Michelangelo Antonioni storia di un autore Antonioni Documents and Testimonial Gianfranco Mingozzi 1966 Michelangelo Antonioni, Federico Fellini, Marco Ferreri, Francesco Aguiari and Silvio Ceccato
italy Canada
58 min
DVDRip Xvid 700 MB
Arthouse, Documentary
This documentary was made for Canadian television and was named 'Antonioni: Documents and Testimonial'. It is a fitting name, since Antonioni is not enough to say, though, and often appears on the screen. Here he was, as a person and his writings give a characterization of colleagues to form their utterances of the film. Here there is an interview with Monica Vitti, including a candid moment with Vitti, where she recalls the accident at the show 'Adventures' in 1960 at the Cannes Film Festival. Also a composer Giovanni Fusco, director Federico Fellini (with whom he collaborated on the screenplay for Antonioni's 'The White Sheik') and many others. We can also see the rare moments of shooting with Antonioni and footage of scenes cut from 'The Adventures'.
Bu belgesel Kanada televizyon için yapıldı ve 'Antonioni: Belgeler ve Görüşler' seçildi. Antonioni söylemek yeterli değildir, çünkü uygun bir isim olsa da, ekran ve sık sık görünür. Burada bir kişi olarak, ve onun yazıları filmin Onların söylediklerinin arkadaşları karakterizasyonu için bir form vermek. İşte o Cannes Film Festivali'nde 1960 yılında göstermek 'Adventures' de kaza çağırır Vitti ile samimi bir an dahil Monica Vitti ile bir röportaj var. Ayrıca besteci Giovanni Fusco, yönetmen Federico Fellini (o Antonioni'nin 'Beyaz Şeyh' için senaryo üzerinde birlikte kime) ve diğerleri. Ayrıca Antonioni ve film ile çekim nadir anları görmek ve 'Adventures' sahneleri kesebilir.
http://www.wupload.com/file/46065937/Michelangelo_Antonioni_storia_di_un_autore_1966.part1.rar
http://www.wupload.com/file/46065932/Michelangelo_Antonioni_storia_di_un_autore_1966.part2.rar
"duvarları yıkarız" "O duvar O duvarınız Vııızz gelir Bize Vııızzzz." Nâzım Hîkmet Ran (NHR) "duyan da okur; duymak için kör olmak mı lâzım?" "kör olmada gör beni" "Robin hood bugün yaşasaydı medyadaki tekelleşmeyi bir numaralı düşman olarak görürdü" 15 05 2010 cannes film festivali Russel Crowe "aslında robin hood yok cesur yürek var Robin Hood does not actually have a brave heart" Mel Gibson 07 01 2011 cuma azsonra.blogspot.com
Documentary etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Documentary etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
7 Temmuz 2011 Perşembe
31 Mayıs 2011 Salı
Gaumont Treasures Hazineleri DVD1 Alice Guy 1897 1907 DVD9 225 min 7,66 GB Silent, Comedy, Drama, Documentary
Gaumont Treasures Hazineleri DVD1 Alice Guy 1897 1907
DVD9 225 min 7,66 GB
Silent, Comedy, Drama, Documentary
Few individual artists have exerted as profound an influence upon the evolution of cinema as Alice Guy (later known as Guy-Blache). With this collection of more than 60 films, culled from the world’s leading archives and carefully mastered, Guy may no longer be seen as a (woman filmmaker.) These films, produced by Guy for Gaumont before she moved to the US, reveal her to be an unqualified pioneer whose work stands alongside that of the Lumiere Brothers, Georges Melies, and Edwin S. Porter, in cinema’s rapid growth from an optical illusion to a storytelling medium to an art form. Among the highlights are a 19th-century serpentine dance, early (trick) films, experiments with hand-coloring and synchronized sound, comedies, social commentaries, and (as the collection’s centerpiece) a 33-minute religious epic: The Birth, the Life and the Death of Christ (1906).
(1897) The Fisherman at the Stream / Bathing in a Stream / Serpentine Dance by Mme. Bob Walter
(1898) The Turn-of-the-Century Blind Man / At the Hypnotist's / The Burglars / Disappearing Act / Surprise Attack on a House at Daybreak
(1899) At the Club / Wonderful Absinthe
(1900) Avenue de l’Opera / Automated Hat-Maker and Sausage-Grinder / At the Photographer's / Dance of the Seasons: Winter, Snow Dance / The Landlady / Turn-of-the-Century Surgery / Pierrette’s Escapades (In Original Hand-Tinted Color) / At the Floral Ball (In Original Hand-Tinted Color) / The Cabbage-Patch Fairy
(1902) Serpentine Dance by Lina Esbrard / Midwife to the Upper Class / An Untimely Intrusion / Miss Dundee and Her Performing Dogs
(1903) How Monsieur Takes His Bath / Faust and Mephistopheles
(1905) The O’Mers in The Bricklayers / The Statue / The Magician’s Alms / Clown, Dog and Balloon / Spain / The Tango / The Malaguena and the Bullfighter / Cook & Rilly’s Trained Rooster / Cake Walk, Performed by Nouveau Cirque / Alice Guy Films a Phonoscene / Saharet Performs the Bolero (In Original Hand-Tinted Color) / Polin Performs: The Anatomy of a Draftee (A synchronized-sound Phonoscene) / Dranem Performs: The True Jiu-Jitsu (A synchronized-sound Phonoscene) / Dranem Performs: Five O’Clock Tea (A synchronized-sound Phonoscene) / Felix Mayol Performs: Indiscreet Questions (A synchronized-sound Phonoscene) & (In Original Hand-Tinted Color) / Felix Mayol Performs: The Trottins’ Polka (A synchronized-sound Phonoscene) / Felix Mayol Performs: White Lilacs (A synchronized-sound Phonoscene)
(1906) The Birth, the Life and the Death of Christ / An Obstacle Course / Madame’s Cravings / A Sticky Woman / The Hierarchies of Love / The Cruel Mother / A Story Well Spun / The Drunken Mattress / The Parish Priest’s Christmas / The Truth Behind the Ape-Man / The Consequences of Feminism / Ocean Studies / The Game-Keeper’s Son
(1907) The Race for the Sausage / The Glue / The Fur Hat / The Cleaning Man / A Four-Year-Old Hero / The Rolling Bed / The Irresistible Piano / On the Barricade / The Dirigible Homeland
Directors: Alice Guy-Blache
Production land: France
Sessiz, Komedi, Drama, Belgesel
Birkaç bireysel sanatçı Alice Guy (daha sonra Guy-Blache olarak da bilinir) gibi sinemanın evrimi üzerinde derin bir etkisi olarak sarf var. ve dünyanın önde gelen arşivlerinden itlaf dikkatle hakim 60'dan fazla film, bu koleksiyon ile, Guy artık olarak görülebilir (kadın sinemacı.) Gaumont için Guy tarafından üretilen bu filmler, o ABD'ye taşınmadan önce, onu ortaya çıkarmak Eserlerini bir hikaye bir sanat formu için orta bir optik illüzyon gelen sinemanın hızlı büyüme Lumiere Kardeşler, Georges Melies ve Edwin S. Porter, o yanında duran bir niteliksiz öncü olmak. Doğum, Yaşam: vurgular arasında bir 19. yüzyıl serpantin dans, erken (trick) sinema, el boyama ve senkronize ses, komedi, sosyal yorumlar ve (koleksiyonun merkezinde as) bir 33 dakikalık dini epik ile deneyleri ve Mesih'in Death (1906).
(1897) Stream de Fisherman Mme tarafından / Serpentine Dance Stream / yıkanıyorum. Bob Walter
(1898) Turn-of-the-Century Blind Man / Daybreak bir Evi Hypnotist's / hırsızları / Disappearing Act / Sürpriz Atak At
(1899) Club'da / Wonderful Absinthe
(1900) Caddesi l'Mevsim Fotoğrafçı / Dans Opera / Otomatik Hat-Maker ve Sucuk-Grinder / At de: Kış, Kar Dans / Landlady / Pierrette's Escapades / Turn-of-the-Century Cerrahisi (Original Hand -Renk) Floral Ball (Original El-Renkli Renkli) / Lahana-Patch Peri / At Renkli
(1902) / Bir Zamansız Intrusion Lina Esbrard tarafından Serpentine Dans Üst Sınıf için / Ebe / Miss Dundee ve Her Sahne Köpekler
(1903) Mösyö Onun Banyo / Faust ve Mephistopheles Takes nasıl
(1905) döşemecileri / Heykeli / Magician's Alms / Palyaço, Köpek ve Balon / İspanya / Tango / Malaguena ve boğa güreşçisi / Cook & Rilly's Eğitimli Horoz / Cake Walk in O'Mers,
Nouveau Cirque / Alice Guy Films Tarafından Yapılan bir Phonoscene / Saharet yapar Bolero / Polin yapar (Original El-Renkli Renkli): Bir askere çağrılan kimse Anatomisi (A senkronize ses Phonoscene) / Dranem yapar: Gerçek Jiu-Jitsu (A senkronize ses Phonoscene) / Dranem yapar: Five O'Clock Çay (A senkronize ses Phonoscene) / Felix Mayol yapar: Indiscreet Sorular (A senkronize ses Phonoscene) & (Original Hand In-Renkli Renkli) / Felix Mayol yapar: Trottins 'Polka (A senkronize ses Phonoscene) / Felix Mayol yapar: Beyaz Leylakları (A senkronize ses Phonoscene)
(1906) Doğum, Yaşam ve / Engel Ders Mesih'in Death / Madame Cravings / / Sevgi Hiyerarşiler / Cruel Anne / A Story Kuyu / Drunken Yatak / Parish Priest's Christmas / Hakikat Spun A Sticky Woman / Oyun-Keeper's Son Feminizm / Okyanus Araştırmaları / Sonuçları Ape-Man Behind
(1907) Sosis / Tutkal / Kürk Hat / Temizleme Man / A Dört Yaşındaki Hero / Rolling Yatak / Irresistible Piano / Barricade On / zeplin Vatan için Yarış
http://www.fileserve.com/file/eefqqcg/Gaumont.Treasures.DVD1.Alice.Guy.part01.rar
http://www.fileserve.com/file/pe5hYbW/Gaumont.Treasures.DVD1.Alice.Guy.part02.rar
http://www.fileserve.com/file/8CqzHYH/Gaumont.Treasures.DVD1.Alice.Guy.part03.rar
http://www.fileserve.com/file/2qmv5M8/Gaumont.Treasures.DVD1.Alice.Guy.part04.rar
http://www.fileserve.com/file/qKJ6qmN/Gaumont.Treasures.DVD1.Alice.Guy.part05.rar
http://www.fileserve.com/file/3sBwdgN/Gaumont.Treasures.DVD1.Alice.Guy.part06.rar
http://www.fileserve.com/file/sdP3P3j/Gaumont.Treasures.DVD1.Alice.Guy.part07.rar
http://www.fileserve.com/file/uhQ3jyY/Gaumont.Treasures.DVD1.Alice.Guy.part08.rar
http://www.fileserve.com/file/jwNMXQs/Gaumont.Treasures.DVD1.Alice.Guy.part09.rar
http://www.fileserve.com/file/dUrmurg/Gaumont.Treasures.DVD1.Alice.Guy.part10.rar
http://www.fileserve.com/file/87C4tag/Gaumont.Treasures.DVD1.Alice.Guy.part11.rar
http://www.fileserve.com/file/rjDN5qj/Gaumont.Treasures.DVD1.Alice.Guy.part12.rar
http://www.fileserve.com/file/4kPPEa4/Gaumont.Treasures.DVD1.Alice.Guy.part13.rar
http://www.fileserve.com/file/24JKXyp/Gaumont.Treasures.DVD1.Alice.Guy.part14.rar
http://www.fileserve.com/file/Yz5dwSM/Gaumont.Treasures.DVD1.Alice.Guy.part15.rar
http://www.fileserve.com/file/nKArsvw/Gaumont.Treasures.DVD1.Alice.Guy.part16.rar
http://www.fileserve.com/file/QYYDb7D/Gaumont.Treasures.DVD1.Alice.Guy.part17.rar
http://www.fileserve.com/file/55nDUk5/Gaumont.Treasures.DVD1.Alice.Guy.part18.rar
http://www.fileserve.com/file/NJMBsd5/Gaumont.Treasures.DVD1.Alice.Guy.part19.rar
http://www.fileserve.com/file/9RFgKba/Gaumont.Treasures.DVD1.Alice.Guy.part20.rar
DVD9 225 min 7,66 GB
Silent, Comedy, Drama, Documentary
Few individual artists have exerted as profound an influence upon the evolution of cinema as Alice Guy (later known as Guy-Blache). With this collection of more than 60 films, culled from the world’s leading archives and carefully mastered, Guy may no longer be seen as a (woman filmmaker.) These films, produced by Guy for Gaumont before she moved to the US, reveal her to be an unqualified pioneer whose work stands alongside that of the Lumiere Brothers, Georges Melies, and Edwin S. Porter, in cinema’s rapid growth from an optical illusion to a storytelling medium to an art form. Among the highlights are a 19th-century serpentine dance, early (trick) films, experiments with hand-coloring and synchronized sound, comedies, social commentaries, and (as the collection’s centerpiece) a 33-minute religious epic: The Birth, the Life and the Death of Christ (1906).
(1897) The Fisherman at the Stream / Bathing in a Stream / Serpentine Dance by Mme. Bob Walter
(1898) The Turn-of-the-Century Blind Man / At the Hypnotist's / The Burglars / Disappearing Act / Surprise Attack on a House at Daybreak
(1899) At the Club / Wonderful Absinthe
(1900) Avenue de l’Opera / Automated Hat-Maker and Sausage-Grinder / At the Photographer's / Dance of the Seasons: Winter, Snow Dance / The Landlady / Turn-of-the-Century Surgery / Pierrette’s Escapades (In Original Hand-Tinted Color) / At the Floral Ball (In Original Hand-Tinted Color) / The Cabbage-Patch Fairy
(1902) Serpentine Dance by Lina Esbrard / Midwife to the Upper Class / An Untimely Intrusion / Miss Dundee and Her Performing Dogs
(1903) How Monsieur Takes His Bath / Faust and Mephistopheles
(1905) The O’Mers in The Bricklayers / The Statue / The Magician’s Alms / Clown, Dog and Balloon / Spain / The Tango / The Malaguena and the Bullfighter / Cook & Rilly’s Trained Rooster / Cake Walk, Performed by Nouveau Cirque / Alice Guy Films a Phonoscene / Saharet Performs the Bolero (In Original Hand-Tinted Color) / Polin Performs: The Anatomy of a Draftee (A synchronized-sound Phonoscene) / Dranem Performs: The True Jiu-Jitsu (A synchronized-sound Phonoscene) / Dranem Performs: Five O’Clock Tea (A synchronized-sound Phonoscene) / Felix Mayol Performs: Indiscreet Questions (A synchronized-sound Phonoscene) & (In Original Hand-Tinted Color) / Felix Mayol Performs: The Trottins’ Polka (A synchronized-sound Phonoscene) / Felix Mayol Performs: White Lilacs (A synchronized-sound Phonoscene)
(1906) The Birth, the Life and the Death of Christ / An Obstacle Course / Madame’s Cravings / A Sticky Woman / The Hierarchies of Love / The Cruel Mother / A Story Well Spun / The Drunken Mattress / The Parish Priest’s Christmas / The Truth Behind the Ape-Man / The Consequences of Feminism / Ocean Studies / The Game-Keeper’s Son
(1907) The Race for the Sausage / The Glue / The Fur Hat / The Cleaning Man / A Four-Year-Old Hero / The Rolling Bed / The Irresistible Piano / On the Barricade / The Dirigible Homeland
Directors: Alice Guy-Blache
Production land: France
Sessiz, Komedi, Drama, Belgesel
Birkaç bireysel sanatçı Alice Guy (daha sonra Guy-Blache olarak da bilinir) gibi sinemanın evrimi üzerinde derin bir etkisi olarak sarf var. ve dünyanın önde gelen arşivlerinden itlaf dikkatle hakim 60'dan fazla film, bu koleksiyon ile, Guy artık olarak görülebilir (kadın sinemacı.) Gaumont için Guy tarafından üretilen bu filmler, o ABD'ye taşınmadan önce, onu ortaya çıkarmak Eserlerini bir hikaye bir sanat formu için orta bir optik illüzyon gelen sinemanın hızlı büyüme Lumiere Kardeşler, Georges Melies ve Edwin S. Porter, o yanında duran bir niteliksiz öncü olmak. Doğum, Yaşam: vurgular arasında bir 19. yüzyıl serpantin dans, erken (trick) sinema, el boyama ve senkronize ses, komedi, sosyal yorumlar ve (koleksiyonun merkezinde as) bir 33 dakikalık dini epik ile deneyleri ve Mesih'in Death (1906).
(1897) Stream de Fisherman Mme tarafından / Serpentine Dance Stream / yıkanıyorum. Bob Walter
(1898) Turn-of-the-Century Blind Man / Daybreak bir Evi Hypnotist's / hırsızları / Disappearing Act / Sürpriz Atak At
(1899) Club'da / Wonderful Absinthe
(1900) Caddesi l'Mevsim Fotoğrafçı / Dans Opera / Otomatik Hat-Maker ve Sucuk-Grinder / At de: Kış, Kar Dans / Landlady / Pierrette's Escapades / Turn-of-the-Century Cerrahisi (Original Hand -Renk) Floral Ball (Original El-Renkli Renkli) / Lahana-Patch Peri / At Renkli
(1902) / Bir Zamansız Intrusion Lina Esbrard tarafından Serpentine Dans Üst Sınıf için / Ebe / Miss Dundee ve Her Sahne Köpekler
(1903) Mösyö Onun Banyo / Faust ve Mephistopheles Takes nasıl
(1905) döşemecileri / Heykeli / Magician's Alms / Palyaço, Köpek ve Balon / İspanya / Tango / Malaguena ve boğa güreşçisi / Cook & Rilly's Eğitimli Horoz / Cake Walk in O'Mers,
Nouveau Cirque / Alice Guy Films Tarafından Yapılan bir Phonoscene / Saharet yapar Bolero / Polin yapar (Original El-Renkli Renkli): Bir askere çağrılan kimse Anatomisi (A senkronize ses Phonoscene) / Dranem yapar: Gerçek Jiu-Jitsu (A senkronize ses Phonoscene) / Dranem yapar: Five O'Clock Çay (A senkronize ses Phonoscene) / Felix Mayol yapar: Indiscreet Sorular (A senkronize ses Phonoscene) & (Original Hand In-Renkli Renkli) / Felix Mayol yapar: Trottins 'Polka (A senkronize ses Phonoscene) / Felix Mayol yapar: Beyaz Leylakları (A senkronize ses Phonoscene)
(1906) Doğum, Yaşam ve / Engel Ders Mesih'in Death / Madame Cravings / / Sevgi Hiyerarşiler / Cruel Anne / A Story Kuyu / Drunken Yatak / Parish Priest's Christmas / Hakikat Spun A Sticky Woman / Oyun-Keeper's Son Feminizm / Okyanus Araştırmaları / Sonuçları Ape-Man Behind
(1907) Sosis / Tutkal / Kürk Hat / Temizleme Man / A Dört Yaşındaki Hero / Rolling Yatak / Irresistible Piano / Barricade On / zeplin Vatan için Yarış
http://www.fileserve.com/file/eefqqcg/Gaumont.Treasures.DVD1.Alice.Guy.part01.rar
http://www.fileserve.com/file/pe5hYbW/Gaumont.Treasures.DVD1.Alice.Guy.part02.rar
http://www.fileserve.com/file/8CqzHYH/Gaumont.Treasures.DVD1.Alice.Guy.part03.rar
http://www.fileserve.com/file/2qmv5M8/Gaumont.Treasures.DVD1.Alice.Guy.part04.rar
http://www.fileserve.com/file/qKJ6qmN/Gaumont.Treasures.DVD1.Alice.Guy.part05.rar
http://www.fileserve.com/file/3sBwdgN/Gaumont.Treasures.DVD1.Alice.Guy.part06.rar
http://www.fileserve.com/file/sdP3P3j/Gaumont.Treasures.DVD1.Alice.Guy.part07.rar
http://www.fileserve.com/file/uhQ3jyY/Gaumont.Treasures.DVD1.Alice.Guy.part08.rar
http://www.fileserve.com/file/jwNMXQs/Gaumont.Treasures.DVD1.Alice.Guy.part09.rar
http://www.fileserve.com/file/dUrmurg/Gaumont.Treasures.DVD1.Alice.Guy.part10.rar
http://www.fileserve.com/file/87C4tag/Gaumont.Treasures.DVD1.Alice.Guy.part11.rar
http://www.fileserve.com/file/rjDN5qj/Gaumont.Treasures.DVD1.Alice.Guy.part12.rar
http://www.fileserve.com/file/4kPPEa4/Gaumont.Treasures.DVD1.Alice.Guy.part13.rar
http://www.fileserve.com/file/24JKXyp/Gaumont.Treasures.DVD1.Alice.Guy.part14.rar
http://www.fileserve.com/file/Yz5dwSM/Gaumont.Treasures.DVD1.Alice.Guy.part15.rar
http://www.fileserve.com/file/nKArsvw/Gaumont.Treasures.DVD1.Alice.Guy.part16.rar
http://www.fileserve.com/file/QYYDb7D/Gaumont.Treasures.DVD1.Alice.Guy.part17.rar
http://www.fileserve.com/file/55nDUk5/Gaumont.Treasures.DVD1.Alice.Guy.part18.rar
http://www.fileserve.com/file/NJMBsd5/Gaumont.Treasures.DVD1.Alice.Guy.part19.rar
http://www.fileserve.com/file/9RFgKba/Gaumont.Treasures.DVD1.Alice.Guy.part20.rar
13 Nisan 2011 Çarşamba
Lawrence d'Arabia Collector's Edition 1962 Adventure, Action, War, Biography Extra Trailers, Scene Selection, Making of, Documentary, Maps, Menù
Lawrence d'Arabia Collector's Edition 1962
2DVD-9 PAL Area 2 2,20:1 16:9 720x576 Dolby Digital 5.1 03:38:23 6.95+7.26 Gb
Languages Available: Italian, English, French
Subtitle: Italian, English, French
Adventure, Action, War, Biography
Extra Trailers, Scene Selection, Making of, Documentary, Maps, Menù
Narra parte della vita dell'archeologo ed agente dei servizi segreti britannici Thomas Edward Lawrence, un epico avventuriero conosciuto principalmente con lo pseudonimo di Lawrence d'Arabia.
