Fukushima, nükleer enerjinin sonu mu 2011
Fukushima, nükleer enerjinin sonu mu 2011
Japonya'nın, Fukushima nükleer santralında büyük patlamalara ve radyasyon salmalarına sebep olan deprem ve tsunami, muazzam bir jeolojik ve insani
trajediye sahne oldu.
Bilirkişiler bu felaketin Tchernobyl'den daha büyük bir felaket olup olmadığını
tartışa dursunlar, Fukushima ile, nükleer enerjinin güvenliğiyle ilgili soruların cevabı verilmiş oldu:
nükleer enerji santrallarinin güvenlik seviyesi ne olursa olsun, hesaba alınmayan doğal veya insani herhangi bir olgu, yapılan tahminleri sıfıra indirgemektedir.
Hiçbir sistem, tüm riskleri içerisine alabilecek matematik formülü bulamıyor.
Doğa elemanları ile sanayi ürünlerinin giderek iç içe girmes, yeryüzünün bir açık hava laboratuarına çevirdi. Japonya'nın Kuzey Doğusunu yerle bir eden depremin jeolojik bir merkezi varsa, sembolik merkezi sanayi devriminin kendisidir.
200 yıl evvel başlayan sanayi devriminden bu yana insanoğlu jeolojik bir güç olarak belirdi. Bugün biyosferimizin tüm ögeleri, insan faaliyetlerinden dolayı devamlı değişime uğramaktadır; değişmeyen birşey kalmadı
( karbon, su, hava ...)
Buzul bilimciler, kutup buzullarının derinliklerinde sanayileşmenin başından bu yana sera etkili gazların yoğunlaştığını saptadılar; bu, buzulların oluştuğu 1 milyon yıldan bu yana ulaşılan en yüksek yoğunluk.
Son yılların iklim şartlarının önemli derecede bozulmasını sadece doğa ile izah edemeyiz.
Doğa içerisindeki elemanlar bugünkü kadar çabuk değişime uğramamışlardi.
Karbon, petrol ve uranyumdan elde edilen enerjiyle, insanoğlu, doğayı kullanma ve yok etme kapasitesini hızlandırarak en uç noktasına ulaştırdı.
Hiroşima ve Nagazaki atom bombaları bu sürecin en anlaşılmaz ve uç noktasını oluştururlar.
Bizce ilk atom bombasının patlaması, elektro nükleer enerjinin başlangıç günahıdır.
Bugün, nükleer enerjinin kıvancı olan Mox adlı, uranyum ve plütonyum karışımına, çok yüksek derecede radyoaktif atıklardan oluştuğundan dolayı ekolojik nükleer yakıt deniyor ! İşte bu atıklardan oluşan Mox' un, Fukushima reaktörlerinin havuzlarında bulunduğunu öğreniyoruz.
Bu, yeryüzünün en kirletici ve en tehlikeli maddeleri, evlerimizin ışığınının, radyatörlerinin, buzdolaplarının, trenlerin ve en modern fabrikaların elektriğini sağlıyor.
Nükleer enerji, ileri sanayi ülkelerinin ve yeni gelişen ülkelerin, ekonomik bağımsızlığa kavuşmak için ne pahasına olursa olsun elde etmeye çalıştıkları vaad edilmiş toprağa dönüştü.
Yakın bir geçmişte, dünya nükleer enerji şampiyonlarından Fransız Areva şirketinin bir reklamını hatırlamamak elde değil: hayali bir plaj kenarında bir nükleer santral;
bu Kopakabana veya tsunamiden evvel Fukushima olsun !
Ve insanın sinirleriyle oynayan tekno bir müzik eşliğinde çılgınlar gibi eğlenen insanlar düşünün !
İşte Areva için hayat buydu;
fakat nükleer enerjiyle yaşanan hayat gerçekliği bambaşka bir olgu;
bunu görmek için, Japonya'dan gelen nadir fotoğraflara bakmak yeter.
