çocuk ve homoseksüel. Bu bir anlamda psikanalizin arkeolojisidir de.
Bu fevkalade yüz yüze gelmenin de ötesinde, Foucault' nun Ödip yorumu, politikaya yaklaşımını da izah eder. Her türlü anti-hümanizm ithamlarına rağmen, bilirkişi ( bilge ) bilgisiyle, sivil toplum (çoban ) bilgisinin bileşimini, iktidar ve arkaik otoriteleri tersine çeviren gerçek demokratik söylemlerin oluşmasında vazgeçilmez koşul olarak görmektedir.
Modern demokrasilerin, kriz dolayısıyla içine düştükleri ve bilhassa bilirkişi bilgisini inkâra meyilli popülist tavırlarla mücadele de, Foucault kavramlarına ihtiyacı olabilir.
Başbakan Erdoğan Ak Parti ''Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısında'' konuştu. 18 02 2011 cuma
"Yalçın'a sahip çıkanlar Metiner için neden susuyor?"
Soner Yalçın ve Mehmet Metiner olaylarına dikkat çeken başbakan, "Soner Yalçın'a sahip çıkanlar Orhan Miroğlu ve Mehmet Metiner için neden susuyor" şeklinde konuştu.
Başbakan PKK'ya yönelik yaptığı açıklamada "PKK ve uzantıları her seçim öncesinde olduğu gibi yine taşeronluk üstlenmiş durumda" dedi.
AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ''Türkiye'yi tanımaz, bilmez, ne nedir? Hangi yasa var? Hiç haberi olmaz orada hemen bir tuzağa, tezgaha gelir, kalkar açıklama yapar. Dur ya önce bir araştır, sor nedir yargı burada ne yapacak? Hangi neticeye varacak bunu bir öğren, işte buna acemi elçilik denir'' dedi.
Erdoğan, AK Parti Genel Merkezi'nde, ''Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısında'' yaptığı konuşmada şunları kaydetti:
''Acaba Anayasa'da, anayasalarda medya patronlarının, medya mensuplarının dokulmaz olduğuna dair bir hüküm var da bizim bundan haberimiz mi yok? Medya kuruluşları her şeyden muaf mıdır, vergiden, her türlü suçtan muaf mıdır, onlar sorgulanamaz mı, yargılanamaz mı? Maalesef bu yaygaraya hiç üzerine vazife olmadığı halde hariçten birileri de inanıyor ve görüş bildiriyor. Türkiye'yi tanımaz, bilmez. Ne nedir? Hangi yasa var? Hiç haberi olmaz. Orada hemen bir tuzağa, tezgaha gelir, kalkar açıklama yapar. Dur ya önce bir araştır, sor nedir, yargı burada ne yapacak, hangi neticeye varacak bunu bir öğren, işte buna acemi elçilik denir.''
AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, CHP, MHP ve BDP'nin ortak bir söylemle, arkalarına bazı destekçilerini de alarak, Türkiye sanki bir korku tünelindeymiş, bir korku imparatorluğu kuruluyormuş gibi koro halinde kampanya yürüttüklerini belirterek, ''Tamamen yargı tasarrufundaki bazı olaylardan yola çıkarak sanki Türkiye'de haklar, özgürlükler, demokrasi, tehdit ve tehlike altındaymış gibi bir atmosfer oluşturmaya, bununla da kendi kitlelerini güya korkutmaya çalışıyorlar. Zira kendi ayaklarının altındaki kilimlerin de kayacağından endişe ediyorlar'' dedi.
Başbakan Erdoğan, AK Parti Genel Merkezi'nde, Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı'nda konuştu.
Genel seçimlere 4 aydan kısa bir süre kaldığını anımsatan Erdoğan, AK Parti'nin hizmet siyaseti üzerine kurulduğunu, millete, ülkeye hizmet etme gayretinde olduğunu vurguladı.
14 Ağustos 2001'de AK Parti'yi kurarken, siyaseti temize çekeceklerini, siyasette temiz bir sayfa açacaklarını, siyasetin dilini, üslubunu değiştirirken, Türkiye'ye hizmet siyasetini egemen kılacaklarını ifade ettiklerini anlatan Erdoğan, yalanla, tutarsızlıkla bir arada anılan siyaset kurumunu, milletin nezdinde yeniden güvenilir bir kurum haline getirecekleri sözünü verdiklerini ifade etti.
''Hamd olsun 9,5 yıl boyunca verdiğimiz sözleri tuttuk ve tutuyoruz'' diyen Erdoğan, bu konuda mahcup olmadıklarını ve olmamak için de azami gayretle çalıştıklarını söyledi.
Başbakan Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
''İktidarda bulunduğumuz 8 yıl boyunca milletimize ve ülkemize hizmet yarışında muhalefet partileri bizimle rekabet edemediler. Hizmet üretmede, eser üretmede, ortaya proje koymada, Türkiye'ye itibar, vizyon kazandırmada bizimle yarışamadılar. Yapıcı bir vizyona dayalı muhalefet sergileyemediler. Hizmet siyasetinde bizimle rekabet edemeyenler maalesef 8 yılı aşkın süre boyunca belden aşağı vurarak, çamur atarak, iftira atarak, milleti korkutarak, tehdit ederek bu yarışta öne çıkacaklarını zannettiler. Türkiye'ye ilişkin tek bir proje, Türkiye'nin geleceğine ilişkin tek plan, Türkiye'yi büyütmeye, aziz milletimizi refaha ulaştırmaya yönelik bir tek hedef ortaya koyamadılar. Ortaya herhangi bir vizyon koyamayanlar, centilmenlik dışı hareketlerden medet umdular. Biz milletle işbirliği yaparken onlar gittiler çetelerle işbirliği yaptılar. Biz bu yolda milletimizle yürürken onlar gittiler karanlık güç odaklarıyla, mafyayla kol kola yürüdüler. Biz Türkiye'yi büyütmenin mücadelesini verirken, onlar Türkiye'nin paçasından tutup aşağı çekmenin mücadelesi içinde oldular. Biz yurt içinde yurt dışında Türkiye'ye güç, itibar kazandırırken, onlar demokrasi dışı, hukuk dışı yollardan halkın iktidarını yıpratmanın, demokrasiyi törpülemenin gayreti içinde oldular. Bizimle hizmette yarışamayanlar, rekabet edemeyenler, 8 yıl boyunca kaos üreterek, kargaşa üreterek, yalan, iftira, çamur üreterek milli iradeye yön çizeceklerini zannettiler.''
-''AMAÇ GERİLİMİ ARTIRARAK HÜKÜMETİ ZOR DURUMDA BIRAKMAK''-
Erdoğan, genel seçimlere seçime 4 ay kala PKK terör örgütü ve onun uzantılarının her seçim öncesinde olduğu gibi yine taşeronluğu üstlendiklerini, son günlerde sokakları savaş alanına çevirme gayretleri bulunduğunu söyledi.
