kapitalizmin ahlak imtihanı ekonomist Friederich Hayek 1899 1992 Droit , Législation et Libérté
2008 yılında ABD gayrimenkul piyasalarındaki çöküşle başlayan finansal kriz ABD Merkez Bankasının eski Başkanı Alan Greespan'ın tabiriyle tam bir ''küresel kasırga' ydı.
Hükümetler farklı şekillerde küresel piyasalara 2,4 trilyon dolar enjekte etmelerine rağmen büyük bir ekonomik kriz engelenemedi. Kapitalizm sorgulandı.
Sadece Sol düşünce değil, liberal kapitalizmin en radikalleri bile kapitalizmin ahlaklı kılınması üzerine düşünmeye başladılar.
bu çerçevede hiçbir ciddi önlemin alınamadığı, tüm ulusal egoizmlerin pervazsızca sergilendiği Seoul G20 zirvesi sonrasında, kapitalizmin ahlakla olan ilişkilerini sorgulamaya çalıştı...
Kapitalizmi ahlaklı kılmanın zamanı gelmedi mi ?
Bu soru finansal krizin en güçlü olduğu anda tüm gelişmiş dünya ülkeleri sorumluları tarafindan soruldu. Bu soruyu soranlar, ''tarihin mutlu sonu'' nu temsil eden liberalizme methiye yağdıranlardan başkası değildi. Soru bu şekilde formüle edildiğinde, çarpıtılmış da oluyor: eğer kapitalizmi ahlaklı kılmak gerekiyorsa, o halde kapitalizm ahlaklı değil; daha ahlaklı kılınabiliyorsa, demek ki öz yapısı itibariyle ahlaktan uzak da değil. Bir rivayete göre sadece aşırılıklarının sebep olduğu hasarlar sorun yaratıyormuş. Halbuki, ekonomiyi ahlak sorunsalı dışında bir gerçeklik olarak farzeden bir kuramın iddia ettiğinin aksine, ahlaki olmamak kapitalizmin yapısını oluşturmaktadır.
Ultraliberal ekonomist Friederich Hayek ( 1899-1992)( Droit , Législation et Libérté ) bu objektifi XX. yyılda ilan etmiş, ''sadece bireysel ve kasıtlı bir davranış, adil veya adaletsiz varsayılabilir; bu ise sosyal bir düzene tatbik edilemez, zira sosyal bir düzen birisi tarafidan arzu edilmez'' demişti. Bu yaklaşım, Hayek' i ''sosyal adalet'' kavramını, tamamen saçma ve yargılanamayacak birşeyi yargıladığı için saçma ilan ederek redde iter: örneğin ''elimizde, sosyal olarak adil olmayanı belirleyebilmek için hiçbir kriter bulunmamaktadır, zira bu adaletsizliği işlemiş bir bireyi bulmak mümkün değildir'' diyebiliyordu. Hayek, bu yaklaşımda, insandışı bir gerçekliğe insani niyetler yakıştıran bir insan biçimciliğin ( anthropomorphisme ) kalıntılarını da görmektedir; Hayek, daha da ileri giderek, bu insan biçimciliğin, sosyalist akımının, zenginlik ve üretim imkanlarının eşit dağılımı iddiasını desteklediğini de ileri sürmektedir; bu şekilde toplumun tamamen ahlak dışı bir ekonomik örgütlenmeye yöneldiği sonucuna varır; bir nevi, sistemin yarattığı adaletsizliği gizleyen bir sinizm biçimine bile inanır; bu ise olgunun hiçbir entelleküel kökeni olmadığından teorik olarak inkarını mümkün kılar.