Nel 1916, incaricato dal generale Allenby di contattare il principe arabo Faysal, nel tentativo di provocare insurrezioni contro l'Impero Ottomano, il tenente Lawrence conquistato dallo spirito di indipendenza arabo e dal fascino del deserto, convince le tribù arabe ad unirsi e combattere per la propria indipendenza.
Diviene presto una figura altamente carismatica presso gli arabi, e alla loro guida riuscirà a compiere imprese ritenute proibitive come la conquista di Aqaba e di Damasco, ma la politica delle grandi potenze in gioco sullo scacchiere mediorentale (il risveglio militare degli arabi danneggia l'Impero Ottomano ma appare in prospettiva una minaccia anche per le potenze occidentali) lo costringerà a rinunciare al sogno di condurre all'indipendenza i popoli arabi. Amareggiato e deluso, si ritira a vita privata, dove troverà la morte in un incidente motociclistico.
Il giornalista Jackson Bentley (Arthur Kennedy) chiede al tenente Lawrence (Peter O'Toole), impegnato per conto del Governo Britannico a fomentare la rivolta araba contro i turchi: “Che cos'è che le piace così tanto del deserto?” “È pulito”, risponde Lawrence. È in questa risposta secca, semplice, elementare, che sta tutto il fascino di Lawrence d'Arabia, tutta la grandezza di un film che davvero è diventato un “mito”. La pulizia del deserto, così mirabilmente filmata da David Lean (e il direttore della fotografia Fred Young fu premiato con l'Oscar), è una pulizia “esteriore” e “interiore”, che anticipava di qualche decennio alcune di quelle che saranno poi le tendenze ambientaliste alla New Age. È vero, David Lean raccontò in questo suo film la storia, un po' romanzata, del personaggio T.E. Lawrence, che, verso la fine degli anni dieci, sconvolse per un attimo gli equilibri politico-militari nella zona mediorientale e di come l'uomo Lawrence venne completamente assorbito dal mondo arabo, fino a trasformarsi egli stesso in un “quasi “ arabo (El Aurens, come lo chiamavano gli arabi), ma tutto questo è solo l'aspetto superficiale della grandezza del film. Lean, infatti, riuscì a catturare una sorta di essenza del deserto, che venne riprodotto con una tale ricchezza di particolari, di suoni, di visioni/limite, che Lawrence d'Arabia assomiglia ad una specie di “miraggio cinematografico”. Cinema/deserto dove lo spettatore deve completamente abbandonarsi, per perdersi nella sua totale fascinazione. Ed ecco i campi lunghi, Lawrence e la sua guida sui cammelli, con il deserto protagonista, ed i tramonti (e le albe) che segnano il tempo e le luci della storia. Ecco un cinema che sfrutta con il suo 70 mm lo splendore orizzontale del deserto, ecco un regista che gira lì per mesi, che filma una scena al giorno, che non cerca di commuovere inserendo storie d'amore pretestuose (anche perché la sessualità di Lawrence è storicamente considerata piuttosto ambigua e perciò Lean preferì sorvolare...), ma che ammanta il tutto con un ritmo a tratti lento e sinuoso, dove ciò che conta è il corpo di Lawrence che si immerge nel deserto, fino a diventare un tutt'uno. Per questo Lawrence torna indietro sfidando la morte per recuperare il suo aiutante (lo stesso che sarà costretto ad uccidere poco dopo per evitare una faida interna agli arabi): Lawrence deve essere una sola cosa con il deserto, deve divenire quasi un immortale, cosa ben evidenziata nella scena in cui il soldato turco gli spara, non riuscendo ad ucciderlo. E in quanto elemento “naturale” affine al deserto, necessariamente è vittima dei suoi riti, ma anche delle follie. E lentamente si trasforma da grande condottiero a portatore di sangue e di caos, che sfugge al controllo degli stessi inglesi. Insomma un film epico ed essenziale, fuori dagli schemi del cinema avventuroso americano classico, dove la trama, la storia, era comunque l'elemento portante del film. Qui siamo di fronte ad un cinema di “visione”, cinema di sguardo, occhio che mette in scena il mondo, magico e duro, del deserto.
Bene, di fronte al DVD che ha realizzato la Columbia dobbiamo ammettere di essere quasi commossi: raramente abbiamo in un unico prodotto tanta ricchezza e qualità di immagine e suono, tanta bellezza “riproduttiva” di un film che nel vecchio VHS proprio non riusciva a “starci dentro”. Restaurato anni fa con la collaborazione anche di Spielberg, qui viene presentata una versione completamente rimasterizzata in digitale che riproduce perfettamente il formato originale 2.20:1, che offre una colonna sonora italiana in Dolby Digital 5.1, oltre che a quella originale debitamente sottotitolata. Ma è sui contenuti speciali che Lawrence d'Arabia proprio non teme confronti, al punto da presentare il film in un doppio DVD (anche per la lunghezza del film: ben 222 minuti). Gli extra sono quelli che gli appassionati del DVD vorrebbero poter avere sempre (ma che è quasi impossibile recuperare se non al costo di grandi sforzi produttivi): c'è un documentario di oltre un‘ora “The Making of Lawrence d'Arabia”, un viaggio nella leggenda storica ricco di interviste agli attori e al regista; c'è un Dietro le quinte (“Vento, sabbia e stelle: Dietro le quinte di un classico”) che si occupa solo del set, dei luoghi delle riprese, delle difficoltà a filmare nel deserto; c'è una lunga intervista a Steven Spielberg, che racconta sia della sua visione da ragazzo, che dell'esperienza del restauro della pellicola; un raro filmato sulla prima hollywoodiana del film; alcuni brani della campagna pubblicitaria di lancio dell'epoca; un documentario sul vero Lawrence (“Alla ricerca di Lawrence”); un altro filmato sui cammelli utilizzati nel film, con persino le trattative con i Beduini; c'è un documentario sull'Arabia (“Il fascino dell'Arabia”), terra di storie antiche e di straordinari scenari; c'è un capitolo (“In viaggio con Lawrence”) che si occupa di mostrarci le mappe e le foto dei luoghi della storia... Infine c'è anche un DVD-ROM con un bell'archivio di immagini dell'Arabia, le filmografie e anche uno screen-saver.
Insomma un DVD da sogno! Che ci permette di rivivere in casa la meravigliosa esperienza cinematografica del film. Da non perdere.
English
It narrates the life of the archaeologist and the British secret service agent Thomas Edward Lawrence, an epic adventurer best known under the name of Lawrence of Arabia.
In 1916, hired by General Allenby contact the Arab prince Faisal, in an attempt to provoke uprisings against the Ottoman Empire, Lieutenant Lawrence conquered by the spirit of Arab independence and charm of the desert, convinced the Arab tribes to unite and fight for independence.
Soon becomes a highly charismatic figure among the Arabs, and their leadership is able to make enterprises deemed prohibitive as the capture of Aqaba and Damascus, but the policy of the great powers at play on the Middle Eastern chessboard (the awakening of the Arab military damages the Empire Ottoman Empire, but appears in prospect a threat to the Western powers) will force him to give up the dream of independence to lead the Arab people. Bitter and disappointed, he retired to private life, where he is killed in a motorcycle accident.
The journalist Jackson Bentley (Arthur Kennedy) asks the lieutenant Lawrence (Peter O'Toole), committed on behalf of the British Government to foment the Arab Revolt against the Turks: "What is that like so much of the desert?" "You clean, "replies Lawrence. It is dry in this response, simple, elemental, which is all the charm of Lawrence of Arabia, the greatness of a film that really has become a "myth." The cleaning of the desert, so beautifully filmed by David Lean (director of photography and Fred Young was awarded an Oscar), is a cleaning "exterior" and "interior", which anticipated a few decades some of those that will be the environmental trends at the New Age. True, David Lean's film told in this story, a little 'fictional character TE Lawrence, who, at the end of ten years, shocked for a moment the political-military balance in the Middle East and Lawrence as the man was completely absorbed by the Arab world, to transform himself into a quasi-Arabic (El Aurens, as they called the Arabs), but this is only the surface of the greatness of the film. Lean, in fact, managed to capture a sort of essence of the desert, which was played with such rich detail, sounds, visions / threshold, Lawrence of Arabia, which resembles a sort of cinematic illusion. " Cinema / desert where the viewer must completely surrender, only to lose in his total fascination. And here are the long shots, Lawrence and his leadership on the camels, the desert character, and the sunsets (and sunrises) that mark the time and the lights of history. Here is a film that exploits with his 70 mm horizontal splendor of the desert, here is a film that runs there for months, filming a scene that day, that does not try to move by inserting romances spurious (because of Lawrence's sexuality has historically been regarded as somewhat ambiguous and therefore preferred to fly Lean ...), but that cloaked everything with a rhythm at times slow and meandering, where what matters is that Lawrence's body plunges into the wilderness, to become a tutt ' one. Lawrence goes back for this challenging death to retrieve his helper (the same will be forced to kill shortly after to avoid a feud inside the Arabs): Lawrence must be one with the desert, has almost become an immortal, something quite highlighted in the scene where the turkish soldier shot him, unable to kill him. And it a "natural" similar to the desert, is necessarily a victim of its rituals, but also follies. It slowly transforms from a great leader in carrier of blood and chaos, which are beyond the control of the British themselves. In short, an epic and essential outside the box of the adventure classic American cinema, where the plot, the story was still the backbone of the film. Here we are faced with a cinematic vision, cinema looking eye that portrays the world, magic and hard in the desert.
Well, in front of the DVD that has created the Columbia must admit to being almost moved: rarely have so much wealth in a single product and quality of picture and sound, so much beauty "reproductive" of an old VHS movies that just could not " stay inside. " Restored years ago with the collaboration of Spielberg, here presents a completely digitally remastered version that perfectly reproduces the original 2.20:1 format, which provides a soundtrack in Dolby Digital 5.1 Italian, as well as due to the original subtitles. But it is the content which Lawrence of Arabia just to none, to the point of presenting the film in a double DVD (including the length of the film: well 222 minutes). The extras are the ones that fans would like to always have the DVD (but that is almost impossible to recover unless the cost of large production efforts): There is more than one hour documentary "The Making of Lawrence of Arabia" a journey into the rich historical legend of interviews with the actors and the director, there is a behind the scenes ("Wind, Sand and Stars: Behind the scenes of a classic"), which deals only with the set, the shooting locations, the difficulties in filming in the desert, there is a long interview with Steven Spielberg, tells of his vision is a boy, that the experience of the restoration of the film a rare film about the Hollywood premiere of the film, some pieces of the campaign launch era, a documentary about the real Lawrence ("In Search of Lawrence"), another movie on the camels used in the film, even with the negotiations with the Bedouin, is a documentary sull'Arabia ("The charm of Arabia "), a land of ancient history and magnificent scenery, there is a chapter (" Travels with Lawrence ") that takes care of showing maps and photos of places in the history ... Finally there is also a DVD-ROM with an archive of images of
Arabia, filmographies, and even a screen-saver. In short, a DVD of your dreams! That allows us to relive the wonderful home-cinema experience of movies. Not to be missed.
Titolo: Lawrence d'Arabia
Titolo originale: Lawrence of Arabia
Nazionalità: Gran Bretagna
Genere: Biografico, Guerra, Drammatico, Avventura
Produzione: Sam Spiegel, David Lean
Distribuzione: Columbia Tristar Pictures
Attori: Peter O'toole, Alec Guinness, Omar Sharif, Anthony Quinn, Jose' Ferrer, Claude Rains, Jack Hawkins, Anthony Quayle
Registi: David Lean
Casa Distribuzione: SONY PICTURES HOME ENTERTAINMENT
Sottotitoli: Italiano, Inglese, Francese
Lingua Doppiaggio: Italiano, Inglese, Francese
Produzione italiana: No
Durata: 218
Anno Produzione: 1962
Vietato ai minori: No
Formato Video: SCHERMO PANORAMICO 2.20:1 - ANAMORFICO 16:9
Formato Audio: DOLBY DIGITAL 5.1
Area DVD: 2
Colore/Bianco e Nero: Colori
DVD nella confezione: 2
Comprende:
DISCO 1: FILM (138 MIN.)
DISCO 2: FILM + CONTENUTI SPECIALI - THE MAKING OF LAWRENCE D' ARABIA OLTRE UN'ORA DI DOCUMENTARIO ESCLUSIVO SULLA PRODUZIONE DEL FILM -TRAILER ORIGINALE - VENTO SABBIA E STELLE: DIETRO LE QUINTE DI UN CLASSICO - INCONTRO CON STEVEN SPIELBERG - LA PRIMA A NEW YORK - CAMPAGNA PUBBLICITARIA - ALLA RICERCA DI LAWRENCE - I CAMMELLI NEL CAST - IL FASCINO DELL' ARABIA - MAPPE: IN VIAGGIO CON LAWRENCE
Software usati: Dvdfab Platinum 8
Dimensione file ISO: DVD1: 6.95 Gb film
Dimensione file ISO: DVD2: 7.26 Gb film & extra
Compressione: Nessuna Compressione
10 Nomination ai Premio Oscar nel 1962. 7 Premi Oscar per Miglior Film, Miglior Regia (David Lean), Miglior Fotografia a Colori (Freddie A. Young), Miglior Colonna Sonora Originale ( Maurice Jarre), Miglior scenografia per Film a Colori (a John Box, John Stoll, Dario Simoni), Miglior Montaggio (Anne V.Coates), Miglior Suono (John Cox). 1 Nastro d'Argento nel 1964 per la Miglior Regia Film Straniero. 1 David di Donatello nel 1964 per il Miglior Attore Straniero (Peter O'Toole). 5 Golden Globes nel 1963 per Miglior Film Drammatico, Miglior Regia, Miglior Fotografia (Freddie Young), Miglior Attore non Protagonista (Omar Sharif), Miglior Attore Emergente (Omar Sharif). National Board of Review Awards 1962: Miglior Regista. 4 Premi BAFTA: miglior attore britannico (Peter O'Toole), miglior film, miglior film britannico, miglior sceneggiatura britannica.
Folder Link
Folder Link
Folder Link
Password : crazy
2DVD-9 PAL Area 2 2,20:1 16:9 720x576 Dolby Digital 5.1 03:38:23 6.95+7.26 Gb
Languages Available: Italian, English, French
Subtitle: Italian, English, French
Adventure, Action, War, Biography
Extra Trailers, Scene Selection, Making of, Documentary, Maps, Menù
Narra parte della vita dell'archeologo ed agente dei servizi segreti britannici Thomas Edward Lawrence, un epico avventuriero conosciuto principalmente con lo pseudonimo di Lawrence d'Arabia.
Nel 1916, incaricato dal generale Allenby di contattare il principe arabo Faysal, nel tentativo di provocare insurrezioni contro l'Impero Ottomano, il tenente Lawrence conquistato dallo spirito di indipendenza arabo e dal fascino del deserto, convince le tribù arabe ad unirsi e combattere per la propria indipendenza.
Diviene presto una figura altamente carismatica presso gli arabi, e alla loro guida riuscirà a compiere imprese ritenute proibitive come la conquista di Aqaba e di Damasco, ma la politica delle grandi potenze in gioco sullo scacchiere mediorentale (il risveglio militare degli arabi danneggia l'Impero Ottomano ma appare in prospettiva una minaccia anche per le potenze occidentali) lo costringerà a rinunciare al sogno di condurre all'indipendenza i popoli arabi. Amareggiato e deluso, si ritira a vita privata, dove troverà la morte in un incidente motociclistico.
Il giornalista Jackson Bentley (Arthur Kennedy) chiede al tenente Lawrence (Peter O'Toole), impegnato per conto del Governo Britannico a fomentare la rivolta araba contro i turchi: “Che cos'è che le piace così tanto del deserto?” “È pulito”, risponde Lawrence. È in questa risposta secca, semplice, elementare, che sta tutto il fascino di Lawrence d'Arabia, tutta la grandezza di un film che davvero è diventato un “mito”. La pulizia del deserto, così mirabilmente filmata da David Lean (e il direttore della fotografia Fred Young fu premiato con l'Oscar), è una pulizia “esteriore” e “interiore”, che anticipava di qualche decennio alcune di quelle che saranno poi le tendenze ambientaliste alla New Age. È vero, David Lean raccontò in questo suo film la storia, un po' romanzata, del personaggio T.E. Lawrence, che, verso la fine degli anni dieci, sconvolse per un attimo gli equilibri politico-militari nella zona mediorientale e di come l'uomo Lawrence venne completamente assorbito dal mondo arabo, fino a trasformarsi egli stesso in un “quasi “ arabo (El Aurens, come lo chiamavano gli arabi), ma tutto questo è solo l'aspetto superficiale della grandezza del film. Lean, infatti, riuscì a catturare una sorta di essenza del deserto, che venne riprodotto con una tale ricchezza di particolari, di suoni, di visioni/limite, che Lawrence d'Arabia assomiglia ad una specie di “miraggio cinematografico”. Cinema/deserto dove lo spettatore deve completamente abbandonarsi, per perdersi nella sua totale fascinazione. Ed ecco i campi lunghi, Lawrence e la sua guida sui cammelli, con il deserto protagonista, ed i tramonti (e le albe) che segnano il tempo e le luci della storia. Ecco un cinema che sfrutta con il suo 70 mm lo splendore orizzontale del deserto, ecco un regista che gira lì per mesi, che filma una scena al giorno, che non cerca di commuovere inserendo storie d'amore pretestuose (anche perché la sessualità di Lawrence è storicamente considerata piuttosto ambigua e perciò Lean preferì sorvolare...), ma che ammanta il tutto con un ritmo a tratti lento e sinuoso, dove ciò che conta è il corpo di Lawrence che si immerge nel deserto, fino a diventare un tutt'uno. Per questo Lawrence torna indietro sfidando la morte per recuperare il suo aiutante (lo stesso che sarà costretto ad uccidere poco dopo per evitare una faida interna agli arabi): Lawrence deve essere una sola cosa con il deserto, deve divenire quasi un immortale, cosa ben evidenziata nella scena in cui il soldato turco gli spara, non riuscendo ad ucciderlo. E in quanto elemento “naturale” affine al deserto, necessariamente è vittima dei suoi riti, ma anche delle follie. E lentamente si trasforma da grande condottiero a portatore di sangue e di caos, che sfugge al controllo degli stessi inglesi. Insomma un film epico ed essenziale, fuori dagli schemi del cinema avventuroso americano classico, dove la trama, la storia, era comunque l'elemento portante del film. Qui siamo di fronte ad un cinema di “visione”, cinema di sguardo, occhio che mette in scena il mondo, magico e duro, del deserto.