Arabaları kundaklayan, masum öğrencileri istismar eden, belediye otobüslerine saldırıların, terör örgütünün seçim sürecini etkilemeye yönelik eylemleri olduğunu vurgulayan Erdoğan, bunların Türkiye'ye siyaseti dizayn etmeye yönelik eylemler olduğunu kaydetti.
Başbakan Erdoğan, şöyle konuştu:
''Zaten bunların belli tarihleri var, o tarihleri, o günleri ne yapıp, edip allayıp pullayıp kendilerine göre güya anma törenleri adları altında, ne yazık ki nasıl anma ise, yaralamalarla, ölümlerle vesaire bu süreçleri doldururlar. Çünkü terör örgütünün bu eylemlerle varabileceği başka bir hedefi yok. Amaç gerilimi artırarak hükümeti zor durumda bırakmaktır. Türkiye'de her seçim öncesinde terör örgütü bu şekilde taşeronluk üstlenmiştir. Gerilimden nemalanmaya çalışmıştır. Türkiye'de iç siyaseti yönlendirmek, şekillendirmek, milleti korkutarak iktidarı yıpratmak amacıyla her seçim öncesinde terör örgütü ihale üstlenmiştir. Son günlerde ortaya konulan eylemler Türkiye'nin ulaştığı konumdan rahatsızlık duyan ulusal ve uluslararası düzeydeki karanlık odaklarla ülke içindeki o malum çetelerle işbirliği içinde sahnelenmektedir. Bugün artık Kandil'deki terör örgütü ile kendisini iktidar ortağı gibi gören güç odaklarının işbirliği iddianamelerle açık ve net olarak ortaya konulmuş durumdadır.''
Vatandaşlardan sahneye konulan bu oyunu, bu çirkin ve kirli senaryoyu anlamalarını isteyen Erdoğan, Türkiye'de on yıllardır oynanan bu kirli oyunu milletin desteğiyle kendilerinin bozduğunu, yine milletle birlikte bozacaklarını belirtti.
Erdoğan, ''Bu ülkede söz de karar da yetki de terör örgütlerinde, çetelerde, mafyada, karanlık güç odaklarında değil, artık sadece ve sadece millettedir. Egemenlik kayıtsız şartsız milletin, bugün artık söz de, karar da, yetki de milletin'' dedi.
-''BU KAMPANYA, BAYAT BİR KAMPANYADIR''-
AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Erdoğan, 8 yıldır hizmette kendileriyle rekabet edemeyenlerin ve edemeyeceğini anlayanların ''korku kampanyaları üzerinden kendilerine bir egemenlik alanı oluşturma gayretine girdiklerini'' ifade ederek, şunları kaydetti:
''CHP, MHP, BDP ortak bir dil, ortak bir söylem oluşturarak, arkalarına bazı destekçilerini, yandaşlarını da alarak, Türkiye sanki bir korku tünelindeymiş, Türkiye'ye sanki korku hakimmiş, bir korku imparatorluğu kuruluyormuş gibi koro halinde kampanya yürütüyorlar. Tamamen yargı tasarrufundaki bazı olaylardan yola çıkarak sanki Türkiye'de haklar, özgürlükler, demokrasi, tehdit ve tehlike altındaymış gibi bir atmosfer oluşturmaya, bununla da kendi kitlelerini güya korkutmaya çalışıyorlar. Zira kendi ayaklarının altındaki kilimlerin de kayacağından endişe ediyorlar.''
''Bu kampanya, bayat bir kampanyadır. Bu kampanya, 1960 öncesinde merhum Adnan Menderes ve hükümetine uygulanmış son derece sanal, gerçek dışı ve bayat bir kampanyadır'' diyen Erdoğan, ''CHP'nin tıpkı bugün olduğu gibi 1960 öncesinde de halkı sokak sokak direnmeye çağırdığını, sokakları ve Parlamentoyu kışkırttığını, medyayı da arkasına alarak müdahaleye zemin hazırladığını'' söyledi.
CHP'nin o dönemde ne gibi kampanyalar yaptığını dönemin gazeteleriyle ve belgelerle ortaya koyacağını anlatan Erdoğan, ''27 Mayıs müdahalesinin daha ikinci gününde CHP'nin Genel Başkanı İsmet İnönü, kendisini arayan müdahalecilere 'Büyük bir iş yaptınız, başarınıza yardımcı olmak için asıl ben sizin emrinizdeyim' diyecek kadar müdahaleye sevinmiş, alkış tutmuş, selam durmuştu. 1960 ve öncesinde atılan manşetleri, yapılan yorumları CHP'nin çağrılarını alın, işte bugünkülerle şöyle bir karşılaştırın, arada hiçbir fark göremeyeceksiniz, aynı'' şeklinde konuştu.
AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ''Bizi bazı diktatörlere benzetenlere ben soruyorum; defalarca seçime girdiniz, defalarca kaybettiniz, defalarca partinizin oylarını düşürdünüz, ikinci, üçüncü parti oldunuz, baraj altında kaldınız, yine de o koltuğu terk etmediniz. Mısır'ı biz mi örnek alacağız yoksa asıl siz mi örnek alacaksınız?'' dedi.
Erdoğan, AK Parti Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı'nda yaptığı konuşmada, ''sivil diktatörler, korku siyaseti, sansür'' gibi kavramların aslında bugün ortaya çıkmadığını, ''1960 ve öncesinde, 1980 ve öncesinde, 28 Şubat ve öncesinde ortaya çıkmış, gerektiği zaman fırına sürülmüş kavramlar olduğunu'' söyledi.
''Bu yaygarayı yapanlar darbecilerin aslında işbirlikçileridir, sivil uzantılarıdır ve amaçları da hak ve özgürlükleri geliştirmek değil, özgürlükleri yok sayan vesayetçi anlayışı hakim kılmaktır'' diyen Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Darbe olunca alkış tutan bu jakobenler, aynı zamanda darbe öncesinde de darbe şartlarını oluşturmak için bizatihi gayret göstermektedirler. Darbe şakşakçılarının, darbe koşullarının oluşması için işbirlikçilik yapan bu statüko muhafızlarının söylemlerine siz aldırmayın, benim sevgili milletim aldanmasın. Onların özlemi ileri demokrasi değil, vesayet rejimidir. Onların amacı özgürlükleri hakim kılmak değil, yasakların varlığını devam ettirmektir. Onların korumaya çalıştığı milletin iradesi değil, güç odaklarının çıkar düzenidir.''
Bundan sonra millet iradesine kastetmek isteyenlerin, AK Parti'nin boyun eğemeyen dik duruşunu karşılarında bulacaklarını belirten Erdoğan, ''Bundan sonra darbeye tevessül etme gayreti içerisinde olanlar aziz Türk milletini karşılarında bulurlar'' dedi.
