Azsonra Birazdan Şimdi Biz Türkiye'yiz. MarmaraYenikapı Ahsarla #etiket

21 Mart 2011 Pazartesi

Erdoğan portresine hasredilen 4 Aralık 2002 tarihli gizli telgrafın tam metnini sunuyoruz SARi LACİVERTLi HEDiYE VERiN Taraf istanbul 20 03 2011 pazar

Erdoğan portresine hasredilen 4 Aralık 2002 tarihli gizli telgrafın tam metnini sunuyoruz
SARi LACİVERTLi HEDiYE VERiN Taraf istanbul  20 03 2011 pazar




Erdoğan’ın 2002’de ilk Beyaz Ev görüşmesi öncesinde Başkan Bush’a gönderilen portresi:

Koyu Fenerbahçelidir. Sarı mavi motifli bir hediyeyi çok

Amerikan sisteminde birey önemlidir.

Siyasette de, diplomaside de doğrudan devlet aygıtının ve
“ulusal”
çıkarların belirlediği temel mesajlar bile, o mesajları telaffuz edip savunan liderlerin “bireysel”
üsluplarından etkilenerek son şeklini alır.


Bir Amerikan başkanının karakteri, görünümü, ailesi, hatta hobileri seçmen tercihlerinin üzerinde, neredeyse o başkanın ideolojisi, siyaseti ve ittifakları kadar belirleyicidir.

Amerikan devleti, bu alışkanlıkla, dünyaya da
 “birey”
odaklı bakar;

diplomatik ilişkilerde karşı tarafın devlet yapısı, ideolojisi, siyaseti kadar, muhatap olunan liderin şahsiyeti, ilgileri, bireysel kudret ve zaafları da gözönünde tutulur.

Bu nedenle, bir Amerikan Başkanı başka bir ülkenin lideriyle görüşeceği zaman, onun önüne giden notlarda söz konusu liderin portresi de önemli yer tutar.

Her yabancı liderden önce, Oval Ofis’e o liderin portresi girer.

WikiLeaks Türkiye Belgeleri arasında Recep Tayyip Erdoğan’ın ilk
“Oval Ofis Portresi”
de var.

O portre, 4 Aralık 2002’de dönemin ABD Ankara Büyükelçisi W. Robert Pearson tarafından kaleme alındı.

Erdoğan, henüz başbakan, hatta milletvekili bile değildi ama 3 Kasım seçimlerinin muzaffer lideri olarak Washington’a gidiyordu.

Bush yönetimi, Erdoğan’ı henüz Oval Ofis’te değil belki ama Roosevelt Salonu’nda ağırlamak için, siyasi haklarına kavuşmasını beklememiş;

doğruluğu zaman içinde teyid edilen bir refleksle, Erdoğan’ın

“Türkiye’nin görünür gelecekteki bir numaralı lideri”

olacağını anlamıştı.


Washington’daki yetkililer, bu “yeni” lideri tanımak, bundan böyle Ankara’da nasıl bir adamla aşık atacaklarını bilmek, özellikle de Irak’a karşı askerî bir operasyonun planlanmakta olduğu o günlerde Türkiye’den beklentilerini nasıl bir üslupla iletmeleri gerektiğini anlamak istiyorlardı.

Erdoğan’ın 10 Aralık 2002’deki Beyaz Ev ziyaretinden birkaç gün önce, Başkan George W. Bush’un masasına ulaşan Pearson imzalı “portre” işte bu arzunun bilincinde olarak, bir karakter tahlili de içerecek şekilde hazırlandı.

Erdoğan portresine hasredilen 4 Aralık 2002 tarihli “gizli” telgrafın tam metnini sunuyoruz:

Ona davranışımız nüfuzumuzu etkiler

“ÖZET:
 Türkiye’nin en güçlü politikacısı olan Tayyip Erdoğan, bizim AK Parti hükümetini, Irak ve ABD’nin diğer stratejik çıkarları konusundaki kamuoyu görüşünü etkileyebilme yeteneğimiz açısından anahtar nitelik taşıyor.

Erdoğan, kendisiyle çok gurur duyan bir adam ve Kemalist Devlet’in onun kamusal hayata tamamen dönmesini engelleme çabaları, bu gururu azaltmıyor, aksine artırıyor.