Bene, di fronte al DVD che ha realizzato la Columbia dobbiamo ammettere di essere quasi commossi: raramente abbiamo in un unico prodotto tanta ricchezza e qualità di immagine e suono, tanta bellezza “riproduttiva” di un film che nel vecchio VHS proprio non riusciva a “starci dentro”. Restaurato anni fa con la collaborazione anche di Spielberg, qui viene presentata una versione completamente rimasterizzata in digitale che riproduce perfettamente il formato originale 2.20:1, che offre una colonna sonora italiana in Dolby Digital 5.1, oltre che a quella originale debitamente sottotitolata. Ma è sui contenuti speciali che Lawrence d'Arabia proprio non teme confronti, al punto da presentare il film in un doppio DVD (anche per la lunghezza del film: ben 222 minuti). Gli extra sono quelli che gli appassionati del DVD vorrebbero poter avere sempre (ma che è quasi impossibile recuperare se non al costo di grandi sforzi produttivi): c'è un documentario di oltre un‘ora “The Making of Lawrence d'Arabia”, un viaggio nella leggenda storica ricco di interviste agli attori e al regista; c'è un Dietro le quinte (“Vento, sabbia e stelle: Dietro le quinte di un classico”) che si occupa solo del set, dei luoghi delle riprese, delle difficoltà a filmare nel deserto; c'è una lunga intervista a Steven Spielberg, che racconta sia della sua visione da ragazzo, che dell'esperienza del restauro della pellicola; un raro filmato sulla prima hollywoodiana del film; alcuni brani della campagna pubblicitaria di lancio dell'epoca; un documentario sul vero Lawrence (“Alla ricerca di Lawrence”); un altro filmato sui cammelli utilizzati nel film, con persino le trattative con i Beduini; c'è un documentario sull'Arabia (“Il fascino dell'Arabia”), terra di storie antiche e di straordinari scenari; c'è un capitolo (“In viaggio con Lawrence”) che si occupa di mostrarci le mappe e le foto dei luoghi della storia... Infine c'è anche un DVD-ROM con un bell'archivio di immagini dell'Arabia, le filmografie e anche uno screen-saver.
Insomma un DVD da sogno! Che ci permette di rivivere in casa la meravigliosa esperienza cinematografica del film. Da non perdere.
English
It narrates the life of the archaeologist and the British secret service agent Thomas Edward Lawrence, an epic adventurer best known under the name of Lawrence of Arabia.
In 1916, hired by General Allenby contact the Arab prince Faisal, in an attempt to provoke uprisings against the Ottoman Empire, Lieutenant Lawrence conquered by the spirit of Arab independence and charm of the desert, convinced the Arab tribes to unite and fight for independence.
Soon becomes a highly charismatic figure among the Arabs, and their leadership is able to make enterprises deemed prohibitive as the capture of Aqaba and Damascus, but the policy of the great powers at play on the Middle Eastern chessboard (the awakening of the Arab military damages the Empire Ottoman Empire, but appears in prospect a threat to the Western powers) will force him to give up the dream of independence to lead the Arab people. Bitter and disappointed, he retired to private life, where he is killed in a motorcycle accident.
The journalist Jackson Bentley (Arthur Kennedy) asks the lieutenant Lawrence (Peter O'Toole), committed on behalf of the British Government to foment the Arab Revolt against the Turks: "What is that like so much of the desert?" "You clean, "replies Lawrence. It is dry in this response, simple, elemental, which is all the charm of Lawrence of Arabia, the greatness of a film that really has become a "myth." The cleaning of the desert, so beautifully filmed by David Lean (director of photography and Fred Young was awarded an Oscar), is a cleaning "exterior" and "interior", which anticipated a few decades some of those that will be the environmental trends at the New Age. True, David Lean's film told in this story, a little 'fictional character TE Lawrence, who, at the end of ten years, shocked for a moment the political-military balance in the Middle East and Lawrence as the man was completely absorbed by the Arab world, to transform himself into a quasi-Arabic (El Aurens, as they called the Arabs), but this is only the surface of the greatness of the film. Lean, in fact, managed to capture a sort of essence of the desert, which was played with such rich detail, sounds, visions / threshold, Lawrence of Arabia, which resembles a sort of cinematic illusion. " Cinema / desert where the viewer must completely surrender, only to lose in his total fascination. And here are the long shots, Lawrence and his leadership on the camels, the desert character, and the sunsets (and sunrises) that mark the time and the lights of history. Here is a film that exploits with his 70 mm horizontal splendor of the desert, here is a film that runs there for months, filming a scene that day, that does not try to move by inserting romances spurious (because of Lawrence's sexuality has historically been regarded as somewhat ambiguous and therefore preferred to fly Lean ...), but that cloaked everything with a rhythm at times slow and meandering, where what matters is that Lawrence's body plunges into the wilderness, to become a tutt ' one. Lawrence goes back for this challenging death to retrieve his helper (the same will be forced to kill shortly after to avoid a feud inside the Arabs): Lawrence must be one with the desert, has almost become an immortal, something quite highlighted in the scene where the turkish soldier shot him, unable to kill him. And it a "natural" similar to the desert, is necessarily a victim of its rituals, but also follies. It slowly transforms from a great leader in carrier of blood and chaos, which are beyond the control of the British themselves. In short, an epic and essential outside the box of the adventure classic American cinema, where the plot, the story was still the backbone of the film. Here we are faced with a cinematic vision, cinema looking eye that portrays the world, magic and hard in the desert.
Well, in front of the DVD that has created the Columbia must admit to being almost moved: rarely have so much wealth in a single product and quality of picture and sound, so much beauty "reproductive" of an old VHS movies that just could not " stay inside. " Restored years ago with the collaboration of Spielberg, here presents a completely digitally remastered version that perfectly reproduces the original 2.20:1 format, which provides a soundtrack in Dolby Digital 5.1 Italian, as well as due to the original subtitles. But it is the content which Lawrence of Arabia just to none, to the point of presenting the film in a double DVD (including the length of the film: well 222 minutes). The extras are the ones that fans would like to always have the DVD (but that is almost impossible to recover unless the cost of large production efforts): There is more than one hour documentary "The Making of Lawrence of Arabia" a journey into the rich historical legend of interviews with the actors and the director, there is a behind the scenes ("Wind, Sand and Stars: Behind the scenes of a classic"), which deals only with the set, the shooting locations, the difficulties in filming in the desert, there is a long interview with Steven Spielberg, tells of his vision is a boy, that the experience of the restoration of the film a rare film about the Hollywood premiere of the film, some pieces of the campaign launch era, a documentary about the real Lawrence ("In Search of Lawrence"), another movie on the camels used in the film, even with the negotiations with the Bedouin, is a documentary sull'Arabia ("The charm of Arabia "), a land of ancient history and magnificent scenery, there is a chapter (" Travels with Lawrence ") that takes care of showing maps and photos of places in the history ... Finally there is also a DVD-ROM with an archive of images of
Arabia, filmographies, and even a screen-saver. In short, a DVD of your dreams! That allows us to relive the wonderful home-cinema experience of movies. Not to be missed.
Titolo: Lawrence d'Arabia
Titolo originale: Lawrence of Arabia
Nazionalità: Gran Bretagna
Genere: Biografico, Guerra, Drammatico, Avventura
Produzione: Sam Spiegel, David Lean
Distribuzione: Columbia Tristar Pictures
Attori: Peter O'toole, Alec Guinness, Omar Sharif, Anthony Quinn, Jose' Ferrer, Claude Rains, Jack Hawkins, Anthony Quayle
Registi: David Lean
Casa Distribuzione: SONY PICTURES HOME ENTERTAINMENT
Sottotitoli: Italiano, Inglese, Francese
Lingua Doppiaggio: Italiano, Inglese, Francese
Produzione italiana: No
Durata: 218
Anno Produzione: 1962
Vietato ai minori: No
Formato Video: SCHERMO PANORAMICO 2.20:1 - ANAMORFICO 16:9
Formato Audio: DOLBY DIGITAL 5.1
Area DVD: 2
Colore/Bianco e Nero: Colori
DVD nella confezione: 2
Comprende:
DISCO 1: FILM (138 MIN.)
DISCO 2: FILM + CONTENUTI SPECIALI - THE MAKING OF LAWRENCE D' ARABIA OLTRE UN'ORA DI DOCUMENTARIO ESCLUSIVO SULLA PRODUZIONE DEL FILM -TRAILER ORIGINALE - VENTO SABBIA E STELLE: DIETRO LE QUINTE DI UN CLASSICO - INCONTRO CON STEVEN SPIELBERG - LA PRIMA A NEW YORK - CAMPAGNA PUBBLICITARIA - ALLA RICERCA DI LAWRENCE - I CAMMELLI NEL CAST - IL FASCINO DELL' ARABIA - MAPPE: IN VIAGGIO CON LAWRENCE
Software usati: Dvdfab Platinum 8
Dimensione file ISO: DVD1: 6.95 Gb film
Dimensione file ISO: DVD2: 7.26 Gb film & extra
Compressione: Nessuna Compressione
10 Nomination ai Premio Oscar nel 1962. 7 Premi Oscar per Miglior Film, Miglior Regia (David Lean), Miglior Fotografia a Colori (Freddie A. Young), Miglior Colonna Sonora Originale ( Maurice Jarre), Miglior scenografia per Film a Colori (a John Box, John Stoll, Dario Simoni), Miglior Montaggio (Anne V.Coates), Miglior Suono (John Cox). 1 Nastro d'Argento nel 1964 per la Miglior Regia Film Straniero. 1 David di Donatello nel 1964 per il Miglior Attore Straniero (Peter O'Toole). 5 Golden Globes nel 1963 per Miglior Film Drammatico, Miglior Regia, Miglior Fotografia (Freddie Young), Miglior Attore non Protagonista (Omar Sharif), Miglior Attore Emergente (Omar Sharif). National Board of Review Awards 1962: Miglior Regista. 4 Premi BAFTA: miglior attore britannico (Peter O'Toole), miglior film, miglior film britannico, miglior sceneggiatura britannica.
Folder Link
Folder Link
Folder Link
Password : crazy
9 Şubat 2011 Çarşamba
Life in a day bir günlük hayat 2011 Art House, Documentary, Current Life
Life in a day by Kevin Macdonald 2011
A documentary shot by filmmakers all over the world that serves as a time capsule to show future generations what it was like to be alive on the 24th of July, 2010. YouTube Project.
http://www.imdb.com/title/tt1687247/
Production land: usa
Run time: ~ 96 min
Download
--== FILESONIC PART1 ==--
--== FILESONIC PART2 ==--
--== FILESONIC PART3 ==--
DVDScreener AVI English Subs: Russian (soft) 96 min 700 MB
Cindy Baer, Matthew Irving, Moica & YouTube Community
Art-House, Documentary, Current Life
Cindy Baer, Matthew Irving, Moica & YouTube Community
Art-House, Documentary, Current Life
A documentary shot by filmmakers all over the world that serves as a time capsule to show future generations what it was like to be alive on the 24th of July, 2010. YouTube Project.
http://www.imdb.com/title/tt1687247/
Production land: usa
Run time: ~ 96 min
Download
--== FILESONIC PART1 ==--
--== FILESONIC PART2 ==--
--== FILESONIC PART3 ==--
24 Ocak 2011 Pazartesi
A Letter to Elia Reflecting on Kazan Ext Materialsby Martin Scorsese Kent Jones 2010 Martin Scorsese, Elia Kazan Art House, Biography, Documentary
A Letter to Elia Reflecting on Kazan Ext Materialsby Martin Scorsese Kent Jones 2010
A very personal film by Martin Scorsese about the role of films Elia Kazan for the American cinema and for him personally.
Additionally, attending twenty-minute interviews with the actors who starred in Kazan's movies, and his wife.
production land: usa
Run time: 60 +20 min
Download Filesonic
--== FILESONIC PART 1 ==--
--== FILESONIC PART 2 ==--
--== FILESONIC PART 3 ==--
--== FILESONIC PART 4 ==--
--== FILESONIC PART 5 ==--
--== FILESONIC PART 6 ==--
--== FILESONIC PART 7 ==--
--== FILESONIC PART 8 ==--
--== FILESONIC PART 9 ==--
--== FILESONIC PART 10 ==--
--== FILESONIC PART 11 ==--
Download Fileserve
-== FILESERVE.PART 1==--
-== FILESERVE.PART 2==--
-== FILESERVE.PART 3==--
--== FILESERVE.PART 4 ==--
-== FILESERVE.PART 5==--
-== FILESERVE.PART 6==--
-== FILESERVE.PART 7==--
-== FILESERVE.PART 8==--
-== FILESERVE.PART 9==--
-== FILESERVE.PART 10==--
-== FILESERVE.PART 11==--
René Girard, antropoloji ve Batılılaşma Le Monde des Livres Sanglantes Origines Violent Origins René Girard
Sanglantes Origines (Violent Origins ), René Girard ingilizceden çeviren Bernard Vincent / Mark R.Aspach / Lucien Scubla ed. Flammarion
René Girard, eserleri dünya dillerine çevrilmiş olmasına rağmen, tezlerinin gerçek anlamı az anlaşılan bir antropolog düşünürdür.
Girard evrenine giriş kolay değildir.
Tezlerinin bazılarını kabul etmek de bir o kadar zordur.
Batı ve hiristiyanlık değerlerini antropolojik anlamda savunması kolay kabul edilir bir tez değildir.
Girard' a gerektiği önemi veriyor;
hiçbir tabunun düşünce özgürlüğümüze engel olamayacağına olan inancımız bizi Girard' ı ne pahasına olursa olsun anlamaya
zorluyor.
Tüm dünyanın Batı demokrasisi modeline doğru evrildiğini savunurken bile, R. Girard 'ın ne demek istediğini anlamaya çalışıyoruz.
Birçok dünya diline çevrilen ve epeyce yorumlanan René Girard' ın eseri skandal imgesi üzerine kurulmuştur. ''Mensonge romantique et Verité romanesque'' / 1961 ( Romantik yalan ve Romansal hakikat ) dan, ''Je vois Satan tomber comme l'éclair '/ 1999' eserine kadar ''benzeşimci arzu'' ( désir mimétique ) kuramcısı René Girard çoğu zaman yazılarında yergi tarzını benimser; ''ifşa ettiğim olguları ilk fark eden benim (...) kökenlerinden bu yana toplumlarımızı belirleyen şiddeti aydınlatan de bu olgulardır (...) buna rağmen bu gerçekleri kimse görmüyor !'' der gibidir.
Stanford Üniversitesi ( ABD ) öğretim üyesi ve Fransız Akademisinden René Girard bilim adam ve vaiz kimlikleriyle iki şey gerçekleştirmektedir: çalışmasının devrimci niteliğini ifade ederken, çağdaşlarının, bilhassa akademik çevrelerde eserine karşı gösterdikleri direnci görmezden gelmektedır.
Gerçekten de, aztek kurbanlarından, Proust züppeliğine veya islamcı terörizme kadar herşeye cevabı bulunan, çalışmalarında psikanalizi, edebiyatı ve teolojiyi sınır tanımadan birbirlerine karıştıran benzeri bulunmaz antropolog Girard, birçok meslekdaşını rahatsız etmektedir. Eserini aynı zamanda hiristiyanlığa methiye olarak da betimleyen Girard, bunun aynı zamanda basit bir sağduyuya dayandığını da eklemektedir... 2007 yılında verdiği bir söyleşide ise ''meslekdaşlarıma kibirle bakıyormuşum intibaını vermekten bir türlü kurtulamıyorum'' diyordu.
Bu arzu edilen veya farz edilen kibire karşı, Girard' ın tüm antropolog meslekdaşları nazik bir ilgisizlikle veya ağır bir sessizlikle cevap vermektedirler. Buna mütakiben son derece ilginç bir durum belirmektedir: R. Girard, tüm anketlerini açık bir biçimde antropoloji bilimi içerisinde gerçekleştirmesine rağmen, varsayımları nadiren antropologlarca incelenmektedir.
Buna rağmen bir karşılaşma 1983 yılında geçekleşti. Hem de memleketi Fransa' da değil fakat ABD' de. Kaliforniya' da birçok antropolog ( iki amerikalı ve bir alman ) René Girard' la tartışmayı, zemin araştırmalarını Girard' ın kavramsal modeli ile karşılaştırmayı kabul ederler. Bu kitap, fransızcaya ''Sanglantes Origines / Kanlı Kökenler' - Flammarion ) adıyla çevrilmiş bulunuyor.
René Girard evvela merkezi tezini sergiliyor. Eserinin yapısını oluşturan düğüm noktasını biliyoruz: toplumun işleme mekanizmasını izah etmek için insan arzusundan ve patolojik doğasından hareket etmek gerekir. Gerçekten de bu arzu daima diğerinin arzuladığı nesne üzerine odaklanır. Ve buna bağlı olarak benzeşimci çatışmaların çoğalması ve rekabet zincirinin zıvanadan çıkması ile karşı karşıya buluruz kendimizi. Bu kriz, güruhun barışmasını sağlayan bir kurban' la hallolur. İşte modern cadı avlarını ve arkaik mit' leri besleyen günah keçisi mekanizması budur. Hiristiyan öğreti, bu kurbanın günahsız olduğunu ifşa ederek yalanı ortaya çıkarmaktadır.
Bu temel kurucu hikayeyi, Girard, eski ve yeni Ahiti, Shakspeare tiyatrosu ve Dostoyevski romanlarından hareketle kurar. Meseleler de işte bu nokta da zorlaşmaktadır. Kaliforniya' da Girard senaryolarını tartışan antropologlar, sahneye başka aktörler davet ederler. Tartışma ilerledikçe, antropologlar ( Walter Burkert ) garip yaratıklardan bahis açarlar; her türlü hayvan, ayılar, jaguarla ve insanlar; örneğin, son ölüm darbesini vurmadan evvel hayvanlar önünde aşk şarkıları söyleyen Sibirya' lı avcılar...
Her soru cevapta aynı sorunsalla karşılaşırız: şu veya bu arkaik toplumda, kanlı pratikler ( av, kendi kendini sakatlamak, insan eti yemek ...) kurban ayinlerini aydınlatabilirler mi? Eğer cevap evet ise, bundan bir nevi inanç ve din teorisine varılabilir mi ? Bunun da ötesinde, kültürün kökeni ile ilgili evrnsel bir teori kurulabilir mi ?
Bu en son soru, tartışmanın ana cephesini oluşturur. Amerikalı antropolog Jonathan Z.Smith için, Girard' da merkezi önemi olan köken sorununun hiçbir anlamı yoktur. Ve bunu mizahlı bir tarzda ifade eder: ''Antropoloji, herhangi bir klişeden itibaren bütün bir hikaye yaratma teşebbüsüdür; ve genellikle bu teşebbüs başarısızlıkla sonuçlanır.' J.Z.Smith, aynı zamanda herhangi bir antropolojik doktrine inanmayı da reddettiğini ekler. Diğer bir antropolog Renato Rosaldo ise kendi zemin deneyimlerini öne çıkararak Filipin yıllarında gözlemlediği, komşu kabilelere ölüm saçan akınlar düzenleyen ''kafatası avcısı'' kabilelerinin hikayesini aktarır. Rosaldo, kısa bir zaman sonra, Vietnam Savaşı için askere çağrıldığında, bu kafatası avcılarının asker olabilme fikrine nasıl şaşırdıklarını, ve bu şaşkınlığın, kendisinin kafatası avcılığına gösterdiği tepkiden de daha güçlü olduğunu gözlemlediğini büyük bir mizahla sergiler.
Bu tecrübeden itibaren, kendisini Girard' a hem yaklaştıran hem de uzaklaştıran sorunsalın altını çizer; belirli bir yere kadar, ''kafatası avcılığı'' bir kurban eylemi olarak görülebilir. Fakat Girard' ın bu ayinsel eylemleri sadece bir izaha indirgeyebilmesinden rahatsız olduğunu söylemektedir: ''Bence birtek izah olamaz; esasında yas ( deuil ) ve ergenlik çağına girişin yan yana bulunduğu bir kavşak söz konusudur.''
R. Girard' ın tepkisi son derece belirgindir. Zira Rosaldo' nun aktardığı kanlı pratiklere karşı duyduğu kızgınlık ve tiksintiyi saklamaz. Daha da ileri giderek, biraz da provokasyonla, tamamen ''kavim-merkezci'' ( éthno-centriste ) bir yaklaşım sergiler: ''Neden, eski antropolojik bakış açısını benimseyip, bu kafatası avcılarının batılılaşması gerektiğini söyleyemiyoruz ?'' cevabını verir. Bu terimleri kullanırken R. Girard, antropoloji bilimi camiasını tümüyle karşısına aldığını bilmektedir. Gerçekten de XIX.yüzyılın sonundan bu yana, antropoloji bilimi kavramlarını sömürge-sökümüne ( décolonisation ) tabi tutmuş ve yavaş yavaş Batı nın üstünlüğü fikrinden uzaklaşmıştı.
İşte 'Sanglantes Origines' in en çarpıcı varsayımı da bu. Neticede, Girard' ın, şimdiye kadar gerçeklerden kopuk, ince bir yorumcu olarak beliren bilimsel kimliği, somut ayin pratiklerine çekilmekte ve bunlarla hesaplaşmaya itilmektedir. Bununla beraber, Kaliforniya tartışmaları sayesinde, Girard sisteminin, akademik antropoloji tarafından kabulünün ne denli zor olduğunu da kolayca görüyoruz.