Evet, yaşadığımız post sanayi çağı işte bu hayali gösteri çağı.
Guy Debord' un 40 yıl evvel çok güzel betimlediği gösteri toplumunun
( la société du spectacle )
zirvesinde bulunuyoruz.
Tüm sıkıntı ve takıntıların yok sayıldığı, savaşların bile sanal bir biçimde yaşandığı, herkesin buna inanmaya davet edildiği bir dünya düşünün;
kuzey kürede kış iken güneyin ucuz plajlarında güneş banyosu yapmak, en güzel arabalara ve yassı ekranlara sahip olmak hayatta en önemli hedefler olarak belirlenmektedir;
ve bunlar insanların temel hak ve özgürlükleri olarak görülmektedir. Uyuşturucu alışkanlığına benzer alışkanlıklar içerisindeyiz; yeni imkanlar üretimi varoluşun yegane hedefi haline geldi;
aynı zamanda herşeyin hızlandığı, devamlı ihtiyacımız olmayan, çok çabuk eskiyen ve hurdaya çıkan eşyaların üretildiği bir büyüme çağındayız.
Maalesef modernligin dibinde yatan mantık bu olsa gerek: bolluk içerisinde bulunan insanlara her zaman akıllarından bile geçmeyen yeni imkanlar vermek ! Alman filozof Günther Anders,
'sanayi ürünlerinin hacmi muhayilemizin kapasitesini aşmaktadır'
diyor.
Japonya gibi, başına iki atom bombası düşmüş bir ülkenin, muazzam bir sismik fay üzerinde bulunmasına rağmen, 54 nükleer reaktör inşa etmesi, insan sağduyusunun, bu korkunç yaratıklar karşısında iflasını değilse başka neyi simgeliyor ?
İnsan bilinci uykuya dalıp da, canavarlar uyanmaya başlayınca, nükleer, kimyasal ve iklim saat bombaları patlamaya başladılar.
Bu bir senaryo değil, gerçekliğin kendisidir.
Gözlerimiz, yerle bir olan şehir manzaralarına alıştı.
Geleceği düşünme ve tasarlama imkanlarımız tamamen değişikliğe uğradı.
Küremizin doğal ve teknolojik felaketlerle yıkımı uzun ve ağır olacağa benziyor.
Fukushima nükleer santralinin reaktörlerinin arızalanması ve içinde bulundukları binaların patlaması, tamiri imkansız ve geri dönülmez bir sürecin başlangıcıdır. Bu santralin bir daha elektrik üretebilmesi, o bölgede yaşamak, dolaşmak, ebediyen imkansız ve düşünülemez oldu.
Tarkovski' nin ''Stalker'' filmini nasıl hatırlamayız ?
Nükleer enerji, tellürik güçten, volkan ateşinden farklı bir maddi olgu.
Zincirleme biçimde ipini koparan elemanlar, sanayi makinalarının hassaslığını ve dayanıksızlığını gözler önüne serdi.
Bilhassa Fukushima santralinin, gördügü en son teftiş raporundan, birçok elemanının arıza ve zayıflık gösterdiğini bile öğreniyoruz.
Bu ölçüsüzlüğün hem aktörü hem de kurbanı olan insanlık, kendi zaaflarının şartlarını, yeryüzü güçlerinden daha tehlikeli ve geri dönülmez bir biçimde yarattı.
Fukushima trajedisi zamanın sonuna varıldığını hatırlatıyor, insanlığı uyanmaya, makinanın esiri olmamaya davet ediyor;
Japonya' da cereyan eden olaylar zinciri, peşinden deliler gibi koştuğumuz, daima daha çok enerji kaynağı gerektiren büyüme modellerinin zararlarının bilincine varmamızı da hatırlatıyor.
İnsanlığın, kendine gelip, daha insani boyutlarda, daha dayanışmalı sistemler yaratmaya koyulması gerekmektedir.