Dolayısıyla, Erdoğan’a şimdiden hükümetin başıymış muamelesi yapmak, ABD’nin Türkiye’deki nüfuzu açısından muazzam getiri sağlayacak ve Kopenhag Zirvesi’nde Türkiye’ye katılım müzakereleri için tarih verilmesine olan kuvvetli desteğimizi AB nezdinde vurgulamış olacaktır.

Derin Devlet, ona karşı çok çalışacak

2) Şahsen seçilmemiş olan Tayyip Erdoğan, partisi AK’ın ezici seçim zaferinden ve hükümet başkanı gibi karşılandığı 14 ayrı AB başkentini kapsayan gezisinden sonra, Türk siyasetindeki yeni devdir artık.

3 kasımda Erdoğan’ın partisine zafer getiren şey, İstanbul’da sorumlu bir belediye başkanı olması, dürüst ve adil reformlardan yana çıkması ve Anadolu’nun bir ucundan diğerine siyasi bir çekim gücü oluşturmasıydı;

Devlet’in onun seçimlere girme ehliyeti olmadığı yönündeki tartışmalı kararı da bu seçim gücünü artırdı.

Erdoğan şimdi bu zaferi ve ulusal çapta kazandığı önemi, Parlamento’ya girebilmesini sağlayacak şekilde siyasi haklarını geri almak için kullanmaya ve kış sonunda ya da bahar başında başbakanlığı üstlenmeye kararlı.

3) Kentsel bölgelerdeki ve Anadolu’nun dört yanındaki popülaritesine rağmen, Erdoğan herkes tarafından sevilen biri değil.

Müesses nizam onu, vasat düzeyde eğitim görmüş, yolunu (fazlasıyla) bulmuş bir mahalle kabadayısı, Türkiye’yi Şeriat’a götürecek karizmatik ama tehlikeli bir vaizpolitikacı olarak tasvir etmeyi yeğliyor.

 Siyasetin ve bürokrasinin içinden birçok kişi bize, bu nedenle, Derin Devlet’in hukuki manevralar ya da provokasyonlar yoluyla Erdoğan’ın dengesini sürekli olarak bozmak için elinden geleni yapacağını söylüyorlar.

4) Bu bağlamda, Erdoğan’ın Washington’a yapacağı ziyaret,

(1) Türkiye’deki demokratik seçim sonuçlarına ve AK Parti hükümetinin demokratikleşmeyi sürdürme kararlılığına saygı duyduğumuzu göstermek,
(2) AK Parti ve bugünün Türkiye’sindeki en önemli politikacı olarak Erdoğan üzerindeki etkimizi güçlendirmek,
(3) Bu aşamada Türkiye’de dediğini yaptırabilecek tek politikacı olan Erdoğan’ı Irak, Kıbrıs ve içerideki siyasi ve iktisadi reform konularında doğru kararları almaya ikna etmek suretiyle, ABD’nin temel çıkarlarını ilerletebilmemiz için mükemmel bir fırsattır.


Gururu incinebilir, eleştiriyi sevmez

5) Erdoğan’ın karizması, defansif hali, güçlü sezgileri, hükümran
(hatta otoriter)
duruşu, sempatikliği
–ki bu Türk siyasetçileri arasında enderdir–
ve hafiften cakalı hareketleri, gençken İstanbul’un zorlu mahallelerinden Kasımpaşa’da yetişmesi, imam-hatip okuluna devam etmesi ve profesyonel futbol oynamasından ileri geliyor.

O hem duygusal tepkiler vermeye hem de siyasi iktidarı serinkanlılıkla elinde tutmaya meyyal bir adam.
Kendini çok büyük görüyor ve aşırı gururlu;
hakettiği saygıyı gördüğüne inanmadığı zamanlarda, hem kendi kafasındaki imajı hem de gururu kolaylıkla incinebiliyor ve eleştiriye kötü tepki veriyor.

Bununla birlikte 12 milyon nüfuslu İstanbul’un belediye başkanı olarak, Kıbrıs’taki

kireçlenmiş yaklaşımları kırma çabasında ve başörtüsü konusu gibi hassas meseleleri ne

zaman öne itip ne zaman geri çekeceğine ilişkin zamanlama açısından ahenkli

(bu bir çaba gerektirse de)

bir duruşa sahip olduğunu kanıtladı.