René Girard sadece evrensel bir köken arayışından vazgeçmemekle kalmıyor, hiristiyanlığın ahlâki ve kültürel salt üstünlüğü üzerinde de hiçbir taviz vermeye yanaşmıyor. Girard' a göre tüm dünya, bilinçli veya bilinçsiz olarak batılılaşma yoluna girmiş bulunuyor.
Le Monde des Livres
Sanglantes Origines (Violent Origins ), René Girard
ingilizceden çeviren
Bernard Vincent / Mark R.Aspach / Lucien Scubla
ed. Flammarion
PAZARTESi KONUşMALARı 24 01 2011 pazartesi Neşe Düzel Ergun Özbudun: ‘Milliyetçilik AK Parti’ye kaybettirir de’
“Milliyetçi oylara fazla talip olursanız, belki kısa vadeli politikalarınız açısından bir getirisi olabilir ama... Böyle bir milliyetçi politikayla kaybedeceğiniz şeyler de var.”
“Umarım, alkol yönetmeliği yürürlüğe konmaz. Aşırı kısıtlamalar var. 24 yaş sınırı da nereden çıktı? Hukukumuzda 18 yaşını bitiren, cezasını tam görür, milyarlık sözleşmeler imzalayabilir.”
“Anayasa’nın başlangıcı, ‘Türklüğün milli, tarihî ve manevi değerleri’ gibi fikir ve sanat hürriyetini kısıtlayıcı kaypak ifadeler ile dolu. Bunlar, sivil anayasada yer alamaz.”
***
NEDEN ERGUN ÖZBUDUN
AK Parti, 2011 seçimlerinin “Türkiye’nin ilk sivil anayasasını hazırlayacak Meclis’in seçimi” olacağını çok önceden ilan etmesine rağmen, seçimlere beş ay kaldı, sivil demokratik anayasanın içeriğiyle ilgili AK Parti’den hiç ses yok. TÜSİAD’ından TESEV’ine, barolardan çeşitli meslek odalarına, sivil toplum kuruluşlarının hepsi şu sıralar harıl harıl kendi anayasa taslaklarını ana hatlarıyla hazırlarken, Başbakan Erdoğan, sadece “Anayasayı halk yapacak” demekle yetiniyor. Peki, halk kim? Siyasi Partiler halktan sayılmıyorlar mı? Sivil toplum örgütleri gibi, siyasi partiler de çeşitli halk kesimlerinin temsilcileri değiller mi? 2007 genel seçimlerinin kampanyasını “sivil anayasa” vaadiyle yürüten, 2011 seçimlerinin adını da “anayasa seçimi” koyan AKP, seçimlere beş ay kala “alkolü” konuşuyor da, niye acaba yeni anayasayı hiç konuşmuyor? Kamuoyu yoklamalarında oyu yüzde 50’lerde gezinen AKP, seçimi bu oy oranıyla kazandığı takdirde, iki buçuk partili Meclis’in üçte ikisini oluşturacak ve anayasayı tek başına değiştirme gücüne sahip olacak. AKP’nin, “Kürt sorunu, Kürtçe eğitim, vatandaşlık tanımı, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, Askerî İdare Mahkemesi ve Askerî Yargıtay, Siyasi Partiler Kanunu, YÖK, Diyanet, laiklik tanımı, çoğulculuk ve çokkültürlülük, anayasanın başlangıç bölümü” gibi temel konularda Anayasa’da ne gibi değişiklikler yapmayı düşündüğünü, Türkiye’de hayatı nasıl değiştireceğini ana hatlarıyla öğrenmek, halkın hakkı değil mi? Seçmen bunları bilmeden nasıl oy verecek? Son dönemde iyice milliyetçiliğe savrulan AKP, milliyetçi oyları kaybetmekten çekindiği için mi demokratik bir anayasadan hiç söz etmiyor? Peki, seçimden büyük bir zaferle çıkarsa, AKP tekrar demokrat olur mu? Milliyetçilikten vazgeçer mi? Sivil anayasayı sürekli gündemde tutmuş olan AKP aslında ne istiyor? Sivil anayasa istemiyor mu? Bu soruları ve kuşkuları, Türkiye’nin en önemli anayasa hukukçularından olan ve 2007 seçimlerinde AKP’ye sivil anayasa taslağı hazırlayan ekibin başkanlığını yapan Bilkent Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ergun Özbudun’la konuştuk.
***
NEŞE DÜZEL: Siz, 2007 seçimlerinden sonra AKP’nin isteği üzerine, sizin başkanlığınızda bir grup akademisyenle birlikte bir sivil anayasa taslağı hazırlamıştınız. Ne oldu o anayasa?
ERGUN ÖZBUDUR: O anayasa taslağı bir süre AK Parti yönetim kurullarında görüşüldü ve her seferinde de yakında bunun kamuoyuna açıklanacağı vaat edildi. Fakat sonra sessizce ortadan kalktı.
AKP neden vazgeçmişti o anayasadan?
Nedeni hiçbir zaman resmen açıklanmadı. Biz de sormadık. Netice itibarıyla bu partinin kararıdır. Ama tahminimi sorarsanız, bu anayasa taslağı, hem muhalefet partileri hem de merkez medya tarafından hak etmediği suçlamayla karşılandı. Bu anayasa, federalizmi getirdiği, şeriatçılığa yol açtığı, Atatürk’ü anayasadan kazıdığı gibi iler tutar yanı olmayan çok şiddetli bir saldırıya uğradı. Bu saldırılar, AK Parti’nin içinde bazı tereddütler yaratmış olabilir.
Sizin anayasa taslağınıza sadece dışarıdan mı muhalefet edildi? AK Parti içinden bir muhalefet olmadı mı?
Bence olmadı çünkü biz bu taslağı, AK Parti’nin aklınıza gelebilecek çok yüksek düzeyde yöneticileriyle yaptığımız Sapanca toplantısında görüştük. O toplantıda Cemil Çiçek, Mehmet Dengir Fırat, Ertuğrul Günay gibi bakanlar, parti genel başkan yardımcıları ve komisyon başkanları vardı. Anayasayla ilgili görüşlerimiz ortaktı. Yani o aşamada AK Parti, bu taslağı kabullenmiş görünüyordu.
Hazirandaki genel seçimlerin ana tartışma konularından birinin yeni anayasa olacağı bekleniyordu. Seçimlere beş ay kaldı ama hâlâ anayasa konuşulmuyor. Eğer seçimler anayasa taslakları ve tartışmaları üzerinden olacaksa, hazırlıkların şimdiden başlaması gerekmez mi?
Hazırlanmaları gerekir. Bir an evvel o görüşlerinin açıklanmasında büyük yarar var. Özellikle yeni anayasaya ihtiyaç duyulduğunu söyleyen siyasi partiler, anayasa projelerini ana hatlarıyla açıklamak zorundalar. Aksi takdirde çelişki olur. Üstelik sadece AK Parti değil, diğer bütün siyasi partiler de kendi anayasa projelerini ana hatları itibarıyla seçim kampanyası sırasında açıklamalılar. Böylece hem halk bu şekilde daha bilinçli oy kullanır hem de önümüzdeki Meclis’in anayasa yapma konusundaki meşruluğu daha da güçlenir. Seçmen olarak ben kimin ne tür bir anayasaya taraftar olduğunu bilmeliyim ki, oyumu daha bilinçli kullanabileyim.
Neden AKP nasıl bir anayasa istediği konusunda hiç konuşmuyor?
Kimse konuşmuyor. CHP de, MHP de konuşmuyor.
Vatandaşa yeni demokratik sivil anayasa vaadinde bulunan CHP veya MHP değil. Bu vaadi sürekli gündemde tutan ve 2011 seçimlerinin bir anayasa seçimi olacağını, Türkiye’nin ilk sivil anayasasını 2011 seçimlerinden sonra oluşacak olan Meclis’in yapacağını söyleyen AKP.
Doğrudur. Sorunuz haklı. Eğer bir sivil anayasa vaat ediyorsanız hiç değilse o anayasanın ana hatlarını, ana çizgilerini, ana felsefesini kamuoyuyla paylaşmanız gerekir. Seçim kampanyası ilerledikçe bunun olacağını ümit ediyorum. Ama şu âna kadar olmadı.
Diğer partiler de yeni anayasanın konuşulması konusunda AKP’yi hiç zorlamıyor. Kimse yeni bir anayasa istemiyor mu?
Sorarsanız herkes yeni bir anayasa istiyor ama... Ne tarz yeni bir anayasa? Nesiyle yeni olacak bir anayasa? Bu soruları sorduğunuzda çeşitli çevrelerden çeşitli fikirler çıkıyor ya da hiç fikir çıkmıyor. Dolaylısıyla önümüzdeki anayasa yapım süreci çok zor ve zahmetli olacak. Kürt sorunu, din ve vicdan hürriyeti sorunu, vesayet sorunu, çoğulculuğa saygı sorunu gibi temel konularda çok kolay uzlaşılmayacak. Ama bu konulara da dokunulmayacaksa yeni bir anayasa yapmanın hiçbir anlamı yok. Eğer bir anayasa çalışması başlatılacaksa, göstermelik üç-beş maddenin değiştirilmesiyle yetinemeyiz.
Bu seçim kampanyasında anayasayla ilgili hangi somut vaatler yer almalı?
Mesela en yakıcı meselelerden biri olan Kürt sorununda ne yapacaklar? Askerî vesayet konusunda ne yapacaklar? Yargıyı iki başlı hüviyetinden kurtaracaklar mı? Dünyada hiçbir demokratik ülkede örneği olmayan Askerî Yüksek İdare Mahkemesi’ni kaldıracaklar mı? Bizim taslağımızda bu vardı. Mesela Askerî Yargıtay’ı yüksek mahkeme hüviyetinden çıkaracaklar mı? Kürt sorunuyla da yakından ilgili olan vatandaşlık tanımında bir tutum alacaklar mı? Çok kritik bir konu bu. Mevcut Anayasa’daki vatandaşlık tanımı Kürtlerin önemli bölümünde alerji yaratıyor. Etnik çağrışımlar yaptırmayan bir anayasal vatandaşlık tanımı getirecekler mi?
Vatandaşlık tanımından Türk kelimesini çıkararak mı?
Evet. Madem bazı Kürt arkadaşlarımızda, mevcut vatandaşlık tanımı etnik çağrışımlar yapıyor, yeni anayasada bu tür etnik çağrışımlara meydan vermemek gerekir. Mesela yeni tanım, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı olabilir. Ayrıca 1982 Anayasası’nın başlangıç bölümü de fevkalade ideolojik ve özgürlükleri sınırlandırıcı. Bu başlangıç kısmına dokunulmadan sivil, demokratik bir anayasa yapılamaz. Bugünkü Anayasa’nın başlangıç bölümü, Türklüğün milli, tarihî ve manevi değerleri gibi fevkalade kaypak ifadelerle dolu. Bunlar sivil bir anayasada yer alacak hükümler değil.
AKP’nin önemli isimleri, Kanuni Sultan Süleyman’ı anlatan Muhteşem Yüzyıl isimli televizyon dizisine bile “Türklüğün milli, tarihi, manevi değerlerine hakaret ediyor” gerekçesiyle çok öfkelendiler. Sizce AKP anayasanın başlangıç kısmını değiştirir mi?
Bu beyanları ve RTÜK kararını hatalı buluyorum. “Türklüğün milli, tarihî, manevi değerleri” gibi ifadeleri elli çeşit yorumlamak mümkün. Bunu, siz başka türlü tanımlarsınız ben başka türlü tanımlarım. Bu tür ifadeler, fikir hürriyetini de, sanat hürriyetini de kısıtlayan bir nitelik alabilir. Üstelik her anayasanın mutlaka bir başlangıç bölümünün olması da şart değil. Dünyada birçok anayasada böyle bir bölüm yok. Ya da başlangıcı çok kısa ve özlü yazarsınız. Seçim kampanyası henüz başlamadı ama başlayınca, bütün siyasi partilerin anayasalarının ana hatlarını seçim sürecinde açıklamaları lazım. Biliyorsunuz, bugüne dek AK Parti’yi bugüne kadar büyük ölçüde desteklemiş olan liberal çevreler ve aydınlar şimdi AK Parti’yi demokratikleşme ve özgürlükler konusunda yeterince cesaretli, kararlı ve süratli olmamakla eleştiriyorlar.
Bu eleştirilere katılıyor musunuz?
Evet katılıyorum. Ama şu var, AK Parti’nin güçlüklerini de göz önünde tutuyorum. Türkiye’de maalesef iktidar probleminden çok, bir muhalefet problemi var. AK Parti’yi demokratikleşme yolunda daha kararlı ve süratli ilerlemeye sevk edecek, onu itecek bir muhalefet yok burada. Eğer ortalıkta hürriyetçi, liberal, demokratik fikirleri güçlü bir biçimde savunan bir muhalefet partisi olsaydı, AK Parti’nin işini çok kolaylaştırırdı.
Gerçekten kolaylaştırır mıydı? AK Parti karşısında ilerici bir muhalefet olmadığından ötürü mü yoksa kendi “milliyetçi” oy hesapları yüzünden mi demokratikleşmede frene basıyor ve sivil anayasayı konuşmuyor?
Eğer CHP, Kürt sorununda veya AB konusunda Türkiye’nin önünü açacak önerilerde bulunsaydı, AK Parti daha rahatlıkla hareket edebilirdi. Ama bugün yaşanan tabii ki iki taraflı bir oyun. Milliyetçi oylara fazla talip olursanız, belki kısa vadeli politikalarınız açısından bunun bir getirisi olabilir ama... Öte yandan böyle bir politikayla kaybedeceğiniz şeyler de var.
AKP milliyetçi politikayla ne kaybeder sizce?
Çok şey kaybeder... Liberal aydınların AK Parti’yi desteklemelerinin sebebi, bu partiyi değişimin, demokratikleşmenin bayraktarı olarak görmelerindendi. Milliyetçi oylara yönelmenin sonucunda eğer bu imaj zarar görürse, AK Parti açısından bu ciddi bir kayıptır. Parti liderleri, neyin kazanç neyin kayıp olduğunu, neyin neye değeceğini çok iyi düşünmeliler. MHP’yi baraj altında tutmak ve dolayısıyla iki veya iki buçuk partili bir parlamento yaratıp, bu parlamentoda üçte iki çoğunluğa sahip olmak kısa vadeli siyasi hesaplar bakımından düşünülecek bir yol olabilir ama...
Peki, AKP’nin seçimlerden sonra milliyetçi söylemden vazgeçip, değişimci olacağının ve demokratik bir anayasa yapacağının garantisi nedir? Milliyetçi söylemle oylarını arttıran AKP, Meclis’in üçte iki çoğunluğunu elde ettikten sonra milliyetçilikten neden vazgeçsin?
Bunun garantisi yok tabii. Siyasette hiçbir şeyin garantisi olamaz. Milliyetçilik kendisini daha uzun süre devam ettirebilir. Ama biliyorsunuz, siyasi partiler taktik sebeplerle gelip geçici rota ayarlamaları, değişiklikleri de yapabilirler. Seçimlerde güçlü bir çoğunluk elde ettikten sonra daha sivil ve demokratik söylemlere dönmesi de, bir ihtimaldir. Dönmemesi de bir ihtimaldir.
Başbakan Erdoğan, yeni anayasayla “Başkanlık Sistemi”ni getirmek istediği için, anayasayı seçimlerden önce tartışmak istemiyor olabilir mi peki?
Şu anda AK Parti’nin kesin bir anayasal pozisyon almamasının nedeni bence başkanlık sistemi düşünceleri değil. Kürt sorunu, vatandaşlık tanımı, kültürel farklılıklara saygı sorunu, laiklik tanımı başkanlık sistemi tartışmalarından çok daha önemli. Seçim kampanyası sırasında, bu yakıcı sorunlarla ilgili somut bir tutum alınması çok daha riskli. AK Parti, daha çok bu nedenlerle anayasayla ilgili açık bir beyanda bulunmuyor. Gerçi bu genel seçimle, 2012 veya 2014’te yapılacak cumhurbaşkanlığı seçim süreci arasında yakın bir ilişki var ama... Anayasa’nın başkanlık rejimi yönünde değiştirilmesi konusu gene de bu genel seçim sürecinde daha tali bir sorun. Çünkü başkanlık sistemi tartışması yüzünden, bu genel seçimde ne fazla oy kaybedilir ne de fazla oy kazanılır.
Yeni bir anayasa ne kadar zamanda hazırlanabilir?
Maddeleştirilmiş olarak değil de ana hatlarıyla bir anayasayı isterlerse birkaç haftada hazırlayabilirler. Mühim olan, temel siyasi tercihlerinin hangi yönde olduğudur. O yönü belirlediğiniz takdirde, anayasanın hukuki formülasyonunu yapmak çok zor değil. Dolayısıyla bütün partiler, temel sorunlar karşısındaki anayasa tercihlerinin ne olduğu konusunda daha açık olmalılar.
Barışı ve toplumsal huzuru sağlayabilmek için yeni anayasada hangi ölçülere önem verilmesi gerekiyor?
Herşeyden evvel kültürel farklılıklara saygı duymak ve kültürel çoğulculuğu kabul etmek gerekiyor. Cumhuriyet’in felsefesi, Türk milliyetçiliği etrafında “bir örnek vatandaş” yetiştirmek oldu. Türk milliyetçiliği etnik anlamda değil, kültürel anlamda tanımlandı ama... Etnik grupların, başta Kürtler olmak üzere, ifade ve kendini geliştirme imkânları çok sınırlandırıldı.
Kültürel milliyetçilik de etnik kökene dayanan bir milliyetçilik değil mi? Kültürel milliyetçilik de farklı kültürlere etnik bir kökenin kültürünü dayatmıyor mu? Bu ülkede binlerce insan kültürel milliyetçilik yüzünden ölmedi mi, acı çekmedi mi, mağdur olmadı mı? Kültürel milliyetçilik, denince milliyetçiliğin şiddeti, zorbalığı hafifliyor mu?
Bence de kültürel milliyetçilik hafif ve daha az vahim bir milliyetçilik değildir. Irk milliyetçiliği etnik kökene, hatta 1930’larda teşebbüs edildiği gibi kafatası ölçümlerine dayanan bir milliyetçiliktir ama kültürel milliyetçilik de toplumdaki alt kültürlerin varlığını inkâr etmektir, onları sindirmek ve asimile etmeye çalışmaktır. Bu da kabul edilemez. Türkiye bir örnek insanlardan oluşan bir toplum değil. Çeşitli alt kültürler var Türkiye Cumhuriyeti’ne sadakat temelinde anayasal vatandaşlık bağıyla bağlı olan insanlar, kendi kültürlerini muhafaza edebilirler, geliştirebilirler ve yayabilirler. Bunun kabulünü bütün siyasi partiler içlerine sindirirlerse işimiz çok kolaylaşır. Mesela...
Evet...
Benim önerim, okullarda Kürtçenin seçimlik ders olmasıdır. Bu ders, sadece Kürtçe grameri değil, Kürt toplum yapısını ve tarihini de kapsayabilir. Bir de ideolojik çağrışım yaptıran herşey anayasadan çıkarılmalıdır.
Yani, Anayasa’nın giriş bölümündeki Kemalizm ideolojisi çıkarılmalı...
Anayasa’nın başlangıç bölümü o ideolojik unsurlardan arındırılmalı. Bunu söylediğinizde Atatürk’ü inkâr suçlamasıyla karşılaşıyorsunuz. Asla böyle bir şey sözkonusu değil. Atatürk bu devletin kurucusudur.
Bir kişinin adı anayasada geçmeli mi?
Anayasada geçmesine hacet yok. Atatürkçülük bölücü bir unsur değil, birleştirici bir sembol olmalıdır. Ayrıca yeni anayasada, Genelkurmay Başkanlığı bütün Batılı demokratik ülkelerdeki gibi Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanmalı. Bir de tabii kanun düzeyinde yapılacaklar var. Mesela Silahlı Kuvvetler’e Türkiye Cumhuriyeti’ni koruma ve kollama görevini veren ve darbelerin gerekçesini oluşturan meşhur İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesi kaldırılmalı. Demokrasilerin en temel unsurlarından biri, seçilmiş organlarının iktidarıdır, yani seçilmişlerin gerçek anlamda “muktedir” olmalarıdır, Silahlı Kuvvetler’in sivil denetim ve gözetim altında bulunmalarıdır. Bu zihniyet de artık Türkiye’de yerleşmeli.
Anayasa konuşmalarında bunlara önem verilecek mi sizce?