Hayek' in entellektüel dünyasında, ahlak, kapitalizmin alanının dışında bulmaktadır kendini: ahlakın hiçbir zaman hiçbir şeye müdahale etmediğini iddia edebilecek kadar köktenci birini bulmak güç olsa da, ne ahlaklı ne ahlaksız, sadece ahlak sorunsalı dışında. Sadece poiltika ve hukuk kapsamında, bazı aşırılıkların düzeltilmesine el ayak olmaktadır; aşırılıkların sebeplerine hücum etmek asla söz konusu olmamaktadır. Ayrıca ekonomik süreçlerde hiçbir birey bulunmadığından, sadece sübjektif eylemlere tatbik edilebilen normlar adına yargılayamayız; bu şekilde adaletin ve adaletsizliğin etik bir anlamı olabileceği fikri de bertaraf edilmiş olur; bununla birlikte ekonomi sisteminin, eğer adalet kriterlerine uymuyorsa değiştirilmesi de imkansız kılınır. Hayek neticede, kapitalizmin adaletsiz olabileceğini kabul eder; aynı, tabiatın, insanlara kabiliyet dağıtırken adaletiyle parlamadığı, fakat bununla beraber ahlaksız da olmadığı gibi.
Bu tür bir söylemin, kapitalizmi, sebep olduğu tüm hasarlardan arındırdığı, ve bu şekilde ideolojik olarak doğruladığı gibi, politikaya karşı genel bir sinizmi de beslemekte ve her türlü politika değişikliği ve yüksek ahlak istemlerini hiçe indirgemektedir. Bizce, burada önemli hata, ekonominin ahlak açısından tamamen nötr olan bilim ve teknikle bir tutulmasıdır. Hayek, bu bilimleri birbirinden ayıran temel ögeleri unutmaktadır; bilim ve teknik, sadece araçlardır, fakat sosyal kullanımları yargılanabilir. Yeni bir üretim tekniği iş üretkenliğini artırabilir, fakat kendi içerisinde işsizliğe sebep olma olgusunu taşımaz; bu yüzden kötü değildir; aksine, iş süresini azalttığından insanların güçlüklerini de azaltır. Aynı miktarda işi, ayni sayıda insanla daha kısa zamanda gerçekleştirmek mümkün olur. Veyahut insanların, üretkenlik artişi sebebiyle daha fazla ücret almalarını sağlayabilir. Neticede, yeni bir üretim tekniği olgusunun değerinin sadece sosyal kullanımında olduğu ortaya çıkar.
Buna karşın, ekonominin, bazı insanların ( kapitalist olanlar ) diğerlerine ( ücretliler ) karşı belirli bir biçimde davrandığı pratikleri içerdiğini söyleyebiliriz ( bu ise Marks' ın(1818 -1883) büyük öğretisidir ) : sömürerek, zor şartlarda çalıştırarak, rekebet sebebiyle işsiz bırakarak, işçileri rekabete sokarak, iş yerinde ne denli ruhsal hasarlara, denge bozukluklarına, intaharlara sebep olduğunu bildiğimiz yeni idare teknikleri uygulayarak...vs vs ( Actuel Marx dergisi / 2006 )
Bütün bunların ne bilimle ne de teknikle hiçbir alakası yoktur; fakat toplum içerisinde iş dünyasını örgutleyen sosyal politikalardır. Bu pratiklerin, ahlak kurallarının süzgecinden geçirilmesi kadar doğal birşey olamaz; insani veya insani olmayan, ahlaklı veya ahlaksız pratikler. Marks ''ekonomi politika teknoloji değildir'' derken, başka birşey demiyor.
Ekonominin, insanlardan bağımsız bir pratik, aynı doğa kanunları gibi kanunlara tâbi olduğunu müdaafa eden fikirlerle mücadele etmek gerek. Nesnelerin serbest düşme kanununu kim eleştiriyor ! Bu entellektüel sapmanın adı ekonomizmdir, kendini mütemadiyen politikanın sorumluluğu dışında görür, ve ekonomik sorunların çözümünün sadece ekonomi profesyonellerinden gelebileceğine inanır.