Fukushima, nükleer enerjinin sonu mu 2011
Japonya'nın, Fukushima nükleer santralında büyük patlamalara ve radyasyon salmalarına sebep olan deprem ve tsunami, muazzam bir jeolojik ve insani
trajediye sahne oldu.
Bilirkişiler bu felaketin Tchernobyl'den daha büyük bir felaket olup olmadığını
tartışa dursunlar, Fukushima ile, nükleer enerjinin güvenliğiyle ilgili soruların cevabı verilmiş oldu:
nükleer enerji santrallarinin güvenlik seviyesi ne olursa olsun, hesaba alınmayan doğal veya insani herhangi bir olgu, yapılan tahminleri sıfıra indirgemektedir.
Hiçbir sistem, tüm riskleri içerisine alabilecek matematik formülü bulamıyor.
Doğa elemanları ile sanayi ürünlerinin giderek iç içe girmes, yeryüzünün bir açık hava laboratuarına çevirdi. Japonya'nın Kuzey Doğusunu yerle bir eden depremin jeolojik bir merkezi varsa, sembolik merkezi sanayi devriminin kendisidir.
200 yıl evvel başlayan sanayi devriminden bu yana insanoğlu jeolojik bir güç olarak belirdi. Bugün biyosferimizin tüm ögeleri, insan faaliyetlerinden dolayı devamlı değişime uğramaktadır; değişmeyen birşey kalmadı
( karbon, su, hava ...)
Buzul bilimciler, kutup buzullarının derinliklerinde sanayileşmenin başından bu yana sera etkili gazların yoğunlaştığını saptadılar; bu, buzulların oluştuğu 1 milyon yıldan bu yana ulaşılan en yüksek yoğunluk.
Son yılların iklim şartlarının önemli derecede bozulmasını sadece doğa ile izah edemeyiz.
Doğa içerisindeki elemanlar bugünkü kadar çabuk değişime uğramamışlardi.
Karbon, petrol ve uranyumdan elde edilen enerjiyle, insanoğlu, doğayı kullanma ve yok etme kapasitesini hızlandırarak en uç noktasına ulaştırdı.
Hiroşima ve Nagazaki atom bombaları bu sürecin en anlaşılmaz ve uç noktasını oluştururlar.
Bizce ilk atom bombasının patlaması, elektro nükleer enerjinin başlangıç günahıdır.
Bugün, nükleer enerjinin kıvancı olan Mox adlı, uranyum ve plütonyum karışımına, çok yüksek derecede radyoaktif atıklardan oluştuğundan dolayı ekolojik nükleer yakıt deniyor ! İşte bu atıklardan oluşan Mox' un, Fukushima reaktörlerinin havuzlarında bulunduğunu öğreniyoruz.
Bu, yeryüzünün en kirletici ve en tehlikeli maddeleri, evlerimizin ışığınının, radyatörlerinin, buzdolaplarının, trenlerin ve en modern fabrikaların elektriğini sağlıyor.
Nükleer enerji, ileri sanayi ülkelerinin ve yeni gelişen ülkelerin, ekonomik bağımsızlığa kavuşmak için ne pahasına olursa olsun elde etmeye çalıştıkları vaad edilmiş toprağa dönüştü.
Yakın bir geçmişte, dünya nükleer enerji şampiyonlarından Fransız Areva şirketinin bir reklamını hatırlamamak elde değil: hayali bir plaj kenarında bir nükleer santral;
bu Kopakabana veya tsunamiden evvel Fukushima olsun !
Ve insanın sinirleriyle oynayan tekno bir müzik eşliğinde çılgınlar gibi eğlenen insanlar düşünün !
İşte Areva için hayat buydu;
fakat nükleer enerjiyle yaşanan hayat gerçekliği bambaşka bir olgu;
bunu görmek için, Japonya'dan gelen nadir fotoğraflara bakmak yeter.