Verilmeyecekse zaten boşuna uğraşmayalım. Seçilmiş organların son sözü söylemesi demek, bunların denetimsiz bir çoğunluk diktatoryasına dönüşmesi anlamına da gelmez. Bütün bunlar anayasayla düzenlenebilir. Elbette ki seçilmişler üzerinde yargı ve sivil toplum denetimi olacak. Ama bu yargı denetimi şu anki ölçülerde değil, Batılı ölçülerde olmalı! Mesela Danıştay’ın son türban kararı, yanlış ve ideolojik bir karardır. Ama ulusalcı ve laikçi çevreler, askerî ve yargısal vesayeti kendi varoluşları için bir teminat sayıyorlar. Bu vesayeti kaldıracak anayasa değişikliğine şiddetle karşı çıkıyorlar.
Avrupa Birliği konusunda hükümet frene basmış gözüküyor. Avrupa hedefinden uzaklaşmamız yeni anayasayı nasıl etkiler?
AB hedefi demokratikleşmenin tek itici unsuru değil. Avrupa ile ilişkiler duraklama noktasına gelmiş olsa da, sivil anayasa için bugün yeterli dinamikler var. Bu ülkede iç dinamikler dış dinamiklerin önüne geçti artık. Demokratik sivil anayasa talebi toplumun içinden geliyor.
Sorun sadece anayasa değil. 12 Eylül rejiminin bütün temel yasaları duruyor ve seçime giderken bu yasalar da gündeme gelmiyor. AKP bu yasaları değiştirmekten vaz mı geçti?
Anayasa değişikliği yapılırsa, başta Siyasi Partiler Kanunu olmak üzere bu temel yasalar zaten değişecek. Anayasa değiştiği takdirde bunlar aynı kalamaz. Evvela anayasayı yapalım ki, bu temel kanunları da bu anayasaya uygun şekilde değiştirelim. Bu Anayasa yürürlükte kaldıkça, o temel kanunlarda fazla bir mesafe alamazsınız.
Yeni anayasa, YÖK, Diyanet, Askerî Danıştay gibi demokrasi dışı müesseseleri ve düzenlemeleri temizleyecek mi yoksa sürdürecek mi?
Eğer bütün bunlarda ciddi değişiklikler yapmayacaksa yeni bir anayasaya lüzum yok. Biraz makyaj yapıp, pekâlâ mevcut Anayasa’yla idare ederiz. Herhalde amaç, sivil ve demokratik bir anayasa yapmak. Amaç, makyaj görmüş bir 1982 Anayasası değil. Sivil bir anayasa yapılırsa, Askerî Danıştay zaten kaldırılacak. Ayrıca anayasadaki siyasi parti yasaklarının kapsamı daraltılacak. Dolayısıyla Siyasi Partiler Kanunu sivil anayasayla uyumsuz hale gelecek. Mesela bugünkü YÖK mevzuatının temeli de bugünkü Anayasa’nın 130 ve 131. maddeleridir. O maddeleri farklı bir YÖK anlayışına göre değiştirdiğinizde, bugünkü YÖK mevzuatı yürürlükte kalamayacak. Mesela sadece YÖK değil, Diyanet de bu şekilde kalmamalı.
Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi sözkonusu olacak mı peki?
Olacak. Bu da kaçınılabilecek, savsaklanabilecek bir sorun değil. Hem Kürtlerin bu yönde ciddi talepleri var, hem de Türkiye’nin iyi idare edilmesinin icabı olarak bunu yapmak mecburiyetindeyiz. Aklı başında olan herkes, Türkiye’nin bu kadar merkeziyetçi bir sistemle yönetilmeyeceğini artık idrak etmiştir. Batı’nın en merkeziyetçi ülkesi Fransa’da bile bölge yönetimleri kuruldu. Yerel yönetimlerin yetkilerinin arttırılması Türkiye’nin mutlak bir ihtiyacıdır.
Sivil, demokratik bir anayasa, Başbakan’ın alkolle ilgili sözleriyle daha da endişeli hale gelen, kendilerine hayat tarzı dayatılacağından korkan insanlar için bir teminat olur mu
Anayasada, çoğulculuğa saygıyı ifade eden bölümler bir bakıma teminattır. Sivil, demokratik anayasa, bir hayat tarzı dayatmayı çok zor hale getirir. Umarım, alkolle ilgili yeni yönetmelik de bu haliyle yürürlüğe konmaz. Aşırı kısıtlayıcı hükümler içeriyor bu yönetmelik. Mesela 24 yaş sınırı nereden çıkıyor?
Nereden çıkıyor?
Dünya Sağlık Örgütü’nde 24 yaşa uzanan bir tanım olduğu söyleniyor ama... Bu metinleri ciddi olarak karşılaştırmak lazım! Çünkü bizim hukukumuzda 18 yaşını bitirmiş kişi tam hukuki ehliyeti haizdir, milyarlık sözleşmeler imzalayabilir. Tam cezai ehliyeti haizdir, hiçbir indirim olmadan cezasını görür. 18 yaşını bitirmiş kişi oy kullanır ve siyasi partilere üye olur. Şimdi alkolle ilgili 15-24 yaş arasında bir kategori ihdas edip, onların bulunması ihtimali olan yerlerde içki servisi yapılamayacak olması, son derece aşırı bir hükümdür. Bunlar hoş şeyler değil!..
neseduzel@gmail.com
Ergun Özbudun: ‘Milliyetçilik AK Parti’ye kaybettirir de’ - 24.01.2011
Hakan Erdem: ‘Osmanlı kâtibi afyon macunu yerdi’ - 17.01.2011
Emin Aktar: ‘Kürtler ilk kez Öcalan’ı tartışıyor’ - 27.12.2010
İştar Gözaydın: ‘Türkiye’de din yükselen bir olgu’ - 20.12.2010
İsmet Akça: ‘AKP orduyla mutlu evlilik istiyor’ - 13.12.2010
Temel İskit: ‘Türkiye’deki nükleer silah ispatlandı’ - 06.12.2010
Hasan Cemal: ‘TSK’nın terfi sicili çok açıdan lekeli’ - 04.12.2010
Ziya Şaylan: ‘İşsizlik, estetik yaptırtıyor’ - 22.11.2010
Murat Gökçen: ‘Üç öğün bitti, üç saatte bir yiyin’ - 15.11.2010
Balıkçı: ‘Taksim TAK’ın son eylemi’ - 10.11.2010
Balıkçı: ‘Apo’yla görüşenler tam yetkili’ - 09.11.2010
Balıkçı: Devlet Apo’ya ‘size ihtiyaç var’ dedi - 08.11.2010
Kemal Bülbül: ‘Aleviye bakışta AKP-CHP farkı yok’ - 01.11.2010
Osman Can: ‘Bizdeki laiklik Prusya laikliği’ - 19.10.2010
Osman Can: ‘Yargıçlar halkın gözüne bakamıyor’ - 18.10.2010
Suavi Aydın: ‘Askerin ‘tek tip’ talebi acizliktir’ - 12.10.2010
Suavi Aydın: ‘Oğlum tehlikede inancı büyüyor’ - 11.10.2010
Ali Bayramoğlu: ‘Cemaat şeffaflaşmalı, tartışılmalı’ - 04.10.2010
Bülent Nazlı: ‘Bu et çocuklar için ölümcül’ - 27.09.2010
Sezgin Tanrıkulu: ‘Ölmeselerdi özgürlerdi’ - 25.09.2010
Tarhan Erdem: ‘Ak Partisi’nin oyu yüzde 46-47’ - 20.09.2010
Tûba Çandar: ‘O, Anadolu Ermenilerinin sözcüsü’ - 15.09.2010
Tûba Çandar: ‘Veli Küçük Hrant’ı aradı’ - 14.09.2010
Adil Gür: ‘Seçmenini sandığa götüren kazanır’ - 06.09.2010
Salman Kaya: CHP’nin ‘Mustafa Muğlalı İş Hanı’ - 30.08.2010
SÜLEYMAN SEYFİ ÖĞÜN: "Hayır çıkarsa devlet sertleşecek" - 10.08.2010
Süleyman Seyfi Öğün: Büyük şans, Kürt-Türk gettosu yok - 09.08.2010
NEDEN KEMAL BURKAY: Kürdistan’ı İstanbul’da kurmayız - 03.08.2010
KEMAL BURKAY: "Apo, Saddam’ı ve Esad’ı taklit etti" - 02.08.2010
Hüseyin Yıldırım: ' Savaş kararını avukatı aldırdı' - 28.07.2010
Yeni anayasa nasıl yapılmalı OSMAN CAN MEHMET UçUM istanbul 08 01 2011 cumartesi
Anayasa hukukçuları Osman Can ve Mehmet Uçum, 2011 seçimlerinin ardından gündeme gelmesi beklenen yeni anayasa için izlenmesi gereken yolu Taraf’a yazdılar:
80 Anayasası’yla bütün organik bağlar koparılmalı
Yeni anayasa sürecine girilirken, bu anayasanın yapımıyla ilgili önemli sorular gündeme geliyor. Bunlardan biri yeni anayasa yapmak için yetkinin kimden veya hangi kuraldan alınacağı sorusudur. İkinci soru ise anayasanın TBMM’de yazılmasının ve kabulünün yöntemi nasıl belirlenecek, örneğin bu yeni Anayasa yürürlükteki Anayasanın kurallarına göre mi yapılacak? Bu sorulara verilecek yanlış cevapların yıkıcı sonuçları olabilir.
Demokratik bir anayasacılıkta kurucu irade, toplumun demokratik ve katılımcı yöntemlerle billurlaşmış, barış içinde bir arada yaşamayı hedefleyen iradesidir. Bu irade toplumun demokratik temsilcileriyle bir anayasa metnine dönüştürülür. Yani bir asistanlık hizmeti verilir. Ardından ortaya çıkan metin, yeniden toplumun onayına sunulur. Bu irade kendi yarattığı tüm kurumları bağlar, ancak toplumun ve sonraki kuşakların kurucu iradesini hiçbir surette bağlamaz. Yaşayan toplum gerekli gördüğü her durumda harekete geçerek yeni bir anayasa üretebilir. Bunu engelleyecek hiç bir kurumsal irade olamaz. Çünkü toplum iradesiyle çatışan kurumsal iradeler zaten meşruiyetini kaybetmiş iradelerdir.
Türkiye’de yüz yıllık baskıcı ve tasarımcı bir devlet anlayışına dayanan politik karar tercihinin hazırlanan tüm anayasa metinlerinde yansıma bulduğunu, anayasaların her defasında yeniden yazılmış olmasına rağmen, derinde yatan temel siyasal kararın, buna derin anayasa diyelim, hiç değişmediğini, 1924, 1961 ve 1982 anayasalarında rahatlıkla görebiliyoruz. Hiçbir anayasa metninde devletin bürokratik iktidar haritası değişmedi, yalnızca tahkim edildi. Bunun özgürlük ve katılım sorunlarını üreten ve demokrasiyi engelleyen ana dinamik olduğu görülmedi. Bunu görmeyenlerin başında anayasa hukukçuları gelmektedir. İkinci kanıtı ise Anayasa Mahkemesi bize sunuyor. Anayasa Mahkemesi’nin 1970’li yıllardan başlayarak, anayasa değişikliklerini anayasa metninde yazan açık yasaklayıcı hükümlere rağmen, sözü edilen temel politik karara uygunluğa tabi tutarak iptal etmesi ve bu pratiği Türkiye’de 2008 ve 2010 yıllarında sürdürmesi, derin anayasa ile anayasa metninin birbirinden farklı olduğunu açıkça gösteriyor. Bu yaklaşım mahkemenin diğer içtihatlarının, hatta Yargıtay ve Danıştay içtihatlarının ortak paydasıdır. Dolayısıyla Türkiye’deki anayasalar siyasal birliğin biçimi ve tarzı hakkındaki temel kararın ne olduğunu belirleyen sonsuza kadar geçerlilik iddiasındaki bu tarihsel kurucu iradenin her dönemdeki farklı görünüm biçimlerinden başka bir şey değildir.
Derin anayasa ile anayasa metni arasındaki bu ayrımın, Nasyonal Sosyalistlerin Başhukukçusu Carl Schmitt’in öngörüsü ve arzusuyla birebir örtüşüyor olması, herhalde övünülecek bir durum değildir.
Demokrasi, derin anayasa ile anayasa metni ayrımının bulunmadığı, temel siyasi kararın toplum tarafından verildiği, bunun anayasa metninde yazılı olduğu, tüm kurumların yalnızca bu anayasa metninden hukuksal meşruiyet aldıkları, toplumun ise bu metni gerekli gördüğü her durumda yenisiyle ikame etme yetkisine sahip olduğu bir siyasal kültürün adıdır. Anayasa bir toplumda söylenmiş ve söylenebilecek son söz değildir. Kuruculuk yetkisi yalnız ve yalnız toplumdadır, bunu kullanmak için kurumsal iradeleri umursamak zorunda değildir. Toplumun önceki kurucu iradeyle bağlı olması yalnızca kendini inkâr, köleliğe razı olması anlamına gelir. Önceki derin anayasayı üreten kurucu iradenin son iki anayasada darbe veya darbe koalisyonu iradesi olarak tecelli ettiğini göz önünde bulundurduğumuzda, mevcut anayasanın referanslarına ve öngördüğü usule uyma taleplerinin ne anlama geldiğini minimum demokrasi kaygısı taşıyanlara hatırlatmak herhalde yeterli olur.
Türkiye’nin bugün tartıştığı yeni anayasa, aynı zamanda yeni kuruculuk olmayacaksa herhangi bir anlam ifade etmeyecektir. Yüz yıllık temel siyasal karar yerine toplumsal irade esas alınmayacaksa, yeni anayasa için uğraşmaya gerek yoktur. Çünkü yapılacak olan 1961 veya 1982’deki gibi göstermelik bir temsiliyet ve halkoylamasından öteye gidemeyecek; hem Türkiye’nin ilk sivil anayasasının yapıldığı müjdelenecek, hem bunun halkın onayıyla gerçekleştiği ifade edilecek, hem de yüz yıllık temel siyasal karar olan derin anayasaya dokunulmayacak. Hiç kimsenin toplumu bu tür bir anlamsızlığa ikna etmesi mümkün değildir.
Toplum darbecilerden ve darbe koalisyonundan daha fazla anayasa yapma hakkına ve gücüne sahip olduğunu artık görüyor. Bunu tüm kurumların, siyasi aktörlerin ve “okumuş”ların görmesinde yarar vardır.
Tüm farklılıklarıyla birlikte demokraside karar kılan ve yeni anayasa yapımına odaklanan Türkiye’de demokratik kuruculuk için, kurucu meclis toplanabilir, ki bu ideali yansıtır. Ancak yeni anayasa sözüyle seçime girmiş partilerden müteşekkil TBMM de kurucu olabilir.
TBMM’de birçok fonksiyon vardır. Bunlardan kanun çıkarma ve mevcut anayasada değişiklik yapma fonksiyonları “kurumsal” yani “mevcut anayasa tarafından tanımlanmış” hukuksal fonksiyonlardır. Ancak TBMM’de hukuksallığın ötesine taşan bir fonksiyon vardır. Bu fonksiyon sosyolojiktir. TBMM toplumun kullandığı oylarla temsil yetkisini verdiği ve bunun sosyolojik-ampirik olarak saptandığı tek merciidir. Yani toplumun temsil edildiği mekân olduğunu saptayabilmek için, hukuksal bir kurala bakmak gerekli değildir. TBMM bu özelliğiyle yeni anayasa yapma iradesini ortaya koyduğu anda, cari anayasal düzen normlarıyla bağlı değildir. Çünkü artık eski anayasal düzene göre “kurulu” bir organ değildir ve o düzenin verdiği yetkilerle harekete geçmemektedir.
Bu yüzden bir “Meclis kararı” ile sürecin başlatılması kuruculuk için ön şarttır. Ancak bu meclis kararı, kurucu bir iradenin başlangıcı olarak kaleme alınmalı, içtüzük ve anayasadan alınan bir yetkinin kullanılmadığını, aksine halkın saptanabilir ve kanıtlanabilir “kuruculuk” yetkisinden doğan özgün bir yetki kullanıldığını ifade etmelidir.
Bu karar, yeni anayasa‘nın hazırlanış, görüşülme, kabul edilme, referanduma sunulma ve onay koşullarını kendi belirlemelidir. Bir norma gönderme yapmamalı, o normun geçerlilik kaynağı olduğuna işaret etmemeli, yalnızca mecliste ortaya çıkan iradeyle anlam kazanmalıdır.
Bu karar asli bir kuruculuk yetkisinin kullanıldığının ilanıdır.
Meclis‘in yüzde 10 barajının ürettiği temsil açığını, en azından anayasa taslağının oluşturulması sürecinde meclis dışı partilere de temsil imkânı sunarak kapatması zorunluluğu da unutulmamalıdır.
Bu nedenle mevcut Anayasa’nın 175. Maddesi’ne ekleme yapmak suretiyle sürecin başlatılması anlayışından kesin bir ifadeyle uzak durulmalıdır. Bu, kuruculuk yetkisinin yürürlükteki Anayasa’dan alındığının ifadesi olacaktır. Bu durumda kuruculuğun 1980 darbecilerinde olduğu kabul edilmiş olacak, derin anayasa yeniden egemen olacaktır. Sonuç ise açıktır: Mevcut anayasanın verdiği yetki kullanılıyorsa, bu yetkinin mevcut anayasanın temel referanslarına aykırı kullanılmaması gerekecektir. Yani aslında 1982 Anayasası’nın kendini yeniden üretmesi sağlanmış olacaktır. Anayasa Mahkemesi’nin bu gerekçeyle devreye girmesi ise ayrı bir sorun oluşturacaktır. Mahkeme’nin 2010 değişikliklerinde dahi esasa girmekten çekinmediğinin hatırlatılmasında yarar vardır.
Unutulmamalıdır ki Türkiye toplumu, tüm siyasi partileriyle birlikte bir Anayasa yapma kararlılığı içinde. Yani kurucu bir karar verilmiş durumda. Bunu da 12 Eylül referandum sürecinde ve sonucunda (evet, hayır veya boykot tarzında) açık irade olarak ortaya koydu. Toplumun bu kararı vermesinin nedeni tüm siyasal ve toplumsal sorunların çözümüne olanak yaratacak yeni bir siyasal yapı ve aygıt isteğidir. Yani devleti yeniden yapılandırma iradesidir. Bu kurucu kararın nasıl bir anayasaya dönüşeceğini de anayasa yapım süreci belirleyecektir.
Bunun için Türkiye toplumunun yeni anayasayı asli kurucu iktidar olarak doğrudan yapması, yani siyasal anayasayı ortaya koyması, temsil eksikliğini giderecek bir yöntemle desteklenmesi kaydıyla 2011 Meclisi’nin yahut Anayasa Meclisi’nin bunu yasalaştırması, önceki anayasaların referans alınmaması, hukukçuların sadece normları formüle etme sürecinde rol oynaması (teknik asistanlık) sürecin özellikleri olarak öne çıkmalıdır.
DVD5| DVD-Video English Subs: English + Russian + French Run time : 60 min +20 min 3.95 GB
Martin Scorsese, Elia Kazan Art House, Biography, Documentary
Martin Scorsese, Elia Kazan Art House, Biography, Documentary
A very personal film by Martin Scorsese about the role of films Elia Kazan for the American cinema and for him personally.
Additionally, attending twenty-minute interviews with the actors who starred in Kazan's movies, and his wife.
production land: usa
Run time: 60 +20 min
Download Filesonic
--== FILESONIC PART 1 ==--
--== FILESONIC PART 2 ==--
--== FILESONIC PART 3 ==--
--== FILESONIC PART 4 ==--
--== FILESONIC PART 5 ==--
--== FILESONIC PART 6 ==--
--== FILESONIC PART 7 ==--
--== FILESONIC PART 8 ==--
--== FILESONIC PART 9 ==--
--== FILESONIC PART 10 ==--
--== FILESONIC PART 11 ==--
Download Fileserve
-== FILESERVE.PART 1==--
-== FILESERVE.PART 2==--
-== FILESERVE.PART 3==--
--== FILESERVE.PART 4 ==--
-== FILESERVE.PART 5==--
-== FILESERVE.PART 6==--
-== FILESERVE.PART 7==--
-== FILESERVE.PART 8==--
-== FILESERVE.PART 9==--
-== FILESERVE.PART 10==--
-== FILESERVE.PART 11==--
René Girard, antropoloji ve Batılılaşma Le Monde des Livres Sanglantes Origines Violent Origins René Girard
Sanglantes Origines (Violent Origins ), René Girard ingilizceden çeviren Bernard Vincent / Mark R.Aspach / Lucien Scubla ed. Flammarion
René Girard, eserleri dünya dillerine çevrilmiş olmasına rağmen, tezlerinin gerçek anlamı az anlaşılan bir antropolog düşünürdür.