Kapitalist ekonominin kanunları varsa, bunlar kesinlikle özel mülkiyete dayanan bir üretim tarzından kaynaklanırlar; bu kanunlar değiştirilebilir, ortadan bile kaldırılabilir. Bunlar belirli bir ekonomik sistem içerisinde insanlar arasındaki pratik ilişkileri düzenleyen normlar olarak görülmelidir; bu pratik ilişkilerin pratik statüleri vardır. Bu statüler bölgesel ve hatta dünya bağlamında işbirliği örgütlerince kontrol altına alınmış olmakla beraber değiştirilebilirler. Bu ise, bu ekonomik normların pratik olan herşey gibi ahlak ve hukuk alanına girdiklerini belirlemektedir. Bu yüzden ''ekonomi bilimi'' değer yargılarından arınmış saf bir bilim değildir: tüm sosyal bilimler gibi araştırma nesnesi gereği ( yani insan ) yargı değerlerine dayanır; insan faaliyetlerini kavrar ve gerçekliği şu veya bu yönde yönlendirir.
Amerikan ekonomisti Albert Otto Hirschman (1915), ekonomi bilimiyle ahlak arasındaki, genellikle bilinç dışı karışıklığı, ''Ahlakın, çalışmalarımızın merkezinde yeri var (...); bunun tek şartı sosyal bilim araştırmacılarının ahlaklı yaşıyor olmalarıdır' ( Economie comme science morale et politique ) şekilde dile getirirken, ahlaki kaygıların sosyal bilimlerce bilinçli ve açık bir biçimde üstlenilmesini arzu etmektedir. Bu noktada, ''ekonomi, bilimlerin en ahlaklısı, ve hatta gerçek bir ahlak bilimidir'' ( Manuscrits de 1844 ) diyen 1844 El Yazmaları' nın genç Marks' ına yaklaşmaktadir. Ekonomiyle ilgilenmesi istenilen ahlak kuralları nedir ? Politikanın önünde diz çökmesi istenmeyen ekonomi nedir ? Ahlak, sosyal ilişkilerin, politik ( kurumlar ), sosyal ( sosyal haklar ) ve ekonomik hayatın tümüne tatbik edilebilmelidir. Bununla beraber, politika ve sosyal alanları, 1789 ve 1944 İnsan Hakları Bildirisi ile kuşatmasına rağmen, ahlak' a, ekonominin eşiğinde kalması salık verilmektedir. İşte bu yasağın kaldırılması gerek; insan hizmetinde ahlaklı bir ekonomi hedefleyen ahlaklı bir politika neden mümkün olmasın ? Ahlak değerleri ekonomi alanına giremez mi ?
Hangi değerler ve hangi politika ?
Bunun cevabı, ortak ahlak anlayışında, Kant' da (17241804) aranmalıdır : ''diğerine saygı ve diğerinin alet edilmemesi'', evrensel kriterinden hareketle mümkün olabilir; hedef, bireyin özerkliği olmalı. Her türlü metafizik veya dini art niyetlerden arınmış bir evrensellik anlayışı sayesinde siyasi egemenliğe ( kısmen de olsa bu, demokratik kurumlarda gerçekleşmektedir ), soyal baskıya ( bu da kısmen XIX. yyıldan bu yana işçi hareketlerinin elde ettiği sosyal haklar sayesinde gerçekleşti ) son verilebilir.
Fakat gelince ekonomik sömürüye, yol uzun gözüküyor.
Ekonomik alanın ahlaka kavuşturulması sayesinde, diğer alanlarda kazanılmış ( ahlakı ) sosyal hakları koruyabiliriz.
Netice itibariyle, kapitalizmin belirli bir ahlak seviyesine kavuşması imkansız gibi gözükmektedir; özünde ahlaksızlık yatmaktadır, zira zengin bir azınlığın hizmetine girmekte, çalışan ücretli çoğunlukları alet etmekte ve özerkliklerini yadsımaktadır. Bu şartlarda kapitalizmin ahlakileşmesini istemek, bir yalan olmanın ötesine geçemiyor.
"duvarları yıkarız" "O duvar O duvarınız Vııızz gelir Bize Vııızzzz." Nâzım Hîkmet Ran (NHR) "duyan da okur; duymak için kör olmak mı lâzım?" "kör olmada gör beni" "Robin hood bugün yaşasaydı medyadaki tekelleşmeyi bir numaralı düşman olarak görürdü" 15 05 2010 cannes film festivali Russel Crowe "aslında robin hood yok cesur yürek var Robin Hood does not actually have a brave heart" Mel Gibson 07 01 2011 cuma azsonra.blogspot.com