-''KORKU SİYASETİ CHP'NİN GENLERİNE İŞLEMİŞ''-
Başbakan Erdoğan, ''CHP'nin önceki Genel Başkanı malum, irtica üzerinden korku siyaseti takip ediyordu, şimdiki Genel Başkan da faşizm iftiraları üzerinden aynı siyaseti takip ediyor. Korku siyaseti bu CHP'nin genlerine işlemiştir'' diye konuştu.
Demokrasi içinde mücadele edemeyenlerin, demokrasi dışı güçlerden medet umduklarını belirten Erdoğan, ''Bunlar seçime 4 ay kalmış olsa da sandıktan medet umamaz. Sokağı, dağı gösterirler'' dedi.
Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Buradan BDP'ye açık açık soruyorum, gazeteci yazar Orhan Miroğlu'na yönelik tehditler faşizm değil de nedir? Gazeteci yazar Mehmet Metiner'e yönelik ortaya çıkarılan suikast planları basına, basın özgürlüğüne, ifade özgürlüğüne aleni bir tehdit değil de nedir? Son günlerde Odatv ile ilgili bu kadar sahip çıkma gayreti içerisinde olan yazılı ve görsel medyanın temsilcileri niçin Mehmet Metiner, Orhan Miroğlu için kalkıp da kaleminizi, dilinizi konuşturmuyorsunuz? Odatv'nin şu anda yargılananları yazılarından, düşüncelerinden dolayı değil başka bir eylemden dolayı takip altındadır ve bunu yapan yargı.''
Başbakan Erdoğan, şöyle devam etti:
''Sadece türkü söyleyen, acılarına ağıtlar yakan, barışın, kardeşliğin, özgürlüğün ezgisini dünyaya duyuran, sadece ve sadece insanlık için feryat eden bir sanatçıya, Şivan Perver'e yönelik tehditler, bizatihi hıyanet, bizatihi ihanet, bizatihi faşizm değil de nedir? Oysa Şivan Perver, toprağına sesleniyor, vatanına sesleniyor, kardeşlerine sesleniyor ve diyor ki 'İnan ki seni özledim, barış güvercinine sor, dosta ahbaba sor, hapishane duvarlarına sor, onlar sana doğruyu söylesin. Baharın rengine sor, şu ağaçtaki güle sor, ben seni çok özledim, inan ki seni özledim' Bu dizeleri dile getirecek kadar yüreği yanık, toprağına vatanına, kardeşlerine bu kadar hasret içinde gönlünün derinliklerinden 'İnan ki seni özledim' diye haykıran bir sanatçıyı tehdit etmek, Kürtlerin, sadece Kürtlerin değil insanlığın sesini kesmek değil de nedir? Bir yandan demokrasi diyeceksiniz, bir yandan temel hak ve özgürlükler diyeceksiniz, bir yandan barış diyeceksiniz, bir yandan hukuk diyeceksiniz ama öbür yandan Hakkari'de İmam Aziz Efendi'yi öldüreceksiniz.
Batman'da yangına koşanları katledenlere, İstanbul'da Serap yavrumuzu yakanlara sahip çıkacak, kucak açacak, bağrınıza basacaksınız. Doğu ve Güneydoğu'da AK Parti tarafından kararlılıkla yürütülen yatırımları, kalkınmayı, demokratikleşmeyi, özgürlükleri, açılımı görmeyecek, gidecek çetelerle işbirliği yapacaksınız. Benim Yüksekova'da İlçe Teşkilatımı bombalayacaksınız, Bingöl'de aynı, diğer illerde aynı. Sizin demokrasi anlayışınız bu mu? Sizin siyasette müşterek, açık, net karşı karşıya mücadele edelim deme anlayışınız bu mu? Yok hangi anlayışla ifade edeceksiniz, neyle tanımlayacaksınız? On yıllar boyunca faili meçhullerden şikayet edeceksiniz, sonra çıkıp faili meçhullerle itham edilen çetelerle işbirliği yapacak, terör örgütünün işlediği faili meçhullere sahip çıkacaksınız. Kusura bakmayın beyler, benim Kürt kökenli kardeşim de Türk kardeşim de nasıl bir kirli oyunun, nasıl bir kirli kampanyanın içinde olduğunu gayet iyi biliyor. Nasıl bir tutarsızlık, nasıl bir samimiyetsizlik içinde olduğunuzu benim 74 milyon vatandaşım çok iyi görüyor.''
-''DİKTATÖR GÖRMEK İSTİYORSANIZ AYNAYA BAKIN''-
Erdoğan, ''Aynı şekilde MHP, Genel Başkan başta olmak üzere partiden mikrofon başına, kamera karşısına geçen her yönetici, ilk kelimeden son kelimeye kadar kontrolsüz, izansız, insafsız şekilde küfrediyor. Bakıyorsunuz Mecliste yalan yanlış, cep telefonunu kulağına takıyor, ondan sonra güya kendisine telefon gelmiş, ekranda başka şeyler var, bak diyor filanca yerden arıyorlar diyor, bilmem nereden arıyorlar diyor, bunların Meclisteki çalışma anlayışı da bu. Hakaretler, tehditler, anlayış bu, hiçbir ciddiyet yok'' diye konuştu.
Başbakan Erdoğan, şunları kaydetti:
''Bir yandan özgürlüklerin baskı altına alındığını söylüyorlar, bir yandan korku siyaseti diyorlar, diğer yandan sistematik şekilde hakareti, milleti, hükümeti korkutmayı bir siyaset tarzı olarak benimsiyorlar. Bu ülkenin Başbakanına, bakanlarına, hatta ailelerine dil uzatacaksın, bu ülkenin bürokratlarını 'burnunuzdan fitil fitil getireceğim' diyerek külhanbeyi ağzıyla korkutacaksın, sonra da çıkıp Hükümeti korku siyasetiyle itham edeceksin. Aynaya bakın beyler, aynaya. Eğer diktatör görmek istiyorsanız da aynaya bakın, 'Mübarek' bir yüz görmek istiyorsanız da yine gidin, aynaya bakın. Durum çok açık, net ortada.
AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ''Bizi bazı diktatörlere benzetenlere ben soruyorum; defalarca seçime girdiniz, defalarca kaybettiniz, defalarca partinizin oylarını düşürdünüz, ikinci, üçüncü parti oldunuz, baraj altında kaldınız, yine de o koltuğu terk etmediniz. Mısır'ı biz mi örnek alacağız yoksa asıl siz mi örnek alacaksınız?'' dedi.
Erdoğan, AK Parti Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı'nda yaptığı konuşmada, ''sivil diktatörler, korku siyaseti, sansür'' gibi kavramların aslında bugün ortaya çıkmadığını, ''1960 ve öncesinde, 1980 ve öncesinde, 28 Şubat ve öncesinde ortaya çıkmış, gerektiği zaman fırına sürülmüş kavramlar olduğunu'' söyledi.