Girard evrenine giriş kolay değildir.
Tezlerinin bazılarını kabul etmek de bir o kadar zordur.
Batı ve hiristiyanlık değerlerini antropolojik anlamda savunması kolay kabul edilir bir tez değildir.
Girard' a gerektiği önemi veriyor;
hiçbir tabunun düşünce özgürlüğümüze engel olamayacağına olan inancımız bizi Girard' ı ne pahasına olursa olsun anlamaya
zorluyor.
Tüm dünyanın Batı demokrasisi modeline doğru evrildiğini savunurken bile, R. Girard 'ın ne demek istediğini anlamaya çalışıyoruz.
Birçok dünya diline çevrilen ve epeyce yorumlanan René Girard' ın eseri skandal imgesi üzerine kurulmuştur. ''Mensonge romantique et Verité romanesque'' / 1961 ( Romantik yalan ve Romansal hakikat ) dan, ''Je vois Satan tomber comme l'éclair '/ 1999' eserine kadar ''benzeşimci arzu'' ( désir mimétique ) kuramcısı René Girard çoğu zaman yazılarında yergi tarzını benimser; ''ifşa ettiğim olguları ilk fark eden benim (...) kökenlerinden bu yana toplumlarımızı belirleyen şiddeti aydınlatan de bu olgulardır (...) buna rağmen bu gerçekleri kimse görmüyor !'' der gibidir.
Stanford Üniversitesi ( ABD ) öğretim üyesi ve Fransız Akademisinden René Girard bilim adam ve vaiz kimlikleriyle iki şey gerçekleştirmektedir: çalışmasının devrimci niteliğini ifade ederken, çağdaşlarının, bilhassa akademik çevrelerde eserine karşı gösterdikleri direnci görmezden gelmektedır.
Gerçekten de, aztek kurbanlarından, Proust züppeliğine veya islamcı terörizme kadar herşeye cevabı bulunan, çalışmalarında psikanalizi, edebiyatı ve teolojiyi sınır tanımadan birbirlerine karıştıran benzeri bulunmaz antropolog Girard, birçok meslekdaşını rahatsız etmektedir. Eserini aynı zamanda hiristiyanlığa methiye olarak da betimleyen Girard, bunun aynı zamanda basit bir sağduyuya dayandığını da eklemektedir... 2007 yılında verdiği bir söyleşide ise ''meslekdaşlarıma kibirle bakıyormuşum intibaını vermekten bir türlü kurtulamıyorum'' diyordu.
Bu arzu edilen veya farz edilen kibire karşı, Girard' ın tüm antropolog meslekdaşları nazik bir ilgisizlikle veya ağır bir sessizlikle cevap vermektedirler. Buna mütakiben son derece ilginç bir durum belirmektedir: R. Girard, tüm anketlerini açık bir biçimde antropoloji bilimi içerisinde gerçekleştirmesine rağmen, varsayımları nadiren antropologlarca incelenmektedir.
Buna rağmen bir karşılaşma 1983 yılında geçekleşti. Hem de memleketi Fransa' da değil fakat ABD' de. Kaliforniya' da birçok antropolog ( iki amerikalı ve bir alman ) René Girard' la tartışmayı, zemin araştırmalarını Girard' ın kavramsal modeli ile karşılaştırmayı kabul ederler. Bu kitap, fransızcaya ''Sanglantes Origines / Kanlı Kökenler' - Flammarion ) adıyla çevrilmiş bulunuyor.
René Girard evvela merkezi tezini sergiliyor. Eserinin yapısını oluşturan düğüm noktasını biliyoruz: toplumun işleme mekanizmasını izah etmek için insan arzusundan ve patolojik doğasından hareket etmek gerekir. Gerçekten de bu arzu daima diğerinin arzuladığı nesne üzerine odaklanır. Ve buna bağlı olarak benzeşimci çatışmaların çoğalması ve rekabet zincirinin zıvanadan çıkması ile karşı karşıya buluruz kendimizi. Bu kriz, güruhun barışmasını sağlayan bir kurban' la hallolur. İşte modern cadı avlarını ve arkaik mit' leri besleyen günah keçisi mekanizması budur. Hiristiyan öğreti, bu kurbanın günahsız olduğunu ifşa ederek yalanı ortaya çıkarmaktadır.
Bu temel kurucu hikayeyi, Girard, eski ve yeni Ahiti, Shakspeare tiyatrosu ve Dostoyevski romanlarından hareketle kurar. Meseleler de işte bu nokta da zorlaşmaktadır. Kaliforniya' da Girard senaryolarını tartışan antropologlar, sahneye başka aktörler davet ederler. Tartışma ilerledikçe, antropologlar ( Walter Burkert ) garip yaratıklardan bahis açarlar; her türlü hayvan, ayılar, jaguarla ve insanlar; örneğin, son ölüm darbesini vurmadan evvel hayvanlar önünde aşk şarkıları söyleyen Sibirya' lı avcılar...
Her soru cevapta aynı sorunsalla karşılaşırız: şu veya bu arkaik toplumda, kanlı pratikler ( av, kendi kendini sakatlamak, insan eti yemek ...) kurban ayinlerini aydınlatabilirler mi? Eğer cevap evet ise, bundan bir nevi inanç ve din teorisine varılabilir mi ? Bunun da ötesinde, kültürün kökeni ile ilgili evrnsel bir teori kurulabilir mi ?
Bu en son soru, tartışmanın ana cephesini oluşturur. Amerikalı antropolog Jonathan Z.Smith için, Girard' da merkezi önemi olan köken sorununun hiçbir anlamı yoktur. Ve bunu mizahlı bir tarzda ifade eder: ''Antropoloji, herhangi bir klişeden itibaren bütün bir hikaye yaratma teşebbüsüdür; ve genellikle bu teşebbüs başarısızlıkla sonuçlanır.' J.Z.Smith, aynı zamanda herhangi bir antropolojik doktrine inanmayı da reddettiğini ekler. Diğer bir antropolog Renato Rosaldo ise kendi zemin deneyimlerini öne çıkararak Filipin yıllarında gözlemlediği, komşu kabilelere ölüm saçan akınlar düzenleyen ''kafatası avcısı'' kabilelerinin hikayesini aktarır. Rosaldo, kısa bir zaman sonra, Vietnam Savaşı için askere çağrıldığında, bu kafatası avcılarının asker olabilme fikrine nasıl şaşırdıklarını, ve bu şaşkınlığın, kendisinin kafatası avcılığına gösterdiği tepkiden de daha güçlü olduğunu gözlemlediğini büyük bir mizahla sergiler.
Bu tecrübeden itibaren, kendisini Girard' a hem yaklaştıran hem de uzaklaştıran sorunsalın altını çizer; belirli bir yere kadar, ''kafatası avcılığı'' bir kurban eylemi olarak görülebilir. Fakat Girard' ın bu ayinsel eylemleri sadece bir izaha indirgeyebilmesinden rahatsız olduğunu söylemektedir: ''Bence birtek izah olamaz; esasında yas ( deuil ) ve ergenlik çağına girişin yan yana bulunduğu bir kavşak söz konusudur.''
R. Girard' ın tepkisi son derece belirgindir. Zira Rosaldo' nun aktardığı kanlı pratiklere karşı duyduğu kızgınlık ve tiksintiyi saklamaz. Daha da ileri giderek, biraz da provokasyonla, tamamen ''kavim-merkezci'' ( éthno-centriste ) bir yaklaşım sergiler: ''Neden, eski antropolojik bakış açısını benimseyip, bu kafatası avcılarının batılılaşması gerektiğini söyleyemiyoruz ?'' cevabını verir. Bu terimleri kullanırken R. Girard, antropoloji bilimi camiasını tümüyle karşısına aldığını bilmektedir. Gerçekten de XIX.yüzyılın sonundan bu yana, antropoloji bilimi kavramlarını sömürge-sökümüne ( décolonisation ) tabi tutmuş ve yavaş yavaş Batı nın üstünlüğü fikrinden uzaklaşmıştı.
İşte 'Sanglantes Origines' in en çarpıcı varsayımı da bu. Neticede, Girard' ın, şimdiye kadar gerçeklerden kopuk, ince bir yorumcu olarak beliren bilimsel kimliği, somut ayin pratiklerine çekilmekte ve bunlarla hesaplaşmaya itilmektedir. Bununla beraber, Kaliforniya tartışmaları sayesinde, Girard sisteminin, akademik antropoloji tarafından kabulünün ne denli zor olduğunu da kolayca görüyoruz.
René Girard sadece evrensel bir köken arayışından vazgeçmemekle kalmıyor, hiristiyanlığın ahlâki ve kültürel salt üstünlüğü üzerinde de hiçbir taviz vermeye yanaşmıyor. Girard' a göre tüm dünya, bilinçli veya bilinçsiz olarak batılılaşma yoluna girmiş bulunuyor.
Le Monde des Livres
Sanglantes Origines (Violent Origins ), René Girard
ingilizceden çeviren
Bernard Vincent / Mark R.Aspach / Lucien Scubla
ed. Flammarion
PAZARTESi KONUşMALARı 24 01 2011 pazartesi Neşe Düzel Ergun Özbudun: ‘Milliyetçilik AK Parti’ye kaybettirir de’
“Milliyetçi oylara fazla talip olursanız, belki kısa vadeli politikalarınız açısından bir getirisi olabilir ama... Böyle bir milliyetçi politikayla kaybedeceğiniz şeyler de var.”
“Umarım, alkol yönetmeliği yürürlüğe konmaz. Aşırı kısıtlamalar var. 24 yaş sınırı da nereden çıktı? Hukukumuzda 18 yaşını bitiren, cezasını tam görür, milyarlık sözleşmeler imzalayabilir.”
“Anayasa’nın başlangıcı, ‘Türklüğün milli, tarihî ve manevi değerleri’ gibi fikir ve sanat hürriyetini kısıtlayıcı kaypak ifadeler ile dolu. Bunlar, sivil anayasada yer alamaz.”
***
NEDEN ERGUN ÖZBUDUN
AK Parti, 2011 seçimlerinin “Türkiye’nin ilk sivil anayasasını hazırlayacak Meclis’in seçimi” olacağını çok önceden ilan etmesine rağmen, seçimlere beş ay kaldı, sivil demokratik anayasanın içeriğiyle ilgili AK Parti’den hiç ses yok. TÜSİAD’ından TESEV’ine, barolardan çeşitli meslek odalarına, sivil toplum kuruluşlarının hepsi şu sıralar harıl harıl kendi anayasa taslaklarını ana hatlarıyla hazırlarken, Başbakan Erdoğan, sadece “Anayasayı halk yapacak” demekle yetiniyor. Peki, halk kim? Siyasi Partiler halktan sayılmıyorlar mı? Sivil toplum örgütleri gibi, siyasi partiler de çeşitli halk kesimlerinin temsilcileri değiller mi? 2007 genel seçimlerinin kampanyasını “sivil anayasa” vaadiyle yürüten, 2011 seçimlerinin adını da “anayasa seçimi” koyan AKP, seçimlere beş ay kala “alkolü” konuşuyor da, niye acaba yeni anayasayı hiç konuşmuyor? Kamuoyu yoklamalarında oyu yüzde 50’lerde gezinen AKP, seçimi bu oy oranıyla kazandığı takdirde, iki buçuk partili Meclis’in üçte ikisini oluşturacak ve anayasayı tek başına değiştirme gücüne sahip olacak. AKP’nin, “Kürt sorunu, Kürtçe eğitim, vatandaşlık tanımı, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, Askerî İdare Mahkemesi ve Askerî Yargıtay, Siyasi Partiler Kanunu, YÖK, Diyanet, laiklik tanımı, çoğulculuk ve çokkültürlülük, anayasanın başlangıç bölümü” gibi temel konularda Anayasa’da ne gibi değişiklikler yapmayı düşündüğünü, Türkiye’de hayatı nasıl değiştireceğini ana hatlarıyla öğrenmek, halkın hakkı değil mi? Seçmen bunları bilmeden nasıl oy verecek? Son dönemde iyice milliyetçiliğe savrulan AKP, milliyetçi oyları kaybetmekten çekindiği için mi demokratik bir anayasadan hiç söz etmiyor? Peki, seçimden büyük bir zaferle çıkarsa, AKP tekrar demokrat olur mu? Milliyetçilikten vazgeçer mi? Sivil anayasayı sürekli gündemde tutmuş olan AKP aslında ne istiyor? Sivil anayasa istemiyor mu? Bu soruları ve kuşkuları, Türkiye’nin en önemli anayasa hukukçularından olan ve 2007 seçimlerinde AKP’ye sivil anayasa taslağı hazırlayan ekibin başkanlığını yapan Bilkent Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ergun Özbudun’la konuştuk.
***
NEŞE DÜZEL: Siz, 2007 seçimlerinden sonra AKP’nin isteği üzerine, sizin başkanlığınızda bir grup akademisyenle birlikte bir sivil anayasa taslağı hazırlamıştınız. Ne oldu o anayasa?
ERGUN ÖZBUDUR: O anayasa taslağı bir süre AK Parti yönetim kurullarında görüşüldü ve her seferinde de yakında bunun kamuoyuna açıklanacağı vaat edildi. Fakat sonra sessizce ortadan kalktı.
AKP neden vazgeçmişti o anayasadan?
Nedeni hiçbir zaman resmen açıklanmadı. Biz de sormadık. Netice itibarıyla bu partinin kararıdır. Ama tahminimi sorarsanız, bu anayasa taslağı, hem muhalefet partileri hem de merkez medya tarafından hak etmediği suçlamayla karşılandı. Bu anayasa, federalizmi getirdiği, şeriatçılığa yol açtığı, Atatürk’ü anayasadan kazıdığı gibi iler tutar yanı olmayan çok şiddetli bir saldırıya uğradı. Bu saldırılar, AK Parti’nin içinde bazı tereddütler yaratmış olabilir.
Sizin anayasa taslağınıza sadece dışarıdan mı muhalefet edildi? AK Parti içinden bir muhalefet olmadı mı?
Bence olmadı çünkü biz bu taslağı, AK Parti’nin aklınıza gelebilecek çok yüksek düzeyde yöneticileriyle yaptığımız Sapanca toplantısında görüştük. O toplantıda Cemil Çiçek, Mehmet Dengir Fırat, Ertuğrul Günay gibi bakanlar, parti genel başkan yardımcıları ve komisyon başkanları vardı. Anayasayla ilgili görüşlerimiz ortaktı. Yani o aşamada AK Parti, bu taslağı kabullenmiş görünüyordu.
Hazirandaki genel seçimlerin ana tartışma konularından birinin yeni anayasa olacağı bekleniyordu. Seçimlere beş ay kaldı ama hâlâ anayasa konuşulmuyor. Eğer seçimler anayasa taslakları ve tartışmaları üzerinden olacaksa, hazırlıkların şimdiden başlaması gerekmez mi?
Hazırlanmaları gerekir. Bir an evvel o görüşlerinin açıklanmasında büyük yarar var. Özellikle yeni anayasaya ihtiyaç duyulduğunu söyleyen siyasi partiler, anayasa projelerini ana hatlarıyla açıklamak zorundalar. Aksi takdirde çelişki olur. Üstelik sadece AK Parti değil, diğer bütün siyasi partiler de kendi anayasa projelerini ana hatları itibarıyla seçim kampanyası sırasında açıklamalılar. Böylece hem halk bu şekilde daha bilinçli oy kullanır hem de önümüzdeki Meclis’in anayasa yapma konusundaki meşruluğu daha da güçlenir. Seçmen olarak ben kimin ne tür bir anayasaya taraftar olduğunu bilmeliyim ki, oyumu daha bilinçli kullanabileyim.
Neden AKP nasıl bir anayasa istediği konusunda hiç konuşmuyor?
Kimse konuşmuyor. CHP de, MHP de konuşmuyor.
Vatandaşa yeni demokratik sivil anayasa vaadinde bulunan CHP veya MHP değil. Bu vaadi sürekli gündemde tutan ve 2011 seçimlerinin bir anayasa seçimi olacağını, Türkiye’nin ilk sivil anayasasını 2011 seçimlerinden sonra oluşacak olan Meclis’in yapacağını söyleyen AKP.
Doğrudur. Sorunuz haklı. Eğer bir sivil anayasa vaat ediyorsanız hiç değilse o anayasanın ana hatlarını, ana çizgilerini, ana felsefesini kamuoyuyla paylaşmanız gerekir. Seçim kampanyası ilerledikçe bunun olacağını ümit ediyorum. Ama şu âna kadar olmadı.
Diğer partiler de yeni anayasanın konuşulması konusunda AKP’yi hiç zorlamıyor. Kimse yeni bir anayasa istemiyor mu?
Sorarsanız herkes yeni bir anayasa istiyor ama... Ne tarz yeni bir anayasa? Nesiyle yeni olacak bir anayasa? Bu soruları sorduğunuzda çeşitli çevrelerden çeşitli fikirler çıkıyor ya da hiç fikir çıkmıyor. Dolaylısıyla önümüzdeki anayasa yapım süreci çok zor ve zahmetli olacak. Kürt sorunu, din ve vicdan hürriyeti sorunu, vesayet sorunu, çoğulculuğa saygı sorunu gibi temel konularda çok kolay uzlaşılmayacak. Ama bu konulara da dokunulmayacaksa yeni bir anayasa yapmanın hiçbir anlamı yok. Eğer bir anayasa çalışması başlatılacaksa, göstermelik üç-beş maddenin değiştirilmesiyle yetinemeyiz.
Bu seçim kampanyasında anayasayla ilgili hangi somut vaatler yer almalı?
Mesela en yakıcı meselelerden biri olan Kürt sorununda ne yapacaklar? Askerî vesayet konusunda ne yapacaklar? Yargıyı iki başlı hüviyetinden kurtaracaklar mı? Dünyada hiçbir demokratik ülkede örneği olmayan Askerî Yüksek İdare Mahkemesi’ni kaldıracaklar mı? Bizim taslağımızda bu vardı. Mesela Askerî Yargıtay’ı yüksek mahkeme hüviyetinden çıkaracaklar mı? Kürt sorunuyla da yakından ilgili olan vatandaşlık tanımında bir tutum alacaklar mı? Çok kritik bir konu bu. Mevcut Anayasa’daki vatandaşlık tanımı Kürtlerin önemli bölümünde alerji yaratıyor. Etnik çağrışımlar yaptırmayan bir anayasal vatandaşlık tanımı getirecekler mi?
Vatandaşlık tanımından Türk kelimesini çıkararak mı?
Evet. Madem bazı Kürt arkadaşlarımızda, mevcut vatandaşlık tanımı etnik çağrışımlar yapıyor, yeni anayasada bu tür etnik çağrışımlara meydan vermemek gerekir. Mesela yeni tanım, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı olabilir. Ayrıca 1982 Anayasası’nın başlangıç bölümü de fevkalade ideolojik ve özgürlükleri sınırlandırıcı. Bu başlangıç kısmına dokunulmadan sivil, demokratik bir anayasa yapılamaz. Bugünkü Anayasa’nın başlangıç bölümü, Türklüğün milli, tarihî ve manevi değerleri gibi fevkalade kaypak ifadelerle dolu. Bunlar sivil bir anayasada yer alacak hükümler değil.
AKP’nin önemli isimleri, Kanuni Sultan Süleyman’ı anlatan Muhteşem Yüzyıl isimli televizyon dizisine bile “Türklüğün milli, tarihi, manevi değerlerine hakaret ediyor” gerekçesiyle çok öfkelendiler. Sizce AKP anayasanın başlangıç kısmını değiştirir mi?
Bu beyanları ve RTÜK kararını hatalı buluyorum. “Türklüğün milli, tarihî, manevi değerleri” gibi ifadeleri elli çeşit yorumlamak mümkün. Bunu, siz başka türlü tanımlarsınız ben başka türlü tanımlarım. Bu tür ifadeler, fikir hürriyetini de, sanat hürriyetini de kısıtlayan bir nitelik alabilir. Üstelik her anayasanın mutlaka bir başlangıç bölümünün olması da şart değil. Dünyada birçok anayasada böyle bir bölüm yok. Ya da başlangıcı çok kısa ve özlü yazarsınız. Seçim kampanyası henüz başlamadı ama başlayınca, bütün siyasi partilerin anayasalarının ana hatlarını seçim sürecinde açıklamaları lazım. Biliyorsunuz, bugüne dek AK Parti’yi bugüne kadar büyük ölçüde desteklemiş olan liberal çevreler ve aydınlar şimdi AK Parti’yi demokratikleşme ve özgürlükler konusunda yeterince cesaretli, kararlı ve süratli olmamakla eleştiriyorlar.
Bu eleştirilere katılıyor musunuz?