6) Erdoğan, yabancı dil bilmediği ve kuvvetli, kapsamlı bir eğitimden yoksun olduğundan, yabancılarla yaptığı toplantıları, sezgilerine, kendi ağırlığına ve ilişki kurma yeteneğine güvenerek götürüyor.
 Anlatılanları dikkatle dinleyecek ve muhataplarının da kendisine ve konuya ciddiyetle, dahası samimiyetle yaklaşmasını isteyecektir.

Şakadan hoşlanır, itirazla sertleşebilir

Bununla birlikte, doğru zamanda yapılmış şakaya veya daha hafif konularda konuşmaya da açıktır.
Bu son nokta itibariyle, Erdoğan, takma adı
“Sarı Kanarya”
 olan ve İstanbul’un (ve Türkiye’nin) üç büyük futbol kulübünden biri olan Fenerbahçe’nin koyu bir taraftarıdır;
 sarı ya da sarı ve mavi renklerde motifleri olan bir hediye çok beğenilecektir, hele bir de Erdoğan’ın futbol tutkusuna ilişkin bir sözle birlikte sunulursa.
Erdoğan’ın üslûbu, söyleyeceklerini ilkin yumuşak bir dille, az ve öz şekilde söylemektir;

itirazla karşılaştığında, bu kez cevabını daha keskin bir tonda verir ve konu üzerine her teatide biraz daha sertleşir.
Açıktan açığa yapılan baskıya ya da tehdit imalarına kötü tepki gösterir.
Onu zor bir karar almaya ikna etmenin en iyi yolu, sakin ama erkek-erkeğe bir üslupla onun Türkiye’nin lideri olarak ülkenin kaderini elinde tuttuğu duygusuna hitap etmektir.

Partisini birarada tutması zor olabilir

7) ‘Referans C’ belgesi
 (bu belge telgrafın metninde yer almıyor)
 AKP’nin kudretlerini ve zaaflarını ABD’nin çıkarlarına muhtemel etkileriyle birlikte ortaya koyuyor.
Zaaflar sözkonusu olduğunda, seçim sonrasında bir farklılaşma, dolayısıyla da parti içi gerilime daha elverişli bir ortam görmekteyiz.
Birinci ayrım, partinin Parlamento grubu
 (ki bu grup kısa bir süre önce, Başbakan Gül’ün beklemediği kadar dindar ve muhafazakâr nitelikte başkanvekilleri seçti)
ile parti liderliği (ki bu ekip, Erdoğan ve Gül’ün etrafındaki pragmatik gruba daha yakın) arasında.
İkinci ayrım, Parlamento’nun ateşli başkanı Arınç ile daha sakin olan Gül arasında.

Hükümet etmenin ve yasa yapmanın gerilimleri, müesses nizamdan gelen dış başkılar, kamuoyu ve dış politikanın gerekleri bu yığınsal partinin içindeki fraksiyonlarla ve çatlaklarla oynayıp durdukça partiyi birarada tutma çabası Erdoğan’ı fazlasıyla meşgul edecektir.

Soldan merkez-sağa kadar irtibatta olduğumuz birçok kişi, AK Parti’nin bir yıl içinde bölüneceği öngörüsünde bulunuyor.

Bu değerlendirmeler, biraz da kıskançlığın etkisiyle bazılarının gönlünden geçen şeyi yansıtıyor olabilir ama AK Parti’nin önümüzdeki dönemde büyük bir iç gerilim yaşayacağı da gerçek.

8) Erdoğan henüz hükümette değil ama haberlerde ön planda olduğu için buradaki ve yurtdışındaki herkesi, de facto (fiilen) –ve gelecekte de jure (hukuken)– lider olduğuna ikna etti.
 Gül’ün, Erdoğan’ın rehberliğinde oluşturduğu kabinesi, Derin Devlet ve bürokrasiyle ilişkilerde tecrübe sahibi kişilerle

–Savunma
(hükümete diğer açılardan temkinli yaklaşan Cumhurbaşkanı Sezer, Bakan Gönül’e saygı duyuyor),
 İçişleri, Dışişleri, Eğitim–

Erdoğan’ın İstanbul belediyesindeki idari kadrosundan ve bağlantıda oldukları bazı kurnaz işadamlarından müteşekkil.