''Bu yaygarayı yapanlar darbecilerin aslında işbirlikçileridir, sivil uzantılarıdır ve amaçları da hak ve özgürlükleri geliştirmek değil, özgürlükleri yok sayan vesayetçi anlayışı hakim kılmaktır'' diyen Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Darbe olunca alkış tutan bu jakobenler, aynı zamanda darbe öncesinde de darbe şartlarını oluşturmak için bizatihi gayret göstermektedirler. Darbe şakşakçılarının, darbe koşullarının oluşması için işbirlikçilik yapan bu statüko muhafızlarının söylemlerine siz aldırmayın, benim sevgili milletim aldanmasın. Onların özlemi ileri demokrasi değil, vesayet rejimidir. Onların amacı özgürlükleri hakim kılmak değil, yasakların varlığını devam ettirmektir. Onların korumaya çalıştığı milletin iradesi değil, güç odaklarının çıkar düzenidir.''
Bundan sonra millet iradesine kastetmek isteyenlerin, AK Parti'nin boyun eğemeyen dik duruşunu karşılarında bulacaklarını belirten Erdoğan, ''Bundan sonra darbeye tevessül etme gayreti içerisinde olanlar aziz Türk milletini karşılarında bulurlar'' dedi.
-''KORKU SİYASETİ CHP'NİN GENLERİNE İŞLEMİŞ''-
Başbakan Erdoğan, ''CHP'nin önceki Genel Başkanı malum, irtica üzerinden korku siyaseti takip ediyordu, şimdiki Genel Başkan da faşizm iftiraları üzerinden aynı siyaseti takip ediyor. Korku siyaseti bu CHP'nin genlerine işlemiştir'' diye konuştu.
Demokrasi içinde mücadele edemeyenlerin, demokrasi dışı güçlerden medet umduklarını belirten Erdoğan, ''Bunlar seçime 4 ay kalmış olsa da sandıktan medet umamaz. Sokağı, dağı gösterirler'' dedi.
Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Buradan BDP'ye açık açık soruyorum, gazeteci yazar Orhan Miroğlu'na yönelik tehditler faşizm değil de nedir? Gazeteci yazar Mehmet Metiner'e yönelik ortaya çıkarılan suikast planları basına, basın özgürlüğüne, ifade özgürlüğüne aleni bir tehdit değil de nedir? Son günlerde Odatv ile ilgili bu kadar sahip çıkma gayreti içerisinde olan yazılı ve görsel medyanın temsilcileri niçin Mehmet Metiner, Orhan Miroğlu için kalkıp da kaleminizi, dilinizi konuşturmuyorsunuz? Odatv'nin şu anda yargılananları yazılarından, düşüncelerinden dolayı değil başka bir eylemden dolayı takip altındadır ve bunu yapan yargı.''
Başbakan Erdoğan, şöyle devam etti:
''Sadece türkü söyleyen, acılarına ağıtlar yakan, barışın, kardeşliğin, özgürlüğün ezgisini dünyaya duyuran, sadece ve sadece insanlık için feryat eden bir sanatçıya, Şivan Perver'e yönelik tehditler, bizatihi hıyanet, bizatihi ihanet, bizatihi faşizm değil de nedir? Oysa Şivan Perver, toprağına sesleniyor, vatanına sesleniyor, kardeşlerine sesleniyor ve diyor ki 'İnan ki seni özledim, barış güvercinine sor, dosta ahbaba sor, hapishane duvarlarına sor, onlar sana doğruyu söylesin. Baharın rengine sor, şu ağaçtaki güle sor, ben seni çok özledim, inan ki seni özledim' Bu dizeleri dile getirecek kadar yüreği yanık, toprağına vatanına, kardeşlerine bu kadar hasret içinde gönlünün derinliklerinden 'İnan ki seni özledim' diye haykıran bir sanatçıyı tehdit etmek, Kürtlerin, sadece Kürtlerin değil insanlığın sesini kesmek değil de nedir? Bir yandan demokrasi diyeceksiniz, bir yandan temel hak ve özgürlükler diyeceksiniz, bir yandan barış diyeceksiniz, bir yandan hukuk diyeceksiniz ama öbür yandan Hakkari'de İmam Aziz Efendi'yi öldüreceksiniz.
Batman'da yangına koşanları katledenlere, İstanbul'da Serap yavrumuzu yakanlara sahip çıkacak, kucak açacak, bağrınıza basacaksınız. Doğu ve Güneydoğu'da AK Parti tarafından kararlılıkla yürütülen yatırımları, kalkınmayı, demokratikleşmeyi, özgürlükleri, açılımı görmeyecek, gidecek çetelerle işbirliği yapacaksınız. Benim Yüksekova'da İlçe Teşkilatımı bombalayacaksınız, Bingöl'de aynı, diğer illerde aynı. Sizin demokrasi anlayışınız bu mu? Sizin siyasette müşterek, açık, net karşı karşıya mücadele edelim deme anlayışınız bu mu? Yok hangi anlayışla ifade edeceksiniz, neyle tanımlayacaksınız? On yıllar boyunca faili meçhullerden şikayet edeceksiniz, sonra çıkıp faili meçhullerle itham edilen çetelerle işbirliği yapacak, terör örgütünün işlediği faili meçhullere sahip çıkacaksınız. Kusura bakmayın beyler, benim Kürt kökenli kardeşim de Türk kardeşim de nasıl bir kirli oyunun, nasıl bir kirli kampanyanın içinde olduğunu gayet iyi biliyor. Nasıl bir tutarsızlık, nasıl bir samimiyetsizlik içinde olduğunuzu benim 74 milyon vatandaşım çok iyi görüyor.''
-''DİKTATÖR GÖRMEK İSTİYORSANIZ AYNAYA BAKIN''-
Erdoğan, ''Aynı şekilde MHP, Genel Başkan başta olmak üzere partiden mikrofon başına, kamera karşısına geçen her yönetici, ilk kelimeden son kelimeye kadar kontrolsüz, izansız, insafsız şekilde küfrediyor. Bakıyorsunuz Mecliste yalan yanlış, cep telefonunu kulağına takıyor, ondan sonra güya kendisine telefon gelmiş, ekranda başka şeyler var, bak diyor filanca yerden arıyorlar diyor, bilmem nereden arıyorlar diyor, bunların Meclisteki çalışma anlayışı da bu. Hakaretler, tehditler, anlayış bu, hiçbir ciddiyet yok'' diye konuştu.