Evet katılıyorum. Ama şu var, AK Parti’nin güçlüklerini de göz önünde tutuyorum. Türkiye’de maalesef iktidar probleminden çok, bir muhalefet problemi var. AK Parti’yi demokratikleşme yolunda daha kararlı ve süratli ilerlemeye sevk edecek, onu itecek bir muhalefet yok burada. Eğer ortalıkta hürriyetçi, liberal, demokratik fikirleri güçlü bir biçimde savunan bir muhalefet partisi olsaydı, AK Parti’nin işini çok kolaylaştırırdı.
Gerçekten kolaylaştırır mıydı? AK Parti karşısında ilerici bir muhalefet olmadığından ötürü mü yoksa kendi “milliyetçi” oy hesapları yüzünden mi demokratikleşmede frene basıyor ve sivil anayasayı konuşmuyor?
Eğer CHP, Kürt sorununda veya AB konusunda Türkiye’nin önünü açacak önerilerde bulunsaydı, AK Parti daha rahatlıkla hareket edebilirdi. Ama bugün yaşanan tabii ki iki taraflı bir oyun. Milliyetçi oylara fazla talip olursanız, belki kısa vadeli politikalarınız açısından bunun bir getirisi olabilir ama... Öte yandan böyle bir politikayla kaybedeceğiniz şeyler de var.
AKP milliyetçi politikayla ne kaybeder sizce?
Çok şey kaybeder... Liberal aydınların AK Parti’yi desteklemelerinin sebebi, bu partiyi değişimin, demokratikleşmenin bayraktarı olarak görmelerindendi. Milliyetçi oylara yönelmenin sonucunda eğer bu imaj zarar görürse, AK Parti açısından bu ciddi bir kayıptır. Parti liderleri, neyin kazanç neyin kayıp olduğunu, neyin neye değeceğini çok iyi düşünmeliler. MHP’yi baraj altında tutmak ve dolayısıyla iki veya iki buçuk partili bir parlamento yaratıp, bu parlamentoda üçte iki çoğunluğa sahip olmak kısa vadeli siyasi hesaplar bakımından düşünülecek bir yol olabilir ama...
Peki, AKP’nin seçimlerden sonra milliyetçi söylemden vazgeçip, değişimci olacağının ve demokratik bir anayasa yapacağının garantisi nedir? Milliyetçi söylemle oylarını arttıran AKP, Meclis’in üçte iki çoğunluğunu elde ettikten sonra milliyetçilikten neden vazgeçsin?
Bunun garantisi yok tabii. Siyasette hiçbir şeyin garantisi olamaz. Milliyetçilik kendisini daha uzun süre devam ettirebilir. Ama biliyorsunuz, siyasi partiler taktik sebeplerle gelip geçici rota ayarlamaları, değişiklikleri de yapabilirler. Seçimlerde güçlü bir çoğunluk elde ettikten sonra daha sivil ve demokratik söylemlere dönmesi de, bir ihtimaldir. Dönmemesi de bir ihtimaldir.
Başbakan Erdoğan, yeni anayasayla “Başkanlık Sistemi”ni getirmek istediği için, anayasayı seçimlerden önce tartışmak istemiyor olabilir mi peki?
Şu anda AK Parti’nin kesin bir anayasal pozisyon almamasının nedeni bence başkanlık sistemi düşünceleri değil. Kürt sorunu, vatandaşlık tanımı, kültürel farklılıklara saygı sorunu, laiklik tanımı başkanlık sistemi tartışmalarından çok daha önemli. Seçim kampanyası sırasında, bu yakıcı sorunlarla ilgili somut bir tutum alınması çok daha riskli. AK Parti, daha çok bu nedenlerle anayasayla ilgili açık bir beyanda bulunmuyor. Gerçi bu genel seçimle, 2012 veya 2014’te yapılacak cumhurbaşkanlığı seçim süreci arasında yakın bir ilişki var ama... Anayasa’nın başkanlık rejimi yönünde değiştirilmesi konusu gene de bu genel seçim sürecinde daha tali bir sorun. Çünkü başkanlık sistemi tartışması yüzünden, bu genel seçimde ne fazla oy kaybedilir ne de fazla oy kazanılır.
Yeni bir anayasa ne kadar zamanda hazırlanabilir?
Maddeleştirilmiş olarak değil de ana hatlarıyla bir anayasayı isterlerse birkaç haftada hazırlayabilirler. Mühim olan, temel siyasi tercihlerinin hangi yönde olduğudur. O yönü belirlediğiniz takdirde, anayasanın hukuki formülasyonunu yapmak çok zor değil. Dolayısıyla bütün partiler, temel sorunlar karşısındaki anayasa tercihlerinin ne olduğu konusunda daha açık olmalılar.
Barışı ve toplumsal huzuru sağlayabilmek için yeni anayasada hangi ölçülere önem verilmesi gerekiyor?
Herşeyden evvel kültürel farklılıklara saygı duymak ve kültürel çoğulculuğu kabul etmek gerekiyor. Cumhuriyet’in felsefesi, Türk milliyetçiliği etrafında “bir örnek vatandaş” yetiştirmek oldu. Türk milliyetçiliği etnik anlamda değil, kültürel anlamda tanımlandı ama... Etnik grupların, başta Kürtler olmak üzere, ifade ve kendini geliştirme imkânları çok sınırlandırıldı.
Kültürel milliyetçilik de etnik kökene dayanan bir milliyetçilik değil mi? Kültürel milliyetçilik de farklı kültürlere etnik bir kökenin kültürünü dayatmıyor mu? Bu ülkede binlerce insan kültürel milliyetçilik yüzünden ölmedi mi, acı çekmedi mi, mağdur olmadı mı? Kültürel milliyetçilik, denince milliyetçiliğin şiddeti, zorbalığı hafifliyor mu?
Bence de kültürel milliyetçilik hafif ve daha az vahim bir milliyetçilik değildir. Irk milliyetçiliği etnik kökene, hatta 1930’larda teşebbüs edildiği gibi kafatası ölçümlerine dayanan bir milliyetçiliktir ama kültürel milliyetçilik de toplumdaki alt kültürlerin varlığını inkâr etmektir, onları sindirmek ve asimile etmeye çalışmaktır. Bu da kabul edilemez. Türkiye bir örnek insanlardan oluşan bir toplum değil. Çeşitli alt kültürler var Türkiye Cumhuriyeti’ne sadakat temelinde anayasal vatandaşlık bağıyla bağlı olan insanlar, kendi kültürlerini muhafaza edebilirler, geliştirebilirler ve yayabilirler. Bunun kabulünü bütün siyasi partiler içlerine sindirirlerse işimiz çok kolaylaşır. Mesela...
Evet...
Benim önerim, okullarda Kürtçenin seçimlik ders olmasıdır. Bu ders, sadece Kürtçe grameri değil, Kürt toplum yapısını ve tarihini de kapsayabilir. Bir de ideolojik çağrışım yaptıran herşey anayasadan çıkarılmalıdır.
Yani, Anayasa’nın giriş bölümündeki Kemalizm ideolojisi çıkarılmalı...
Anayasa’nın başlangıç bölümü o ideolojik unsurlardan arındırılmalı. Bunu söylediğinizde Atatürk’ü inkâr suçlamasıyla karşılaşıyorsunuz. Asla böyle bir şey sözkonusu değil. Atatürk bu devletin kurucusudur.
Bir kişinin adı anayasada geçmeli mi?
Anayasada geçmesine hacet yok. Atatürkçülük bölücü bir unsur değil, birleştirici bir sembol olmalıdır. Ayrıca yeni anayasada, Genelkurmay Başkanlığı bütün Batılı demokratik ülkelerdeki gibi Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanmalı. Bir de tabii kanun düzeyinde yapılacaklar var. Mesela Silahlı Kuvvetler’e Türkiye Cumhuriyeti’ni koruma ve kollama görevini veren ve darbelerin gerekçesini oluşturan meşhur İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesi kaldırılmalı. Demokrasilerin en temel unsurlarından biri, seçilmiş organlarının iktidarıdır, yani seçilmişlerin gerçek anlamda “muktedir” olmalarıdır, Silahlı Kuvvetler’in sivil denetim ve gözetim altında bulunmalarıdır. Bu zihniyet de artık Türkiye’de yerleşmeli.
Anayasa konuşmalarında bunlara önem verilecek mi sizce?
Verilmeyecekse zaten boşuna uğraşmayalım. Seçilmiş organların son sözü söylemesi demek, bunların denetimsiz bir çoğunluk diktatoryasına dönüşmesi anlamına da gelmez. Bütün bunlar anayasayla düzenlenebilir. Elbette ki seçilmişler üzerinde yargı ve sivil toplum denetimi olacak. Ama bu yargı denetimi şu anki ölçülerde değil, Batılı ölçülerde olmalı! Mesela Danıştay’ın son türban kararı, yanlış ve ideolojik bir karardır. Ama ulusalcı ve laikçi çevreler, askerî ve yargısal vesayeti kendi varoluşları için bir teminat sayıyorlar. Bu vesayeti kaldıracak anayasa değişikliğine şiddetle karşı çıkıyorlar.
Avrupa Birliği konusunda hükümet frene basmış gözüküyor. Avrupa hedefinden uzaklaşmamız yeni anayasayı nasıl etkiler?
AB hedefi demokratikleşmenin tek itici unsuru değil. Avrupa ile ilişkiler duraklama noktasına gelmiş olsa da, sivil anayasa için bugün yeterli dinamikler var. Bu ülkede iç dinamikler dış dinamiklerin önüne geçti artık. Demokratik sivil anayasa talebi toplumun içinden geliyor.
Sorun sadece anayasa değil. 12 Eylül rejiminin bütün temel yasaları duruyor ve seçime giderken bu yasalar da gündeme gelmiyor. AKP bu yasaları değiştirmekten vaz mı geçti?
Anayasa değişikliği yapılırsa, başta Siyasi Partiler Kanunu olmak üzere bu temel yasalar zaten değişecek. Anayasa değiştiği takdirde bunlar aynı kalamaz. Evvela anayasayı yapalım ki, bu temel kanunları da bu anayasaya uygun şekilde değiştirelim. Bu Anayasa yürürlükte kaldıkça, o temel kanunlarda fazla bir mesafe alamazsınız.
Yeni anayasa, YÖK, Diyanet, Askerî Danıştay gibi demokrasi dışı müesseseleri ve düzenlemeleri temizleyecek mi yoksa sürdürecek mi?
Eğer bütün bunlarda ciddi değişiklikler yapmayacaksa yeni bir anayasaya lüzum yok. Biraz makyaj yapıp, pekâlâ mevcut Anayasa’yla idare ederiz. Herhalde amaç, sivil ve demokratik bir anayasa yapmak. Amaç, makyaj görmüş bir 1982 Anayasası değil. Sivil bir anayasa yapılırsa, Askerî Danıştay zaten kaldırılacak. Ayrıca anayasadaki siyasi parti yasaklarının kapsamı daraltılacak. Dolayısıyla Siyasi Partiler Kanunu sivil anayasayla uyumsuz hale gelecek. Mesela bugünkü YÖK mevzuatının temeli de bugünkü Anayasa’nın 130 ve 131. maddeleridir. O maddeleri farklı bir YÖK anlayışına göre değiştirdiğinizde, bugünkü YÖK mevzuatı yürürlükte kalamayacak. Mesela sadece YÖK değil, Diyanet de bu şekilde kalmamalı.
Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi sözkonusu olacak mı peki?
Olacak. Bu da kaçınılabilecek, savsaklanabilecek bir sorun değil. Hem Kürtlerin bu yönde ciddi talepleri var, hem de Türkiye’nin iyi idare edilmesinin icabı olarak bunu yapmak mecburiyetindeyiz. Aklı başında olan herkes, Türkiye’nin bu kadar merkeziyetçi bir sistemle yönetilmeyeceğini artık idrak etmiştir. Batı’nın en merkeziyetçi ülkesi Fransa’da bile bölge yönetimleri kuruldu. Yerel yönetimlerin yetkilerinin arttırılması Türkiye’nin mutlak bir ihtiyacıdır.
Sivil, demokratik bir anayasa, Başbakan’ın alkolle ilgili sözleriyle daha da endişeli hale gelen, kendilerine hayat tarzı dayatılacağından korkan insanlar için bir teminat olur mu
Anayasada, çoğulculuğa saygıyı ifade eden bölümler bir bakıma teminattır. Sivil, demokratik anayasa, bir hayat tarzı dayatmayı çok zor hale getirir. Umarım, alkolle ilgili yeni yönetmelik de bu haliyle yürürlüğe konmaz. Aşırı kısıtlayıcı hükümler içeriyor bu yönetmelik. Mesela 24 yaş sınırı nereden çıkıyor?
Nereden çıkıyor?
Dünya Sağlık Örgütü’nde 24 yaşa uzanan bir tanım olduğu söyleniyor ama... Bu metinleri ciddi olarak karşılaştırmak lazım! Çünkü bizim hukukumuzda 18 yaşını bitirmiş kişi tam hukuki ehliyeti haizdir, milyarlık sözleşmeler imzalayabilir. Tam cezai ehliyeti haizdir, hiçbir indirim olmadan cezasını görür. 18 yaşını bitirmiş kişi oy kullanır ve siyasi partilere üye olur. Şimdi alkolle ilgili 15-24 yaş arasında bir kategori ihdas edip, onların bulunması ihtimali olan yerlerde içki servisi yapılamayacak olması, son derece aşırı bir hükümdür. Bunlar hoş şeyler değil!..
neseduzel@gmail.com
Ergun Özbudun: ‘Milliyetçilik AK Parti’ye kaybettirir de’ - 24.01.2011
Hakan Erdem: ‘Osmanlı kâtibi afyon macunu yerdi’ - 17.01.2011
Emin Aktar: ‘Kürtler ilk kez Öcalan’ı tartışıyor’ - 27.12.2010
İştar Gözaydın: ‘Türkiye’de din yükselen bir olgu’ - 20.12.2010
İsmet Akça: ‘AKP orduyla mutlu evlilik istiyor’ - 13.12.2010
Temel İskit: ‘Türkiye’deki nükleer silah ispatlandı’ - 06.12.2010
Hasan Cemal: ‘TSK’nın terfi sicili çok açıdan lekeli’ - 04.12.2010
Ziya Şaylan: ‘İşsizlik, estetik yaptırtıyor’ - 22.11.2010
Murat Gökçen: ‘Üç öğün bitti, üç saatte bir yiyin’ - 15.11.2010
Balıkçı: ‘Taksim TAK’ın son eylemi’ - 10.11.2010
Balıkçı: ‘Apo’yla görüşenler tam yetkili’ - 09.11.2010
Balıkçı: Devlet Apo’ya ‘size ihtiyaç var’ dedi - 08.11.2010
Kemal Bülbül: ‘Aleviye bakışta AKP-CHP farkı yok’ - 01.11.2010
Osman Can: ‘Bizdeki laiklik Prusya laikliği’ - 19.10.2010
Osman Can: ‘Yargıçlar halkın gözüne bakamıyor’ - 18.10.2010
Suavi Aydın: ‘Askerin ‘tek tip’ talebi acizliktir’ - 12.10.2010
Suavi Aydın: ‘Oğlum tehlikede inancı büyüyor’ - 11.10.2010
Ali Bayramoğlu: ‘Cemaat şeffaflaşmalı, tartışılmalı’ - 04.10.2010
Bülent Nazlı: ‘Bu et çocuklar için ölümcül’ - 27.09.2010
Sezgin Tanrıkulu: ‘Ölmeselerdi özgürlerdi’ - 25.09.2010
Tarhan Erdem: ‘Ak Partisi’nin oyu yüzde 46-47’ - 20.09.2010
Tûba Çandar: ‘O, Anadolu Ermenilerinin sözcüsü’ - 15.09.2010
Tûba Çandar: ‘Veli Küçük Hrant’ı aradı’ - 14.09.2010
Adil Gür: ‘Seçmenini sandığa götüren kazanır’ - 06.09.2010
Salman Kaya: CHP’nin ‘Mustafa Muğlalı İş Hanı’ - 30.08.2010
SÜLEYMAN SEYFİ ÖĞÜN: "Hayır çıkarsa devlet sertleşecek" - 10.08.2010
Süleyman Seyfi Öğün: Büyük şans, Kürt-Türk gettosu yok - 09.08.2010
NEDEN KEMAL BURKAY: Kürdistan’ı İstanbul’da kurmayız - 03.08.2010
KEMAL BURKAY: "Apo, Saddam’ı ve Esad’ı taklit etti" - 02.08.2010
Hüseyin Yıldırım: ' Savaş kararını avukatı aldırdı' - 28.07.2010
Yeni anayasa nasıl yapılmalı OSMAN CAN MEHMET UçUM istanbul 08 01 2011 cumartesi
Anayasa hukukçuları Osman Can ve Mehmet Uçum, 2011 seçimlerinin ardından gündeme gelmesi beklenen yeni anayasa için izlenmesi gereken yolu Taraf’a yazdılar:
80 Anayasası’yla bütün organik bağlar koparılmalı
Yeni anayasa sürecine girilirken, bu anayasanın yapımıyla ilgili önemli sorular gündeme geliyor. Bunlardan biri yeni anayasa yapmak için yetkinin kimden veya hangi kuraldan alınacağı sorusudur. İkinci soru ise anayasanın TBMM’de yazılmasının ve kabulünün yöntemi nasıl belirlenecek, örneğin bu yeni Anayasa yürürlükteki Anayasanın kurallarına göre mi yapılacak? Bu sorulara verilecek yanlış cevapların yıkıcı sonuçları olabilir.
Demokratik bir anayasacılıkta kurucu irade, toplumun demokratik ve katılımcı yöntemlerle billurlaşmış, barış içinde bir arada yaşamayı hedefleyen iradesidir. Bu irade toplumun demokratik temsilcileriyle bir anayasa metnine dönüştürülür. Yani bir asistanlık hizmeti verilir. Ardından ortaya çıkan metin, yeniden toplumun onayına sunulur. Bu irade kendi yarattığı tüm kurumları bağlar, ancak toplumun ve sonraki kuşakların kurucu iradesini hiçbir surette bağlamaz. Yaşayan toplum gerekli gördüğü her durumda harekete geçerek yeni bir anayasa üretebilir. Bunu engelleyecek hiç bir kurumsal irade olamaz. Çünkü toplum iradesiyle çatışan kurumsal iradeler zaten meşruiyetini kaybetmiş iradelerdir.
Türkiye’de yüz yıllık baskıcı ve tasarımcı bir devlet anlayışına dayanan politik karar tercihinin hazırlanan tüm anayasa metinlerinde yansıma bulduğunu, anayasaların her defasında yeniden yazılmış olmasına rağmen, derinde yatan temel siyasal kararın, buna derin anayasa diyelim, hiç değişmediğini, 1924, 1961 ve 1982 anayasalarında rahatlıkla görebiliyoruz. Hiçbir anayasa metninde devletin bürokratik iktidar haritası değişmedi, yalnızca tahkim edildi. Bunun özgürlük ve katılım sorunlarını üreten ve demokrasiyi engelleyen ana dinamik olduğu görülmedi. Bunu görmeyenlerin başında anayasa hukukçuları gelmektedir. İkinci kanıtı ise Anayasa Mahkemesi bize sunuyor. Anayasa Mahkemesi’nin 1970’li yıllardan başlayarak, anayasa değişikliklerini anayasa metninde yazan açık yasaklayıcı hükümlere rağmen, sözü edilen temel politik karara uygunluğa tabi tutarak iptal etmesi ve bu pratiği Türkiye’de 2008 ve 2010 yıllarında sürdürmesi, derin anayasa ile anayasa metninin birbirinden farklı olduğunu açıkça gösteriyor. Bu yaklaşım mahkemenin diğer içtihatlarının, hatta Yargıtay ve Danıştay içtihatlarının ortak paydasıdır. Dolayısıyla Türkiye’deki anayasalar siyasal birliğin biçimi ve tarzı hakkındaki temel kararın ne olduğunu belirleyen sonsuza kadar geçerlilik iddiasındaki bu tarihsel kurucu iradenin her dönemdeki farklı görünüm biçimlerinden başka bir şey değildir.
Derin anayasa ile anayasa metni arasındaki bu ayrımın, Nasyonal Sosyalistlerin Başhukukçusu Carl Schmitt’in öngörüsü ve arzusuyla birebir örtüşüyor olması, herhalde övünülecek bir durum değildir.