Evet, yaşadığımız post sanayi çağı işte bu hayali gösteri çağı.
Guy Debord' un 40 yıl evvel çok güzel betimlediği gösteri toplumunun
( la société du spectacle )
zirvesinde bulunuyoruz.
Tüm sıkıntı ve takıntıların yok sayıldığı, savaşların bile sanal bir biçimde yaşandığı, herkesin buna inanmaya davet edildiği bir dünya düşünün;
kuzey kürede kış iken güneyin ucuz plajlarında güneş banyosu yapmak, en güzel arabalara ve yassı ekranlara sahip olmak hayatta en önemli hedefler olarak belirlenmektedir;
ve bunlar insanların temel hak ve özgürlükleri olarak görülmektedir. Uyuşturucu alışkanlığına benzer alışkanlıklar içerisindeyiz; yeni imkanlar üretimi varoluşun yegane hedefi haline geldi;
aynı zamanda herşeyin hızlandığı, devamlı ihtiyacımız olmayan, çok çabuk eskiyen ve hurdaya çıkan eşyaların üretildiği bir büyüme çağındayız.
Maalesef modernligin dibinde yatan mantık bu olsa gerek: bolluk içerisinde bulunan insanlara her zaman akıllarından bile geçmeyen yeni imkanlar vermek ! Alman filozof Günther Anders,
'sanayi ürünlerinin hacmi muhayilemizin kapasitesini aşmaktadır'
diyor.
Japonya gibi, başına iki atom bombası düşmüş bir ülkenin, muazzam bir sismik fay üzerinde bulunmasına rağmen, 54 nükleer reaktör inşa etmesi, insan sağduyusunun, bu korkunç yaratıklar karşısında iflasını değilse başka neyi simgeliyor ?
İnsan bilinci uykuya dalıp da, canavarlar uyanmaya başlayınca, nükleer, kimyasal ve iklim saat bombaları patlamaya başladılar.
Bu bir senaryo değil, gerçekliğin kendisidir.
Gözlerimiz, yerle bir olan şehir manzaralarına alıştı.
Geleceği düşünme ve tasarlama imkanlarımız tamamen değişikliğe uğradı.
Küremizin doğal ve teknolojik felaketlerle yıkımı uzun ve ağır olacağa benziyor.
Fukushima nükleer santralinin reaktörlerinin arızalanması ve içinde bulundukları binaların patlaması, tamiri imkansız ve geri dönülmez bir sürecin başlangıcıdır. Bu santralin bir daha elektrik üretebilmesi, o bölgede yaşamak, dolaşmak, ebediyen imkansız ve düşünülemez oldu.
Tarkovski' nin ''Stalker'' filmini nasıl hatırlamayız ?
Nükleer enerji, tellürik güçten, volkan ateşinden farklı bir maddi olgu.
Zincirleme biçimde ipini koparan elemanlar, sanayi makinalarının hassaslığını ve dayanıksızlığını gözler önüne serdi.
Bilhassa Fukushima santralinin, gördügü en son teftiş raporundan, birçok elemanının arıza ve zayıflık gösterdiğini bile öğreniyoruz.
Bu ölçüsüzlüğün hem aktörü hem de kurbanı olan insanlık, kendi zaaflarının şartlarını, yeryüzü güçlerinden daha tehlikeli ve geri dönülmez bir biçimde yarattı.
Fukushima trajedisi zamanın sonuna varıldığını hatırlatıyor, insanlığı uyanmaya, makinanın esiri olmamaya davet ediyor;
Japonya' da cereyan eden olaylar zinciri, peşinden deliler gibi koştuğumuz, daima daha çok enerji kaynağı gerektiren büyüme modellerinin zararlarının bilincine varmamızı da hatırlatıyor.
İnsanlığın, kendine gelip, daha insani boyutlarda, daha dayanışmalı sistemler yaratmaya koyulması gerekmektedir.