Başbakan Erdoğan, şunları kaydetti:
''Bir yandan özgürlüklerin baskı altına alındığını söylüyorlar, bir yandan korku siyaseti diyorlar, diğer yandan sistematik şekilde hakareti, milleti, hükümeti korkutmayı bir siyaset tarzı olarak benimsiyorlar. Bu ülkenin Başbakanına, bakanlarına, hatta ailelerine dil uzatacaksın, bu ülkenin bürokratlarını 'burnunuzdan fitil fitil getireceğim' diyerek külhanbeyi ağzıyla korkutacaksın, sonra da çıkıp Hükümeti korku siyasetiyle itham edeceksin. Aynaya bakın beyler, aynaya. Eğer diktatör görmek istiyorsanız da aynaya bakın, 'Mübarek' bir yüz görmek istiyorsanız da yine gidin, aynaya bakın. Durum çok açık, net ortada.
Bizi bazı diktatörlere benzetenlere ben soruyorum. Defalarca seçime girdiniz, defalarca kaybettiniz, defalarca partinizin oylarını düşürdünüz, ikinci, üçüncü parti oldunuz, baraj altında kaldınız, yine de o koltuğu terk etmediniz. Mısır'ı biz mi örnek alacağız yoksa asıl siz mi örnek alacaksınız? Yapıştınız kaldınız, gidemiyorsunuz. Ben her seçim öncesinde çıktım, samimiyetle, açık yüreklilikle söyledim. 'Partim ikinci parti olursa derhal Genel Başkanlığı bırakırım' dedim, siz bunu söyleyemediniz. Gittiniz 8 ay sonra tekrar geldiniz. O koltuklarınızı, o makamlarınızı bırakıp gidemediniz. Allah aşkına, Mısır'ı, Tunus'u örnek alacak acaba ben miyim, yoksa siz misiniz? Tunus'ta, Mısır'da 30 yıldır sıcak koltuklarından bir türlü kalkamayanlar, halkın haykırışlarıyla nihayet kalktılar. Peki siz halkın mesajını ne zaman okuyacaksınız? Siz ne zaman sandıklara kulak vereceksiniz? Siz acaba ne zaman, hangi durumda o koltukları ehline teslim edeceksiniz? Ya bize teslim edin demiyoruz, yine teşkilatınızdan gelenlere teslim edin. Ama bırakın da hiç olmazsa tabanınız da yeni simalar görsün. Bize talkın verenler maşallah salkımı götürüyorlar. Bizi dikta özentisiyle suçlayanlar, maşallah kendi partilerini diktayla yönetiyorlar. Bizi korkutmakla itham edenler, kendi kitlelerini, kendi tabanlarını korkutarak ayakta kalma mücadelesi veriyorlar. Şimdi bakın değerli arkadaşlarım, bu malum koronun, yani CHP, MHP ve BDP'nin, onlarla birlikte yandaşlarının son günlerde bazı olaylardan yola çıkarak bu korku ve dikta söylemini artırdıklarını görüyoruz.''
AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ''Anamuhalefet partisinin genel başkanının bir örgüte üye olma arzusu karşısında vatana, millete hayırlı olsun diyemiyorum. Çetelere, mafyaya, karanlı suç örgütlerine hayırlı olsun diyorum'' dedi.
Erdoğan, AK Parti Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı'nda yaptığı konuşmada muhalefet partilerine yönelik eleştirilerde bulundu.
''CHP ve Genel Başkanı, artık Haziran seçimlerinden öyle zannediyorum ki umudunu kesti. Süreci tamamen korku üzerine kurguluyor. Kendi tabanını korkutarak buradan bir başarı elde edeceğini, bir çıkış yolu bulacağını zannediyor'' diyen Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Buradan soruyorum; Sayın Kılıçdaroğlu, sokak sokak direnme çağrısı yapan milletvekillerinizle ilgili hangi işlemi yaptınız? CHP'nin üzerine o kara leke öylece dururken siz ne hakla çıkıp AK Parti'yi sivil dikta ile itham edebiliyorsunuz? Türk Silahlı Kuvvetleri'ne hakaret eden, yani sadece kartondan kaplan demekle değil, aynı zamanda 'ABD'nin içini oyduğu' diye ifade eden genel başkan yardımcınız ile ilgili acaba hangi işlemi yaptınız. 'TSK ile ilgili sadece ben konuşurum, benden başka kimse konuşamaz' derken bunu ne ile ifade edeceksiniz?''
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'na yönelttiği sorulara devam eden Başbakan Erdoğan, CHP'nin üst düzey yetkilisi tarafından dile getirilen müdahale özlemi karşısında defteri kapatmak dışında ne tavır alındığını sordu. Erdoğan, durum böyle iken, hangi hakla çıkıp kendilerini korku imparatorluğu kurmakla itham ettikleri sorusuna cevap istedi.
-''SİZ SADECE BELLİ KALIPLARDA OLAN KADINLARA MI SAYGI DUYUYORSUNUZ?''
Başbakan Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Kardeş Arap halklarının kadınlarına en ağır şekilde hakaret eden, ırkçılığın, ayrımcılığın en korkunç derecesine ulaşmış milletvekillerinizle ilgili ne işlem yaptınız? Siz sadece belli kalıplar içerisinde olan kadınlara mı saygı duyuyorsunuz? Siz kendi gönül dünyanızdaki belli kadınlara mı saygı duyuyorsunuz? Dünyanın bir diğer ucundaki, Afrika'daki, ne bileyim Etiyopya'da, Kenya'da, Zimbabwe'deki kadınlar saygı duyulacak kadınlar değil mi? Onları farklı mı değerlendiriyorsunuz?
Hanımefendi dava açacakmış... Siz torna mamulü bayan mı arıyorsunuz? Biz yaradılanı Yaradan'dan ötürü seviyoruz. Onun için bizim tüm yaradılmışlara sevgimiz var, saygımız var. Bizim kadın kollarımız da, bizler de asla kadın noktasında hiçbir ayrıma girmeyiz. CHP'li hanım kardeşlerimizinde bizim indimizde yeri aynıdır, MHP'li kadın kardeşlerimizinde aynıdır, BDP'li kadın kardeşlerimizin de aynıdır, Arabistan'da olsa da aynıdır, Somali'de de olsa aynıdır. Hiç değişmez. Dünyanın neresinde olursa aynıdır. Çünkü biz yaradılanlara böyle bakıyoruz.''
-''YENİ GENEL BAŞKAN İŞİ ÜYELİĞE KADAR GÖTÜRDÜ''-
Bunları hatırlattıkları zaman Kılıçdaroğlu'nun da ''Irak, Bağdat'' dediğini belirten Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Ben de diyorum ki hodri meydan! Buradan, Ankara'dan Irak adına konuşmayın. Eğer yüreğiniz yetiyorsa, cesaretiniz varsa gidin Bağdat'ın sokaklarına, Basra'nın sokaklarına, Kerkük'ün, Musul'un sokaklarına, Erbil'e git, Süleymaniye'ye git, 'AK Parti' deyin orada. Orada Türkiye deyin, orada ay yıldızlı Türkiye bayrağını gösterin. Ondan sonra gelin burada, Ankara'da bizi eleştirin.