Demokrasi, derin anayasa ile anayasa metni ayrımının bulunmadığı, temel siyasi kararın toplum tarafından verildiği, bunun anayasa metninde yazılı olduğu, tüm kurumların yalnızca bu anayasa metninden hukuksal meşruiyet aldıkları, toplumun ise bu metni gerekli gördüğü her durumda yenisiyle ikame etme yetkisine sahip olduğu bir siyasal kültürün adıdır. Anayasa bir toplumda söylenmiş ve söylenebilecek son söz değildir. Kuruculuk yetkisi yalnız ve yalnız toplumdadır, bunu kullanmak için kurumsal iradeleri umursamak zorunda değildir. Toplumun önceki kurucu iradeyle bağlı olması yalnızca kendini inkâr, köleliğe razı olması anlamına gelir. Önceki derin anayasayı üreten kurucu iradenin son iki anayasada darbe veya darbe koalisyonu iradesi olarak tecelli ettiğini göz önünde bulundurduğumuzda, mevcut anayasanın referanslarına ve öngördüğü usule uyma taleplerinin ne anlama geldiğini minimum demokrasi kaygısı taşıyanlara hatırlatmak herhalde yeterli olur.
Türkiye’nin bugün tartıştığı yeni anayasa, aynı zamanda yeni kuruculuk olmayacaksa herhangi bir anlam ifade etmeyecektir. Yüz yıllık temel siyasal karar yerine toplumsal irade esas alınmayacaksa, yeni anayasa için uğraşmaya gerek yoktur. Çünkü yapılacak olan 1961 veya 1982’deki gibi göstermelik bir temsiliyet ve halkoylamasından öteye gidemeyecek; hem Türkiye’nin ilk sivil anayasasının yapıldığı müjdelenecek, hem bunun halkın onayıyla gerçekleştiği ifade edilecek, hem de yüz yıllık temel siyasal karar olan derin anayasaya dokunulmayacak. Hiç kimsenin toplumu bu tür bir anlamsızlığa ikna etmesi mümkün değildir.
Toplum darbecilerden ve darbe koalisyonundan daha fazla anayasa yapma hakkına ve gücüne sahip olduğunu artık görüyor. Bunu tüm kurumların, siyasi aktörlerin ve “okumuş”ların görmesinde yarar vardır.
Tüm farklılıklarıyla birlikte demokraside karar kılan ve yeni anayasa yapımına odaklanan Türkiye’de demokratik kuruculuk için, kurucu meclis toplanabilir, ki bu ideali yansıtır. Ancak yeni anayasa sözüyle seçime girmiş partilerden müteşekkil TBMM de kurucu olabilir.
TBMM’de birçok fonksiyon vardır. Bunlardan kanun çıkarma ve mevcut anayasada değişiklik yapma fonksiyonları “kurumsal” yani “mevcut anayasa tarafından tanımlanmış” hukuksal fonksiyonlardır. Ancak TBMM’de hukuksallığın ötesine taşan bir fonksiyon vardır. Bu fonksiyon sosyolojiktir. TBMM toplumun kullandığı oylarla temsil yetkisini verdiği ve bunun sosyolojik-ampirik olarak saptandığı tek merciidir. Yani toplumun temsil edildiği mekân olduğunu saptayabilmek için, hukuksal bir kurala bakmak gerekli değildir. TBMM bu özelliğiyle yeni anayasa yapma iradesini ortaya koyduğu anda, cari anayasal düzen normlarıyla bağlı değildir. Çünkü artık eski anayasal düzene göre “kurulu” bir organ değildir ve o düzenin verdiği yetkilerle harekete geçmemektedir.
Bu yüzden bir “Meclis kararı” ile sürecin başlatılması kuruculuk için ön şarttır. Ancak bu meclis kararı, kurucu bir iradenin başlangıcı olarak kaleme alınmalı, içtüzük ve anayasadan alınan bir yetkinin kullanılmadığını, aksine halkın saptanabilir ve kanıtlanabilir “kuruculuk” yetkisinden doğan özgün bir yetki kullanıldığını ifade etmelidir.
Bu karar, yeni anayasa‘nın hazırlanış, görüşülme, kabul edilme, referanduma sunulma ve onay koşullarını kendi belirlemelidir. Bir norma gönderme yapmamalı, o normun geçerlilik kaynağı olduğuna işaret etmemeli, yalnızca mecliste ortaya çıkan iradeyle anlam kazanmalıdır.
Bu karar asli bir kuruculuk yetkisinin kullanıldığının ilanıdır.
Meclis‘in yüzde 10 barajının ürettiği temsil açığını, en azından anayasa taslağının oluşturulması sürecinde meclis dışı partilere de temsil imkânı sunarak kapatması zorunluluğu da unutulmamalıdır.
Bu nedenle mevcut Anayasa’nın 175. Maddesi’ne ekleme yapmak suretiyle sürecin başlatılması anlayışından kesin bir ifadeyle uzak durulmalıdır. Bu, kuruculuk yetkisinin yürürlükteki Anayasa’dan alındığının ifadesi olacaktır. Bu durumda kuruculuğun 1980 darbecilerinde olduğu kabul edilmiş olacak, derin anayasa yeniden egemen olacaktır. Sonuç ise açıktır: Mevcut anayasanın verdiği yetki kullanılıyorsa, bu yetkinin mevcut anayasanın temel referanslarına aykırı kullanılmaması gerekecektir. Yani aslında 1982 Anayasası’nın kendini yeniden üretmesi sağlanmış olacaktır. Anayasa Mahkemesi’nin bu gerekçeyle devreye girmesi ise ayrı bir sorun oluşturacaktır. Mahkeme’nin 2010 değişikliklerinde dahi esasa girmekten çekinmediğinin hatırlatılmasında yarar vardır.
Unutulmamalıdır ki Türkiye toplumu, tüm siyasi partileriyle birlikte bir Anayasa yapma kararlılığı içinde. Yani kurucu bir karar verilmiş durumda. Bunu da 12 Eylül referandum sürecinde ve sonucunda (evet, hayır veya boykot tarzında) açık irade olarak ortaya koydu. Toplumun bu kararı vermesinin nedeni tüm siyasal ve toplumsal sorunların çözümüne olanak yaratacak yeni bir siyasal yapı ve aygıt isteğidir. Yani devleti yeniden yapılandırma iradesidir. Bu kurucu kararın nasıl bir anayasaya dönüşeceğini de anayasa yapım süreci belirleyecektir.
Bunun için Türkiye toplumunun yeni anayasayı asli kurucu iktidar olarak doğrudan yapması, yani siyasal anayasayı ortaya koyması, temsil eksikliğini giderecek bir yöntemle desteklenmesi kaydıyla 2011 Meclisi’nin yahut Anayasa Meclisi’nin bunu yasalaştırması, önceki anayasaların referans alınmaması, hukukçuların sadece normları formüle etme sürecinde rol oynaması (teknik asistanlık) sürecin özellikleri olarak öne çıkmalıdır.
13 Aralık 2010 Pazartesi
Pornography The Secret History of Civilisation 2006 Education, Historical, Mystery, Documentary
Pornography - The Secret History of Civilisation (2006)
DVD-Rip | AVI | XviD 312 min | 2.05 GB
Language: English | Subtitle: None | Label: Koch Vision | Original Release Date: March 7, 2006
Education, Historical, Mystery, Documentary
DVD-Rip | AVI | XviD 312 min | 2.05 GB
Language: English | Subtitle: None | Label: Koch Vision | Original Release Date: March 7, 2006
Education, Historical, Mystery, Documentary
http://kutuworld.blogspot.com/
Ten years in the making, PORNOGRAPHY: THE SECRET HISTORY OF CIVILISATION is a six-part series, which tells for the first time on British television the history of pornography. This landmark series charts the changes in sexual imagery prompted by the advent of new technologies over thousands of years: from ancient times to print, photography, film, video and the Internet. With unprecedented access to the modern porn industry, interviews with pornography experts and historians and an unparalleled collection of archival material, it is also the story of how these technological mediums influenced the development of pornography, who used it, how it was distributed and how it was censored.
After taking in the fast-paced anthropology lesson of this engaging six-part series produced for British television in 1999, it would seem that for most of civilization, pornography hasn't been such a secret after all. The six lively episodes take playful account of that which is on more people's minds than will easily admit, and which has been an important, if often vilified part of world culture since humans could think about such things. This two-disc set is a stylish and tidy chronological account of erotic imagery that the episodes categorize from earliest recorded history to the latest (as of the end of the 20th century) prospects afforded by the Internet and virtual technology. An array of interview subjects from scholars to porn stars talk about everything from the graphic images discovered amongst the ruins of Pompeii and the one-of-a-kind erotica traded among high-class Europeans, to what it's like for individuals to make and distribute their own adult encounters through the facility of their own bedroom camcorders. Before it was demonized and censored when the printing press brought porn to the masses, it seems erotic drawings were a lot of jolly good fun that was not at all stigmatized. (One of the most amusing sequences is an interview with a prestigious, septuagenarian and erotic art historian who is interviewed about his specialty while reclining nude under the gaze of a woman sketching his portrait.) Once the church became involved, deeming the depictions of man, woman, and beast doing what came naturally as obscene--a relatively modern classification--it moved into the shadows of sociological study. The episodes on photography, including still and moving pictures and the impact "modern" technology had in creating a porn industry are interesting, but not entirely enlightening for most people who have even a passing knowledge of the development of erotica from French postcards to adult home video. There's nothing too outrageous for the prurient-minded to go ga-ga over, although there is a fair amount of explicit imagery (this is British TV, after all). By and large, as the five-plus hours go by, the episodes become a witty chamber piece for the open-minded who will find themselves well entertained by the precision and depth of this secret history's artful telling. There are no special features included, just a lot of old-fashioned lessons about our lengthy fascination with looking at birds and bees that are not our own.
Product Description
Ten years in the making, PORNOGRAPHY: THE SECRET HISTORY OF CIVILISATION is a six-part series, which tells for the first time on British television the history of pornography. This landmark series charts the changes in sexual imagery prompted by the advent of new technologies over thousands of years: from ancient times to print, photography, film, video and the Internet. With unprecedented access to the modern porn industry, interviews with pornography experts and historians and an unparalleled collection of archival material, it is also the story of how these technological mediums influenced the development of pornography, who used it, how it was distributed and how it was censored.
But the real story of pornography is also a secret history of civilization. Pornography puts aside the usual moral arguments that have clouded the issue for decades and takes an objective historical perspective. Pornography, far from being some smutty sideshow on the margins of society, has in fact played a vital and central role in civilization and our cultural evolution.
Each program focuses on a different technology and how that new technology revolutionized pornography and made it available to new groups of people, however hard the authorities tried to control it.
THE ROAD TO RUIN opens with the science of archaeology. Sexual imagery has been at the heart of culture all over the world, from the Cerne Abbas man to the painted walls of Pompeii, from the carvings of Bourges Cathedral to the obscene pamphlets of the French Revolution.
THE SACRED AND PROFANE shows how printing was seen as something that turned hitherto acceptable sexual explicit expression into something far more dangerous. Indeed pornography was instrumental in fermenting the French Revolution, with shockingly explicit sexual satire directed at the monarchy. Photography was the greatest leap forward ever in the history of pornography. In the nineteenth century, to ask where pornographic photographs were sold is like asking where you can buy drugs today.
THE MECHANICAL EYE examines the appeal of photographs, their development and their consumers, as well as the evolution of the porn magazine. This film also covers the birth of the mail order porn dealer; heralding arguments which have parallels today with debates on internet pornography.
TWENTIETH CENTURY FOXY covers the rise of the porn film industry. But porn on film, and the porn cinema was an interstitial time. At the end of the 70s the new vehicle for porn was video.
SEX LIVES ON VIDEOTAPE shows how the advent of video ended pornography's crossover dreams. Video re-made pornography in its own image, replacing the glamour and fantasy of the movies with a real documentary style. The most significant contribution of video was that it turned consumers into producers; the audience picked up cameras and started recording their sex lives on videotape!
FUTURE SCHLOCK looks at the new era of digital manipulation and asks how digital technology has affected the pornography that we produce, and the way we consume it. We talk to people who say that the Internet has dealt the biggest blow yet to the establishment. Pornography in physical forms - books, magazines, and videos - could always be seized and destroyed, but on the Net, pornography has shed its physical form and gone digital.
Filesonic Download
http://www.filesonic.com/file/42132891/Pornography - The Secret History of Civilisation (2006) DVD-Rip.part01.rar
http://www.filesonic.com/file/42064385/Pornography - The Secret History of Civilisation (2006) DVD-Rip.part02.rar
http://www.filesonic.com/file/42177781/Pornography - The Secret History of Civilisation (2006) DVD-Rip.part03.rar
http://www.filesonic.com/file/42185067/Pornography - The Secret History of Civilisation (2006) DVD-Rip.part04.rar
http://www.filesonic.com/file/42177423/Pornography - The Secret History of Civilisation (2006) DVD-Rip.part05.rar
http://www.filesonic.com/file/42178947/Pornography - The Secret History of Civilisation (2006) DVD-Rip.part06.rar
http://www.filesonic.com/file/42177889/Pornography - The Secret History of Civilisation (2006) DVD-Rip.part07.rar
http://www.filesonic.com/file/42176641/Pornography - The Secret History of Civilisation (2006) DVD-Rip.part08.rar
http://www.filesonic.com/file/42052653/Pornography - The Secret History of Civilisation (2006) DVD-Rip.part09.rar
http://www.filesonic.com/file/42064385/Pornography - The Secret History of Civilisation (2006) DVD-Rip.part02.rar
http://www.filesonic.com/file/42177781/Pornography - The Secret History of Civilisation (2006) DVD-Rip.part03.rar
http://www.filesonic.com/file/42185067/Pornography - The Secret History of Civilisation (2006) DVD-Rip.part04.rar
http://www.filesonic.com/file/42177423/Pornography - The Secret History of Civilisation (2006) DVD-Rip.part05.rar
http://www.filesonic.com/file/42178947/Pornography - The Secret History of Civilisation (2006) DVD-Rip.part06.rar
http://www.filesonic.com/file/42177889/Pornography - The Secret History of Civilisation (2006) DVD-Rip.part07.rar
http://www.filesonic.com/file/42176641/Pornography - The Secret History of Civilisation (2006) DVD-Rip.part08.rar
http://www.filesonic.com/file/42052653/Pornography - The Secret History of Civilisation (2006) DVD-Rip.part09.rar
Fileserve Download
http://www.fileserve.com/file/EZJ3Ygy/Pornography%20-%20The%20Secret%20History%20of%20Civilisation%20%282006%29%20DVD-Rip.part01.rar
http://www.fileserve.com/file/BUUAjVF/Pornography%20-%20The%20Secret%20History%20of%20Civilisation%20%282006%29%20DVD-Rip.part02.rar
http://www.fileserve.com/file/fFGWcxR/Pornography%20-%20The%20Secret%20History%20of%20Civilisation%20%282006%29%20DVD-Rip.part03.rar
http://www.fileserve.com/file/5rDVu4N/Pornography%20-%20The%20Secret%20History%20of%20Civilisation%20%282006%29%20DVD-Rip.part04.rar
http://www.fileserve.com/file/2tkfa8s/Pornography%20-%20The%20Secret%20History%20of%20Civilisation%20%282006%29%20DVD-Rip.part05.rar
http://www.fileserve.com/file/bydp56a/Pornography%20-%20The%20Secret%20History%20of%20Civilisation%20%282006%29%20DVD-Rip.part06.rar
http://www.fileserve.com/file/umPSr7U/Pornography%20-%20The%20Secret%20History%20of%20Civilisation%20%282006%29%20DVD-Rip.part07.rar
http://www.fileserve.com/file/EnskRBa/Pornography%20-%20The%20Secret%20History%20of%20Civilisation%20%282006%29%20DVD-Rip.part08.rar
http://www.fileserve.com/file/HZ2rcTD/Pornography%20-%20The%20Secret%20History%20of%20Civilisation%20%282006%29%20DVD-Rip.part09.rar
http://www.fileserve.com/file/BUUAjVF/Pornography%20-%20The%20Secret%20History%20of%20Civilisation%20%282006%29%20DVD-Rip.part02.rar
http://www.fileserve.com/file/fFGWcxR/Pornography%20-%20The%20Secret%20History%20of%20Civilisation%20%282006%29%20DVD-Rip.part03.rar
http://www.fileserve.com/file/5rDVu4N/Pornography%20-%20The%20Secret%20History%20of%20Civilisation%20%282006%29%20DVD-Rip.part04.rar
http://www.fileserve.com/file/2tkfa8s/Pornography%20-%20The%20Secret%20History%20of%20Civilisation%20%282006%29%20DVD-Rip.part05.rar
http://www.fileserve.com/file/bydp56a/Pornography%20-%20The%20Secret%20History%20of%20Civilisation%20%282006%29%20DVD-Rip.part06.rar
http://www.fileserve.com/file/umPSr7U/Pornography%20-%20The%20Secret%20History%20of%20Civilisation%20%282006%29%20DVD-Rip.part07.rar
http://www.fileserve.com/file/EnskRBa/Pornography%20-%20The%20Secret%20History%20of%20Civilisation%20%282006%29%20DVD-Rip.part08.rar
http://www.fileserve.com/file/HZ2rcTD/Pornography%20-%20The%20Secret%20History%20of%20Civilisation%20%282006%29%20DVD-Rip.part09.rar
Ürün Açıklaması
UYGARLIK VE GİZLİ TARİHİ İngiliz televizyonlarında ilk kez pornografi tarihi için söyler altı bölüm dizi vardır: yapım PORNOGRAFİ de on yıl. baskı, fotoğraf, film, video ve Internet eski çağlardan için: cinsel görüntüleri değişikliklerin binlerce yıl boyunca yeni teknolojilerin gelişiyle tarafından istendiğinde bu dönüm noktası dizi listesi. modern benzeri görülmemiş bir erişim sanayi porno ile pornografi uzmanları ve tarihçiler ve arşiv malzemesi benzersiz bir koleksiyon ile görüşmeler, onu dağıtıldı ve nasıl da bu teknolojik ortamlarda kullanıldığı pornografik geliştirilmesi, etkili hikaye nasıl olup sansür edildi.
Ama pornografi gerçek hikaye de bir uygarlık gizli tarihidir. Pornografi yıllardır sorun bulutlu olması olağan ahlaki argümanlar bir kenara koyar ve objektif bir tarihsel perspektif alır. Pornografi, aslında var uzakta toplumun kenarlarında bazı müstehcen SideShow önlemek için, medeniyet hayati ve merkezi bir rol ve kültürel evrim oynadı.
Her program ancak zor makamları kontrol etmeyi denedi, farklı bir teknolojiye ve nasıl yeni teknoloji pornografi devrim ve insanların yeni gruplar için kullanılabilir duruma odaklanıyor.
YOLA RUİN arkeoloji bilimi ile açılır. Cinsel imgelem Fransız Devrimi'nin müstehcen broşürler için Bourges Katedrali oymalar itibaren, Pompei'nin boyalı duvarlar için Cerne Abbas adamdan, kültür merkezinde tüm dünyada oldu.
KUTSAL ve saygısız baskı şey çok daha tehlikeli içine şimdiye kadar kabul edilebilir cinsel açıkça ifade döndü bir şey olarak görülüyordu gösterir. Aslında pornografi monarşi yönelik şok edici açık cinsel hiciv ile, Fransız İhtilali fermente etkili oldu. Fotoğrafçılık pornografi tarihinin hiç ileriye büyük bir adım oldu. On dokuzuncu yüzyılda, pornografik fotoğraflar bugün ilaçlar satın alabilirsiniz soran gibi satıldı nerede sormak.
MEKANİK EYE fotoğrafların itiraz inceliyor, gelişim ve nihai tüketicinin yanı sıra evrimi dergisi porno. İnternet pornografisi üzerine tartışmalar bugün paralellik habercisi görüşler; Bu film aynı zamanda mail order of doğum satıcı porno kapsar.
Yirminci Yüzyıl FOXY porno film endüstrisinin yükselişi kapsar. Ama film porno ve sinema bir ara dönemdi porno. 70s için porno yeni aracın sonunda video oldu.
Videotape AÇIK SEKS HAYATLARI video gelişiyle pornografi crossover hayalleri sona erdi gösterir. çekiciliği ve filmlerin fantezi gerçek bir belgesel tarzı ile yerine kendi görüntüsü Video yeniden yapılmış pornografi. Videonun en önemli katkısı üreticilerin içine tüketicilerin açık olmasıydı; seyirci kadar kameralar aldı ve video kaset üzerinde cinsel yaşamlarına kayıt başladı!
GELECEK SCHLOCK dijital manipülasyon yeni bir dönem bakar ve dijital teknoloji ürettiğimiz bu pornografi ve biz onu tüketmek şekilde nasıl etkilediğini sorar. Biz İnternet henüz kurulmasına büyük darbe olduğunu söyleyen insanların konuşmak. kitap, dergi, ve videoları - - fiziksel formları Pornografi her zaman ele geçirilen olabilir ve yıkılan, ancak Net, pornografi fiziksel form tutmuştur ve dijital gitti.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)