AK Parti’nin yetenek havuzunu göreceğiz

9) Gül, AB ile ilgili demokratik reformları ve Erdoğan’ın başbakanlığı üstlenmesinin yolunu açacak anayasa değişikliklerini belki kış ortasında ya da sonunda hızla parlamentodan geçirecektir.

Cevap bekleyen büyük bir soru, AK Parti’nin müsteşarlık ve daha alt seviyelerde bürokrat atamalarını yapabilmesine uygun beceride bir yetenek havuzuna sahip olup olmadığıdır.

Bu açıdan, derinlemesine nüfuz etmiş çıkarlar ve uygulamalarla karşılaştığında, AK Parti’nin
(a) dış politikada pragmatik cevaplar verme,
(b) güvenilir nitelikte iktisadi reform ve bankacılık denetleme standartlarını devam ettirme,
(c) niyet ettiği güçlü reform yanlısı ve yolsuzluk karşıtı seferberliği hayata geçirme, bakımından ne kadar başarılı olabileceği konusunda Türk gözlemcilerin kafasında taşıdığı soruları biz de paylaşıyoruz.

Mürebbiyelerinden ayırıp konuşalım

10) Türk bürokrasisi karşısındaki temkinli tutumu düşünüldüğünde, Erdoğan’ın hassas konulardaki gerçek düşüncelerini öğrenebilmek için onu bürokratik mürebbiyelerinden ayırıp, bir kenara çekmek büyük önem taşıyacaktır.

Erdoğan’ın ABD’li muhatapları, ayrıca, kendi yardımcılarını onun en yakın danışmanlarının, özellikle de en yakın dış politika danışmanı Ömer Çelik’in desteğini kazanmak için kullanmak suretiyle, Erdoğan’a verecekleri mesajın etkisini artırabilirler.

3 aralıktaki Wolfowitz-Grossman
(O sırada ABD Savunma Bakanlığı’nın iki numarası olan Paul Wolfowitz ile Dışişleri’nin üç numarası olan Marc Grossman’ın Ankara’da yaptıkları Irak ağırlıklı görüşmelerin ayrıntılı dökümünü veren bir WikiLeaks belgesini 18 martta Taraf’ta yayımlamıştık.

Söz konusu belgenin orijinalini de internet sitemizde bulabilirsiniz.)

ziyaretinin ertesinde, en önemli dört konuda Erdoğan’a yaklaşımın şöyle olmasını öneriyoruz: »

Irak:

 Koalisyon güçlerinin muhtemel bir askerî operasyona dönük hazırlıklarına tam destek vermesinin Türkiye için sağlayacağı avantajları vurgulayın ve Erdoğan’ı bu alanda azami işbirliğini, (kendi halkına), yabancıların Türkiye’nin geleceğini kontrol etmesine izin vermemek şeklinde satması için ikna edin:
“Oyunu oynamazsan, kuralları da belirleyemezsin.”

Erdoğan’a dört temel kriter verelim

»AB ve reform:
Türkiye’nin adaylığına verdiğimiz desteğin gücünü anlatırken, Erdoğan’ı Kopenhag’da lobi yapmaya hazırlamak için, ona
(bizim de Ankara’da düzenli olarak yaptığımız gibi)

AB üyelerinin bu konudaki en son tavırlarıyla ilgili bilgilerimizi aktarın, reformların sürmesinin kritik bir etki yapacağını vurgulayın ve Zirve’den kaçacak kararı Türkiye’ye müspet yansıtmasını ısrarla isteyin.

»Kıbrıs: Denktaş’ı en kısa zamanda çözüme ulaşmaya zorlamasını Erdoğan’dan talep edin.

»İktisadi reform, yolsuzlukla mücadele, işkenceye karşı önlemler ve açık hükümet:

Erdoğan’ın partisinin yurtiçinde en fazla bu dört konudaki performansıyla

değerlendirileceğini söyleyin;

 reform momentumunu korumanın ve temiz bankacılık düzenlemelerinin hükümetin imajı ve piyasaların güveni için taşıdığı merkezî önemi vurgulayın

 (Erdoğan, yolsuzluğa bulaşmış ve batmış banka sahiplerinin tesiri altına giriyor.)






Azsonra Birazdan Şimdi Biz Türkiye'yiz.