Sadece Bağdat'ın, Basra'nın değil, bir zahmet Şam'ın, Amman'ın, Tahran'ın, Beyrut'un, Kabil'in, Gazze'nin, Tiflis'in, Piriştine'nin, Brüksel'in, Paris'in sokaklarına gidin, orada bizi sorun. Oralarda bizi en güzel şekilde anlatacaklardır. Bağdat'ın sokaklarında 'Türkiye'den geliyorum' dediğinizde inanın boynunuza sarılacaklar. Beyrut'ta Türk olduğunuzu söylediğinizde sizi yüreklerine misafir edeceklerdir. Şam'da Türkiye'li olduğunuzu söylediğinizde inanın ellerini göğe açıp sizin için hayır duası edeceklerdir.
Siz, elinizde üye kayıt fişi Ergenekon örgütünü aramayı bırakın da gidin yurt dışında Türkiye'nin itibarını görün, yaşayın. Şuna bak yahu... Türkiye'nin kanını emen, enerjisini tüketen bir örgüte üye olmak istediğini pervasızca söylüyor. Ardından utanmadan, sıkılmadan, yüzü kızarmadan bizi, partimizi, hükümetimizi sivil diktatörlükle, baskı ile, korku siyaseti ile itham ediyor.
Danıştay'ın 2. Dairesi'ne git orada aradığın örgütün izlerini bulursun. 'Nerede, gösterin bana gideyim üye olayım' diyor. Git Danıştay'ın 2. Dairesi'ne orada gör. Diyarbakır'ın karanlık sokaklarına git, bir gece vakti ensesine kurşun sıkılanların izinde aradığını bulursun. Çorum'a git, Sivas'a git, Kahramanmaraş'a git, Gazi Mahallesi'ne git, kanlı 1 Mayıs'ın yaşandığı Taksim'e git oralarda aradığının izlerini bulursun. Orada zaten onların üye kayıt büroları var. Hemen orada seni kaydederler. Hiç birini yapamıyorsan Dersim'e git. Benim oradaki kardeşlerime sor, akrabalarına sor onlar sana anlatırlar. Eski genel başkan avukattı, yeni genel başkan işi üyeliğe kadar götürdü. Anamuhalefet partisinin genel başkanının bir örgüte üye olma arzusu karşısında vatana, millete hayırlı olsun diyemiyorum. Çetelere, mafyaya, karanlık süç örgütlerine hayırlı olsun diyorum.''
Başbakan Erdoğan, hizmette yarışamayanlar ve rekabet edemeyenlerin belden aşağı vurarak, korkutarak, tenkit ederek rant sağlamaya çalıştıklarını belirtti.
Eşi ölen kadınlara nakit yardımda bulunacak
Başbakanlık Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü, eşi ölen ve ihtiyaç sahibi olan kadınlar için nakdi yardım yapacak.
Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürü Aziz Yıldırım, Devlet Bakanı Hayati Yazıcı'nın konuyla ilgili açıklamalarının detaylarını anlattı. Kadınların yoksullukla karşılaşma riskinin göreceli olarak diğer gruplardan daha yüksek olduğunu belirten Yıldırım, özellikle eşi vefat eden kadınların hem çocuklarına bakmak hem de çalışmak zorunda olması gibi sorunların yoksulluk riskini arttırdığına dikkati çekti. Yıldırım, bu durumlarla karşılaşan kadınların yoksulluğun en ciddi boyutu olan mutlak yoksulluk sınırında yaşamak zorunda kaldıklarını ifade etti.
Çocuklarını tek başına yetiştirmek zorunda kalan ve düzenli gelirden mahrum olan kadınlara yönelik Avrupa Birliği üye ülkelerinde düzenli nakit yardımlar yapıldığını anlatan Yıldırım, Türkiye'de ise eşini kaybeden, sosyal güvenceden yoksun kadınlar için uygulanan bir sosyal yardım programı bulunmadığını hatırlattı. Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarınca uygulanan ayni ve nakdi yardım programlarınınsa ülke çapında geçerli bir standart oluşturulmadan yapıldığını dile getiren Yıldırım, eşi vefat eden kadınlar için düzenlenecek programın süreklilik açısından, yardım alan kitlenin de en büyük ihtiyacı olan düzenli gelir gereksinimini karşılayacağını söyledi.
Türkiye'de eşi vefat eden kadınların durumlarını ortaya koymak amacıyla Boğaziçi Üniversitesi'nce bir araştırma yapıldığını bildiren anlatan Yıldırım, ''Araştırmayla, eşi vefat etmiş ne kadar kadın var. Bunların asıl ihtiyaçları nelerdir, ne kadar süreyle bir destek programı uygulanmalı diye birtakım veri oluştu elimizde. Araştırma sonucunda bu programın hakikaten çok gerekli olduğunun farkına vardık'' dedi.
Eşini hiç beklenmedik bir zamanda ya da ani bir şekilde kaybeden kadınların büyük bir travma içine girdiklerini dile getiren Yıldırım, eşi vefat eden ama maddi durumları iyi olan ya da çalıştığı için kendi ayakları üzerinde durabilen kadınlar olduğu gibi eşi öldükten sonra ''şimdi ben ne olacağım'' diye düşünen kadınlar da bulunduğunu söyledi. Yıldırım, ''Eşini kaybeden kadınların yaşadıkları travmanın hiç olmazsa bir kısmını oluşturan 'şimdi ben ne olacağım' düşüncesini birazcık olsun hafifletecek, 'benim yanımda devlet var. Bana bakacak bir devlet var artık' diyebileceği bir program oluşturmayı hedefliyoruz'' diye konuştu.
-''EN KISA ZAMANDA HAYATA GEÇİRMEYİ PLANLIYORUZ''-
''Eşi Vefat Etmiş Kadınlar için Nakit Sosyal Yardım Programı'' şeklinde hazırlanan programı en kısa zamanda hayata geçirmeyi planladıklarını bildiren Yıldırım, şunları kaydetti:
''Bu kadınlara psikolojik destek de sağlanabilir. Ama öncelikle devlet olarak bu kesimin farkına varılması lazım. İlk etapta 2-3 ay süreyle, gidip psikolojik desteğe ihtiyacı olup olmadığını görülebilir. Özellikle çok ani durumlarda bu travmalar daha da ciddi boyutta yaşanıyor. Ama eşinin vefatı üzerinden 2-3 ay gibi bir süre geçtikten sonra kadınlar kendi ayakları üzerinde durabilmek için gerekli gücü topluyorlar.
Biz eğer ailenin mal varlığı aynı şekilde devam ediyorsa ya da kadın çalışır durumdaysa o desteği yavaş yavaş çekeriz. Ama bunun dışında hiçbir şeyi yoksa, tek çalışanı eşiyken onu da kaybettikten sonra hiçbir geliri kalmıyorsa... Ne yapacağız bu kadınları? 'Sen de ortada kal mı?' diyeceğiz, demeyeceğiz. Onlara bir şekilde yardımlar devam edecek. Belki eğitim gören çocukları olacak. onların eğitim hayatına devam etmeleri için yardımlar yapılacak. Sağlık problemleri varsa onlarla ayrıca ilgilenilecek. Çünkü eşin ölümüyle sağlık güvenceleri de ortadan kalkabiliyor bazen. Tüm bu konularda kadınlara destek olalım diye düşünüyoruz.''
-''SOSYAL YARDIMLAR BİRLEŞTİRİLMELİ''-
Aziz Yıldırım, geçtiğimiz günlerde Bakan Yazıcı tarafından açıklanan ve muhtaçlık temelinde verilen tüm sosyal yardımların oluşturulacak olan Sosyal Yardım Kurumu Başkanlığı altında toplanmasına ilişkin çalışma hakkında da ayrıntılı bilgi verdi. Türkiye'de sosyal yardım adı altında pek çok kurumlar tarafından yapılan yardımlar bulunduğunu belirten Yıldırım, bunların tek çatı altında birleştirilmesi gerektiğini söyledi.
Sosyal yardımların değişik zamanlarda, kurumlar tarafından ihtiyaca göre oluşturulduğunu ifade eden Yıldırım, şöyle konuştu:
''Mesela ilköğretim, ortaöğretim bursları var. Bunlar birer sosyal yardım. Biz de şartlı eğitim yardımı veriyoruz. Kız ve erkek çocukları için ayrı ayrı ilköğretimde, ortaöğretimde yardımlar veriyoruz. Bu alanda Milli Eğitim Bakanlığı da yardımlar yapıyor. Bakanlık sınavla burs veriyor. Biz hiçbir şekilde sınav yapmadan kendi hedef kitlemiz içinde kalanlara yardım yapıyoruz. Bunun dışında yeşil kart bir sosyal yardımdır aslında. SHÇEK tarafından da evde bakım aylıkları, 65 yaş üzeri muhtaçlara ve özürlülere yapılan yardımlar var. Ama bunların tamamı farklı farklı kurumlar tarafından yapılıyor. Bunların sosyal yardım adı altında tek bir kurumda birleştirilmesi lazım. Tek bir çatı altında toplanması gerekiyor. Böylece sosyal yardımların yoksullukla mücadeledeki etkisi perçinlenmiş olacaktır.''
Bu sayede yardımların niteliğinin de değişebileceğini vurgulayan Yıldırım, böylece kimi ihtiyaç sahiplerine tek seferlik yardımlar verilebileceği gibi bazı ailelere ya da bireylere sürekli yardımların yapılacağı programlar oluşturulabileceğini kaydetti.
Muhtaçlık kriterlerinin de tek bir otorite tarafından belirlenmesi gerektiğini dile getiren Yıldırım, şöyle devam etti:
''Bilgi Toplumu Stratejisi 2006-2010 Eylem Planında bize görev olarak verildi ve biz bunun hazırlığını çoktan yaptık. Bu çerçevede sosyal yardım başvuru sahiplerinin objektif kriterlere göre tespit edilmesine yönelik alternatif puanlama formülleri geliştirdik ve ülke genelinde 30 bin hane üzerinde bu formülleri sınıyoruz. Sosyal Yardım Bilgi Sistemini (SOYBİS) hizmete açarak yoksul vatandaşlarımızın muhtaçlıkları ile ilgili kurum kurum dolaşmasının önüne geçerek online olarak 13 farklı kurumdan 28 ayrı bilgiyi saniyeler içinde elde etmeye başladık. Sosyal yardım yararlanıcılarının hane bazında kayıt altına alınmasını sağlayacak veri tabanını tamamladık. Son olarak da mevzuat ayağını belirleyerek Çerçeve Sosyal Yardım Kanun Tasarısı Taslağını hazırladık.''
Bizim ordu sizin orduya benzemez... ÖZGÜN ÖZÇER istanbul 18 02 2011 cuma
Ortadoğu uzmanı Omar Ashour, Mısır devriminin dördüncü demokratikleşme dalgasını getireceği kanısında.
Ashour, yönetimi devralan ordunun hiçbir zaman laikliğin bekçisi olmadığını söylüyor
Exeter Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Bölümü direktörü, Mısır asıllı akademisyen Dr. Omar Ashour aynı zamanda siyasi İslam hareketleri konusunda da uzman. Mısır’daki halk ayaklanmaları sırasında El Cezire ve BBC televizyonlarına yorumlarıyla katkıda bulunan Ashour, Mısır’ın yakın geleceği üzerine Taraf’ın sorularını yanıtladı.
Öncellikle, bundan sonrasıyla ilgili öngörülerinizi alacağım: Özgürlükçü devrimin önünde kalan engeller nelerdir?
Karşılaşacakları belli başlı engeller rejimden arta kalanlar diyebiliriz. Devrim, rejimin başını defetmeyi başardıysa da Mübarek’in takipçileri duruyor. Eski İçişleri Bakanı Habib El Adly gibi kimileri bizzat rejim tarafından devre dışı bırakıldı. Ama rejimi asıl taşıyan unsur olan güvenlik teşkilatı ise hâlâ etkin. Üstelik, adil seçimlere gidilirse, çoğunun olanlardan dolayı yargılanacaklarının da bilincindeler. Zaten görevdeki hükümet Mübarek tarafından atanmıştı ve başındaki Ahmet Şefik, Mübarek’e sadık isimlerden. Bir diğer önemli konu ise ordunun kendine biçeceği rol: Demokratik kurumların oluşmasına mahal veren bir nevi Türkiye tarzı bir ordu mu yoksa daha ziyade, siyasete hâkim olmaya çalışan ve uzun vadede kalmaya çabalayan Suriye tarzı mı olmayı seçecekler, bunu henüz bilmiyoruz.
Ordunun rolünden bahsettiniz. Sizce askerlerin oyunun kurallarını işlerine geldiği gibi belirleme tehlikesi var mı?
Şu ana kadar ordu böyle bir eğilim içine girmedi. İlk günden itibaren geçici bir süre için geldiklerini ve yönetimi sivillere devredeceklerini açıkça söylediler. Halkın, Meclis’in feshi veya Anayasa metninin yeniden yazılması gibi başlıca talepleri karşılandı. Ancak OHAL’in kaldırılması, siyasi mahkumların serbest bırakılması veya güvenlik teşkilatının tasfiyesi gibi sayabileceğimiz diğer önemli taleplerin yerine getirilmemiş olması bazı kuşkular uyandırdı. Burada ABD’nin rolünü de vurgulamakta yarar var, zira Mısır ordusuyla çok yakın bir ilişki içindeler. ABD’nin uzun vadede Mısır’da askerî bir yönetim istediğini düşünmüyorum.
Olaylar yaşanırken ABD ve diğer ülkelerinin söyleminin değiştiğini gördük. Bunun nasıl bir ekisi oldu?
Batı’nın korumak istediği çıkarlar var. Söylemlerini değiştirenin, meydanda yaşananlar olduğunu düşünüyorum. Başta Mübarek hükümetini sağlam görüyorlardı. Ancak sokağa çıkan milyonların ciddiyetine ve cesaretine şahit olunca olaylar değişti ve hızla değişimi savunmaya başladılar. Ayrıca, doğruyu söylemek gerekirse, ABD, Mısır ordusuna şiddet kullanmaması konusunda yoğun baskı yaptı. Ayaklanmalar başladığı sırada Amerika’da bulunan Genelkurmay Başkanı’na bu mesajı net bir şekilde verdiler. Tabii bunun yasal bir boyutu da var: Katliama sebep olmanın bedelini biliyorlar. Şunu da eklemek gerekir ki, askerler meydana indikten sonra Mısırlıların onları çembere aldıklarını, sarıldıklarını görünce, ‘Biz bu insanları nasıl katlederiz’ diye de düşündüler.
Türkiye’nin Mısır için model teşkil etmesinden söz ediliyor. Sizce bu tür karşılaştırmalar Mısır’daki durumu doğru bir şekilde yansıtıyor mu?
Açık konuşmak gerekirse çok farklılıklar var. Türk ordusu en başından itibaren siyasi bir role bürünerek laik devletin ve Kemalizm’in savunuculuğuna soyundu. Oysa Mısır ordusu, özellikle Enver Sedat ve Mübarek rejimi altında herhangi bir politik niteliğe sahip değildi. Cemal Abdül Nasır döneminden sonra devrimin bekçisi olma gibi bir fikir yoktu. Müslüman Kardeşleri sevmiyorlar ama bunun altında ideolojik değil pragmatik bir neden yatıyor. İhvan’ın, ABD ve İsrail’le ilişkilerde sorun yaratabileceğini biliyorlar. Ordu, İsrail’le savaş istemiyor ve ABD ile olan ilişkilerine önem veriyor.
Yani laik İslamcı tartışmasında taraf değiller...
Komutanların bir bölümü ve genç subayların çoğu dindar. Mesela ilginç bir nokta da Anayasa Komitesi’nin başına İslamcı olarak tanımlanan Tarık El Bişri’yi getirmeleri. Aslında İslamcı tabiri biraz yanlış, eskiden solcuydu daha sonra muhafazakâr oldu. Belki AKP’nin ılımlı kanadından biri gibi nitelendirebiliriz. El Bişri bir yıl kadar önce Mübarek’e kafa tutmuştu: Sivillerin askerî mahkemelerde yargılanmasının Anayasa’nın bir ihlali olduğunu söylemişti. Bunun üzerine görevine son verilmişti. İnsanlar onu muhalif bir yargıç olarak bildiği için, onu atadılar.
Aslında protestolar boyunca İslamcılar ve laikler birlikte hareket ettiler, namaz kılmayı laik ve demokratik bir yönetim için bir eylem olarak kullandılar.
Zaten protestoların başarısının altında, Hıristiyanların, İslamcıların ve laiklerin taleplerinin bir olması yatıyor. İnsanlar Tahrir Meydanı’nda birlikte mücadele etmekten mutluluk duydular. Sanki sekterlikten arınmış yeni bir Mısır vardı önümüzde... Sanırım bu sekterlik Mübarek döneminin bir ürünüydü, demokrasinin değil.
Sizce Tahrir’in yarattığı bu dayanışma hissiyatı kalıcı bir miras olacak mı? 68 kuşağı misali ileride 2011 kuşağından bahsedebilecek miyiz?
Kesinlikle bundan bahsedeceğiz... Tahrir, pozitif bir an yaratarak Müslümanların Hıristiyanları sevmediği veya Mısırlıların kolektif eylemler yapamadığı gibi önyargıları yıktı. Gün be gün yeniden organize olarak, dünyanın en güçlü baskıcı sistemlerinden birine karşı beraber hareket ederek başarıya ulaştılar.
Müslüman Kardeşler konusunda korkunun dayanağı var mı?
Yıkılan önyargılar arasında Müslüman Kardeşlerle ilgili olanlar da var. İnsanlar ansızın kendilerini Müslüman Kardeşlerle yan yana otururken buldu. Hıristiyan bir kadın arkadaşım bana Meydan’da onlarla sıkça takıldığını, kendisine iyi davrandıklarını ve bu yüzden de beraber çalışmayı sevdiğini söyledi. Saldırıya uğradıklarında daha kararlı davrandıkları ve kaçmadıkları için kendini onların yanında güvende hissediyormuş.
Peki, İhvan'ın bundan sonraki stratejisi ne olabilirdi?
Bu ileride değişebilir elbette ama başkanlık seçimlerine katılmayacaklarını söylediler. Mısır’da Şeriat değil demokrasi istediklerini vurguluyorlar. Eğer Şeriat hakkında konuşurlarsa veya ABD ya da İsrail ile olan ilişkileri bozmak isterlerse sorun yaşayacaklarını çok iyi biliyorlar. Ayrıca önemli bir nokta, öne çıkan kuşak 20’li ve 30’lu yaşlarında olan facebook kuşağı. 80’li yaşlarına yaklaşan eskilere oranla çok daha kültürlü ve açık fikirliler. Mesela Müslüman Kardeşler, Tahrir’de kendi karargâhlarını kurdu. Liderleri 27 yaşındaydı ve kıdemlilerden emir almıyorlardı. Hatta kendilerine Genç Müslüman Kardeşler dediler.
Şimdi herkes ‘sırada kim var’ diye merak ediyor. Sizce Mısır’da yaşanacak demokratikleşmenin etkileri bölgeye yansır mı?
Demokratikleşmeye doğru bir geçiş döneminde olduğumuz için artık dördüncü demokratikleşme dalgasına tanık olacağımızı söyleyebiliriz (üçüncü dalga Latin Amerika diktatörlerinin devrilmesiydi). Ayrıca internetin yaygın kullanımı ve sosyal paylaşım siteleri sayesinde herkes birbirini takip edebiliyor. Mısırlıların gösteriler süresince yaptıkları organizasyonun benzerlerini başka ülkelerde de görebiliriz.
Türkiye’nin Mısır hakkındaki açıklamaları nasıl karşılandı?
Gerçekten Türkiye hükümetinin Mısır halkının yanında yer aldığını açıklaması çok onurluydu. Harika bir dayanışma örneği teşkil etti. Müthiş bir etki yarattı, o kadar ki Tahrir’de Başbakan Erdoğan’ın resimlerini bile gördüm. Türkiye’de ne kadar popüler bilemiyorum ama burada aktivistler onu bir demokrat olarak görüyor. Bu dayanışmayı Mısır halkının uzun süre hatırlayacağını düşünüyorum.